Parlamento, diyordu Lenin, burjuvazinin ahırıdır. Bizim ülkemizdeki, ortalığa büyük kokular salmaktadır. Sadece son dokunulmazlık oylamaları nedeni ile değil, son yıllarda, ülke gerçekliğinden tamamen kopmuş olmasının işaretleri nedeni ile de böyledir.
Bir süredir, parlamento yoktur ya da yok hükmündedir. Parlamentonun bağımsız iradesi, burjuva anlamda dahi, özellikle son 7 Haziran seçimlerinden bu yana ayaklar altına alınmıştır. AK Parti, meclisin en büyük gücü, aslında bir parti değildir. Özal’ın ANAP’ı gibi dağılıp yok olması ya da içinden yeni partiler çıkması ile ilgili değildir bu. İradesi yoktur. Davutoğlu’nun iradesi, “bu benim kararım ve iradem değildir” demenin ötesinde değildir. Ülkenin başbakanı, mesela bir cami açılışı için (gerçekte Balkanlarda ırkçı ve İslamcı örgütlenmeye destek için) ziyaretini yapacakken elinden uçağı alınmıştır. Kendini taksi duraklarına vurmuştur. Pelikan Bildirisi tarafından İngilizlerle yoğun ilişkileri nedeni ile suçlanmıştır, kendisine komplocu denmiştir. Öyle ise başbakan da yoktur. Sanki başbakanlık olsa, sanki parlamento olsa, işçi ve emekçilerin durumu, yaşamı mı değişecek, sanki sömürü ve zulüm son mu bulacak? Elbette değil. Biz sadece durumu resmetmeye çalışıyoruz.
Sadece AK Parti mi yoktur? MHP de yoktur. CHP de yok olmakta olduğunu dokunulmazlık oylamalarında bizzat kamayı kendi karnına batırarak yapmıştır.
Parlamento, siyasi partiler birer birer harakiri yapmaktadır. Kendi suçları nedeni ile değil, onurlu bir harakiri değildir bu. Mesela Gebze ve Yalova’yı birbirine bağlayan köprü yapımında hata yapan bir Japon mühendisin harakirisinden çok farklıdır bu. Orada onur vardır. Başarısızlık karşısında, hata karşısında alınan bir tutumdur o. Ama bizde parlamentonun, siyasi partilerin bir bir harakiri yapmasının böylesi bir onurlu yönü yoktur.
Yargı sistemi de içindedir. Bekir Bozdağ, muhtemelen Muktedir’den, Saray’dan bir büyük aferin almıştır. Gemerek mahkemesini buldu ve MHP kongresini erteledi. Dahası, Yargıtay Başkanı Rize’de ne için çay topluyor? 18. Yargıtay Hukuk Dairesi, kapısındaki panoya şöyle bir ifade asmıştır: “Ön incelemeyi tamamladık, Mayıs ayı içinde karar vereceğiz.” Konu MHP kongresi ile ilgili davadır. Bir partinin tüzüğüne uygun olarak delegeler imza toplayıp olağanüstü kongre toplamak istemiş ve bu durum, tarihte az görünür bir komediye dönüşmüştür.
Ya basın? Son örneği ele alalım: Meclis Başkanı Kahraman, artık ismi önemli değil, kendisi bir kahramandır, bir sempozyuma katılmıştır. 100. Yılında Milli Türk Talebe Birliği ve Gençlik Sempozyumu. Bu sempozyumda milli kahramanımız Kahraman, “Laiklik cumhuriyetin temel esaslarından değildir” demiştir. Ne yapalım, bu yeni değil, adam kişisel görüşlerini dile getiriyor. Ama sempozyum arasında güvenlik, basının aldığı ses kayıtlarını toplamış ve silmiştir. İşte bu, yeni olmalıdır. Kayıtları sildirmesi, kahramanımızın pek de kahraman olmadığını göstermektedir. Ama bu aynı zamanda basın özgürlüğü konusunda farklı bir durumu göstermektedir.
Şimdi, tekrar dokunulmazlık meselesine dönebiliriz.
CHP, bu durum referanduma gider ve AK Parti bu referanduma bir madde daha ekler ise korkusu ile evet oyu vermiş ve dokunulmazlık meselesi meclisten 367’yi aşarak geçmiştir. 376 oy alan AK Parti’nin ya da Saray’ın, mecliste nitelikli çoğunluğa ulaştığı ilk oylamadır bu. Bahane açık, PKK’ye destek verdikleri iddiası ile, düzmece ve komik soruşturma dosyaları ile HDP milletvekilleri ve daha başkaları yargılanarak hapsedilmek istenmektedir.
İşte size ileri demokrasi.
Peki CHP, acaba, yarın partili cumhurbaşkanlığı meselesinin halka gitmesini önleyebilecek bir kuvveti kendinde nereden bulacak? CHP, HDP milletvekilleri ile birlikte görünmekten kurtuldu. Bravo, peki kiminle birlikte göründü? Saray’a yakın olmak, halktan oy almak için bir yol ise, neden varsınız?
Tüm burjuva egemenler, tekeller, holdingler, parlamentodakiler, Ergenekon tayfası, hepsi, Kürt halkına karşı yürütülen savaş konusunda bir aradadır. Bu nedenle, Saray’ın açık entrikalarına, her adımda boyun eğmektedirler. Ölen her Kürt gencinden sonra, tefecilerin para bulması gibi, sevinçten ellerini ovuşturmaktadırlar.
Tüm bölgede karşı devrim örgütlenmesinin tam bir parçası, tetikçisi olmaktan geri durmamaktadırlar. Bu uğurda yasaların, parlamentonun, insan haklarının ayaklar altına alınmasında bir sakınca görmeyen AB ve ABD’yi arkalarına almanın rahatlığı içindedirler. Oysa, ne AB’nin ne de ABD’nin planları, bölgede ve dünyada karşılık bulmamaktadır. Sırtlarını büyük güçlere dayamış olmanın rahatlığı ile, bölgemizdeki, ülkemizdeki halklara karşı açık bir savaş yürütmektedirler. Bu yolla, bu paylaşım savaşından pay alacaklarını düşünüyorlar.
Hikâyedekine benziyor tutumları. Ormanda açlık başgöstermiştir. Tilki, kurt ve çakal, günlerce açtır ve akıllarına bir çare gelir. Aslana başvururlar. Biz size yardım edelim, siz daha az yorulursunuz, derler. Umutları, avdan bir pay alıp karınlarını doyurmaktır. Avlar avlanır ve sıra bölüşüme gelir. Bölüşüm konusunda aslan hazretlerinin fikrini sorarlar. Aslan fikrini soran kurda, sen bölüştür der, adil olsun. Kurt, ganimeti 4’e böler. Tam açıklamaya girer ki aslanın pençesi ile cansız yere serilir. Sıra çakala gelir. Çakal, efendim bu dörde bölünmüş ganimetin bir parçası sizin, kurdun parçası da sizin, şu parça tilkinin, bu da bendenizin, der. Ve cansız yere serilmesi bir dakika sürer. Bu sefer tilki işe koyulur, efendim, bu zaten sizin payınız, kurdun payı da sizin payınız, çakalın payı da sizin payınız. Bu benim diye ayrılan pay da sizin aslan olmanızdan dolayı aslan payıdır der. Aslan sorar, aferin bu aklı sen nereden aldın? Tilki karnı aç, yerde yatan arkadaşlarına bakar, şu yerde yatan iki arkadaşımdan aldım, der.
Bu topraklarda, emperyalist ağalarına güvenerek savaşa girip buradan pay alacaklarını umanlar için anlatılmış çok eski bir hikâyedir bu.
Bugün, emperyalist güçlerin bölgemizde yürüttüğü paylaşım savaşımına, pay almak için dalan tüm gerici iktidarlar, bölgemizde halklara karşı bir savaş yürütmektedirler. IŞİD’in petrolleri, tarih ve insan kaçakçılığı gibi yollarla para kazanma, günü kurtarma, zenginliklerine zenginlik katma peşindedirler.
Ülkemizde, Kürt halkına ve onunla birlikte tüm halklara, özgürlük ve eşitlik arayışlarına karşı büyük çaplı bir devlet terörü sahaya sürülmüştür. Ölüm, sıradanlaşmaktadır. Bu uğurda, devlete ait tüm güçler, Saray’ın çeteleri, hatta IŞİD çeteleri kullanılmaktadır. Şehirler kuşatılmakta, öğretim üyeleri tutuklanmakta, şehirlerde bombalar patlatılmakta, sesini çıkaran herkes boğulmak istenmektedir. Katliamlar, 1990’lara dönmenin ötesindedir. Sürgünler, toplu göçler, soykırım uygulamalarını devreye soktuklarını göstermektedir. Bu savaşı yürütenlerin her birinin kendine ait hesapları da devrededir. Saray, artık ne işine yarayacaksa, sultanlık peşindedir, Ergenekon her ölen Kürt gencine karşılık devlet içinde konum elde etme peşindedir vb.
Ve elbette tüm bunlara karşı, bu savaşa karşı, bu karşı-devrime karşı, halkların direnişi yükselmektedir, yükselecektir.
Bir an duralım ve sürece, bugünlere gelecekten bakalım.
Parlamentoyu bu hâle getirdiklerinde ne elde ettiler?
Acaba, Erdoğan başkan olsa, bugünden farklı olarak ne elde edecektir?
Bu yolla, bu direnişi, Kürt halkının direnişini ezebilecekler midir?
Bu yolla, Anadolu’nun tümünde gelişmekte olan, Gezi ruhunu temel alan direnişi durdurabilecekler midir?
Bundan emin olsalar, bu kadar korkmazlardı.
Bunu başaramayacaklarını biliyorlar.
Daha bugünden, hem Kürt halkının direnişi, yeni direniş deneyimleri ile gelişmektedir, hem de Batı’da, bir an için durağanlığa dönüşmüş gibi görünse de direniş gelişmektedir.
İktidar, devlet makinası, halklara karşı yüzü ile, tüm çıplaklığı ile açık hâle gelmiştir. İşçi ve emekçilerin önünde direnmekten başka, ayağa kalmaktan başka, kendi hakları için mücadele etmekten başka yol kalmamıştır.
İşçiler ve emekçiler, bugün güçlerinin yetmediğinin farkındadırlar.
İşçiler ve emekçiler, şimdi, direnirsek kazanırız düşüncesini, örgütlenirsek kazanır düşüncesini geliştirmektedirler.
Şimdi işçiler ve emekçiler için Gezi Direnişi’nin dersleri farklı anlamlar içermektedir. Artık devlet onlar açısından tanıdıktır, mahkemeleri, polisi, TOMA’sı ile daha tanıdıktır.
Evet, işçiler ve emekçiler, halklar, Batı’da, Kürdistan’da olduğu gibi örgütlü değildir. Bu örgütsüzlük, bugüne aittir ve adım adım yenilecektir.
Bir yanda direniş gelişecek ve aynı anda örgütlenme gelişecektir. Bir yanda örgütlenme gelişecek ve aynı anda direniş büyüyecektir. Bu iki şey birbirine paralel hâldedir.
Artık, bundan böyle direniş ve örgütlenme üzerine yeni bir yaşam gelişecektir. Başka yol yoktur.
Evet bu kolay olmayacaktır. Ama içinden geçtiğimiz bu savaş döneminde hiçbir kazanımın kolay olmayacağı, herkesçe bilinmektedir.
Bunca baskıya, bunca katliama, bunca zorbalığa rağmen, istediklerini gerçekleştiremiyorlar. Bu nedenle korkuyorlar. Bu telâşlarının nedeni budur. Gezi Direnişi’nin korkusu, tüm benliklerini sarmıştır. Artık, ne rantları paylaşmak, ne yeni rantları devreye sokmak, o kadar sorunsuz değildir, olmayacaktır.
Bu büyük saldırı ve katliam günleri, giderek büyük direniş günlerine dönüşecektir. İşçi ve emekçilerin, halkların kurtuluşu, bu çürümüş, köhnemiş sistemi yerle bir edecek büyük direnişe bağlıdır. Sadece ülkemizde değil, tüm bölgede bu direniş mayalanmaktadır.
Devrimcilerin görevi bu çizgiyi görmek, bunu anlamak, bunun için bir nefer olarak saf tutmak ve örgütlenmektir. Bugünün ana sorunu budur.
Bu ülkede umut parlamentoda ya da oradaki burjuva partilerde değildir. Umut, milyonlarca işçi ve emekçinin örgütlü gücünde, halkların özgürlük isteklerindedir. Umut örgütlenmede, umut direniştedir.