Biz tanışıyoruz gözlerimizden.
Gördüklerimizden ve sezdiklerimizden. Bizim namımıza, bizim yerimize konuşulurken devirdiğimiz gözlerimizden. Tehdit eden gözlerin yüzlercesine karşılık verirken, ama en çok da adaletsizliğin karşısına dikilip özgürleşirken ateş saçan gözlerimizden tanışıyoruz. Hani Gezi’deki gibi…
Daha milyonlarca gözümüz var. Henüz kapıların, pencerelerin ardından bakan, henüz ürkek gözlerle sessizce izleyen ve biriktiren, biriktiren…
Biz omuzlarımızdan tanışıyoruz, omuzlarımızdaki bu “ben varım”ı anlamayan her kafaya anlatmak zorunda olma yükünden, omuzlarımızdaki bu “şefkatli, anlayışlı, kapsayıcı ve yumuşak olma” beklentisinin yükünden. Ama en çok da bunları silkeleyip omuz omuza verdiğimiz anlardaki gücümüzden tanışıyoruz. Lübnan’da, Sudan’da, Şili’de isyana katılan, bütün dünyanın baktığı kadınlar gibi.
Daha milyonlarca omzumuz var, henüz bizimkilerle birleşmemiş olan. Kapitalist-emperyalizmin yükünün en ağırlarını taşıyan; kimi köle pazarlarında satılan, kimi ölmekten beter bir geleceksizliği yaşayan kardeşlerimizin omuzları…
Kollarımızdan hele… Hani şu ahtapot kollarımızdan… Herkese ve her şeye yetmeye çalışan ve bunu iyi beceren kollarımızdan… İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir hasta ve yaşlı bakıcısı, bitmeyen iş ve ev mesailerinin emekçisi, kısacası işlevli bir İsveç çakısı olagelirken, bir anda kol kola giriyor, üretim kooperatifleri kuruyor, ahtapot kollarla bir araya getirmeyi ve özgürlük için örgütlenmeyi öğreniyoruz.
Bir de sistemin, devletin, ailenin, kocanın, babanın, evladın gerekleri için savrulan da savrulan, çırpınan didinen kardeşlerimizin kolları. O kadınlar… Hani o kollarla kendisi için bir şey yapmayı kendine hak görmeyen. Henüz…
Sesimiz hani… “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” derken, “emeğimizin hakkını istiyoruz” derken, “devlet kimdur?” derken, “Savaşa hayır” derken çoğalıyor. Biz seslerimizden tanışıyoruz. “Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece size hep tatlı gelecek” diyen annenin sesi de var bu sesin içinde. Egemenleri rahatsız eden her ses tanımaya başlıyor birbirini. Ya daha fazlamızın, milyonlarcamızın sesi? “Dilini koparırım” diye tehdit edilen kardeşlerimizin, genç kızların sesi? Gördüklerini ve sustuklarını bir haykırsa yeri göğü inletecek o ses?
Ellerimiz de tanır ya birbirini, ve aklımız, emeğimiz… Pankart boyayan, makale yazan, çizen, film çeken, müzik yapan ellerimiz tanır ya birbirini.
Bir de patrona kar kazandıran, sömürülen emeğimiz tanır ya… Bu eller üretmez de bir gün durursa nasıl döner onların çarkı?
Tanıyoruz birbirimizi, bir daha tanışalım.
Öldürülmemek istiyoruz, ama yetmez. Kadına şiddet uygulayanların yargılanmasını istiyoruz, ama yetmez. Bedenimize dair tek karar sahibi olmak istiyoruz, ama yetmez. Eşit işe eşit ücret ve kreş hakkımızı istiyoruz, ama yetmez… Bugün bunlar için mücadele ederken, kazanmak ve kazanımlarımızı güvence altına almak için, yaşadığımız tüm yoksunlukların, sömürünün, aşağılanmanın, cinayetlerin ve şiddetin kaynağı olan kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadelenin zorunlu olduğunu savunuyoruz.
Dün başkaları için yaşayan kadınların, doğrudan kendi yaşamına dair ve tüm toplumsal yaşama dair karar sahibi olduğu, özne olduğu bir sosyalist toplumun inşası için, Clara’nın, Rosa’nın, Kollontai’ın izinden devrim için örgütleniyoruz.
Direnmeyi biliyoruz. Artık kazanmayı öğrenmeliyiz. Kazanmak için örgütlenmeliyiz.
Kazanmak için, pencerelerin arkasından izleyen kadınların gözleriyle buluşmaya hazır olalım. Bir adım daha ileri atmak için, mücadeleyi sürekli hale getirelim. Meydanlarda buluştuğumuz gibi işyerlerinde, mahallelerde, okullarda bir araya gelelim, kararlar alıp hayata geçirelim; örgütlenelim.
Direnen, geleceği için örgütlenen ve özgürleşen kadınların kurucusu olduğu bir dünya mümkün.
Her Gün 8 Mart, Her Gün Kavga!