Her zaman geçerlidir; eğitim sistemi, sistemin kendi geleceğini garanti altına almak için, sömürü düzenini sürdürebilmek ve kendi cennetlerini garanti altına almak için, egemenlerin, gençliğin tüm hayallerine el koyması sistemidir.
Harun Karadeniz, çok yerinde olarak, “düzene uygun kafalar yetiştirme”ye vurgu yapmıştır. 1960’lı yılların sonudur ve Harun Karadeniz’in tespiti, son derece yerindedir. Düzene uygun kafalar yetiştirmek için sistem, bir eğitim sistemi organize etmiştir. Bu, her zaman geçerlidir.
Kapitalizm, “zorunlu eğitim” denilen şeyi, insanların öğrenmesi, bilimin topluma yayılması vb. herhangi bir insanî amaç için geliştirmedi. Beş yıl ya da 8 yıl ya da 12 yıl “zorunlu eğitim”, aslında kapitalizmin ihtiyaçları ve çıkarları için geliştirilmiş bir sistemdir. Yoksa çocukların okuma-yazma öğrenmesi, genellersek “cahilliğin” son bulması, aydınlanma vb. adına yapılmış bir iş değildir. Tüm denklem, sistemin devamı üzerine kuruludur. İlk dönemlerinde “zorunlu eğitim”, daha çok erkek çocuklarını ilgilendiriyordu. Ama kapitalist pazar ekonomisi geliştikçe, emperyalizm dünyanın her yerini yağmalamak üzere kapitalist sistemi dünya sistemi olarak yaydıkça, pazarın ihtiyaçlarına uygun olarak “kız çocuklarının” da zorunlu eğitimi devreye alındı. Hâlâ, birçok sömürge kapitalist ülkede, kız çocuklarının eğitimi, çok da istenen bir şey değildir.
Zorunlu eğitim, 1870’lerde, daha çok Prusya’da gelişmeye başlıyor. Kapitalist gelişim ve pazar ihtiyaçları, büyüyen fabrikalarda çalışmayı destekleyecek kadar bir eğitimi zorunlu hâle getiriyor. Ama iş sadece bununla sınırlı değildir. Ağaç yaş iken eğilir ilkesine uygun olarak, canlı birer varlık olmaları ağaç kadar anlam taşıyan işçi ve emekçi çocuklarının eğitimi, aynı zamanda, formatlanması da demektir. Böylece, sisteme karşı isyan önlenmiş olacaktır. “Eğitimsiz” ve özgür olma hâline son verilecek ve “sonuçları önceden bilinen” davranış modelleri okullarda çocuklara verilecektir.
Prusya’da gelişen “zorunlu eğitim” sistemini, ABD, 20. yüzyılın hemen başında, 1. Dünya Savaşı sonrası da dahil, daha dikkatle geliştirdi. Rockefeller ailesinin bu iş için epeyce para döktüğü artık biliniyor. Elinize ciddi bir eğitim konulu kitap alın, göreceksiniz ki, artık bu bilgiler ortadadır. Rockefeller istediğini, yeni eğitim sisteminin amacını, çok net ifade ediyor. Amaç, yeni nesillerin, tüm toplumun, “komutları anlamasını sağlamak” ve “komutları düşünmeden uygulamasını” sağlamaktır.
Bugünkü eğitim sistemi, tüm kapitalist sistem için budur. Bu, egemen ideoloji ve egemen sınıfın çıkarlarına uygun olarak gençlerin geleceklerinin çalınması ve beyinlerinin formatlanması demek değilse nedir?
Komutları anlama, açık olarak, bir okuma-yazma, okuduğunu anlama düzeyi gerektirir. Anlaşılması gereken; edebî, karmaşık vb. cümleler değildir. Çocuğun, gerekli olanı anlaması yeterlidir.
Zaten fazlasını anlaması, düşünmesi, düşünmeyi öğrenmesi vb. istenmez.
Komutları düşünmeden uygulama “becerisi” demek, esas olarak formatlama alanına girmek demektir. Çünkü ne olursa olsun, öğrenme, insanı geliştirir ve düşünmeyi teşvik eder. Zira insanın bir şey öğrenirken, sadece “bir şey” öğrenmesi mümkün değildir, aynı anda birden çok şey öğrenir. Öğrenme sürecinin diyalektik bir süreç olduğu bilinirse, ki öyledir, bu o kadar da kolay değildir.
Bu nedenle, düşünmeden komutları uygulama çıktısını elde etme, bu sonuca ulaşabilme, eğitim sistemi içinde, öğrenim süreci içinde çocuğun “davranışlarının” belirlenmesini sağlamak ile ilgilidir.
Ve dikkat edilsin, bu, “işin ehli” usta öğretmenlerle yapılacak olsa, bu “usta öğretmenler” sistem için inanılmaz bir tehdit hâline gelecektir.
Çocuğa, hakaret edilince susmasını, “büyük ve saygın” kişiler söz konusu olunca nasıl davranması gerektiğini, “otoriteden” korkmasının neden gerekli olduğunu, kendi özgür iradesini neden teslim etmesi gerektiğini, bazı fikirlerin neden tehlikeli olduğunu vb. öğretmek demek, onu formatlamak demektir.
Bir yandan, çocuk, genç öğrenecek, okur-yazar olacak, ama öte yandan, istenileni düşünecek, ötesine geçmeyecek. Bir yandan okur-yazar olacak ama öte yandan, sadece onların istediğini okuyacak. Bir yandan bilecek ama tehlike denilen şeyi daha fazla bilecek. Öğrenecek ama soru sormayacak, sorgulayıcı olmayacak. Bir yandan özgürmüş gibi düşünecek ama öte yandan kafesteki bir kuş kadar bile özgür olmayacak.
Bu nedenle, okulda “aykırı” davranışları olanlar, toplumsal olarak kabul edilecek bir tarzda, “sorunlu” ve tedavi edilmesi gereken çocuklar olacaklar. Öğretmene soru soran ve bunun peşini bırakmayan bir kişi, “aşırı” olarak nitelenecek.
Olur da zeki bir çocuk fark edilirse, o, hemen “genel eğitim sistemi” içinden çekilecek, özel formatlama odası diyebileceğimiz özellikli okullara verilecek. Orada ona, özel format atılacak, hem meyvesini verecek, hem de düşünmenin gerektirdiği sorgulama işini, “makul” ve sistem içi bir yerde gerçekleştirmiş olacak.
Meta ekonomisi geliştikçe, insanoğlu, koyunun sütünden, etinden, yününden ve daha başka neyi varsa tümünden faydalanmayı öğrenmiştir. Modern eğitim sistemi, gençlerin etinden, sütünden, postundan ve daha başka neleri varsa onlardan sistem adına faydalanma üzerine kuruludur ve karşılığında, koyunun sessizliğinden daha fazlası istenmektedir. Kuzuların sessizliği yetmez, daha fazla sessizlik, daha içten bir itaat, daha ileri düzeyde köleliği kabullenme gereklidir. Kilisede, camide kendini allaha adamışlardan daha büyük bir arzu ve içtenlikle, kendini sisteme, efendilerine adamak gereklidir. İstedikleri budur.
Görüldüğü gibi, eğitim sistemi, sadece bilgiler edinme süreci değildir, aynı zamanda da davranışlar edinme sistemidir.
Kapitalist toplumda bilginin düzeyi, “komutları anlama” ile sınırlıdır. En azından istedikleri budur. Bir markette alışveriş yapmak için, bir fabrikada çalışmak için, bir markayı diğerinden ayırmak için vb. okur-yazar olmak gerekir. Okur-yazar olacaksın ama onların istemediği bir şeyi okumayacaksın. Acaba, cep telefonu ve modern taşınabilir bilgisayar-pad vb. bu amaca mı hizmet etmektedir?
Öte yandan bilgin derinlik kazanmayacak, sorgulamayacaksın, hele hele hiç düşünmeyeceksin. Acaba modern medya, içine eğlence-oyun sektörünü de koyarsak bunu mu sağlamaktadır?
Ve bu yolla her zaman reklâmlardan etkilenmeye, oradan gelen komutları almaya hazır olacaksın. Markaya âşık olacaksın ve ancak bir insana âşık olduğunda, bunu karşılaştıracak bir “marka aşkın” var olmuş olacak. Marka aşkın, mümkünse senin ilk aşkın olacak ve ona göre değerlendirme yapacaksın.
Özgürlük senin için, sorunlardan kaçmak, hoş ve boş vakit geçirmek üzere, medya-eğlence-oyun sektörünün içine hapsolmak ile sınırlı olacak. Bir sorun gördün mü, bu “sıkıcı” olacak ve sen, “özgür olmak” adına sorunlardan kaçma hakkını kullanacaksın. Senin öğrenme hakkın, gerçekten kaçmak demek olacak. Yalana inanmayı, inançların en gelişmişi olarak algılayacaksın. Arkadaşına, insana inanmak, aptallık olarak görünecek. Seni aptal hâle getirmiş olan sistem olduğu hâlde, bir arkadaşın sana aptal dedi mi, hakarete uğramış olacaksın. Seni ezen sistem olduğu hâlde, sevgilinle ters düşünce seni ezdiğini düşüneceksin. Köleliğe özgürlük, hakarete övgü diye bakacaksın.
Bu elbette, toplumsal gerçeklikle de iç içe geçecektir. Toplumsal değerler, öylesine bir hâl alacak ki, aslında senin için bir taş hâline gelecek ve bilim tersini söylediği hâlde, sen o toplumsal kuralları yerle bir etmeyi düşünmeyeceksin.
Haksızlığa karşı isyan etmeyeceksin. Haksızlığa uğrayan bir arkadaşın varsa, sen gizlice “allahım şükürler olsun benim başıma gelmedi” diyeceksin. Her şiddet gören kişi, sana senin ne kadar şanslı olduğunu anlatacak. Böylece, tek başına, vahşi bir doğada yaşayan yabanî, yalnız, kader ile çevrelenmiş bir varlık olacaksın. Meta ekonomisi senden ne istiyorsa onu yapacaksın. Arada bir sarhoş olduğunda, beyninin üzerindeki bazı denetimler azaldığında, bir gerçeği bir an için, kısa bir rüya olarak görüp unutacaksın.
Komutları anlama ve onları sorgusuz uygulama üzerine kurulu modern kapitalist sistemin eğitim sistemi, zorunlu olarak, ezberci olmak zorundadır. Zira bilgi, kitapta durduğu gibi durmaz. Öğreneni etkiler ve enerji oluşturur. Maddi bir biçime bürünmek ister, bulunduğu beyinden çıkıp, bir sürü toplumsal bağlarla, maddi bir biçim arar. Onun için, önemli olan bilgi vermek değil, önemli olan komutları anlamasını ve uygulamasını sağmaktır. Bu durumda bilgi vermeden öğretmek gerekiyor. Bu da ezberci eğitim sistemidir.
Metot ezberci ise, bunu verecek öğretmenin de bilgiden azade olması gerekir. Öğretmenin cahil olması gerekir, okumuş cahil. Ki çoğu öyledir. Bir derste çocuk soru sorduğunda, öğretmenin kitapta bulamadığı bir yanıt için neden bu kadar sinirlendiğini, neden soru soranı sevmediğini anlamak, ancak, öğretmenin eğitilmiş bir cahil olduğunu anlamakla mümkündür. O da bu sistemin bir ürünüdür, anaokulundan başlayarak otoriteye ve resmî bilgiye itaat ederek, formatlanarak, eğitim fakültesinden öğretmen olarak çıkmıştır. O da ezberlemiştir. Şimdi karşısında, tüm bunlara henüz boyun eğmemiş olan bir öğrenci, sıradan bir soru sorduğunda, dönüp, hemen kendini sorgulamasını mı bekleyeceksin? Hayır. Bu zordur, nadir bulunur. Onun yerine, tersine, bunca yıl boyun eğmiş birisi olarak öğretmenin, kendini ve sistemi savunmasını bulacaksın.
Sanatçı, yaratıcı yönünü, acaba, sistemin kurutucu çarkı içinde kaybederek mi yok oluyor? Görsel hafızanın gelişiminin, yaratıcılığı beslediği biliniyor. Sistem, yaratıcılığı önlemek için, kontrol altına almak için, sanat eğitimini “özgürleştirici” olmaktan çıkartıyor. Sistemin çarkları arasından geçmeden geliştirilebilen bir sanat eğitimi, özgürlüğe olanak tanıdığı oranda, yeniliklerin ortaya çıkmasına olanak tanıyor. Eğitim sisteminin içine ne kadar az girilmiş ise, o kadar yaratıcı bir düşünme ortaya çıkabiliyor.
Bu nedenle sistem, günümüzde, görsel sanatlar adı verilen dersleri yok etmeyi, azaltmayı ve faydasız ilan etmeyi çok seviyor. Hep sistem içinde kalınarak eğitimi sürdürmeyi, başarı olarak ilan ediyor.
Öğretmen, sistemin bir ürünü olarak formatlandığı ölçüde, sistem bunu başarabildiği ölçüde, öğrenci eğitimi de “zararlı” eğilimlerden kurtarılmış oluyor.
Demek ki, ezberci eğitim sistemi bir hata, bir yanlışlık sonucu gelişmiyor. Tersine sistem bunu istiyor.
Kuran kursları buna iyi bir örnektir. Anlamını anlamaktan yoksun bir biçimde surelerin ezberlenmesi, bir süre sonra hafızada öğrenme sistemini tek yönlü geliştirecek tarzda değişimlere yol açıyor. Çocuk, ezberlediği şeyleri ezberlerken onlara yüklediği anlamla düşünmeyi sürdürüyor. Düşünme-meyi öğreniyor. Düşündüğünü sandığı durumlarda ise, sadece ezberledikleri ile düşünüyor. Bu sırada “itaati” öğreniyor. Allaha itaat, aslında pratikte, karşısındaki imama itaat ile başlıyor ve böylece giderek onunla özdeşleşiyor. “Aşırılık”, o yaptığında anormal, ama sistematik bir biçimde yukarıdan geldiğinde ise, normal oluyor. Cinsel istismar, buna iyi bir örnektir. Bu aynı zamanda travmatik bir darbedir ve çocuğun öğrenme sürecinde itaatin daha da kökleşmesi anlamına da gelmektedir. Böylece “aşırılık” sistem içinde seçilmişlerin elinde bir ayrıcalık oluyor. Günah, bazı kulların özgürlüğü oluyor. Elbette tövbe ederek. Günahkâr “nefsine yenilen” oluyor, tövbe etmesi gerekiyor, ama günahın nesnesi olan kurbanın da tövbe etmesi gerekiyor. Toplumsal kurallar ve toplumsal bilinç, bu kurbanın günahı gizlemesini gerektiriyor. Bu ezberci eğitim sistemi ve travmalar, sonuçta kurbanlar kitlesini oluşturuyor. Bu durumda otoriteyi sorgulamak, elbette çok daha zor oluyor.
Anlamadan öğrenmek, ezberlemenin bir sistem hâline gelmiş durumudur. Eğer bir tek şeyi ezberleyecek olsanız, bu mutlaka bu sonuca varmaz. Ezberci eğitim, sistem hâline gelmiş olmalıdır.
Ezberci eğitim bir “metot” olarak yanlış derseniz, yanlış olur. Çünkü ezberci metot, anlamadan öğrenmenin yoludur. Bilim öğretilecekse, bilimsel bir eğitim verilecekse, özgürleştirici ve sorgulayı bir eğitim verilecekse, ezbercilik de bir metot olarak iş göremez. Ezberciliğe sadece bir metot olarak karşı çıkmak, aslında eğitimin “komutları anlama ve onları sorgulamadan yerine getirme” amacını görmemek anlamına gelmektedir. Esas olarak bu amaca karşı çıkmak gerekir. İnsanı kullaştıran, köleleştiren bir eğitim sistemi var olduğu sürece, eğitim ezberci olacaktır. Deyim uygun düşerse, egemenler, efendiler, gençlere, çocuklara dünyanın anahtarı anlamına gelen insanlığın bilgi birikimini sunmayacaklardır.
Eğitim ve özgürlük arasındaki bağ yok edildi mi, ne bilimsel eğitim ortaya çıkar, ne de ezberci metot ortadan kalkar. Bu nedenle, bazan, az rastlansa da, eğitim sisteminin dışına düşmüş gençlerin, daha özgür ve daha yaratıcı oldukları, okumuş cahil olmaktan kurtuldukları görülebilmektedir. Burada da sorun, sürekliliği olmayan bir eğitim meselesidir. Sistemin dışında sürekliliği olan bir eğitim, ancak örgütlü bir mücadele ile, alternatif eğitim ile sağlanabilir.
Ülkemizde, eğitim üzerine son derece sıcak tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Köy Enstitülerini yasaklayan karardan başlayarak, ülkemizde eğitim, ciddi biçimde sürekli geriye sarmakta, sürekli olarak “konutları anlama ve sorgulamadan yerine getirme” amacına uygun olsun diye değişiklikler yapılmaktadır. AK Parti döneminde, bunu daha sık görmeye başladık. Son yıllarda ise, bu değişiklikler, “eğitim reformu” adı altında, hemen her yıl gündeme gelmeye başlamıştır. Son belki 10 yıldır, hiçbir sistem, kendi mezunlarını vermememiştir ve tekrar değiştirilmiştir.
Saray Rejimi ile birlikte, açık olarak eğitimin daha dinî bir taza bürünmesi, tüm okulların imamhatipleştirilmesi uygulamasına tanık olmaktayız. Okulların imamhatip okullarına dönüştürülmesi ile birlikte, aynı zamanda “özel okullaşma” son derece artırılmıştır. Devlet mekanizması, açık olarak “özel eğitime” teşvik vermektedir. Uluslararası sermaye için özel okul, bilgisayarla tanışıklık ve İngilizce başta olmak üzere bir yabancı dil öğrenme anlamında önemlidir. Üretimden çok, ticaret ve hizmet sektörünün geliştirilmesine uygundur. Uluslararası sermaye, kendisine hizmet verecek, kendisi için çalışacak bir kesim istemektedir. Bunlar, “değerler” sisteminden biraz daha kopmuş, paraya daha aşina ve ona tapınan, güç ve otoritenin modern anlamına daha yatkın, modern yaşam olanaklarını elde etmeyi bir ayrıcalık olarak düşünen ve bu yolla uluslararası sermayeye daha iyi hizmet edebilecek bir gençlik yetiştirilmesini istemektedir. Bu arada ise, Saray etrafında kümelenen yeni zenginler, bu “özel okul” sistemini büyük rant ve yağma sürecinin bir parçası olarak algılamaktadır. Böylece, yerli işbirlikçileri eli ile, bozuk eğitim sistemi içinde “özel okul” eğilimi teşvik edilmektedir.
Kalan büyük genç kitle ise, imamhatipleşmiş eğitim sistemi içinde, yeni ihtiyaçlara uygun tarzda formatlanmaktadır.
Saray Rejimi’nin etrafında odaklanmış tarikatlar için bu, bulunmaz bir nimettir. İmamhatipleştirme uygulamalarını, ülkenin dinîleşmesi ve bir İslam devletinin gelecek temeli olarak görmektedirler.
Bu, Saray’ın din ve milliyetçilik pompalayarak kitleleri kolay yönetme politikasına tam uyumlu bir dönüşümdür.
Böylece Milli Eğitim Bakanlığı içinde çöreklenen çeteler, eğitim politikalarını sürekli değiştirmektedir. Hem kârlıdır, hem de “istenilen”dir. Hem para kazanıyorlar, hem de Saray Rejimi’nin ebedî kalmasını sağladıklarına inanıyorlar.
Bunun kapitalist hayatın kendisi ile, pazar ve piyasa ile ne kadar uyumlulaştığı ise, sürekli değişikliklerin temeli oluyor.
Bu nedenle, din derslerini zorunlu hâle getiriyorlar.
Bu nedenle görsel sanatlar vb. tarzda görsel hafızayı güçlendirici dersleri eliyorlar. Müzik ve sanat eğitimini aşağılıyorlar.
En son, felsefe, tarih ve matematik derslerini seçmeli yapacak, kaldıracak adımları attılar. Çetelerin çatışmaları, bu alanda da görülüyor. Bu kararın hemen ardından, gelen tepkilerle birlikte matematik dersi yeniden zorunlu hâle geldi. Ama tarih ve felsefe, ders programlarından çıkarılmak istenmektedir.
Düşünmeyi temelleyecek her şeyi önlemek istiyorlar.
Başında Bilal oğlanın bulunduğu bu sistem, elinden gelse “düşünmeyi” yasaklayacaktır. Saray Rejimi’ne de uygundur. “Her şey çok güzel olacak” sözünün yasaklanması, ardından Soylu’nun, “bir kelime bütününe” getirilmiş bir yasak yok demesi, başlı başına bir göstergedir. Demek, kelimeleri yasaklamak, henüz kelime bütünlerini, cümleleri yasaklamaya varmamıştır. İçişleri Bakanı, kalplere su serpmiştir, henüz o aşamaya gelmedik, daha o aşamaya zaman var. Yasakların sadece renklere, sadece kelimelere gelmiş olması ve henüz daha ileri gitmemiş olmasına şükür etmemiz gerekmektedir.
İmamhatipleştirme ve özel okullaştırma politikası iyi anlaşılırsa, işte o zaman neden Anadolu Liselerine ya da bazı “puan” toplamış ve gözde okul hâline gelmiş eğitim kurumlarına saldırdıkları da ortaya çıkacaktır. Bu eğitim kurumları, devlete bağlı bu gözde okullar, özel okullaşmanın önünde bir engeldir. Bu da eğitimdeki rantı sınırlamaktadır. Tüm özel okullar, birer ticarethanedir ve öğrenciler de onların müşterileridir. Bu müşteriler, uluslararası finans kapitale hizmet etmek için, bilgisayar ve İngilizce öğrenmek istemektedir. Hepsi budur. Aileler, çocuklarını, ya imamhatiplerde okutmak ve büyük sürünün bir parçası hâline getirmek ya da özel okullarda okutmak (bunun ne anlama geldiğini bile düşünmüyorlar) alternatifleri ile karşı karşıyadırlar. Normalde vergilerini veren bu aileler, vergilerinin karşılığı olarak parasız eğitim elde etme haklarından çoktan vazgeçmişlerdir. Hiçbiri, bu konuda haklarının gasp edildiğinin farkında bile değildir. Eğitim sisteminin sürekli kötüleştirilmesi, onlar için de bir vakadır. Ama bu, onların haklarını aramalarına olanak vermemektedir. Bunun yerine, ellerindeki paralarının ölçüsünde, özel eğitim için yollar aramaktadırlar. Bir bölümü, çocuklarını ülke dışında eğitime göndermekte, bu yolla onların “geleceğini” garanti altına aldıklarını düşünmektedir. Aileden uzaklaşmaları anlamında, başka bir toplumu da tanımaları anlamında bunun bir artısı olduğu da kesindir. Ama, önemli bir bölümü, özel okullara razı olmak zorundadır. Özel okullar da, paraya göre oluşmuş bir hiyerarşiye sahiptir.
Sürekli olarak özel okulların ve çetelerin, çeteleşmiş tarikatların etkisi altında “Milli Eğitim Bakanlığı”nın eğitim reformları, daha fazla rant üretmeye ve elbette ki Saray’ın geleceğini garanti altına alacak bir egemenlik sistemi yaratmaya dönüktür. Bu elbette, “komutları anlama ve bunları sorgusuz uygulama” politikasına ters de değildir. Bu genel politikanın da içindedir. Onun için, sadece özel okullaşma ve imamhatipleşmeye karşı tutum almak, yeterli değildir. Bunun dayandığı temele, “komutları anlama ve bunları sorgusuz yerine getirme” çıktısına karşı çıkmadan, özgür ve bilimsel bir eğitimi savunmadan, bir karşı çıkma, yeterli değildir.
Milli Eğitim Bakanlığının çeteleşmesi süreci nasıl bir gerçek ise, tarikatlar ve Diyanet İşlerinin artan etkisi de bir gerçektir. Milyonlarca çocuk ve genç, tarikatların eğitim kurumlarında, diyanet işlerinin müdahaleleri ile eğitim görmektedir.
Eğitim sistemi, üniversiteleri liseleştirerek, üniversiteleri polis ve çeteler ablukası altına alarak da şekillenmektedir.
Baştan aşağıya tüm eğitim sistemi, Saray Rejimi’nin gereklerine göre şekillenmektedir. Uluslararası sermaye söz konusu olduğunda, “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirme ortadan kalkmakta, ama içeride yönetmek söz konusu olduğunda öne çıkmaktadır.
Sömürge bir ülkede yaşıyoruz. Eğitim sistemi, buna ve içeride sömürgecilere hizmet eden egemenlerin gereksinimlerine göre şekillenmektedir.
Bunun tümüne karşı çıkmak dışında bir karşı çıkış anlamlı ve yerinde değildir. Özgür ve bilimsel eğitim, ülkemiz gençlerinin kendi geleceklerini kurtarmanın da yoludur. Gençliği, çocukları kendi gelecekleri için tehdit gören egemenler, eğitim reformlarını, tamamen onların geleceklerini karartma üzerine kurmuşlardır. Ülkemizdeki egemenlik sistemi, toplumun geleceği için büyük bir tehdittir.
Özgür ve bilimsel eğitim, örgütlü ve mücadeleci bir gençliğin ellerinde yükselecektir. Bu mücadele, işçi ve emekçilerin sömürülmesine son verecek mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Gençler, öğrenciler, geliştirecekleri mücadele ile, bu sisteme karşı gelişen mücadele ve direnişin bir parçası olacak, bu mücadelenin geneline de katkılarını sunacaklardır.