Devrim ve sosyalizm yolunda, direniş hattı ve Özgür Üniversite Hareketi

1 Mayıs 2025 | Kadıköy

Dünyanın neresinde olursa olsun, her devrim, gençliğin ve kadınların öne çıkması ile tanınır. Her devrime kadın devrimi denmesinin nedeni, devrimin özgürleştirici etkisi nedeniyledir. Kadınlar, işçi ve emekçi kadınlar, hem sömürüden paylarını alırlar her insan gibi, hem de yılların, binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinin egemen kültürü nedeni ile daha büyük bir baskı altında, aşağılanmanın ve ayrımcılığın birçok türünü yaşarlar. “İki katlı sömürü” içinde yaşarlar, tıpkı “zenci”ler gibi. Bu nedenle, devrim, bir kere toplumsal havayı değiştirmeye başladığında, kadınlar, devrimlerin en önünde yer almaktan çekinmezler. Özgürleşmedir bu. Bu nedenle, tarihte “kadın devrimi” adını almamış devrim yoktur dersek, abartılı olmaz.

Gençler ise, egemenin toplumsal hâkimiyetine ve düzenine en az adapte olmuş kesimdir. Gençlik, deyim uygun düşerse düzenin kuralları konusunda en fazla sorgulayıcı kesimdir. Gençlik, haksızlığa, kurulu düzenin kurallarına, egemen ahlâk anlayışına, egemen düşünce tarzına yaşlılar kadar alışmış, onu yaşlılar kadar içselleştirmiş değildir. Bu nedenlerle haksızlığa karşı tepki vermekte avantajlıdırlar. Kafaları köhnemiş düşüncelerle henüz doldurulmuş değildir. Ne kadar düzen tarafından eğitim yolu ile kafalarını eğmeleri istenirse de, buna tepki vermekte hâlâ diridirler. Soru sormayı, hesap sormayı daha henüz “bırakmış” değildirler.

Bu durum, ister işçi gençlik söz konusu olsun, ister öğrenci gençlik söz konusu olsun, hepsinin ortak özelliğidir. Kurulu düzenin köhnemiş yüzünü daha hızlı kavrarlar ve buna karşı tepki vermekte de hızlıdırlar. Hızlı tepki vermelerinin bir nedeni, kafalarının ve bedenlerinin genç olması ise, bir nedeni de düzene bağlılıklarının kalın iplerle bir bağlılığa dönüşmemiş olmasındandır.

Bu nedenle gençlik, devrimin dinamiklerinden biridir. Gençliği kazanmadan, sosyalist devrim, işçi sınıfının elinde zafere ulaşamaz. İşçi gençlik de işçi sınıfının en dinamik, savaşın sonucu belirleyecek kesimidir. Sosyalist devrim, öğrenci gençliği de kazanmak zorundadır.

Ülkemizde gelişmekte olan devrim, sosyalist devrimdir. Sosyalist devrim, insanın insana kulluğunu yok etmek, sömürüye son vermek, savaşsız ve sınırsız bir dünya kurmanın ilk basamağıdır. Ve tüm bunlar, gençliğin toplumun geleceği olması ile de uyumludur. Köhnemiş sistemi yıkmak, yeni dünyayı kurmak, ancak gençliğin ellerinde yaratıcı bir sürece dönüşür. Bu nedenle, gençliğin yolu, işçi sınıfının devrimci yoludur.

Sosyalist devrim, işçi sınıfının öncülüğünde zafere ulaşacaktır. Ancak gençlik, hem mücadelenin gelişimi hem de yaratıcı mücadele biçimlerinin gelişimi açısından, tüm toplumu sarsabilecek adımları atabilecek kesimdir. Öğrenmeye açık olduğu kadar, gençlik, yeni mücadele biçimlerini geliştirmekte de aktiftir. Bu nedenle, işçi sınıfının mücadelesi ile gençliğin mücadelesinin birlikteliği büyük bir öneme sahiptir. Öğrenci gençlik işçi sınıfının devrimci yolunda yürürken, işçi sınıfı öğrenci gençliğin atikliği, mücadele yöntemlerinden öğrenmesini bilecektir.

Bu nedenle deriz ki, devrimin zaferini belirleyecek olan şey, devrim için mücadele edecek kadrolar, en çok da genç olanlar olacaktır. Gençlik (işçi ve öğrenci gençlik), yeninin kurulmasında da aynı enerjik yapısıyla yol açıcı olacaktır.

Devrim ve sosyalizm düşüncesi, kapitalist toplumda bir gelecek göremeyen -çünkü kapitalizmin geleceği yoktur- gençlik arasında hızla yayılma, kökleşme olanaklarına sahiptir. Devrim ve sosyalizm düşüncesinin özellikle öğrenci gençlik içinde yer etmesi, çok daha hızlı gelişebilir. Gençliğin hayalleri, henüz kirlenmemiş olan düşleri, devrim ve sosyalizm anlayışı ile tümü ile uyumludur.

Tüm bunlar, doğrusu, gençliğin devrimdeki yeri konusunda var olan, bilinen tartışmalardır ve bizim yazımızın ana nedeni bunlar değildir.

19 Mart 2025’te, Gezi Direnişi’nin ardından 12 yıl geçmiş iken, yeni bir direniş kabarması ortaya çıktı.

Gezi Direnişi gerçekleştiğinde, bugün 18 yaşında olanlar o gün 6 yaşındaydı ve belki bir yakınının yanında Gezi Direnişi’nin havasını solumuşlardır. Ama bugün 14 yaşında olup da bu direnişe katılan liseliler, o gün Gezi havasını yaşamış kuşaktan değildirler. 14 yaşında insanlar, ülkemizde, ev geçindirme sorumluluğunu almakta, hayatını kazanmak için olmadık işlere girmektedir. 14 yaşında bir genç öğrencinin, liselinin devrim ve sosyalizm mücadelesine girmesi, hiç de erken bir “yaş”ta mücadeleye girmek olarak adlandırılamaz. Adlandırılamaz, çünkü hayat onlara bu şartları zaten dayatmaktadır.

Gezi Direnişi, 2013’te, tüm toplumu sarsan, iktidarın “şaftını kaydıran”, kendiliğinden bir toplumsal patlama olarak ortaya çıkmıştır. Direniş, kendiliğinden karakterde olduğu için, elbette örgütsel bir liderlikle buluşmadığı oranda geri çekilecekti. Öyle oldu. Taksim Meydanı’nı ikinci kere almak, direniş hareketi için olanaklı olmadı. Gezi, daha çok belli alanlarda toplanan kitlelerin, zamanla gevşemesi ile, gücünü kaybetti. Eğer Gezi Direnişi, mesela bazı kamu binalarının işgali gibi bir yön alsaydı, durum farklı gelişebilirdi. Sonuçta süreç böyle gelişmedi ve devrimci sosyalist hareket, Gezi’nin önderliğini alamadı. Buna rağmen, Gezi Direnişi, 12 Eylül ile bir kitlesel hesaplaşmanın başlangıcı oldu ve o tarihten başlayarak, Gezi Direnişi, geri düşse de, sürekli direnişlerle süren bir direniş hattının oluşumuna yol açtı.

Direnişler yerel, fabrikalarda, okullarda, işyerlerinde zaman zaman sokaklarda sürdü. Ama bu 12 yıllık süre içinde hem bir kararlılık kazandı, hem de sürekli genişlemeye devam etti. Öğrenci gençliğin bu istikrarlı ve giderek kararlılık kazanan mücadeleyi anlaması gerekir.

Bir yandan, işçi sınıfının sendikalarının bile kendi sendikaları olmaması, diğer yandan kitlelerin zayıf örgütlülüğü, direnişin hızlı gelişiminin önünde bir engel olarak ortaya çıktı. Saray Rejimi, TC devletinin, direnişlere karşı bir çeşit olağanüstü devlet örgütlenmesi olarak ortaya çıktı. Kürt hareketine ve Türkiye’nin batısında süren direnişe karşı, emperyalist efendilerinin planlarının da gereği olarak TC devleti, bir olağanüstü rejim organize etti. Saray Rejimi, iç savaş hukuku ile her direnişin, en sıradan hak arama eyleminin, en sıradan bir tepkinin karşısında, anayasa ve yasaları da dinlemeden bir duvar örmeye başladı. Her kadın eyleminin, her öğrenci eyleminin, her işçi eyleminin, her çevre eyleminin karşısına TOMA’lar, coplar, basın, yalan makinaları, mahkemeleri, gazları ile dikildiler. Sessiz ve suskun bir toplum yaratmak istiyorlardı. “İç cepheyi güçlendirmek” bu amaçla devreye sokulan bir politika oldu. Herkesi susturmak istediler. Birçok insan, “acaba uslu eylem yaparsak, polis saldırmaz mı” diye düşündü. Bugün, devrimcilere, gençlere “provokasyon yaratmayın” diyenler, aslında, devletin Saray Rejiminin her zaman saldırgan olduğunu gizlemeye çalıştılar. CHP, kitleleri önce evine kapatmaya, devlete karşı durmamaya, sokaklara çıkmamaya, meydanları terk etmeye çağırdı. Ama bu politikalar da Saray Rejiminin saldırılarını azaltmadı. Tersine CHP’nin kitleleri eve sokma politikası geri tepmeye başladı.

12 yıl sonra, bu kez 19 Mart’ta, İmamoğlu’nun tutuklanması, diplomasının iptal edilmesi ile bardak taştı ve öğrenci gençlik, barikatları yıkmaya başladı. İÜ’de yıkılan barikat, aslında, her eylemde yıllardır kurulan polis barikatlarının da kafada yıkılması demektir. Kafaları en az kirlenmiş olanlar, barikatları ilk yıkanlar oldular.

CHP mantığına göre, İmamoğlu, 31 yıl önce diploma almış olarak ya da cumhurbaşkanı adayı olmak isteyerek, Saray’ı provoke etti. Bize, gençlere “provokasyon yapmayın” diyenler, aslında ortaya çıkan ve ortada olan baskı ve şiddet politikasının kaynağının devlet olduğunu, ortada bir devlet terörü olduğunu unutturmak istiyorlar.

Saray Rejimi, yıllardır, eğitim sistemini özelleştirmektedir. Özel eğitim kurumları ile, öğrenciler müşteri hâline getirilmiştir. Eğitimin kendisi, üretken bir öğrenme süreci olmaktan çıktı ve bir çeşit tüketim sürecine çevrildi. Eğitim, bilimden koptu ve devletin baskı aygıtının bir parçası hâline getirildi.

Saray Rejimi, bilimsel eğitimi yok etmektedir. Üniversiteler bir yandan liseleştirilmekte, bilimden uzaklaştırılmaktadır. Liseler ise, bilimi dışarı atar gibi, imamhatip okulları hâline getirilmektedir. Ve bu arada sürekli bozulan eğitim nedeni ile, özel okul ağı büyütülmektedir. Üniversite mezunları işsizlikle karşı karşıyadır. Üniversite öğrencileri, bilinen tüm aşağılanma ile karşı karşıyadır. Okullarda dinî uygulamalar ile polis uygulamaları birlikte devreye sokulmaktadır. Öğrenciler, çok ciddi bir barınma sorunu ile, tarikatların kollarına itilmekte, açlıkla karşı karşıya kalmakta, milyonlarca öğrenci, barınma sorunu da içinde mali sorunlar nedeni ile, eğitimin amacı hâline getirilmiş olan üniversiteyi kazandıkları hâlde, üniversitelerini yarıda bırakmak zorunda kalmaktadır. Üniversiteler, seçilmiş rektörler tarafından değil, atanmış ve daha çok polis tarzında bir yönetimi kendine rehber edinmiş rektörlerce yönetilmektedir. Kayyum rektör, eşittir polis rektördür. Bu arada ise, liseler de dâhil, tüm eğitim sistemi, giderek daha fazla imamhatipleştirilmektedir. Okullara imamlar atanmakta, polis, imam ve uyuşturucu çeteleri okulların yönetimini devralmakta, öğrenciler, bu üçlü arasında sıkıştırılmaktadır. Eğitim bilimden tümden uzaklaştırılmaktadırlar. Böylece parası olana “özel okul” sunulmaktadır. Nasıl parası olana özel hastahane sunuluyorsa, parası olana özel okul sunulmaktadır. Özel okula çocuğunu gönderen aileler, yatırdıkları paranın karşılığını almak için, çocuklarını birer “inek” hâline getirmeye yönelmektedir.

İşte tüm bu baskı ve şiddet ortamı, Saray Rejiminin ürünüdür.

Kendi geleceği olmayan kapitalist sistem, gençlerin geleceğini çalmakta, onları sürüler hâline getirmek istemektedir.

Diğer yandan üniversitelerin özelleştirilmesine paralel olarak, okullar birer AVM’ye çevrilmektedir. ODTÜ arazisine el koyma girişimleri akıllardadır, Boğaziçi’ni yok etme girişimleri akıllardadır.

İşte tüm bu baskı ve şiddet politikası, nasılsa öğrenciler apolitiktir, diye rahatlıkla sürdürülürken, bir anda öğrenci hareketi, onurlu direnişine başlamış, toplumsal sorunlara uzak olmadığını göstermiş ve İÜ önünde kurulmuş olan barikatı aşmıştır.

ODTÜ’de direnen öğrencilere, “provokasyon yapıyorlar” demek, olsa olsa, devletin bir uzantısı olan CHP’nin değerlendirmesi olabilir. Öğrenciler direnme hakkına sahiptirler ve her yol ve araçla, Saray Rejimine karşı direnmek meşrudur.

Saray Rejimi, 2015 yılından beri, her seçime hile katmaktadır. Sandık, Saray Rejimini meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Ülkenin başta Kürt illeri olmak üzere seçilmiş belediyelerine, yani hilenin işe yaramadığı belediyelere, adım adım kayyum atamışlardır. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve onlarla birlikte tüm üniversiteliler, elbette kayyumun ne olduğunu bizzat kendi yaşamlarından, okullarından bilmektedirler.

İşte, bardağı dolduranlar tüm bunlardır. Bardağı taşıran İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanması, belediyeye kayyum atanma ihtimalidir. Ama mesele sadece İmamoğlu, sadece İBB’ye kayyum atanması değildir. Burada saymadıklarımız da dâhil, Saray Rejiminin tüm uygulamalarıdır.

Saray Rejimi seçimle gelmemiştir. Bu konuda CHP ile aynı fikirde değiliz. CHP, seçimlerin sonucunda “adam kazandı” politikasına yatkındır. Erdoğan, “atı alan Üsküdar’ı geçti” derken, yaptığı hileleri açıkça ifade etmektedir. Ülkede, tüm devlet çarkını sarmış olan bir hırsızlık, Saray’ın her taşında, her odasında egemendir. Kendi diploması “kayıp” olan Erdoğan, cumhurbaşkanı ya da başkan iken, diploma tartışmaları yapılmaktadır. Tüm halkla, tüm gençlerle açıkça alay edilmektedir. Ve tüm bunlar, Saray Rejiminin meşru olmadığını göstermektedir. CHP ve diğer burjuva partiler, Erdoğan’ın seçimle geldiğini söylemektedir, yalandır. Erdoğan, kendi kendine seçim sonuçlarını ilan etmekte, tüm burjuva partiler, bu sonuçları başlarını eğerek kabul etmektedir. Bu bir ilkokul müsameresinden berbat bir oyundur.

İşte gençlik, bu sürece alışmayacağını ilan etmiştir.

Şimdi önümüzde bir soru vardır: Öğrenci hareketi ne yapmalıdır?

Bu sorunun yanıtı, önce acil istemlerin, taleplerin ortaya konulması ile başlayarak verilebilir.

Öğrenci hareketi, önce barikatı aştı, sonra meydanlara taştı ve ardından boykotlar örgütledi. Öğrenci hareketinin birçok eylemine öğretim üyelerinin bir bölümü katıldı. Peki, güncel talepler ileri sürmek yeterli midir? Elbette değildir. Bir de işin örgütlenme bölümü vardır. Taleplerden başlanabilir.

1

Öğrenciler, bu eylemlerde tutuklandı, coplandı, gazlandı vb. Bu açıkça bir devlet şiddetidir. Öğrencilere, gençlere “provokasyon yapmayın” diyenler, önce özür dilemelidir. Özgür Özel ilk özür dileyenlerden olmalıdır.

2

Öğrencilere saldırı emrini veren, onlara karşı şiddet uygulayanlar yargılanmalıdır. Bu yargılananlar arasına, valiler, il emniyet müdürleri ve İçişleri Bakanı da dâhil edilmelidir. Çünkü emri veren onlardır.

3

Tutuklu ya da gözaltında bulunan tüm öğrenciler serbest bırakılmalı, haklarında açılmış dosyalar imha edilmelidir. Akademik kayıpları karşılanmalıdır.

4

Tüm üniversitelerde kayyumların görevine son verilmelidir. Kayyum rektörler vb. yerine, seçimle rektör vb. seçilmelidir. Seçilmiş öğretim üyelerinin, tekrar cumhurbaşkanı vb. tarafından atanması şeklindeki uygulama son bulmalıdır. Seçilmiş rektörler, üniversiteleri polisten arındırmalıdır. Üniversiteler karakol ya da istihbarat merkezleri değildir. Polis üniversiteleri terk etmeden, bilimsel ve akademik bir eğitimin yapılması mümkün değildir.

5

Ülkenin herhangi bir il veya ilçesinde belediyelere atanan kayyumlar, görevlerini seçilmiş belediye başkanlarına devretmelidir. Belediye başkanlarının yerine birisi gelecekse, bu kişi belediye meclisleri tarafından seçilmelidir.

Bunlar ilk aşamadaki taleplerdir.

Ancak, açık ve nettir ki öğrenci hareketi, örgütlü değil ise, bu talepler gerçekleşse dahi, geçici bir durum ortaya çıkacak ve ardından, tekrar gerici ve karşı-devrimci devlet saldırısı devreye girecektir.

İşte, tam bu noktada nasıl bir öğrenci örgütlenmesi sorusu ortaya çıkmaktadır.

19 Mart direnişi göstermektedir ki, öğrencilerin politikaya uzak olduğu tespiti yerinde değildir. Öğrenciler, sonuçta, bir toplumsal sorun olan kayyum politikasına karşı çıkarken, doğrudan bir politik tutum almaktadırlar. Kendileri örgütsüz olsa da öğrenciler, politik bir sorun için hareket etmişlerdir. Öğrenciler, “barınamıyoruz” derken, aslında tam da tüm ekonomik ve sosyal sorunlarla doğrudan bağ kurmaktaydılar.

Öğrencilerin sorunları, üç temel başlıkta toplanabilir:

Birincisi, akademik-demokratik sorunlarıdır. Bu “özgür ve bilimsel eğitim” talebinin karşılığıdır. Yani, öğrenciler, üniversitelerde çağ dışı bir eğitim ile, bilim dışı bir eğitim ile ve buna uygun polis tarzı bir yönetimle karşı karşıyadır. “Özgür ve bilimsel eğitim”, tüm bu akademik-demokratik taleplerin ana başlığıdır.

İkincisi, ülkede süren ekonomik kriz ve eğitimde bunun yansımaları ile karşı karşıyadırlar. Bunun bir yönü, eğitimin neoliberal politikalar doğrultusunda özelleştirilmesi, öğrencilerin müşteri hâline getirilmesidir. Bunun diğer yönü ise, açlık, yoksulluk, barınma yeri sorunu vb.dir. Bu nedenle öğrenciler, kapitalist sistemin tüm eğitim politikalarına karşı durmak zorundadırlar. Öğrenci gençlik, burjuva ideolojisinin her biçimine, her türden aşağılama, ayrımcılığa, ırksal, cinsel, dinsel vb. ayrımcılığa, şovenizme karşı çıkmak zorundadır.

Üçüncü başlık ise, toplumsal sorunlara duyarlılıktır. Kayyum politikasında olduğu gibi, öğrenci hareketi, işçi direnişlerine de duyarlı olmak zorundadır. Kendisi üniversitede olan bir öğrenci, lise ve ortaokuldaki gerici eğitim uygulamalarına da karşı durmak zorundadır.

İşte bu üç başlık altında, bir öğrenci hareketi, bir öğrenci örgütlenmesi gereklidir.

Özgür Üniversite Hareketinin, merkezî ve geniş bir örgütlenme olarak geliştirilmesi, örgütlenmesi gereklidir.

Özgür Üniversite Hareketi, sadece bizim Kaldıraç Üniversitenin içinde yer aldığı bir örgütlenme değildir. Tersine, geniş bir örgütlenmedir. Bu nedenle farklı anlayışta, farklı bakışta öğrencilerin de içinde yer alacağı bir geniş örgütlenmedir.

Bu örgütlenmenin üç ilkesi olmalıdır:

1- Özgür Üniversite Hareketi, öğrencilerin temel sorunları etrafında bir örgütlenmedir. barınma, yemek vb. sorunları kadar, akademik sorunlarına da sahip çıkmak zorundadır. Özel eğitime ya da eğitimde özelleştirmeye karşı durmak Özgür Üniversite Hareketinin (ÖÜH) vazgeçilmez tutumlarından biridir. Lisede, ilkokulda, üniversitede vb. özel okul anlayışına karşı durmak bir zorunluluktur.

Eğitimin bilimsel temellerden koparılması, bilimin ilkokuldan, ortaokuldan, liseden ve üniversiteden kovulması, önemli bir saldırıdır ve bu saldırıya, öğrenci-öğretmen-aile dayanışması ile karşı koymak gereklidir. ÖÜH, bir örgütlenme olarak, bunu temel alan öğrencilerin ortak örgütü olmalıdır.

Eğitimin “özgür ve bilimsel eğitim” temelinde örgütlenmesi, okulların da demokratik bir biçimde yönetilmesi ile mümkündür. Okullar, kayyum rektörlerle yönetilemez. Kayyum rektör, devlet ajanı rektör demektir. Akademik bağımsızlık, polisin okulları terk etmesi, okulların seçilmiş dekan ve rektörlerle yönetilmesi demektir. Her okulda, öğrenciler, bu seçimlere müdahil olmalıdır. Öğrencilerin temsilcileri aracılığı ile oy hakkı olmalıdır.

Tüm bu talepler, akademik-demokratik taleplerdir.

Bir öğrenci, eğer özel okullaşmayı savunuyorsa, elbette onun ÖÜH’te yeri olmaz. Evet, ÖÜH bir sosyalist örgüt olmayabilir. Ama okulda polis-rektör-kayyum politikasını destekleyen, özgür bilimsel eğitimden yana olmayan, özel eğitime karşı olmayan kişi, elbette ÖÜH’ün içinde yer almamalıdır.

2- Özgür Üniversite Hareketi, egemenin, burjuvazinin ideolojisinin her türüne karşıdır ve elbette bu temelde bir hattı vardır. Örneğin bir faşistin ÖÜH içinde yer alması düşünülemez.

Evet, ÖÜH, geniş ve merkezî bir öğrenci örgütlenmesidir. Ama nasıl ki özel okullara karşı durmayan, paralı eğitime karşı durmayan kişi ÖÜH ile aynı yerde değil ise, benzer biçimde, neoliberal politikalara, şovenizme, her türden aşağılanmaya, cinsel, ırksal, renksel, mezhepsel vb. ayrımcılığa karşı olmayan da ÖÜH saflarında yer bulamaz.

ÖÜH, nasıl ki özgür ve bilimsel eğitimden yana ise, aynı biçimde, her türlü ayrımcılığı teşvik eden, ırkçı, şovenist, cinsiyetçi, mezhepçi vb. anlayışlara da karşıdır.

3- ÖÜH, toplumsal sorunlara gözlerini kapayamaz. ÖÜH, karakteri gereği, toplumsal sorunlara duyarlı olmak zorundadır. Her kriz, öğrencilere yansır, her toplumsal sorunun gençliğe denk düşen bir yönü vardır.

Demek ki öğrenci hareketi, özü gereği, akademik-demokratik sorunları nedeniyle, neoliberal politikalara karşı durma zorunluluğu nedeniyle, toplumsal sorunlara olan duyarlılığı nedeniyle, sisteme karşı mücadelenin bir parçası olmak zorundadır.

Elbette bu ilkeleri kabul eden, farklı bakış ve ideolojiye sahip tüm öğrencilerin içinde yer alacağı bir geniş örgütlenmedir ÖÜH.

Bu öğrenci hareketinin örgütlenmesi, en geniş öğrenci kitlesini kapsamalıdır. Ama elbette kendi ilkeleri temelinde. Burjuva partilerin öğrenci gençlik içindeki uzantıları, elbette var olacaktır. Ama bu kesimler, ÖÜH’e zaten mesafeli duracaktır.

Her devrimci hareket, her sol hareket kendi örgütlenmesini geliştirebilir, geliştiriyor da. Ama kitlesel öğrenci hareketi, bundan daha farklı, herkesin içinde olabileceği bir yapıdır. ÖÜH, üniversite içinde bölüm, fakülte bazında seçilmiş temsilcilerin örgütlenmesine dayanmalı, oradan üniversite örgütlenmesi geliştirilmeli ve oradan, tüm ülke çapında örgütlenmelidir.

Kuşku yok ki, bunun doğru biçim ve yollarının bulunması, genel olarak öğrencilerin, özel olarak ise öğrenci yoldaşlarımızın işidir. Bu konuda bir biçim dayatmadan, mücadele ve direniş hattını temel alan biçimlerin gelişimine dikkat ederek bir yol izlenmelidir.

Devrimci öğrenciler, bu sürecin bizzat örgütleyicileri olmalıdırlar. o

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz