Görünen odur ki, bir yeni seçim küçük küçük hazırlanmaktadır.
Yeni sistemde, parlamentonun seçim kararı alabilmesi oldukça zordur. Zira, 3’te 2 çoğunluk gerekir ki, bu durumda bile Cumhurbaşkanı meclisi feshedebilir. Parlamento, gerçek anlamı ile tamamen anlamsız bir organ hâline gelmiştir. Ne bir yasa yapabilir, ne bir sorunu ele alabilir. Aslında kâğıt üstünde yasa yapabilir. Ama zaten yasa yapma yetkisini Cumhurbaşkanı’na ve KHK mekanizmasına devretmiştir. Bu durumda, eğer yasa yapacaksa, Cumhurbaşkanı, lütfedip, “bu yasayı da meclis yapsın, zaten bir risk de yok” dediği zaman yapabilir. Mesela bir yasa çıkmasın isteniyorsa, meclisin bu yasa ile oyalanması pekâla mümkündür. Böylece parlamento, tamamen ama tamamen, egemenlerin apışarasını örten bir yaprak hâline gelmiştir.
Siz bakmayın Kılıçdaroğlu ve diğer muhalif partilerin “parlamento” üzerine ve parlamento kürsülerinden konuşmalarına. Durum öyledir ki, Erdoğan isterse, o konuşmalar yayınlanmaz bile.
Erdoğan “Bana nasıl diktatör dersiniz, ben diktatör olsam, siz bana diktatör diyemezsiniz” diye buyuruyor. Durumun “ciddiyeti”ni gösterir bir akıl yürütmedir bu.
Hastaya hasta, diktatöre diktatör, namussuza namussuz, hırsıza hırsız demek artık “cesaret” olarak nitelendirilir hâle geldi.
Biz işçiler için sorun yok. Çünkü size ne diyeceğimizi size sormayız. Ama burjuva devlet açısından bu, “ciddi” bir durumdur.
Erdoğan, NATO toplantıları için gittiği Avrupa’da, İngiltere, Almanya, Fransa ve Türkiye toplantısına katıldı. Muhtemelen konu, “göçmen sorunu” (Erdoğan Avrupa’yı göçmenler ve IŞİD ile tehdit ediyor), Suriye’de Ruslara karşı ne yapılabileceği, S-400’ler meselesi vb.dir. Erdoğan bu toplantı hakkında şöyle konuşuyor, “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım” toplantı yaptık. İşte burada, Türkiye yerine “şahsım” ifadesi parlamento, siyasi partiler sistemi hakkında her şeyi açığa vurur niteliktedir.
Biz bunları görünce, “her Saray’a bir soytarı lazım” sözünü geri alıyoruz. Gerek kalmamıştır.
İşte bu koşullarda parlamento seçim kararı alamaz. Bu fiilî olarak mümkün değil. Ancak Erdoğan erken seçim isterse ve bu kararın parlamento kararı olması gerektiğine karar verirse bunu yapar.
Ama bir seçim demek, artık, sadece parlamentonun yenilenmesi demek değil, aynı zamanda cumhurbaşkanının da seçilmesi demektir. Öyle ise, Erdoğan, neden seçime gitsin? Ancak ve ancak, işler o noktaya gelir ve çok gerekli olursa bunu yapar.
Ama, aşağıdaki birkaç konu, sanki “seçim hazırlığı” gibidir.
1- Alevi “açılımı” tartışmaları. Bazı Alevi liderleri, Babacan’ın partisine angaje olurken, bazıları Davutoğlu’nun eteklerinde kendine yer arıyor ve bu noktada Erdoğan’a yakın, dolarla beslenen bazı Aleviler de harekete geçiyor. Tüm bu tartışmalar, bir yandan Babacan ve Davutoğlu “açılımları” olarak ele alınabilir. Ama öte yandan seçim hazırlığına benzemektedir. Aleviler, bir kere daha, devlet çarkının içinde birilerinin kuyruğu hâline getirilmek istenmektedir.
2- Erdoğan, ödenemeyen öğrenci kredilerinin silinmesinden, öğrencilerin maksimum 500 TL olan kredilerinin ise 550 TL’ye çıkarılmasından “büyük iş” pozlarında söz ederken, sanki bir seçim yatırımı yapar gibidir.
3- Kurulmakta olan partiler, uluslararası sermayenin yeni arayışlarının da ifadesidir. Artık, Erdoğan ile bu geminin yürümeyeceği kanısında olanlar, AK Parti içinden kendilerine yakın adamlarla bir çıkış hazırlığındadırlar.
4- Termik santrallerin filtre takma zorunluluğunun uzatılması isteğine karşın, Erdoğan’ın büyük çevreci olarak bunu “veto” etmesi de bir garip seçim hazırlığıdır.
Demek ki, bunun daha arkası gelecek.
Bu arada ise ekonomik kriz, daha da derinleşmektedir.
Saray Rejimi, “kriz var” diyenler için dava açmıştır. Demek oluyor ki, kriz yok diyen devlet büyüklerinin sözleri yanında, bu kriz var diyen insanların sözlerinin daha etkili olacağı düşünülüyor. “Kriz var” demek, terörist olmak ile eş anlamlı ele alınıyor ve savcılar, hemen bunun için harekete geçiyor.
Bu durumun bizatihi kendisi, bir kriz anlamına gelir. İşte size “Türkiye demokrasisi”. Evlere şenliktir. Her eve lazım, eğer evde “kriz var” diyen birisi varsa, hemen onu terörist ilan edin. “Açım, işsizim” diyen varsa, hemen onu ters kelepçe ile tutuklayın. Evinizin bir odasını, mahallenin birkaç apartmanını “ceza ve tutuk evi” yapın. Eğer bunları yapabilirseniz, “ekonomik kriz” bitecektir.
Şimdi, Hazine Bakanı, Saray Rejimi, yeniden imar affı ilan edecek durumda değil.
Şimdi Saray Rejimi, Merkez Bankası’ndan, yeniden 90 milyar TL yedek akçeler de dahil iktidara aktaracak durumda değil. Bedelli askerliğin ise paraları çoktan toplandı, tüketildi. Zaten Saray’ın kaç günlük harcamasıdır ki?
Evet dolar, şimdilik yerinde duruyor. Duruyor çünkü, birincisi, dünyada ciddi bir para “bolluğu” var ve birçok ülke “eksi faiz” uygulamaktadır. Almanya’da paranızı bankada vadeli hesaba yatırırsanız, o paranın bir bölümünü ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bu durumda, yabancılara ait akar hâldeki para, Türkiye’den çıkmak için büyük bir telâş içinde olmaz. Ticari alandan çıkan sermaye, finansal alanda, o kadar da risk almaktan çekinmeyecektir. İkincisi, içeride, iflaslar, konkordatolar vb. ile kriz o denli yaygındır ki, hemen hemen pek çok şey durmuş durumdadır. Bu iki nedenle, döviz kurlarında nispeten bir durgunluk vardır. Ama bunun ne kadar sürebileceği belli değildir.
Öte yandan, döviz kurları, faizler, ekonomik krizin tek göstergeleri değildir. Kriz, büyük çaplı iflasları kapıya dayatmıştır. Borçlanarak büyümüş birçok işletme, yeniden yapılandırma için Saray çevresinden torpil ayarlamakla meşguldür. Birçok bankanın, tahsil edilemez kredi alacakları bir hayli şişmiştir.
Sadece Vakıf Bank eli ile verilmiş kredi toplamı 250 milyar TL’dir. Ve tam da bu durumda Vakıf Bank’ın “Hazine’ye devri” gerçekleştirilmiştir. %58’i Hazine’nin kontrolüne alınmıştır. Bu karar, KHK ile yerine getirilmiş, normalde diğer hissedarlara yapılması gereken çağrı yapılmamıştır. Belki de böylesi güzel bir fiyattan, birçok hissedar hisselerini satacaktı. Bu olayın kendisi, balonda açılmış bir deliği kapatmak için, balonun başka yerinden bir parça keserek yama yapma işlemine benzemektedir.
Risk, sadece kamu bankalarında da değildir. Birçok işletme, borçlarını ödeyemez durumdadır. Kamu garanti fonu ile verilmiş kredilerin ödenmeme süreci başlamıştır ve Saray, bankalara verdiği garantiye rağmen, ödenmeyen kredileri ödemek için bir şey de yapmamaktadır.
Dahası var. Birçok büyük işletme, düşen satışları nedeni ile, üretimi kısmakta, vardiyalı çalışmaya son vermekte, hatta toplu işçi çıkarmak için Saray’dan izin beklemektedir. İşin esas yönü de buradadır. Milyonlarca işçi işini kaybetmiştir. İşini kaybedenlerin toplamı, son bir yıl dört ay içinde, iki milyonu geçmiştir. Ve giderek işçi ve emekçilerin yaşamı, katlanılamaz duruma gelmektedir.
Bu işçi çıkarmaların daha da artacağı görülmektedir.
Sadece esnafın kepenk kapatmasından söz etmiyoruz. Orta ve büyük işletmelerin işçi çıkarma süreçleri hızlanacaktır. Dahası birçok işletme iflas etme durumuna yakındır. Şimdi tüm bunlar, yeni krediler bularak “takla atma” derdindedir. Ama borcu borçla kapatma uygulaması, artık sürdürülebilir değildir.
Tam bu noktada, Saray Rejimi, rantçı, yağmacı, savaşçı mantık, yine çözümü vurgunlarda arayan inşaat sektörünü kurtarma çalışmalarına sarılmaktadır.
Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması isteği, gerçekte, Ataşehir’de kurulmakta olan dev yapılardan oluşan finans merkezinin müteahhitlerini ayağa kaldırmak, onları batmaktan kurtarmak içindir. Bu inşaat firmalarına Halk Bank eli ile ucuza gece yarısı verilen dolarlar yeterli olmamıştır. Bunların borçlarının yapılandırılması, bunlara kaynak aktarılması yetmemiştir. Şimdi, bir kere daha Saray, kendi geleceği için önemli gördüğü bu müteahhitlere “can suyu” akıtmak için kolları sıvamaktadır. Elbette bu uluslararası finans sermayesi için de uygundur. İşlerini İstanbul’da yoğunlaştırmak, onlar için de en iyisidir. Ama işin müteahhit ayağı da unutulmamalıdır.
Tüm bu “onun fesi bunun başına” uygulamaları, yok denilen “ekonomik kriz”in ne denli derinlik kazandığının göstergeleridir.
Şimdi Erdoğan’ın, “tuhaf” açıklamalarının nedenleri biraz daha açığa çıkmıyor mu?
Şehir Üniversitesi’nin arsasını ben verdim, ama Davutoğlu o arsayı onların mülkü hâline getirdi, derken, sizce ne dediğini acaba kendisi bilmekte midir? Normalde, Davutoğlu’nu ihbar ederken, kendini de ihbar etmektedir.
Ya ülkemizde Nobel’i bir teröriste verdiler, bana verseler de almam, açıklamalarına ne demeli? Ülkede Nobel almış Orhan Pamuk ile Aziz Sancar var. Acaba hangisi teröristtir? Yoksa, bu Nobel ödüllerinin bir de açıklanmadan, gizlice verilenleri mi var? Erdoğan, acaba kendisini Nobel için aday mı göstermiştir de, alamayınca, böyle bağırmaktadır?
Savaş, rant, yağma ekonomisi, artık sürdürülebilir durumda değildir. Artık özelleştirilecek pek az yer kalmıştır. Saray her şeyi yutmakta, soğurmakta, kurutmaktadır.
Bizim önerimiz, Saray’ın özelleştirilerek satılmasıdır. Katar Şeyhi, Saray için iyi para vermez mi? Saray’ın ekonomi danışmanları, hukuk danışmanları bu konu üzerinde kafa patlatmalıdır. Ankara’nın göbeğinde 1100 odalı bir Saray, her şeyi ile acilen satılıktır diye bir ilan, Arap basınına verilirse, hemen bir alıcı bulacaktır.