Bugüne dek yaşam alanlarımız, doğamız üzerinde sermayenin saldırılarına tanık olduk. Bunda devletin ön açıcılığını hep gördük. KHK’lar, Olağanüstü Hal öncesinde hep ekolojik yağma ve yıkım için devredeydi. Yaşam alanlarımızı, kentlerimizi de içine alan, ekolojik sistemin tüm unsurlarını (doğa, canlılar vd.) geri dönüşsüz bir şekilde tahrip eden, yok eden sermayenin önü daha ne kadar açılabilir diye düşünebilirsiniz. Devlet de böyle düşünmüş olmalı ki, yaptığı “çalışma” ile kendini “aşmış”.
Gezi’den Gazi’ye…
Kentlerin meydanlarına, yoksul mahallelerden, kamusal alanlara, parklara, bahçelere, tarlalara, sahil şeritlerinden, denizlere…
Gezi’den Gazi’ye, Armutlu’dan Artvin’e, Dersim’den Kaz Dağları’na, Ayvalık’tan Sinop’a, Mersin’den İzmir’e…
Siz her nerede yaşıyorsanız, siz nefes almak için nerelere gitmenin hayalini kuruyorsanız, sizin sevdikleriniz nerede yaşıyorsa, kökleriniz neredeyse, işte tam da oraya saplanacak hançerler bileniyor…
Karadeniz’i boydan boya yaracak Yeşil Yol’dan, HES’lere, RES’lere, nükleer santrallerden “Topçu Kışlası”na, mega projelerden, rantsal dönüşüme…
Madde 80 ile devlet; bugüne kadar görülmemiş boyutlarda teşvikler vererek ve projelere muafiyetler sağlayarak kıra ve kente telafisi imkansız ekolojik yıkımların önünü açıyor.
Kamuoyunda gündeme 70. Madde olarak giren, bu isimle Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken bir gecede 75. Madde adını alarak sabaha karşı meclisten geçirilen, yeni adı ile 80. Madde; 6745 sayılı kanun ile 7 Eylül 2016’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Kendi yasalarını bile hiçe sayan bir dönem başlıyor
Bu düzenleme ile, kamu kaynakları ve tüm doğa için bugüne kadar uygulanan yasal süreçlerin (örneğin ÇED kısaltmasıyla bilinen Çevresel Etki Değerlendirme’nin) devreden çıkarılması mümkün hale geliyor. Ruhsat, imar, izin, lisans gibi “bürokratik pürüzler”i bir çırpıda ortadan kaldırarak, ekolojik sistemin, yaşam alanlarının sermayeye ve özel şirketlerin yağmasına açılması hızlanacak.
Artık her “yatırım”a kanunlarla getirilen izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tesciller ile diğer kısıtlayıcı hükümler için Bakanlar Kurulu istisna getirebilecek. Hatta projeye özel bir hukuk bile oluşturabilir. Bir anlamda mevcut bakanlıklar ve mevzuat atlatılarak bunların üstünde özel bir düzenlemeye tabi tutuluyor. Bu durum maden ruhsatı, imar izni, elektrik üretim lisansı olmayan projelerin önünün açılacağı anlamına geliyor.
Burada, hükümetin “enerjide dışa bağımlılığa son vereceğiz” gibi süslü söylemleriyle gizlenen koca bir talanın alt yapısı inşa ediliyor. Zira artık doğa ve yaşam alanlarını geri dönüşsüz olarak yok edecek her türlü girişim Bakanlar Kurulu tarafından “stratejik yatırım” olarak görülerek doğrudan onaylanacak.
Kurumlar vergisi ödememekden, gelir vergisi stopajı teşvikine, gümrük vergisi muafiyetinden, hazine arazisinin 49 yıllığına bedelsiz kiralanmasına, çalışanlarının sigorta pirimlerinin ödenmesinden, enerji harcamalarının yarısının 10 yıl devlet bütçesinden karşılanmasına, faiz desteğinden hibelere… Neler yok ki Madde 80’de.
Bununla da bitmiyor, bu talan projelerinin maliyeti de yaşam alanları yok edilen halkların cebinden çıkacak. Düzenleme ile proje maliyetlerinde çalışanların on yıllık sigorta pirimleri ve tüketilen enerjinin yarısı kamu tarafından karşılanırken, personel ücreti ödemesi de 5 yıla kadar devlet bütçesinden desteklenecek.
Yargı yolu da kapalı
Orman, sahil şeridi, mera alanı, sit alanı, konut alanı ve hatta özel mülkiyet bile olsa, herhangi bir proje ile Bakanlar Kurulu’na giden “yatırımcı” (Siz yağmacı olarak okuyun) Bakanlar Kurulu’nun “istisna projeler kapsamı” kararı alması ile her şeyi yapabilir duruma gelecek. Üstelik burada yapılan hiçbir uygulamaya da itiraz edilemeyecek, yargı yolu tamamen kapalı olacak.
49 yıllığına kiralayıp tahrip edilecekler
Eğer rant ve talan için hedeflenen arazi hazineye aitse bu kez de 49 yıllığına kiralanabilecek. Kiralanacak dediğimize bakmayın, bedelsiz!
Geçtiğimiz aylarda kurulan ve çok tartışılan, daha da tartışılacak olan Türkiye Varlık Fonu burada önemli bir rol üstleniyor. Zira özelleştirmelerden elde edilecek kaynaklar buraya aktarılacak.
“Varlığımız sermayeye armağan olsun” diye Varlık Fonu
Madde 80’in sermaye ayağını ise, 6745 sayılı kanunun içinde yer alan “Varlık Fonu” oluşturuyor. Türkiye Varlık Fonu; ülke ekonomisinin tanımlı hazinesinden ayrılan bir fon ve yatırım getirmesi amacıyla, doğa ve çevre talanı projelerinde üstlenici şirketlere kredi olarak dağıtılması için oluşturulan bir yan ekonomi ürünü. Kapsamı ise şöyle;
- Büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık %1,5 oranında ilave artış sağlanması,
- Sermaye piyasalarının büyüme ve derinleşmesinin hızlandırılması,
- İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılması,
- Yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüz binlerce kişilik ek istihdam sağlanması,
- Savunma, havacılık ve yazılım gibi teknoloji yoğun stratejik sektörlerdeki yerli şirketlerin sermaye ve proje bazında desteklenmesi, küresel oyuncu olmalarının sağlanması,
- Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması,
- Katılım finansmanı sektör payının artırılması,
- Arz güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan doğalgaz ve petrol gibi yurtdışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım yapılabilmesi.
Denetim de yok, işçi hakları da…
Fon, Türkiye Varlık Fonu Yönetimi A.Ş. tarafından yönetilecek ve şirketin yönetim kurulunu Başbakan atarken, şirket ve kurduğu şirketler; mali denetim, iş ve işçi hakları, çevre ve kentsel izinlerden muaf tutulacak.
Fonu yönetecek şirketin başlangıç sermayesi 50 milyon lira olacak ve özelleştirilmesine karar verilen 114 kamu kuruluşu ve kamu iktisadi teşebbüsü gelirleri de bu fona aktarılacak.
Bu haliyle mevcut Anayasa’ya bile aykırı olan Madde 80 ile ilgili başta yaşam savunucuları itirazlarını eylemlerle dile getiriyor.
Heveslerini kursaklarında bırakmak için…
Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu yapılan Madde 80’i asıl durduracak olan, bu saldırı dalgasının kendine, çocuklarına, geleceğine yapıldığını bilince çıkartacak halklardır, işçilerdir, emekçilerdir.
Diyorduk ki “Gezi’den hatırla bizi, her yıkımda karşına dikileceğiz!” Bugün bu sloganı bir adım daha ileriye taşıma günüdür. Yıkımı beklemeden, yıkıma giden yola barikat kurmanın, yıkım hazırlıklarını boşa çıkartarak heveslerini kursaklarında bırakmanın günüdür.
Sınır tanımayacak boyutta yıkım, yağma ve talanın geri dönüşsüz sonuçları ile yüzyüze kalmamak için, görmeyenlere göstermek, duymayanlara duyurmak, harekete geçmeyenleri harekete geçirmek mümkündür, gereklidir ve zorunludur.
Bugüne kadar sermayenin saldırılarını geri püskürten direnişlerin moralini, yenilgilerin deneyimleri ile birleştirerek, hem yerel hem merkezi direnişleri örgütlemekten, örgütlenmekten ve direnmekten başkaca yol yoktur.
24 Ekim 2016