Direniş dersleri

19 Mart-26 Mart arasındaki toplumsal direnişin dersleri üzerine tartışmak, bugün erken olsa da, gereklidir. Fikret Soydan, 20 Mart 2025 tarihinde, direnişin hemen ikinci akşamında durumu ele alan bir değerlendirmeyi kaleme almıştı. O andan bu yana, epeyce şey daha ortaya çıkmıştır ve şimdi, bunların üzerine kısa maddelerle tartışmak yerinde olacaktır.

1

Egemen, eskisi gibi, eski yöntemlerle yönetemiyor ve kitleler eskisi yönetilmeye razı değil.

Bir yandan Saray Rejimi, Öcalan’a iki maddelik bir açıklama yaptırdı. Öcalan, bu açıklamada, (a) silah bırakma ve (b) PKK’nin feshedilmesi kararı alınmasını önermekte/istemektedir. Öyle anlaşıyor, TC devleti ve ABD, İran’a karşı saldırı ve Ortadoğu’nun dizaynı için, TC devletinin yanında, bölgede önemli bir güç olan Kürt hareketini de devreye sokmak, kendi uzantısı yapmak istiyor. O istiyor diye öyle olacak demek değildir. Bunu istedikleri için, Kürt halkına karşı bir katliam hazırlıyorlar ve İsrail’in Gazze’de yaptıkları örnek olarak sahadadır. İsrail’in Gazze’de yaptıkları ve Hizbullah’a karşı geliştirdiği yöntemler, tümü ile Kürt hareketine dayatılmaktadır. Bu nedenle, “ya benimle olacaksın ya da imha olacaksın” siyaseti devreye sokulmuştur. 

Bu siyaset, “içeride ve dışarıda savaş” siyasetinin kendisidir.

Elbette Kürt hareketine dayatılan durum, bölge ile ilgilidir. 

Ama dayatan TC devletidir ve ciddi bir yönetme güçlüğü içindedir. Bir yandan, Suriye zaferi diye sevindirik olmaktadırlar ama diğer yandan, derin bir korku içindedirler. Nerede olduğu bilinmeyen Bahçeli adına, Atasagun’un telâş dolu açıklamaları, bunun kanıtıdır.

Egemen, Kürt hareketinin yanı sıra, Gezi Direnişi ile başlamış olan ve bugüne kadar süren, parça parça ve yerel eylemlerle süren direniş hareketinden de korkmaktadır. Hele ki, bu iki direnişin ortaklaşması, bir çatı altında toplanması değil ama paralel mücadele yürütmesi durumu, onların, egemenlerin, Saray Rejiminin en büyük korkusudur.

Biz buna yönetme güçlüğü diyoruz. Eskisi gibi, bilinen ve alışılmış metotlarla yönetemiyorlar ama hiç yönetemiyorlar demek değildir bu. 

İşte 19 Mart’ta, İmamoğlu’nun önce diplomasının alınması ardından da gözaltına alınmasına gösterilen tepki, gerçekte bardağı taşıran son damladır. 

Kitleler, bu yöntemlerle, Saray Rejimi ile, bilinen burjuva hukukla, iç savaş hukuku uygulamaları ile yönetilmek istemediğini, buna razı olmadığını ilan etmektedir.

2

Bu nedenle, Gezi’den sonra ortaya çıkan kitlesel bir eylem olması nedeni ile, akıllara Gezi Direnişi’ni getirse de, öyle değildir. 

19 Mart ile başlayan direniş, Gezi Direnişi’nin yeni versiyonu değildir. “Gezi 2.0 Loading” bir benzetme olarak Gezi Direnişi’ni akıllarda tutmak anlamında işe yarayabilir. Ama bu direniş Gezi Direnişi değildir.

Daha ileridir.

Birçok açıdan, daha geri özellikler de içermektedir. Ama öz olarak daha ileridedir. 

Bu direnişe damgasını vuran, İstanbul Üniversitesinde öğrencilerin barikatı yıkmasıdır. İÜ’de, Öğrenci Dayanışmasının aldığı tutum ve açtığı yol, aslında koşullar uygun hâle geldiğinde barikatların nasıl kırılıp atıldığını göstermektedir.

ODTÜ’lü öğrencilerin, “Saray’ı boşalt, geliyoruz” vurgusu, çok önemlidir. O pankart, aslında gerçek hedefin Saray olduğunu ortaya koymaktadır.

Gençlik, öğrenci gençlik, gerçek muhatabın Saray olduğunu bilmekte ve ortaya koymaktadır. Avukatlar, yıllar önce, çoklu baro sistemine karşı meclise yürüdüklerinde, orada da gerçek hedefin Saray olduğu konusunda son derece net bir tutum ortaya çıkmıştı. Görülmemişti, etkin olamamıştı (Bugün de İstanbul Barosu direnmektedir. Baronun duruşması, 21 Mart 2024 tarihine denk gelmiştir ve kimse dikkatine oraya verememiştir. Ama gerçekte, son derece önemlidir ve toplumsal direniş, dayanışma ruhu ile baronun direnişine destek vermelidir, sahip çıkmalıdır). Bugün de ODTÜ’lü öğrencilerin Saray yolunu göstermesi, etkili değildir. Ama bunu göstermeleri çok değerlidir ve doğrudur. 

19 Mart direnişinin öncülüğünü üniversite gençliği yapmıştır, süreci onların eylemleri başlatmıştır.

3

Herkesin direnişten öğreneceği çok şey vardır. 

Özel, dünden farklı olarak, kişilik bulmaya başlamıştır. ABD’de, rüşvete “jest” diyen Özel ortada yoktur. 1 Mayıs 2024’te Saraçhane’den büyük bir hızla kaçan ve Erdoğan’la görüşmeye koşan Özel ortada yok gibidir. Dahası, direnişin ilk günü, neye uğradığını şaşıran Özel, kürsüden, “biz buradayız, nereye gelelim diyenler buraya gelsin” gibi, utangaç, devlete hesap vermekten korkan bir tutumla davranıyordu. Ama günler geçtikçe, o da direnişe kendini bırakmış ve faşizme karşı mücadeleden söz etmeye, miting değil eylem yapmaktan söz etmeye başlamıştır.

Böylece CHP, kitlelerin direnişini, kendi bayrağı altına toplamak için epeyce yol almıştır. Öğrenen güzelleşir. Direniş herkesi güzelleştirir.

Ama kayda geçmeli ve not edilmelidir. 

Özel, mesela, gözaltına alınan gençlere sahip çıkma konusunda eski tutumunu sürdürmektedir. Gençlerin gözaltından bırakılmasını pazarlık masasına getirmemiştir.

Bir pazarlık masası vardır. Bunu biliyoruz.

Masada Özel’den istenen, İBB’ye kayyum atanmaması karşılığında eylemlerin söndürülmesidir. Özel, zaten sözlerini tutmadıklarını ifade etmiştir. Daha cesur olmak zorundadır. Mademki o kitlenin rüzgârını arkana almak istiyorsun, öyle ise o kitleye açık konuşmak zorundasınız. İBB’ye kayyum atanmasına karşı, masaya, “kayyum atanan yerleri işgal ederiz” tutumunu getirmek zorundasınız. Seçimle gelen bir belediyeye kayyum atanıyorsa, elbette işgal, kitlelerin en doğal hakkıdır.

CHP, Özel, alanda ve sokaklarda darp edilen, gazlanan, coplanan, plastik mermiler sıkılan kitlelerin haklı olduğunu ilan etmek konusunda tereddütlüdür.

CHP, bunu ancak, 23 Mart akşamı değiştirmiştir. 23 Mart akşamı, Özel’in kürsüde dağılmayı beklemesi, gaza karşı tutum alması yerindedir. 

O ana kadar “uzman CHP’liler”, çeşitli “siyaset bilimci”ler, durmadan, olayları provoke etmeye çalışan gruplardan söz etmekteydi. Özgür Özel’e açık olarak “marjinal gruplar” söylenmiş ve tek tek isimler verilmiştir. Özel bu konuda tutum almamıştır.

Ne gariptir! 

İBB’ye saldırıya ya da kayyum atanan belediyelere karşı saldırıya bakın. Hukuksuz diyorsunuz ve eksiktir. Biz buna iç savaş hukuku diyoruz. Evet hukuksuz ise, kayyum atanması için biz mi, siz mi bir provokasyon yarattınız? Hayır. Saray Rejiminin saldırması için, halka kurşun sıkması için, kadınları sokaklarda sürüklemesi için, anayasayı çiğnemesi için, tüm işçi direnişlerini saldırı hedefi hâline getirmesi için bir bahaneye, bir provokasyona mı ihtiyacı vardır?

Özgür Özel, “haklı iken haksız çıkmayalım” diyerek, eylemcileri sükûnete çağırmıştır. İyi ama, polisin saldırması, devletin saldırması, insanları tutuklaması için, bir şey yapmaya gerek var mı? Yani, siz makul ve mantıklı davrandıkça, o size iyi niyet mi gösterecek? Öyle ise, İBB Başkanı suçlu mu idi ki, onun diplomasını iptal ettiler? 

CHP, kabul etsin ya da etmesin, makul davranarak Saray Rejimini ikna etmelerinin yolu yoktur. Ve bize, “bazıları provokasyon yapıyor” masalını anlatmayın. Tersine, TC devleti, Saray Rejimi, saldırmak için bir nedene ihtiyaç duymamaktadır. Zaten saldırmaları için nedenleri açıktır: onlar Saray Rejimini sürdürmek istiyor, onlar egemenliklerini sürdürmek istiyor. Provokasyondan söz etmek, Saray Rejimini anlamamaktır ve kitleleri de kandırmaktır.

Nihayetinde, CHP İl Başkanı, 22 Mart akşamı olanları açıklarken, “ortada hiçbir şey yokken saldırdılar, gaz sıktılar, yettiniz artık,” demekten kendini alamamıştır. Durum da budur. Bir öğrenci kitlesi, polis tarafından yönetilen mesela İÜ’de, Boğaziçi’nde direnişe geçtiğinde, sesini çıkarttığında, provokasyon mu yapıyor? Elbette hayır. 

Özel, o görüştüğü devlet yetkililerinin “alnını karışlama”ya masada başlamalıdır, onlara “provokasyon yok” demelidir. Eğer polis yoksa, asla ve asla sorun yoktur.

Önümüzde 1 Mayıs var. Polis çekilsin, görülecektir ki, hiçbir sorun çıkmayacaktır.

16 Mart katliamını İÜ’de gerçekleştiren devlet değil midir?

1 Mayıs 1977’yi kana bulayan devlet değil midir?

Suruç’ta gençleri katleden devlet değil midir?

Gar katliamını organize eden devlet değil midir?

Kim provokasyon yapıyor?

Provokasyon yok, sadece ve sadece devlet saldırısı vardır.

Binlerce genci tutuklayan devlettir.

Özel, 23 Mart akşamı, “alın karışlama”ya başlamış iken, sahte deliller üretenleri sayarken, onlara gençlerin nedensiz tutuklanmasını da eklemelidir. Ve açık olarak, “bu gençler bırakılsın” talebini masaya koymalıdır. Gençler tutuklanırken, Saray Rejimi, eylemleri bastırmaya çalışmaktadır. CHP, devletle görüşme masasında, sol grupları, devrimci grupları feda etmeyi bir alışkanlık hâline getirerek, bu direnişin ardını getiremez.

4

Seçim ile Saray Rejimi gitmez. Bu direniş, Saray’a karşı direnişin, mücadelenin yolunu göstermektedir. Bu nedenle, tüm devrimci grupların, birleşik emek cephesini örgütlemesi acil bir görevdir. Birleşik Emek Cephesi, ülkenin her alanında sürmekte olan direnişleri daha da geliştirmenin, koordine etmenin yoludur. İşçi sınıfının direnişleri, bu açıdan arka planda kalmamalıdır.

CHP, işçi direnişlerini ağzına bile almamaktadır.

Bu nokta, devrimcilerle, devrimci gençlerle, devrimci işçilerle, devrimci kadınlarla, CHP yönetimi arasındaki yol ayrımıdır.

5

Saray Rejimi, seçimle gitmez.

Bu açıdan CHP’nin önceden açıklanmış olan “ön seçim” ile 23 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nu aday ilan etmesi hamlesi önemlidir. Bu hamle seçimin önemini göstermez. Ama ülkede her seçim hilelidir. Ve CHP’nin bu hamlesi, İmamoğlu’nu güçlü bir aday hâline getirecekti. Bu nedenle Saray, 23 Mart öncesinde acilen saldırmıştır.

Suriye savaşı nedeni ile, ABD ve AB’yi arkasına almış olan Saray Rejimi, İmamoğlu’na saldırmakta tereddüt etmemiştir. Cesaretinin kaynağı, uluslararası ve bölgesel durumdur. Bu nedenle, CHP, açık olarak, ABD ve AB liderlerini deşifre etmelidir. CHP yönetimi, özenle bundan uzak durmaktadır. Direnişe dayanmak yerine, emperyalist efendilerin onayına göz dikmiştir. Onlar evet derse, onların desteğini alırsa, iktidara gelebileceğini düşünmektedir. Burası zaten yol ayrımlarından biridir.

23 Mart ön seçimleri, YSK tarafından, Saray tarafından, devlet tarafından doğrudan organize edilmiş seçimler değildir.

CHP, direnişi görmüş ve aklı açılmıştır, öğrenmiştir. Seçim sandıklarının yanına, akıllıca bir hamle ile “dayanışma sandıkları”nı koymuştur. Ve 15.5 milyon oy sayılmıştır. Bu, Saray Rejiminin hileli seçim planlarını bozacak niteliktedir. Şimdi Erdoğan, seçim sonuçlarını açıklarsa, emin olun, 16 milyon diye açıklayacaktır. YSK, ve İletişim Başkanlığı bu konu üzerine çalışmaya başlamıştır bile.

Demek ki, CHP’nin, direnişi öldürerek, düşürerek, geri çekilerek, “provokasyona” yol açmayalım diyerek, sokakları terk ederek, 1 Mayıslarda yandan kaçarak seçimi garantiye alması mümkün değildir. Tersine, bizzat direnişi daha da geliştirmesi gereklidir. 

CHP, direnişi kendi kitlesini de tutabilmek için savunmak zorunda kalmıştır. İmamoğlu yerine İnce veya Kılıçdaroğlu olmuş olsaydı, kendi gençliğini, kendi kitlesini geri çekmenin yollarını hemen devreye sokacaktı. Bunu denemişlerdir. Ama “kendimi millete emanet ediyorum” demesi, İmamoğlu’nun, önemli bir hamlesi olmuştur. Yanlış anlaşılmasın, İmamoğlu’nu solcu vb. görmüyoruz. Ama bir burjuva parti bile, iktidara gelmemek için uğraşırsa, ki CHP bunu kaç kere yapmıştır, bunu burjuva politikalar içinde bile açıklamak mümkün değildir.

6

Belli ki Saray Rejimi daha da saldıracaktır.

Eğer, içerideki gençleri baskı ile hemen serbest bırakmazlarsa, bu saldırılarını daha da artıracakları kesindir. İçerideki gençlerin alınması, gözatılarının ve tutukluluklarının son bulmasını sağlamadan, Saray’ın saldırıları durmayacak, tersine yükselecektir. 

Şimdi devlet, tüm güçleri ile, CHP’yi hizaya getirmeye çalışacaktır. CHP, sadece gazetecilere sahip çıkarak, sadece boykot politikaları ile bu süreci, bu saldırıları önleyemez.

İşçi ve emekçilerin, direnenlerin gücü, üretimden, yaşamı, hayatı üretmelerinden gelmektedir. Bizim gücümüz, sanıldığı ve Özgür Özel’in ilan ettiği gibi, tüketimden gelmemektedir. Elbette boykot da bir hamledir. En azından, bu şirketleri deşifre edicidir. 

CHP, hemen, Erdoğan’ın, Beyoğlu Belediyesine (eski Beyoğlu belediye başkanıdır) ve İBB’ye (eski İBB başkanıdır) vermiş olduğu diplomayı ortaya koymalıdır.

Gizli bir anlaşma olduğunu düşünmek için çok neden var. Özel, siz sözlerinizi tutmuyorsunuz, diyor. Oysa kendisi sözlerini tutmaktadır. CHP ile Saray arasında, (a) Erdoğan ailesinin mal varlığı ve hırsızlığı konusunu gündeme getirmemek ve (b) Erdoğan’ın diploması meselesini unutturmak konusunda bir anlaşma vardır. Bu anlaşmaya uymak için CHP’nin artık bir nedeni yoktur.

Yönetenler, egemenler, burjuva sınıftır, tekellerdir, uluslararası ve yerli tekellerdir. Onların gücü devleti elinde tutmalarından gelmektedir. Basını, yargıyı vb. ellerinde tutuyorlar. Bu nedenle de her yolla saldırıyorlar.

Egemen sınıfa karşı, işçi sınıfının gücü, üretimden gelmektedir.

Sendikalar, en başta DİSK, bir genel grev çağrısı yapmamaktadır. CHP, böyle bir çağrı yapmamaktadır. Oysa Eğitim-Sen, bir grev çağrısı yaptığı için, hemen hakkında soruşturma başlatılmıştır. CHP, bunu da dile getirmek ve soruşturmanın durdurulmasını istemek zorundadır. CHP, eğer gerçekten Saray Rejimine karşı ise, hemen İstanbul Barosuna karşı açılan davanın durdurulmasını talep etmek zorundadır.

Davalar durdurulmalıdır.

Gençler salıverilmeli ve haklarındaki dosyalar silinmelidir.

Tüm grev ve direnişler birleştirilmelidir.

Aile hekimlerinin sesi, kürsülerden yansıtılmalıdır.

Tüm belediyelerdeki kayyum geri çekilmeli ve belediyeler seçilmiş kişilere devredilmelidir. Kürtlerin belediyelerinde kayyum yerine, belediye meclisinden seçilmiş kişilere yönetim devredilmelidir.

Bunları CHP yapmayacaktır.

İşte bu nedenle, direnişi söndürme politikasını devreye sokacaklardır. 

İşte devrimci işçi hareketinin ayrım noktası buradadır. 

Direnişin söndürülmesi, kitlelere daha büyük bir saldırı için yeni bir gün doğuracaktır.

Oysa devrimci işçi hareketi, devrimci öğrenci hareketi, kadınlar, kısacası direnenler, kendi direnişlerini örgütlemek, geliştirmek zorundadırlar. Ta ki Saray Rejimi devrilene kadar.

Bu nedenle, devrimci hareket, kendi politikasını, kendi direnişini, kendi hattını ortaya koymalı ve buna sahip çıkmalıdır. CHP’nin başta gençliği olmak üzere, tüm kitlesi, direnişe katılmaya davet edilmelidir.

CHP, Ankara’da, Eskişehir’de, İzmir’de ve ülkenin birçok yerinde direnişi yan gözle izlemiştir. 

Evet bu yeni Gezi Direnişi değildir.

Toplumsal olaylar, kendilerini tekrarlamazlar. Ancak, biri diğerinin üzerine biner. Birçok açıdan geri düşebilir, birçok açıdan daha ileri biçimler geliştirebilir. 

19 Mart ile başlayan direnişin CHP’yi çoktan aştığı bilinmelidir. 

Bu direniş, Gezi Direnişi’nin 12 yıl sonrasında ortaya çıkmıştır. Ve 12 yıl, direniş hiçbir zaman durdurulamamıştır. Saray Rejiminin tüm saldırılarına rağmen, direniş sürmüştür ve sürecektir. Ve bu kez, direnişi daha da büyütme olanakları ortaya çıkmaktadır, çıkmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz