Birçok durumda kapitalist dünyanın iğrenç uygulamalarına bakarken, sistemin çürümesinin farklı görünümlerini görürüz. Çağımızın burjuva egemenliği, sadece Orta Çağ karanlığını geride bırakmış değildir. Elbette modern kapitalist dünyanın karanlığı, içinde yaşadığımız bu karanlık süreç, Orta Çağ karanlığını çoktan geride bırakmıştır. Bunu, sadece ve sadece bilim karşısında dinin yüceltilme biçimlerinde, felsefe adı altında anti-komünist propaganda için kurulan sistemlerin oluşturduğu modern tarikatlarda, kadına şiddette, çocuklara karşı işlenen suçlarda, sonu gelmez tecavüz vakalarında bile anlamak mümkündür. Bizdeki tarikat uygulamalarının cinsel uygulamaları, Adnan Hoca uygulamaları, ABD’deki Epstein dosyası aslında modern köleliğin farklı biçimlerini karşımıza çıkartmaktadır.
Çürümedir bu.
Çürüme, sistemin kokuşmuş hâlidir. Fazladan ömür süren kapitalist sistemin işçi sınıfının önderliğindeki bir devrimle yıkılmamış olmasının yol açtığı bu çürüme, aslında, insanı da kirletmektedir.
Ama çürüme, en başta, en şiddetli biçimde egemen sınıfta başlar. Çağımızın egemenleri burjuvalar, tekelci kapitalizmle birlikte, insanı yok ederek, doğayı yağmalayarak ayakta durma, egemenliklerini sürdürme hevesindedir. Doğaları budur. İnsanın insan tarafından sömürülmesinin en gelişmiş biçimi olarak kapitalist egemenliği sürdürmek, doğayı, onun bir parçası olarak insanı yok etmek ile aynı anlamdadır.
1870’lerden beri tekelci egemenlik, kapitalist-emperyalizm, her defasında, vahşetinin yeni biçimlerini ortaya koyuyor. Emperyalist sömürgecilik, kendinden önceki tüm vahşet biçimlerini her seferinde bir kere daha “aşarak” sürüyor.
Hafızalarımızda İkinci Dünya Savaşı döneminde emperyalist tekellerce desteklenen Hitler faşizminin vahşeti var. Öyle ki, bu vahşeti anlayanlar, hissedenler, bir kere daha kimsenin böylesi bir durum yaratmayacak kadar “ders” aldığını düşünürler. Çok naifçedir. Sanılıyor ki, bu “insanî” bir hatadır. Öyle değildir. İnsana ait olsa da, bu vahşet ve elbette diğerleri, insan olma hâlinin sonucu değil, kapitalist sistemin, burjuva egemenliğin karakteri gereğidir. Herkes, toplama kamplarındaki vahşeti dinlediğinde kulaklarına, gördüğü resimlere vb. inanmakta zorluk çeker. Ve tüm bunları, bir grup “kötü ruhlu” insanın sapkınlıkları olarak ele almayı yeğleyenler, eğer gözlerini bugüne çevirirlerse, aynı uygulamaları, daha da fazlasını görebileceklerdir.
Uzağa gitmeye gerek yok. Irak işgalini düşünelim. Adı “demokrasi götürmek” olarak adlandırılmıştır. Amerikan patentli, NATO etiketlidir. 2,5 milyon insanı öldürdüler, milyonlarcasını evlerinden ettiler, çocukların ve kadınların nasıl katledildiği hafızalardadır. Ve adı, tekrar vurgulayalım “demokrasi taşımak”tır.
IŞİD’i ele alın. ABD ve NATO patentlidir ve anti-komünist uygulamaların sonucudur. Boğazı kesilen insanlar, köle olarak, savaş ganimeti olarak alıkonulan kadın ve çocuklar, yakılan insanlar, bu görüntünün bir parçasıdır ve Nazi uygulamalarını çoktan aşmış gibidir. Ya da onun modern biçimidir. 21. yüzyılda dine dayalı bir uygulama olarak sunulan bu vahşet, gerçekte ABD ve NATO ya da küresel Batı patentlidir.
1900’lerin başında, papazın öncülüğünde Kışlık Saray’a yürüyen kalabalıkların üzerine Çar’ın emri ile açılan ateş, o dönem vahşetin bir başka boyunu gösteriyordu. Peki ya 1 Mayıs 1977? 1 Mayıs 1977’de, kalabalığın üzerine ateş eden NATO kontrollü TC devleti idi. Başka birçok örnek de verilebilir.
Ankara Garı katliamını ya da Kürtlere karşı uygulamaları ele alın. Roboski’yi mi sayalım yoksa Suruç’u mu, yoksa Diyarbakır’ı mı sayalım ya da kimyasal silah kullanımını mı? Yugoslavya’nın parçalanması sırasındaki bombardımanları, seyreltilmiş uranyum kullanımı tazedir.
Şimdi, karşımızda Gazze katliamı, Filistin soykırımı var.
En son, Rusya’da bir konser salonunu basarak, çocuk, kadın demeden öldüren, herkese ateş açan, bıçakla insanların boğazlarını kesen organizasyon var.
ABD, NATO, küresel Batı, tüm sevimli “insan hakları” söylemleriyle Avrupa, bu saldırıdan zevk almaktan kendini alıkoyamamıştır. Sevinçleri, eylemlerini üstlenme biçimleri hâline gelmiştir.
Ukrayna’da süren savaş, oldukça düşündürücüdür. Hegemonyasını kaybetmekte olan ABD, Ukrayna sahasını savaş sahası hâline getirmiştir. 2014’teki Neonazi darbe ile, vahşet yeniden sahne almıştır. İnsanları yakmak, katletmek, ırkçı uygulamalar, çocukları ve kadınları öldürmek, insanları direklere strech ile bağlamak vb. gibi uygulamalar, Batı için “insan hakları” uygulamaları olarak alkışlanmıştır.
Rusya’nın başlattığı özel askerî operasyon ile bu uygulamalar durmamıştır. Tersine, tüm NATO, ABD bayrağı altında yeniden birleşen Batı, Ukrayna’yı tam bir savaş meydanı, sahası hâline getirmiştir. Bu yolla, Rusya’yı çökertmek, Rusya ve Çin’i sömürgeleştirmek hedeflerini açıktan ilan etmişlerdir.
2008’de patlayan uluslararası ekonomik kriz, emperyalist Batı’nın kendi arasında öne çıkan yeniden paylaşım savaşımı ile birleşmiştir. ABD, kaybetmekte olduğu hegemonyasını sürdürmek için, dünyanın her alanını savaşa boğmak istemektedir. Ukrayna savaşı ile, Batılı rakiplerini yeniden kontrole aldılar ve ardından, Rusya ve Çin’e karşı sınır tanımaz bir saldırganlık ortaya koydular.
ABD, bir yandan, AB’yi kendi kontrolüne almakta başarılı olurken, diğer yandan Rusya’ya boyun eğdirmeyi, Çin’i durdurmayı başaramadı. Bu durum, savaşı daha da artıracak politikalara sarılmaları ile sonuçlandı. Ortadoğu’da İsrail eli ile, Filistin halkına karşı soykırım uygulamalarını devreye soktular. Suriye’den sonra İran’a saldırmayı hedefliyorlardı. Ama Suriye’de amaçlarına ulaşamadılar ve bu kez, İran’a saldırı için yeni planlar yapmaya başladılar. İsrail’in Filistin soykırımı, tam da bunun içindir.
Ne garip, Hitler tarafından soykırıma uğrayan Yahudi halkı adına bir devlet olarak ABD ve İngiltere tarafından örgütlenen İsrail, şimdi daha vahşi bir soykırımı devreye sokmuştur.
SSCB’nin dağılmasından bu yana, dünya emperyalist güçlerinin, ABD, NATO ve Batı’nın ortaya koyduğu uygulamalar, Hitler eli ile ortaya konan vahşeti kat be kat aşmıştır.
Nazi subaylarının, mesela rüşvet yemekte maharetli olmadıkları biliniyor. Yani, bir durma noktaları vardı. Oysa bugün, IŞİD; ABD güçleri, İsrail, İngiltere, Fransa vb. tarafından ortaya konan uygulamalar çok daha sınır tanımazdır. Ölüm, işkence, katliam politikaları dünyanın her yerinde sınır tanımaz bir biçimde sahneye konmaktadır.
Ukrayna’nın başına, bir narko-soytarı oturtulmuştur. Kendisine tiyatrocu deniliyordu. Ama anlaşılan, soytarı imiş. Ve bu soytarılık, biraz narkotik maddelerle birleştirilerek, tuhaf bir karakter yaratılmıştır. Ukrayna tarihi, soytarının böylesini görmemiştir.
Hangi vahşeti ele alırsak alalım, hiçbir insanî değer taşımaksızın sahneye konduğunu, emperyalist egemenlik adına hiçbir kural tanımadıklarını görmek mümkündür.
Tüm maskeler indirilmiştir. Arjantin’deki yeni komedyeni ele alın. Hiçbir değer taşımadığını anlamak mümkündür. Arjantin bu kadar değersizini görmemiştir.
Ve bu durum sadece adı geçen ülkeler için geçerli değildir. Bizde Saray Rejimi ve onun başında bulunan Erdoğan ne ise, Macron, Üçüncü Napolyon olma hevesinde aynıdır. Bizdeki Abdülhamid olmak istiyor, diğeri Napolyon. Bizdeki bazan halife olmak istiyor, bazan peygamber olma hevesi ile öne çıkıyor. Ama efendileri ABD yetkilileri karşısında tam bir kul-köle hâlindedir.
Moskova’da sahneye konan katliam, 143 kişinin öldürülmesi, sıradan bir olay değildir. IŞİD ile ilişkilendirilse de, öyle olmadığı anlaşılıyor. IŞİD, her durumda kendini feda edecek kişiler bulmakta hâlâ zorlanmamaktadır. Oysa Moskova’daki saldırganlar kaçmaya çalışmıştır.
ABD, büyük bir hızla, belki dakikalar içinde olayın Ukrayna, İngiltere ve ABD ile ilişkili olmadığını duyurmuştur. Bu telâş, aslında saldırganların yakalanması ile başlamıştır.
Elbette olayın planlayıcıları, destekçileri vb. ortaya çıkacaktır. Ama bizim konumuz bu değil. Bizim konumuz, Ukrayna savaşının aldığı biçim ve bunun sonuçlarıdır. Ukrayna savaşı, artık Rusya’nın “özel askerî operasyonu” olmaktan çıkmış, Rusya’nın kendi açıklamalarına göre de savaş olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Bu değerlendirmeyi takip eden günler içinde Moskova’da bu saldırı ortaya konmuştur. Fransız yetkililerin, “Moskova’da halk rahat yaşıyor, savaşı hissetmiyor” tarzındaki değerlendirmelerinin hemen ardından gündeme geliyor.
Demek ki artık savaş, bilinen cephe savaşları biçiminde sürmeyecektir.
Uzun süredir, ABD ve NATO güçleri savaşı kundaklarken, kendileri her zaman arkada kalmayı başarıyor, bunu seçiyor. Savaş, farklı halklar arasında bir savaş olarak ortaya çıkıyor ve ABD, açıktan savaşın içinde olsa da, kendi güçlerini, askerlerini sahaya sürmüyor. Böylece ilan edilmemiş bir dünya savaşı ortaya konuyor.
Moskova saldırısı ile birlikte, ABD, Ukrayna’da ortaya çıkan savaşı kaybetme hâlini kabul etmiş de oluyor. Ama bu durum durması, savaş ve gerilimi azaltması anlamına gelmiyor. ABD, NATO hiçbir kural vb. gözetmeksizin saldırmakta kararlılığını ortaya koyuyor.
Ne Rusya ve ne de Çin, aynı yöntemlerle savaşı yürütmekten yana değildir. Yani, Moskova saldırısına karşılık olarak, ABD’de ya da İngiltere’de benzer bir saldırı planlamaları, ne amaçlarına uygundur, ne de istedikleri bir şeydir. Bu durum, ABD ve Batı’nın benzer katliamları devreye sokacağının da kanıtıdır. Yani, bunu yaparak bir sonuç elde etsinler etmesinler, savaşı bu yolla sürdürmekten geri durmayacaklardır. Bunun açık olduğu kanısındayım.
Öte yandan, Rusya ve Çin, ABD ve Batı’nın bu savaşına karşı, kendilerinin bugün bağımsız birer güç olmalarını borçlu oldukları eski sosyalist geçmişlerinin ideolojilerine de sahip değildirler. Yani, bu emperyalist yağmaya, bu sonu gelmez saldırılara, bu kuralsız vahşete karşı bir ideolojik cepheleri yoktur.
Sadece daha iyi anlaşılması için şöyle diyebiliriz: Eski SSCB var olmuş olsa idi, bu saldırganlık, dünyanın birçok ülkesinde zincirleme eylemlere neden olurdu. Buradan, eski SSCB’nin ya da Çin’in sosyalist sistemlerinin sorunsuz olduğu sonucu çıkmasın. Bu konudaki değerlendirmemiz biliniyor. SSCB, öncelikle içeriden tıkanmıştır, çöküşün kaynağı sadece emperyalist saldırganlık değildir. Statükocu bir anlayış, SSCB’nin devrim ve sosyalizm hedefi konusunda muğlak tutumu ile örtüşmüştür. Bu nedenle, SSCB’nin sosyalizm deneyiminin sorunsuz olduğunu söylemiyoruz. Tüm eksiklerine rağmen, SSCB ve dünyanın herhangi bir yerindeki sosyalizm deneyimini kendi tarihimiz olarak görürüz. Yenilginin, çözülüşün nedenlerine bu nedenle daha farklı yaklaşırız.
Ama vurgulamak istediğimiz şey, ABD ve Batı’nın bu savaşına karşı, Rusya ve Çin’in sosyalist bir ideolojiye sahip olmadıklarıdır. Bu elbette güçsüzlük demektir. Rusya ve Çin, Batı’nın bu saldırganlığı karşısında, terk ettikleri sosyalist geçmişlerine daha dazla dönmek zorunda kalacaklardır.
Bugün ise, emperyalist Batı’nın saldırganlığına, sürmekte olan savaşa karşı bir sosyalist ideoloji ile karşı durulmamaktadır. Bunun yol açtığı duruma dikkat çekmek niyetindeyiz.
Bu nedenle, tüm Batı’da anti-emperyalist kamuoyu, savaş karşıtı cephe, son derece zayıftır. Avrupa’yı son dönemde birbirine katan çiftçi eylemleri, son derece gelişmiş bir pratik ortaya koymalarına rağmen, anti-kapitalist bir nitelikte değildir, ondan da uzaktır.
Dünya işçi sınıfı, kitlesel gücüne rağmen, büyük gövdesi ile dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, devrimci önderlikten yoksundur. Bu durum, tüm kapitalist dünyada kitlesel ve anti-kapitalist temelde bir örgütlenmenin gelişiminin eksikliğini açıklamaktadır. Mesele, dünya işçi sınıfının devrimci sosyalizm temelinde, yeni bir sosyalist devrimler çağını başlatacak biçimde öznel örgütlenmesinin eksikliğindedir.
Çürüme, vahşet biçimleri, her seferinde daha aşırı hâller almaktadır. Çürüme, sistemin her yanını sarmıştır. Yakın bir dönemde, uluslararası tekeller, egemenlikleri için, “demokrasi” maskesini parçalayacaktır. Buna başlamışlardır bile. Ama bu çürüme ancak devrimci bir kalkışma ile, işçi sınıfının devrimci ideoloji ile silahlanması ile kapitalist sistemin yıkılmasına dönüştürülebilir. Yoksa, her geçen gün, Nazi uygulamalarının çok daha kötülerini Neonazilere yaslanan uluslararası tekellerin eylemlerinde daha fazla göreceğiz.
Dünya, bir yandan ilan edilmemiş bir üçüncü dünya savaşının daha yeni uygulamaları ile açık savaşa doğru gitmektedir. Ama aynı zamanda, diğer yandan dünyanın her yerinde bir sosyalist devrim, kapitalist sisteme mahkûm değiliz düşüncesi temelinde mayalanmaktadır. Savaş ve devrim, iki karşıt sınıfın iki farklı ihtiyacı olarak daha da fazla öne çıkacaktır.
Ve devrim cephesini örgütlemek, dünya devrimci hareketinin, dünya devrimci işçilerinin acil, en başta gelen görevidir. Bunun dışında bir barış yolu yoktur.