Değişime bakılırsa, son derece hızlı bir çark ediş var. Bunca büyük ve “okkalı” sözden sonra, geri dönüp Rusya’dan özür dilemek, sıkışmışlığın boyutlarını mı gösterir? Kanımızca öyledir. Yoksa Türkiye, ilkesel bir tutum içinde Rusya ile ilişkilerini onarma yolunu tutmuyor.
İsrail işi başkadır. TC devletinin İsrail ile ilişkileri, hiçbir zaman geri düşmemiştir. En “kavgalı” gibi görünen dönemlerde en kapsamlı anlaşmalar imzalanmıştır. Hele şimdilerde, Zarrab dosyası konusunda İsrail’den yardım istemiş ise Erdoğan, ‘dünya lideri’, Muhammet Ali ünvanının yeni taşıyıcısı, elbette İsrail ile ilişkilerin rehabilite edilmesi çok olanaklıdır. Daha fazlasını ver, ama sessizce, iç politika açısından “zafer senin olsun.” İşte İsrail ile uzlaşmanın arka planı. Erdoğan, İsrail ile Zarrab dosyasında yardım alma karşılığında süreci olumluya çevirme emri vermiştir. Bunda devletin âli çıkarlarının bir katkısı yoktur.
Ama Rusya ile ilişkiler meselesi farklıdır. Uçağı düşürdükten sonra NATO’yu arayan Türkiye, öyle kuru bir özür ile ve Erdoğan’ın kişisel kararı ile dönüşü yapmaz. Rusya’nın Zarrab dosyasında kendisine bir desteği de olmaz. Dahası, İsrail özür dileyen taraf olarak görülmektedir, oysa konu Rusya olunca özrü dileyen, ama dilemedik demekten de geri durmayan, kudretli haşmetmeap, cihan padişahıdır. Bu öyle kolay değil.
Türkiye’de bugün devlet, parçalı bir egemen ittifakının elindedir. Erdoğan, bunun sadece ve nispeten küçük bir parçasıdır. Sarayına saray, örtülü ödeneğine para vb. katmakla ilgilidir. Oysa Kürtlere ve tüm halklara karşı, işçi ve emekçilere karşı, Gezi Direnişi’nin yol açtığı özgürleşmeye karşı savaşı yürüten, Erdoğan kadar ve ondan da etkili olarak bir “karma” yapı var.
Karma bize ait değil. Karışık bir şey yaptık sözü, ilk Sur saldırıları başladığı dönemde, Efkan Âlâ’ya aittir. Âlâ, karma bir şey yaptık, diyordu. Biz bunu, Türkçe’ye şöyle çevirebiliriz; biraz asker, biraz polis, biraz IŞİD ve Saray gladiosu.
İşte iç savaşı yürüten, vahşi bir savaşı sahneleyen, Kürt halkını bölgeden sürme ve bölgede nüfus hareketleri yaratarak katliamlara genişletme planını yürüten, bu güçlerin hepsidir. Erdoğan da içindedir. Ancak savaşı daha çok yüz yıllık devlet geleneği dediğimiz, 1900’lerin başlarından tanıdığımız devlet yürütmektedir. Özel TİM’leri ile, galdiosu ile, Ergenekon’u ile, İslamcı çeteleri ile, IŞİD ile, kontr-gerillası ile, en son devreye sokulan SADAT ile (Lice’de 34 köylüyü yakma girişimini Sabahat Tuncel 10 Temmuz’da duyurdu. Tuncel, gözaltındaki 34 köylüyü, jandarma gözaltına aldıktan sonra, “sakallı, kollarında Arapça yazılar” olan bir grubun gelip, bu köylüleri yakmak istediği, ama subayın buna izin vermediği bilgisini aktardı. 28 Şubat döneminde emekli olan bir tümgeneral olan Adnan Tanrıverdi’nin SADAT adlı bir organizasyon kurduğu, bu devlet-çetesinin doğrudan veya Âlâ aracılığı ile Saray’a bağlı olduğu söyleniyor) bu katliam politikası yürütülmektedir.
Tüm devlet, bu işin içindedir ve aralarında başka hesaplar olsa da, bu konuda beraberdirler. Bu süreçte Erdoğan, elbette, kendi iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor. Elbette Ergenekon operasyonları ile güç kaybedenler eski konumlarını kazanmaya çalışıyor. Elbette İslamcı bir eğilim ile, ayrı bir çeteleşme güç toplamaya çalışıyor. Dahası da vardır. Bizim bildiklerimiz, basına yansıyanlardan çıkardıklarımız bunlardır.
Bu savaş, aslında Suriye’deki savaşın içe yansımalarını da içermektedir.
Türkiye, Suriye’de giriştiği savaşta kaybetmiştir. Elbette hâlâ, El Nusra terör örgütü değildir, diye bağıracaklardır. Elbette hâlâ başka manevralar yapacaklardır. Ama bu savaşı kaybettiklerini anlamış bulunuyorlar.
Bu savaşla birlikte, Kürtlere karşı savaşı da yoğunlaştırdılar ve katliam boyutlarına vardırdılar. Ama karşılarında buldukları direniş, burada da durumun iyi olmadığını ortaya koymuştur.
Uluslararası alanda, özellikle de Rusya ile gerilen ilişkilerle kaybedilen sadece prestij olmadı. Bu arada ekonomi de ciddi bir biçimde sallanmaya başlamıştır. Turizm sektörünün durumu, anlaşma sonrasında 9 Temmuz’da Rusya’dan gelen 190 kişilik ilk turist kafilesi ile yaşanan sevinç ve akan gözyaşlarından çıkarılabilir. Ve elbette bu sadece turizm sektörü meselesi de değildir. Aynı anda ihracat alanında, aynı anda inşaat alanında kriz daha da derinlik kazanmaya başlamıştır.
Rusya ile Türkiye’nin, büyük lafları bir yana bırakarak barışma isteği, yapılan manevralar, hem Suriye savaşının sonuçları, hem de ekonomik krizin ağırlaşması nedeni iledir.
Türkiye, Suriye savaşından daha fazla etikilenmemek, etkiyi sınırlandırmak, bu arada olur da Rusların Kürtlere verebileceği desteği kesmek isteğindedir. Türkiye aynı zamanda ekonomisinin tamamen dibe vurmasını önlemek istemektedir. Her iki alanda çok geç kalmış olduğu da açıktır.
Erdoğan iki ülke ile manevrayı aynı döneme denk getirmiştir. İsrail görünüşe göre ona bir küçük zafer vermiştir. Filistin’e yardım geçişine izin vermiş, hemen bayram öncesinde de bombalamayı ihmal etmemiştir. Ama bu arada Mavi Marmara gemisini organize edenlere, “bana mı sordunuz” demekten geri durmamış, İsrail ile ilişkilerde ciddi olduğunu göstermiştir. Zira Zarrab dosyası için yardımlar beklemektedir.
İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesinde ciddi oldukları kesindir.
Ama konu Rusya olunca, bunu söylemek o kadar kolay mıdır?
Rusya, Erdoğan’ın özürüne ne ölçüde inanacaktır? Elbette biz, arada başka anlaşmaların olup olmadığını bilemiyoruz. Ama Erdoğan’ın, Suriye ile ilişkiler kurduğu, Türkiye’nin Esad ile barışma noktasına geldiği söylenmektedir. Halep ile Türkiye arasındaki ilişkiler fiili olarak kesildikten sonra, Türkiye’nin yapabilecekleri sınırlanmaya başlamış demek idi. Bu zaten böyle idi. Türkiye, bu durumda Esad ile ilişkilerini geliştirecek ve Rusya’nın müttefiki mi olacaktır? İlişkileri geliştirse dahi, Rusya’nın böylesi bir politikaya inanması ne ölçüde mümkündür?
İki ülke arasında yeniden ilişkilerin kurulmaya başlandığı, Rusya’dan Antalya’ya inen uçağın çiçekler ve gözyaşları ile karşılandığı günlerde, Türkiye’nin, örneğin Hatay’da cihatçı çetelere hastahanelerde verdiği önceliği devam ettirdiğini ortaya koyan haberler geldi.
Aynı dönemde, Türkiye, AA aracılığı ile, Fehman Hüseyin’in öldürüldüğünü duyurarak, aslında neyin peşinde olduğunu çok net ortaya koymuştur. Fehman Hüseyin’in Tel Hamis Tugayları tarafından öldürüldüğü haberi, aslında Türkiye’nin Rojava’da, PYD’ye ve içeride PKK’ye karşı suikast planlarına hız verdiğini göstermektedir. Haberlerin aynı dönemlere rastgelmesi, bizce tesadüf değildir.
Buradan Türkiye’nin Suriye politikasının alttan alta bu savaşı sürdürme yönünde değişeceğini, samimi bir barışın olanaklı olmadığını çıkartabiliriz. Cihatçılara verilen destek, Türkiye’nin ana politikası olmaya devam edecektir.
Muhtemelen Türkiye, Erdoğan’ı da aşan bir irade ile, Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda adımlar atma kararı almıştır. Ama bu adımın inandırıcı olması için, Ruslara ne verdikleri, onları ne ile ikna ettikleri hâlâ belirsizdir.
Türkiye’nin Esad ile görüşmelere başlamış olması, durumu bir miktar olsun açıklar hâle getirmektedir. Türkiye, Rusya ve ABD arasında Suriye konusunda var olan hem çatışma ve hem de işbirliği sürecinde, ABD adına oyunbozanlık yapma işinden, tetikçilikten vazgeçeceğini mi söylemiştir? Bu durumda dahi, sürecin geçici ve çetrefil bir süreç olacağı açıktır.
Türkiye, bu alanda rahatlama yaratarak, içeride sürdürdüğü savaşı ve katliam politikalarını daha da yoğunlaştırma peşinde midir? Öyle ya, bir alanda yaşanan yenilgi, başka alanda zafer süsü verilmiş işler ile örtülür.
Kanımızca, her olasılıkta, her şart altında, devletin yaşadığı çözülme, çeteleşme, daha da yoğunlaşacaktır. Erdoğan için, rahatlatıcı günlerin geleceği tartışma götürür.
Öte yandan, her şart altında, bize düşen, direnişi adım adım, kararlılıkla yükseltmek, örgütlemektir. q