Gezi Direnişi, bu karartma politikasına bir darbe vurdu, bu karanlığı deldi ve gökyüzünü, güneşi bir parça olsun gösterdi. Karanlık delindi, korku duvarlarında delikler açıldı. İnsanlar yürüdü,
direndi, dayanışmayı geliştirdi ve kendilerinin yalnızlıklarını yendi. Herkesin bir hikâyesi oluştu, direniş hikâyeleri, gelecek kuşaklar için değil, önce ve öncelikle, herkesin kendisi için, herkesin
kendi geleceği için mücadele etmek için oluştu.
Ve bu direniş ruhu, derinde yer etmeye, bu direniş mayası tutmaya başladı.
Ardından meydana gelen her gelişmede, devletin her saldırısında kitlelerin duyarlılığı yeniden gelişti, sokaklarda direniş yeniden başladı. Torunlar inşaatın asansöründe ölen işçilerin ardından,
Soma’da 301 işçinin katledilmesinin ardından, Özgecan cinayetinin ardından, Kobanê saldırılarına TC devletinin “düştü düşecek”te ifadesini bulun utanmazca desteğinin ardından ve daha bir
çok saldırının ardından, kitleler, yeniden harekete geçti.
Ve Gezi ile “kimyası” bozulan muktedir ve çevresindekiler, Gezi’ye nasıl bir hınçla saldırdılarsa, nasıl TOMA’ları, mermileri devreye soktularsa, nasıl palalıları devreye soktularsa, nasıl linç
kültürünü diriltmeye çalıştılarsa, aynı biçimde, her yeni direnişe, bu korku ile saldırdılar. Akılları zorlayan bir korkudur bu. Hiçbir korkuya benzemez, egemenlerin cennetlerini, iktidarlarını kaybetme korkusu. Bu nedenle, büyük bir kinle saldırıyorlar.
Ve Bursa’da 15 Mayıs’ta işçiler, otomotiv işçileri üretimi durdurdu.
12 Eylül sendikacılığının en belirgin örneği olan olan Türk Metal Sendikası’nın örgütlü olduğu otomotiv sektöründe alttan gelen bu beklenmedik eylem, deprem etkisi yarattı, yaratıyor. Egemenler
hemen 15-16 Haziran’ı hatırladılar, yerindedir. Gezi’yi hatırladılar, yerindedir.
12 Eylül sendikacılığı, gerçekte, sarı sendikacılığın zirvesidir. İşçi sınıfı üzerinde, sendika mafyasının egemenlik kurması ve bu egemenliğin kurumlaştırılmasıdır. Sendika mafyasının en somut
ifadelerinden, en saf ifadelerinden biri, Türk Metal sendikacılığıdır. Bu sendikacılık, kapitalistlerin, patronların gökte arayıp da yerde bulduğu bir sendikacılıktır. Bu sendikacılık, işçilerin üzerine
bir sülük gibi yapışan, işçilerin kanlarını emen bir sendikacılıktır.
Bir yandan sendikaları bitirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma sürerken, diğer yandan, sendikalar eli ile tam bir devlet-mafya-patron denetimi. Yani, ya sendikasız olacaksın ya da sendika
mafyasına evet diyeceksin. Her iki hâlde de işçi sınıfı olarak varlığını inkâr edeceksin, kendini tanımayacaksın, kendi iradeni yok edeceksin ve patronların, devletin iradesine köle gibi tabi olacaksın. İşte 12 Eylül ile hukuklaştırılan sistem budur.
1- Otomotiv direnişi, Bursa işçilerinin başlattığı, “artık yeter” direnişi, bu tabloyu parçalamıştır.
Bugünden bu direnişin bir sonucu ortaya çıkmıştır, Türk Metal nezdinde, sendika mafyacılığı sonuna yaklaşmıştır. Bu çürümüş, bu asalak, bu işçi düşmanı sendikacılık deşifre olmuş ve büyük bir yara almıştır.
Türk Metal Sendikası’nın gösterdiği tepki bunun en açık kanıtıdır. Renault’nun patronundan çok daha şiddetli, çok daha saldırgan bir tutum almıştır. Türk Metal, kendi egemenliğini kaybetmiştir ve bunun gerisi gelecektir. On binlerce işçi Türk Metal’den ayrılmış, topluca istifa etmiştir.
İşçiler, Türk Metal’cilikten “Harranlı”laşmaya doğru açık net bir adım atmıştır. “Harranlıyız” dediler ve Türk Metal’den kopmaya başladılar. Türk Metal gibi asalak sendikacılığı, sırtlarından
atmaya karar verdiler ve bu konuda çok net bir tutum aldılar.
Evet, henüz, Bursa’da başlayan, Bursa’yı güzelleştiren otomotiv direnişi, yeni bir sendikal örgütlenmenin, yeni bir örgütlenmenin yolunu açmış değildir. Ama Harranlılar, aslında bu yola da baş koyacaktır. Harranlılaşmak, özgürleşmeye doğru bir adımdır, sırtından ağırlıkları atmaktır, ellerini toprağa bastırıp, dizleri üzerinden ayağa kalkma adımıdır.
Silkinme ve uyanıştır otomotiv direnişi.
Ve bu silkilen, işçilerin sırtından atılan Türk Metal’dir. Türk Metal yönetimi, o kadar aymazdır ki, açıkça işçileri tehdit etmiştir: “Kimsenin burnu kanamadan eyleme son verin” demiştir. İşçilerin
burunlarının kanaması konusunda ne kadar da hassaslar! Tehdide bak, polis, patron, bu tehditlerin gerisinde, gölgesinde kalmıştır.
Türk Metal’ın sendika olarak sonu görünmüştür. Mafya olmasa, onurlu bir sendika yöneticisi, bu denli işçiler tarafından reddedilen bir sendika yöneticisi, orada bir dakika durmaktan utanç duyar. Ama parasal bağlantılar, soyup soğana çevirmekten gelen refah, bunun önünde engeldir, hiçbir utanma duyguları yoktur ve bu, bugün açığa çıkıyor.
Direniş, aydınlatıyor.
2- Direniş aydınlatmadır. Direniş, en büyük öğretmendir.
İşçiler, birbirini etkileyerek, içlerinde besledikleri bireysel endişeleri, sendikaya karşı kötü hislerini, artık açığa vuruyorlar. Bu nedenle, Türk Metal’den ayrılma hızla yayılıyor. Sadece Renault’da değil, birçok fabrikada direniş geliştikçe, işçiler hem Türk Metal’den kopuyor, hem de haklarını alma mücadelesini yürütüyor. Direniş Kocaeli’ne, Eskişehir’e yayıldı, yayılıyor.
Bu, aydınlanmadır. Bu, farketme, bilincine varmadır, bu, düne kadar birikmiş düşüncelerin somut anlama bürünmesidir.
İşçiler direndikçe, çok sade biçimde, işçi kardeşliğini anlamaya, görmeye başladılar. Kendini tanımak, kardeşini, yanında eylemde yer alan kişileri tanımak ile başka bir anlama bürünüyor. İşçi
sınıfı, sınıf olarak kendini tanımaya, yeniden işçi sınıfı ruhunu hissetmeye başlıyor.
Bu daha başlangıçtır.
Gezi nasıl bir başlangıç ise, otomotiv direnişi, Türk Metal direnişi de bir başlangıçtır, daha henüz bir başlangıçtır.
Bursa’da başlayan, Eskişehir’e, Kocaeli’ne sıçrayan süreç, otomotiv direnişi, en büyük sonucunu Türk Metal konusunda işçilerin aldığı tutum nedeni ile vermiştir. Bu küçümsenemez bir kazanım, küçümsenemez bir ilerlemedir.
Artık, otomotiv işçilerinin de bir hikâyesi vardır. Tıpkı Gezi Direnişi’nde herkesin, tüm toplumun bir hikâyesi olduğu gibi.
3- Elbette bu bir başlangıçtır.
Eylem nasıl birleştiriyorsa, örgüt de o ölçüde özgürleştiriyor, gücü toparlıyor.
Örgüt güçtür, örgüt özgürlüktür. Örgüt, işçi sınıfının yalnızlığı yenmesi, işçi sınıfı bilincini, işçi kardeşliğini geliştirme anahtarıdır. Devlete, egemenlere, patronlara karşı gerçek bir örgütlenme, işçi sınıfının çıkarlarını savunabilme olanağı, işte güç budur.
Bu nedenle otomotiv direnişi daha başlangıçtır. Türk Metal’i sırtımızdan atmak bir adım, küçümsenemez bir adımdır, ama işçilerin şimdi esas gündemi, nasıl örgütleneceğimizdir. İşçiler, sendikal örgütlenmeyi geliştirmelidir. Bu sadece yeni bir sendikaya yönelmek değildir, bu işyeri temsilciliğini, her ana bölümde işçi temsilciliğini örgütlemekle mümkündür. Öyle ise, önemli bir halka, her ana birimde, fabrikanın her bölümünde işyeri temsilciliğini örgütlemek gerekir. İşyeri temsilciliği, gerçek bir işçi birimi olmalıdır, gündemi olmalı, düzenli toplanmalıdır. Her yıl, yeniden seçilmelidir. Seçilmiş olan bölüm işçi temsilciliğinin görevden alınabilmesi için bir anda tekrar seçim yapılmalıdır. Canlı bir işçi temsilciliği örgütlenmesi hayata geçirilmelidir. Elbette bu işçi temsilciliği, sendika ile dinamik, sürekli, düzenli bağ kurmalıdır. Sendikalar, sendika binalarında faaliyet gösteren bir örgütlenme olmaktan çıkarılmalıdır. Düzenli eğitimler yapılmalıdır, düzenli tartışmalar yapılmalıdır.
Bunun nüveleri, Bursa Renault’da, Türk Traktör’de, Mako’da atılmıştır. Eylemler içinde bunun nüveleri ortaya çıkmıştır. İşçilerin kararlı direnişinin ardında bu vardır. Bu olmadan, işçilerin bu başarılı ve sonuç alıcı direnişi devam edemezdi. Şimdi, hareketli anlarda gelişen bu işçi temsilciliğinin kurumlaşması gereklidir, bu doğrultuda sürekli ve kararlı bir çaba sarf etmek gereklidir.
Sendikacıların zaaflarını önleyecek şey budur.
Ve işçiler, nasıl ki bu direnişte, diğer fabrikalarla, kararlı ilişkiler kurabilmiş ise, buna devam etmeli, bunu örgütlemelidir. İşçiler, başka fabrikalarla, sendikalara rağmen, sendikaların engellemelerine rağmen, patronların tüm önlemlerine rağmen, devletin tüm tehditlerine rağmen bu ilişkileri kurabilmiştir. Fabrikaların her birinin direnişe katılması, işçilerin kazanması için büyük bir enerji yaratmıştır. Sınıf dayanışması, bu koşullar altında geliştirilmiştir.
İşçi sınıfının dayanışmasının ne sonuçlar doğuracağını en net bu eylemde, eylem sürecinin bizzat içinde, bir kere daha gördük. İşçiler, kararlılıkla, bu sınıf kardeşliğini geliştirmiştir. Bu dayanışmanın nelere yol açabileceğini, biz, hep birlikte Gezi Direnişi’nde de gördük.
Yaşasın sınıf dayanışması!
Dünyanın tüm işçileri kardeştir!
Birleşen özgür olur!
Eylem aydınlatır, örgüt özgürleştirir!