Başlığı soru şeklinde koymak istedik. Zira halkı yakın zamanda dolandırmış partinin, “iyi niyetli” yöneticiler eli ile, gerçek bir muhalif parti olup olamayacağı, işin püf noktasıdır. Hayalleri yıkılmış olanlar, Erdoğan’ın gizli destekçisi olduğunu anladıkları Kılıçdaroğlu gidince, yeniden eski hayallerine dönüp seyre dalabilirler mi? Bunu isteseler de, bunu yapabilirler mi? CHP’de meydana gelen değişim acaba ne anlama geliyor? Öyle ise, en başından soruyu doğrudan sormak faydalı olur kanısındayız.
Yanlış olmasın, mesela Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi değildir gibi bir ölçü ile tartışma niyetinde değiliz. Tersine, CHP’nin başındaki isimlerden çok, bir kurum olarak CHP’nin işlevini ve ne olduğunu tartışmanın daha faydalı olduğu kanısındayız. CHP konusunda bu satırları okuyanlar, Baykal gidince Kılıçdaroğlu gelince, bu daha iyi olur demişlerdi. Umut işte. Ama nerede, Baykal Erdoğancı idi, Kılıçdaroğlu Erdoğancı çıktı. Özgür Özel’in, ne de olsa kaset ile gelmedi, belki bir şansı vardır. Ve hatta, insanî açıdan öncekilerle kıyaslanamaz. Ama böyle tartışmak hatalı olur. Bu nedenle, biz CHP’yi tartışmaktan yanayız.
Mesela Kılıçdaroğlu Alevi kökenli diye, ne olursa olsun o iyidir, desteklenmelidir, ona güvenelim diyenlerin siyasal düşünemediklerini, bize bizzat Kılıçdaroğlu gösterdi. Kendisi, hiç utanmadan, “ben Alevi’yim. maalesef insan ailesini seçemiyor” sözlerini söylemiştir. Demek, “tedavi” görmüştür. Aleviliği bir sorun, bir olumsuzluk olarak gördüğü için olmalı, “maalesef insan ailesini seçemiyor” diye yakınıyor. Ve biliyoruz, kendisi, seçimin sonucunu önceden biliyor ve kendi rolünü oynaması gerektiğini de. Bunu onun açıklamalarından biliyoruz, yani bizim “suçlamamız” değil. Devlete bağlı olmak budur.
Demek ki sizin “niyet”leriniz ile oynadığınız rol, en iyi ihtimalle, aynı olmayabiliyor.
Şuradan başlayalım.
14-28 Mayıs seçimlerinde, CHP, AK Parti’den farklı olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Kılıçdaroğlu’nun görevi, Erdoğan’dan daha ağırdı. Erdoğan, devlet olanakları ile, birkaç söz söylemekle yetinse de olurdu. Ama Kılıçdaroğlu, hem sağcı görünecek hem solcu, hem Alevi olduğunu söyleyecek hem de Sünniliği övecek, hem ekonomik krizi eleştirecek hem de herkesi evinde tutmayı başaracak. Uzatmak mümkün. Yani işi zordu. Tanrılar Erdoğan’a çalışmış, Kılıçdaroğlu’nu onun için çalıştırmış. İşini zevkle yaptığı tartışılsa da, çalışkanlığı tartışılmaz. Fikirleri olmadığı için (boşluğu her zaman bir “şey”, bir yolla mutlaka doldurur), fikir boşluğunu “danışmanları” kolaylıkla doldurmuş. O kadar kolay doldurmuşlardır ki, Kılıçdaroğlu kendilerine danışma gereği bile duymamıştır.
Demek ki CHP, aslında kendini de bitirmişti. 14-28 Mayıs sonuçları budur. CHP içinde çalışan taban, gençler ya da bazı sol eğilimli gruplar, artık CHP’yi savunacak durumda olamazdı. Belki isterlerdi ama olamazlardı.
Dahası, CHP’nin seçim sürecindeki rolü, Erdoğan’ın kazanmasını sağlamak değildi. Sakın böyle düşünmeyin. Onun, yani Erdoğan’ın kazanacağı önceden belli idi. Bunun seçimlerle bir alakası yoktur. Onun, CHP’nin rolü, solu kendi kuyruğuna takıp, çaresizce yol arayan kitleleri devlete bağlamaktı, kitleleri sokaktan uzak tutmaktı, kitlelere liderlik yapma potansiyeli olan solu, olduğu gibi CHP kuyrukçusu hâline getirmekti. Solu, biraz daha fazla devletçi, biraz daha fazla Kemalist özelliklerini korumak ve milliyetçi bir çizgide kalmasını sağlamak üzere hazırlamaktı. Ne de olsa önümüz savaş. Tam bir savaş hazırlığı içinde, devletin (kendisinin bir parçası olduğu devletin) verdiği görevleri, büyük bir çaba ile yerine getirmeye çalıştı.
Şimdi, CHP eskisi gibi devam etsin, Kılıçdaroğlu ekibi ile işler sürsün demek, CHP’nin yeni dönemde devlet için yapacağı şey yoktur demek olacaktı.
Dahası, kitlelerin sola, daha da sola yönelmesini kim, nasıl engelleyecek? Sol sağa meyletti ama kitleleri sürüklemekte başarı olamadı. Kitlelerde sola dönük eğilim hâlâ etkindir. İşte bu nedenle, kurultayda açık bir yenilgi ile, Kılıçdaroğlu kendini de “rezil” ederek, yeni ekibin başa gelmesi gerekirdi ki, CHP’deki bu “kötü ruh”un, artık kaybolduğuna en başta CHP tabanı inanabilsin. Yoksa CHP, solu engelleyemez, kitlelerdeki sola meyletme eğilimini devlet CHP eli ile durduramaz, radikal, devrimci sol ileri çıkar ve kitlelerle bütünleşme eğilimi başlar, kitleler devrimcileşme konusunda engelsiz kalır.
Yanlış anlaşılmasın, özellikle Özgür Özel’in bu planın bir parçası olmama ihtimali var. Ama bu, durumu değiştirmez. Erdoğan Toprak, Oğuz Kaan Salıcı ve anayasa profesörü, bu işi kotaracak güçtedir. En azından devlet böyle düşünmektedir. Özgür Özel olmasa, kim alırsa alsın, tabanın CHP’ye yeniden inanması mümkün olmazdı. Bu nedenle, bu Özgür Özel istemese de gerçekleşen bir süreçtir. Yani, tekrar pahasına, Özgür Özel bu işin içindedir demiyoruz. Ama CHP’nin derin güçleri, bu riski göze almışlardır. Zaten olur da Özgür Özel, “formatlanamazsa”, format tutmazsa, Mayıs 2024’te görevden indirilebilir.
Demek ki sözü dolandırmadan söylüyoruz.
Ama yine de bize daha fazlası gerekli. Mesela İstanbul’da yarışan adayların, il başkanlığı için rakip olanların, muhtemelen her ikisinin de Erdoğan Toprak’ın adamı olma ihtimali oldukça yüksektir. Bunu CHP kadroları daha iyi bilirler. Ama sonuçta biri “yenilikçi” olarak ortaya çıkıyor. Oysa her iki hâlde de, aynı yer kazanıyor.
Öyle ise, Özgür Özel, CHP’yi “değiştirmek” istiyorsa, çok şiddetli bir mücadeleye hazır olmalıdır ve bunun için kadrolara ihtiyacı vardır. O kadar kadrosu var mı? Gerçekte, dün Kılıçdaroğlu taraftarı olanların hepsi, şimdi Özel taraftarıdır.
Özgür Özel, Can Atalay olayında “eylem” çağrısı yaparak, hiç değilse, Kılıçdaroğlu gibi, çıkıp “yahu bunlar anayasaya uymuyor” diye gülmece yapmaktan vazgeçmiştir. İyi ama bu yeter mi? Şöyle diyor: “Bu anayasaya sahip çık.” Bunu Erdoğan’a söylüyor. “Eğer sahip çıkmazsan sen de yok hükmündesin” diyor. Yani aslında Erdoğan var hükmünde midir? Özel, çok geriden geliyor. Metin yazarları, sanki Bahçeli’nin metinlerini yazan Atasagun gibi hareket ediyor.
Hedef belli oldu; anayasaya sahip çıkılacak. Bu anayasaya mı? Evet. Peki Saray Rejimi ne oldu? Gelecek seçimlere mi kaldı? Özgür Özel CHP içinden ilk kez Saray Rejimi diyen kişidir. Soma eylemlerine cesurca destek veren kişidir. Saray Rejimi dediği için, Kılıçdaroğlu, Erdoğan Toprak, anayasa profesörü, Salıcı tarafından az mı azarlandı? Şimdi, Can Atalay üzerinden Saray dişlerini gösteriyor ve tepki, “bu anayasaya sahip çık” oluyor. Oysa Erdoğan gayrimeşrudur. Zaten anayasayı defalarca rafa kaldırmışlardır.
Gördünüz mü, daha şimdiden, CHP başkanı olmak, Mustafa Kemal’in koltuğuna oturmak, feci etki yapıyormuş.
Biraz geriye gidelim, yoksa söylediklerimiz tam anlaşılmayacak.
CHP, herhangi bir dönem, tarihi boyunca hiç “sosyal demokrat” parti olmuş mudur? Elbette olmamıştır. “Sosyal demokrat” parti geleneği, Avrupa’da, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, işçi partilerinden geliyor. Bu partiler, devlet partileri olarak doğmuyor, tersine mücadele içinde doğuyor. Birinci Dünya Savaşı’nda bu sosyal demokrat partiler, yani sosyalist partiler, savaşta kendi burjuvalarını, kendi devletlerini destekleme kararı veriyorlar. Yani Bernstein, Kautsky ekolü ile sağa kayıyorlar. Ve bu süreçte, komünistler kendilerini ayırıyorlar, komünist partileri kuruluyor. Bu oldukça sancılı bir süreçtir.
Ve geriye kalan “sosyal demokrat” partilerin hepsi, işçi hareketinden geliyor ve kıyaslama kabul etmeyecek şekilde, liberal solcularımızdan çok daha samimi bir tarihten geliyorlardı.
Ama tarihte sosyal demokrat adını kullanıp da, işçi sınıfının mücadelesinden çıkmayan, sanırım ilk parti CHP’dir. Ve CHP, sosyal demokrat olduğunu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında “anlıyor.” Yani kurulurken, Cumhuriyet Halk Partisi olarak kuruluyor, sosyal demokrat parti olarak değil. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, SSCB’yi boğmak için, emperyalist kamp, çok yönlü bir saldırı organize ediyor. Bir yandan dinî hareketleri, özellikle de İslam’ı komünizme karşı kullanmak, diğer yandan “demokrasi” adı altında kendi devletlerinin kara yüzlerini örtmek bu saldırının içindedir. Demokratik ülkeler ve demir perde ülkeleri de buradan gelir.
Yani CHP hep devletin partisi olmuştur, halkla, işçi sınıfı ile hiçbir zaman ilişkisi olmamıştır. 12 Mart faşizminin ardından, kitlelerdeki sola yönelişi durdurmak için, Karaoğlan lakabıyla Ecevit, “ortanın solu” tanımlamasını yaptı. İlle de “orta”da olacak ama soldan görülecek. Bu plan işe yaramıştır. Nasıl ki halkları birbirine kırdırma konusunda müthiş bir beceriye sahip ise burjuvazi, egemen, solu kandırmak konusunda da bir beceriye sahiptir. İhanetçisi bol olan saflarda, egemen kolayca at oynatabilir. “Bize komünist parti lazımsa onu da biz kurarız” sözü, Atatürk’e aittir. Bu hem tekeller çağının pragmatizmidir hem de sömürgeci eski Osmanlı İmparatorluğunun “imparatorluk” fırsatçılığıdır.
Kaldı ki NATO mekanizmasının bu ülkedeki kurucuları, CHP içindendir. CHP, NATO’culuk konusunda hiçbir sağ partiden geri değildir. Bu nedenle, CHP tarihinde “sosyal demokrat”lık yoktur.
Ancak zaman zaman, solcu ya da sosyal demokrat göründüğü için, içindeki bazı unsurlar, gençliklerinde sol eğilim taşımış, bunun için parti içinde mücadele etmişlerdir. Ama CHP hiçbir zaman solcu olmamıştır. Tersine, solun frenlenmesi için bir görev üstlenmiştir. Bu görevi üstlenmek için, içinde bir doz olsun solcu olan kadrolara yer vermek zorunda kalmıştır, kalmaktadır.
Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Sol ve sosyalist olanlar, CHP’yi doğru değerlendirmemiş, mücadelenin ağır risklerini göze alamamış ve CHP içinde muhalefet ederek, “dünyayı” düzeltme hayalini kurmuşlardır. Bu kadar kere, defalarca, aynı şeyi nasıl yapmışlardır?
Mesela bugün CHP, kamulaştırma politikalarını mı savunacak? Mesela tüm sağlık sektörü, tüm ulaşım, tüm eğitim vb. kamulaştırılacak mı? Mesela AK Parti halkı sadakacı yaptı, CHP buna son verip herkese iş mi yaratacak?
Mesela CHP, savaşa karşı mı duracak? Suriye’deki işgale son mu verecek? NATO’dan mı çıkacak? Mesela İsrail’e karşı hamleler yapıp tüm askerî, ekonomik ve diplomatik ilişkilerini mi kesecek? Mesela İncirlik Üssü’nü mü kapatacak?
Mesela bankaların, tekellerin kârlarını halka mı dağıtacak? Mesela işçi ve emekçilerden alınan vergileri mi azaltacak?
Saray Rejimi adım adım güçlendirilmektedir.
Can Atalay konusunda Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki tartışma, aslında bunun göstergesidir. Saldıran Saray Rejimi’dir, devlettir. Ve CHP, devletin saldırılarına karşı, devletçi olarak nasıl tutum alacak?
Özgür Özel ile CHP, mesela Filistin meselesinde bir tek ciddi tutum almış mıdır? İsrail ile devletin ilişkilerini, Husiler Türk kargo gemilerine el koyunca bir kere daha ortaya çıkan ilişkileri, mesela Özgür Özel’li CHP ortaya mı sermiştir? Bir tek eylem yapmış mıdır? NATO’dan çıkışı mı savunmuştur, İncirlik Üssü’ne el konulsun diye miting mi yapmıştır? CHP, Filistin sorununa bu denli nasıl suskun kalabilmektedir? Bu mudur sol veya sosyal demokrat tutum? NATO’cu tutum hangisidir? Filistin meselesine, tüm İsrail destekçiliğine rağmen, Erdoğan kadar tepki göstermemesi, anlamlıdır.
Artık bellidir ki kitleleri “seçim” vaadiyle evde tutmak mümkün değildir. Direnişler sürmektedir. Bunalım, egemenin bunalımıdır ve tüm toplumu sarmış durumdadır. Burada işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin direnişini kırmak mümkün olamıyor. Baskılar, işkenceler vb. kâr etmiyor. Bu durumda CHP, “anayasaya sahip çık” çağrısını Erdoğan’a mı yapacak? Sanki anayasa çok da önemli imiş gibi bir hava yaratarak, “bak şeriat geliyor, bari bu anayasaya sahip çıkalım” mı diyecek?
TC devleti, Saray Rejimi, NATO’nun yeni savaş kabinesi ile savaşa hazırlanmaktadır. Devletin sırlarını korumak adına, halktan bilgi saklayan bir kişi, değil solcu, değil sosyal demokrat, insan bile olamaz. Bu bu kadar net bir cephedir.
Saray Rejimi’nde parlamento iğdiş edilmiştir, işlevsizdir. Bunu bilmeyen var mıdır? Parlamentonun son yapısına bakıldığında, Saray Rejimi, birden fazla AK Parti oluşturacak ayarlama yapmıştır. Bu nedenle parlamentoda oturma eylemleri olumlu gibi gözükse de değildir. CHP, eğer bir yerde oturma direnişi yapacaksa, yer ve adres bellidir, Saray’ın önüdür, bahçesidir. Karar mekanizmalarının görünen merkezi parlamento değildir, tersine Saray’dır.
Parlamentoda oturma eylemi yapmak, bir başlangıç değildir. Tersine, bir oyalamaca mantığıdır. Buyurun Saray orada, onun önünde eyleme geçin. Tüm üyelerinizi toplayın, Saray’ı sarın ve oturun.
Saray Rejimi’nde siyasal partiler, her biri aynı yere bağlı, tek bir devlet partisinin değişik çeteleri, değişik tarikatlarıdır.
Saray Rejimi’nde yasalara bağlı bir işleyiş yoktur. Yasalar duruma, kişiye, zamana göre değişirler. Mutlaka bir yasa gerekirse ona uygun bir yol bulunur.
Saray Rejimi’nin NATO tarafından onaylanmış, belirlenmiş görevler vardır. Bu, içeride ve dışarıda savaş politikalarına yer vermek demektir. Savaşa açıktan karşı çıkmadan, bu politikalara açıktan karşı çıkmadan, insan olarak var olmak dahi mümkün değildir.
Tüm toplumu saran bunalım, çürümeyi de beraberinde getirmektedir. Bu çürümüş sistemi savunarak, onun şu ya da bu yönünü savunarak, bir adım atılmış olamaz.
Kendine “uzman” denilen “siyaset bilimci”lerin (Siyaset bilimci ne demektir? Siyaset “bilim” dallarından biri midir?), “hukuk uzmanı” unvanlı profesörlerin, sosyal demokrat olmayı kibarca kahvaltı yapmak, adabı muaşeret kurallarını bilmek olarak algılayan “devletçi” zihniyetin, liberal solcuların, Kemalist solcuların her zaman tekrarladıkları “bu devlet, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” sözü, olağanüstü bir devlet örgütlenmesi demek olan Saray Rejimi için asla kullanılamaz. TC devleti hiçbir zaman laik olmamıştır. Şimdilerde, “laikliğe karşı saldırı var” diyerek mevcut hâli savunmak, laikliği savunmak değildir. TC devleti, hiçbir zaman sosyal bir devlet olmamıştır, olamaz, her zaman burjuva egemen, emperyalizme bağlı bir sömürge devlet olmuştur. Hiçbir zaman “demokratik” devlet olmamıştır. Seçimlerin varlığı “demokrasi” ölçüsü olarak alındığında, burjuva siyasal tarihinde bile, çok geri bir noktaya düşülmüş olur. TC devleti, tarihi boyunca, sürekli olağanüstü dönemlerle var olmuştur. Katliamlara dayanmak, katliamları bir gelenek olarak sürdürmek tam da budur. Ülkede yaşayan halkları, tümünü, kendine düşman olarak görmüş bir devlettir bu.
CHP, hiçbir zaman işçi partisi olmamıştır ki tarihsel anlamında bir sosyal demokrat parti olsun. CHP’de dönen paralara bakarsanız, işçilerin burada bir yeri olmadığını anlamak zor olmaz. TC devleti, en başından beri, işçi sınıfının varlığını inkâr etmiştir. Halkların varlığını inkâr etmiştir. TC devleti en başından beri, anti-komünizmin cephesinde yer almıştır. TC devleti, bir sömürge devlettir ve SSCB’ye karşı ileri bir karakol görevi ile davranmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra TC devleti, NATO’nun ileri karakoludur. Ve bu devletin kurucu partisi olduğunu sık sık hatırlayan CHP, tüm bunların da merkezindedir.
CHP, devletin tüm örgütlenmelerinde görev almıştır. Bu, Saray Rejimi’nin oturtulmasında da söz konusudur. Yoksa Kılıçdaroğlu, nasıl olur da aldığı seçimi, büyük bir huzurla, ilgili yere devreder? 14-28 Mayıs bir seçim değildir, bir müsameredir. Müsamerenin sonunda alkışları kimin alınacağı, NATO mekanizmalarınca belirlenmiştir. Ruhu çekilmiş bir Kılıçdaroğlu profilini yaratan bu süreçtir.
Tüm bunlar göstermektedir ki CHP asla sol bir parti değildir, olmamıştır. CHP gerici bir partidir. Onun bazı muhalif söylemleri, Saray’ın saldırılarını gündemleştirmekten başka bir işe yaramayacak şekildedir. Saray’ın her adımını gündem yapmak, gerçekte, halkın, ülkenin gerçek gündemini örtmek için de bir yol hâline getirilmiştir.
CHP’deki bu “yeni” makyaj, aslında kitlelerin yeniden kandırılması için bir tazelenme girişimidir. 14-28 Mayıs sürecini doğru analiz etmeden, CHP’nin yeni makyajına, ileri bir durum atfetmek, Saray Rejimi’ni, ülkedeki olağanüstü hâli, savaş politikalarını anlamamaktır.
Elbette her isteyen, kendine has bir biçimde rüya aleminde yaşayabilir. Ama ülkenin gerçeklerine duyarlı hiçbir kimse, direniş ve mücadele dışında, sistemi devirmek dışında bir çıkış yolu olmadığını görmezlikten gelemez.
Devrime, mücadeleye, direnişe, “uzun ve zahmetli, zorlu bir yol” diyerek, kestirme yol bulmak adına, CHP’nin kuyruğuna takılmak, kafayı bir kere daha taşa vurmaktan başka sonuç vermemiştir, vermez.