Emperyalist paylaşım savaşı: Avrupa savaşı çok sevdi

Yakın zamanda bir arkadaşım, aslında Avrupa’nın, coğrafî ya da aynı anlama gelmek üzere fizikî coğrafya anlamında bir “kıta” olmadığını söylediğinde, duraksadığımı hatırlıyorum. Doğrusu böylesi bir tartışmadan haberdar da değildim. “Kıta”, aslında sularla çevrili büyük kara parçası olması anlamında, Avrupa, Asya’nın uzantısı olarak görünüyor. Sonra, “Avrupa” isminin “Evropa” veya başka yazılışları ile, Anadolu coğrafyasından geldiğinin bilindiğini de buna eklemek gerek diye düşündüm. Zeugma müzesine gidenler, en azından Evropa’nın, Zeus tarafından kaçırılışının sahnesini görmüşlerdir. Troya savaşını okuyanlar, Europa’nın bu savaştaki yerini hatırlarlar. Bu sahnelere bakılırsa, Avrupa ismi, bizim üzerinde yaşadığımız coğrafyadan çalınmıştır. Yani, dünyanın merkezi gibi duran Avrupa’nın, daha çok siyasal bir kavram ya da siyasal-kültürel bir kavram olduğu anlaşılıyor.

Doğrusu, Avrupa’nın bir anlamda sınırları olmadığını hep birlikte biliriz. Mesela gerek görürler, Gürcistan ya da Ermenistan, “Doğu”nun parçası olmaktan çıkar ve Avrupa’nın parçası olarak sunulur. Öyle sunarlar, çünkü emperyalist yayılmacılık ve sömürgecilik, binlerce yıldır Avrupa’nın, “beyaz adam”ın işidir. Dünyanın kalanını sömürge hâline getirirseniz, elbette dünyanın merkezini de kendinize göre tarif edersiniz. Siz merkez olursanız, sizin doğunuz doğu, sizin batınız da batı adını alır. Ve biz Anadolu’dan Hindistan’a, Çin’e kadar, kendimizi “Doğu” olarak adlandırmaya alışmış oluruz. Hattâ bu kavramlar zamanla öyle bir içerik kazanırlar ki, “Doğu” kötü olanı, “Batı” ise iyi olanı anlatır hâle gelir.

Bunları bilerek, aslında doğu ve batı kavramlarını kullanmakta bir sakınca da olmaz. Ama kavramların, isimlerin bir tarihi olduğunu, bu tarihin de egemenler tarafından yazıldığını unutmamak gerekiyor.

Bugün, Avrupa, adına Üçüncü Dünya Savaşı denilecek olan bu savaş önlenemezse, üçüncü büyük paylaşım savaşımının da merkezi olmaya adaydır. Ve doğrusu, bu durumu bizzat kendileri yaratmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, her ikisi de Avrupa merkezlidir. Öyledir, çünkü her ikisi de paylaşım savaşımıdır. Emperyalist ülkeler, dünyayı sömürgeleştirme sürecini tamamladıktan sonra, o sömürgeleri birbirinin elinden almak için, yeniden savaşa girişmişlerdir. Dünya tarihi içinde “dünya savaşı” adını alan iki savaşın ikisi de, kapitalizmin tekelci aşamasına, yani kapitalizmin emperyalist aşamasına denk gelmiştir. Bu elbette rastlantı değildir.

Süreç, SSCB’nin çözülmesinden önce başlamıştır. Birçok Marksist iktisatçı, en başta Sweezy ve Baran (her ikisi de Amerikalıdır), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra her yönü ile netleşen ABD hegemonyasının çözülmekte olduğunu, ekonomik göstergeleri ile, 1970’lere gelindiğinde dile getirmişlerdir. 1970’lerin başındaki “petrol krizi” aslında kapitalist sistemin büyük krizlerinden biri idi ve doğrusu ABD hegemonyasının sarsılmasını ifade ediyordu. Sadece SSCB değil, diğer emperyalist güçler de, örneğin Fransa ve Almanya, ABD’nin karşılıksız para basma yolu ile, kurulmuş olan sistemin sonunun geldiğini ifade etmekteydiler. Ne ki, SSCB’nin, dünya sosyalist sisteminin varlığı, anti-komünist cephede birleşmiş olan emperyalist Batı’nın kendi içindeki bu savaşı geri planda bırakıyordu. SSCB çözüldükten sonra, 1990’lardan başlayarak, bu paylaşım savaşı öne çıkmaya başladı. Başlıca beş emperyalist güç, ABD, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere, kendi aralarında dünyanın yeniden paylaşılması için açıkça harekete geçmişlerdir. ABD, sistemin başı olarak ya da hegemon gücü olarak, bu süreci daha açık bir savaşa doğru ilerletiyordu. Bu nedenle, “Amerika’nın bir dış politikaya ihtiyacı var mı” sorusu soruluyor ve “dünya imparatorluğu”, “üçüncü Roma” vurguları öne çıkartılıyordu. ABD, dünyanın hâkimi benim, diyordu ve bunu askerî gücü ile rakiplerine kabul ettirmeye çalışıyordu.

Bu süreçte biz, ABD’nin Afganistan, Irak gibi işgal savaşlarını gördük. Ardından Libya işgali devreye sokuldu ve nihayetinde iş Suriye’ye kadar uzadı.

Ama aynı süre içinde 2008 krizi ortaya çıktı. Böylece, paylaşım savaşımı ve kriz birleşti. Bu durum paylaşım savaşımını daha da kızıştırdı.

Yine 2003’ten başlayarak, Çin’in, Batı’nın fabrikası olma rolünden çıkarak ya da onu sürdürürken, aynı zamanda kendi markaları ile dünya pazarına güçlü bir şekilde girişini yaşamaya başladık. Çin’in pazara kendi markaları ile girişi, elbette Batı’nın emperyalist güçlerini, uluslararası tekelleri daha da sıkıştırdı. Suriye savaşı öncesinde Batı’nın önemli tartışma konularından biri, çoktan Çin’in durdurulması şeklindeydi. Bu yetmezmiş gibi, Rusya, Suriye sahasında devreye girdi. Ve böylece, ABD hegemonyası konusundaki tartışmalar daha da alevlendi. ABD, Batı’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana alışılmış olduğu gibi kendi kontrolünde kalmasını sağlamak için, kendi elleri ile büyüttüğü, El Kaide gibi örgütleri daha da geliştirerek, bir “İslamî terör” yaratarak, devreye girdi. Ancak bu “yeni düşman” yeterince ikna edici olmadı. Birleştirici gücü eksik kaldı. Birinci Trump döneminde ABD, Rusya ve Çin’i düşman ilan etti.

Aslında savaşın bu aşamasında ABD, Batı’nın kendi hegemonyası altında kalması için, onlara bir plan da sunmuş oldu: Rusya ve Çin’in sömürgeleştirilmesi. Eğer bu iki güç, tüm Batı emperyalistleri tarafından yenilirse, hem kriz çözülecek, sistem rahata erecek, hem de açılan yeni pazarların paylaşımı daha kolay gerçekleşecekti. Ne de olsa büyük askerî gücü nedeniyle ABD, bu paylaşımda aslan payını almış olacaktı.

Ukrayna’da 2014’ten başlayarak geliştirilen savaş bu amaç için kotarılmaktaydı. Bu savaşta ABD kadar İngiltere, AB ülkeleri, Almanya ve Fransa bir gelecek görmüşlerdi. Böylece savaş, yeniden Avrupa’ya taşınmış oldu.

Rusya ile NATO’nun Ukrayna sahasındaki savaşı, üçüncü yılına girerken, ABD-İngiltere-Fransa ve Almanya başta olmak üzere NATO cephesinin yenilgisi görünür hâl aldı.

Trump’ın bir çeşit ABD egemenlerinin zorunlu koalisyonu olması bu demektir. Trump iktidarı, aslında yenilgiyi açıktan kabul etmeden, yenilginin tüm maliyetlerini ABD adına üstlenmeden, işin içinden sıyrılma girişimidir.

Bugün, sanki bir “barış” havası esmektedir. Bu yanıltıcıdır. Zira emperyalist cephenin savaşsız bir paylaşımı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu hâli ile savaş, geçici bir istek değildir, bazılarının sandığı gibi bir çeşit histeri ya da bazı yöneticilerin kötü emellerinin ürünü değildir. Tersine kapitalist-emperyalist sistemin zorunlu gördüğü bir durumdur. Savaşın bitmesi de, bu aynı nedenle, kapitalist sistemden sosyalist devrim ile ülkelerin kopması ile gerçekleşecektir.

Trump, tüccar başkan kişiliği ile, birçok açıklamaya imza atmaktadır. Bu “alışılmış” olmayan açıklamalar, aslında yenilgiyi gölgede bırakma anlamında iş görmektedir ve bu arada ABD yeni duruma uygun bir yapılanma, güçlerini buna göre konumlandırma için bir olanak elde etme amacındadır.

Musk’ın ilgiye değer açıklamalarından biri, ABD ekonomisinin acilen 40 trilyon dolar bulması gerektiği şeklindedir. Trump bunun için altın kart promosyonuna başlamıştır. Beş milyon dolar verene vatandaşlık, göçmenleri geri gönderme politikası ile aynı anda devreye sokulmaktadır. Trump’ın Gazze’yi kendisine istemesi de ilgiye değer bir açıklamadır.

USAID’in lağvedilmesi de ilgiye değerdir. Dedeağaç’taki ABD üssünün kapatılması kararı da. Aynı şekilde BM’de, ABD’nin Rusya’yı suçlu göstermeyen karar tasarısı da bu ilgi çekici hamleler arasında sayılmalıdır. Tüm bu açıklamalar, bir yandan Rusya’nın, Ukrayna savaşının nedenlerinin ortadan kaldırılmasına dayalı bir barış istemesi konusunda ABD’nin ciddi olduğunu gösterme çabasıdır, diğer yandan ise, yenilgiyi örtme çabalarının içindedir.

Trump “barış”a doğru adımlar atarken, Ukrayna’ya yardım bitti derken, aynı anda Avrupa’nın bazı yükleri almasını istemektedir. Şimdi, Avrupa’nın büyükleri, Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya’yı da ekleyelim, birlikte, Ukrayna savaşının devamını sağlamak üzere harekete geçmişlerdir. Avrupa, şu anda savaşı isteyen bir tutum almaktadır. Fransa ve İngiltere, Macron ve Starmer, birlikte aynı üslup ile Trump ile konuşma kararı almışlardır. Macron, Rothschild bankeridir ve Trump ile kısa görüşmesinden çıkarken, ağız değiştirmiş ve “Rus varlıklarının dondurulmasını uluslararası hukuka aykırı” bulduğunu ilan etmiştir. Müthiş bir ikiyüzlülüktür ve ancak bir banker-başkan tarafından yapılabilirdir. Yakışmıştır. Gören de der ki, Fransa bu Rus varlıklarını dondurmamıştır ya da buna karşı çıkmıştır. Starmer ise, Trump’un sorusu karşısında dilini yutmuş gibi susmuştur. Trump, kendisine, “Rusya’ya karşı tek başınıza savaşabilecek misiniz” diye sormaktadır. Soru, iki cephelidir. Birincisi, siz bu savaşı ABD olmadan yürütürseniz, biz de Çin’e karşı savaşırız demek istenmektedir. İkincisi, durumun ciddiyetini anlayın ve bu savaşın böyle süremeyeceğini kabul edin, demektir. ABD, savaşın yükünün kendine yıkıldığını söylemektedir. Büyük ölçüde doğrudur. Ama bu, Avrupa’nın mesela İngiltere, Fransa ve Almanya’nın savaş için boş durdukları anlamına gelmemektedir.

Şimdi, Avrupa, hep birlikte, (a) bir Avrupa ortak ordusu oluşturulmasını tartışmaktadır, (b) Ukrayna’ya, Avrupa barış gücü gönderilmesini tartışmaktadır. Aynı anda ise, Trump, NATO’dan çıkmayı ve BM’den ayrılmayı tartışmaktadır. Tüm bunlar, elbette savaşın daha da derinleşeceğini göstermektedir. Avrupa’nın büyükleri, savaşın maliyetlerine katlanmak istememektedir. Yenilginin kendi paylarına düşen bölümünü üstlenmek istemedikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle savaş konusunda daha da ısrarcıdırlar.

Nihayetinde Zelenski devreye sokulmuştur. Zelenski, Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesine tişört ile gitmiştir. “Ben savaşçıyım,” demektedir. Çok değil, 6 ay önce, “biz burada ABD adına savaşıyoruz,” diyordu ve ABD cephesinden pek çok yetkili, “bizim adımıza Rus öldürdüğünüz için teşekkür ederiz,” diye kendisini bir fino köpeği gibi okşamaktaydı. Fino köpeği, elbette Beyaz Saray’a, tişörtle gidecekti. Ve anlaşılan küfüre varan ifadeler karşılıklı ağızlardan çıkmış ve Beyaz Saray’dan kovulmuştur. Ukrayna’nın Neonazi rejiminin temsilcisi, Avrupa’nın istediği gibi Trump karşısında savaş yanlısı olarak çıkmış ve sonunda değerli toprak elementleri konusunda anlaşma yapmaktan da en azından birkaç günlük vazgeçmiştir. İngiltere ve Fransa bu değerli toprak elementlerinden nasıl bir pay istemişlerdir bilmiyoruz ama en azından şimdilik, elleri boş dönmüşlerdir.

Savaşa, Rusya-Ukrayna savaşı diyenler, şimdi, bize nasıl oluyor da barış görüşmelerinin Rusya ve ABD arasında yapılmakta olduğunu açıklamaktan uzak konumdadırlar. Trump, Avrupa’nın barış masasında yer almasını istemezken, Rusya, elbette savaşın taraflarının eninde sonunda bu masaya oturması gerektiğini söylemektedir.

Tablo şöyledir.

1

ABD, yenilgiyi kabul etmekte, ama yenilgiyi en hafif atlatacağı önlemleri almak için uğraşmaktadır. Yeni Trump yönetimi, ilgi çekici açıklamaları ile bu konuda en azından ABD iç kamuoyunda bir işlev görmektedir.

2

ABD ve diğer emperyalist güçler, Çin ve Rusya’yı sömürge hâline getirme savaşından vazgeçmiş değildirler. ABD, Avrupa’nın daha aktif bir rol alması ve Rusya’ya karşı savaşı devralmasını istemektedir. Elbette bunun için, kendi silahlarını daha fazla satın almalarını istemektedir. Bu amaçla NATO üyelerinin askerî harcamalarını artırmalarını istemektedir. Almanya Genelkurmay Başkanı, sanki bir siyasi iradeleri varmış gibi, savaşın en geç 2029’da patlayacağını ilan etmektedir. Bu senaryoda, Çin’e karşı savaş, ABD’nin işi olarak öne çıkmaktadır. Böylece, Rusya’yı daha fazla barış alanına çekerek, Çin’i şeytanlaştırma politikalarını daha fazla göreceğimizi söylemek mümkündür.

Avrupa savaşı çok sevmiştir. Bundan önceki iki dünya savaşı Avrupa’da odaklanmıştır. Şimdi Ukrayna savaşı ile Avrupa bu savaşı yeniden sahasına kabul etmiş durumdadır. Bu aslında, Ukrayna savaşının başından beri vurguladığımız, ABD’nin başarılarından biridir.

3

ABD, İran’a dönük savaş planlarını hızlandıracaktır. İran, Çin’e ciddi ölçüde petrol satmaktadır ve bu kanalı kesmek istedikleri açıktır. İran’ın iç sorunları da oldukça kabarıktır. Gel ki, bugün, tüm dünyada kapitalist devletlerin iç sorunları kabarık olacaktır. Çünkü her savaş bir iç savaştır. Ve işçi sınıfı ve emekçiler, bu politikalardan paylarına düşen açlık, işsizlik ve yoksulluk ve ölüm nedeniyle daha fazla sahneye çıkacaktır. Bu aynı durumu, emperyalist merkezlerde de göreceğimiz kesindir. İran’a karşı savaş, Ortadoğu politikasının, ABD adına en önemli hedefi hâline gelmiştir. Suriye’nin düşmesi, bunu kolaylaştırıcı olarak görünmektedir. Görünen doğru olmayabilir, bunu biliyoruz ama görünen budur. Bu savaşın, yani İran’a karşı savaşın ABD adına iki tetikçisi, İsrail ve Türkiye’dir. ABD ve NATO’nun Kürt meselesi konusundaki yaklaşımları, Kürtleri de İran’a karşı savaşa hazırlamak içindir. Kürt hareketinde devrimci çizgi yerine, Barzani çizgisinin (bu Barzani çizgisi her parçada çeşitli farklılıklar göstermektedir) egemen kılınmasını istedikleri açıktır. Yanlış anlaşılmasın, Kürt hareketinin kazanımlarını bu çerçeve içinde ele almıyoruz. Onların her kazanımı, bizim de kazanımımızdır. Ama ABD’nin politikaları da açık ve nettir. Kürt devrimcilerinin bunu gördüğü konusunda da şüphemiz yoktur.

İran’a karşı savaş hazırlıklarına dönersek, önümüzdeki dönem, bu konuda epeyce adımlar atılacağı, TRT Genel Müdürü’nün açıklamalarına bile yansımaktadır. TRT Genel Müdürü, önümüzdeki dönem izleyeceğimiz yayın politikası İran’ı üzecektir demekten geri durmamıştır.

Böylece ABD’nin İran ve Çin’e karşı savaş konusunu öne çıkartacağı sonucuna ulaşmış oluruz ki bu durum, savaşın duracağı, barışın geleceği gibi hayallerin doğru olmadığı, boş hayaller olduğu anlamına gelir.

4

ABD ve diğer emperyalist güçler arasındaki çelişkiler, bir kere daha öne çıkacaktır. Ukrayna savaşı ile, arka plana itilen emperyalist güçler arasındaki savaş, yeniden öne çıkacaktır. Bu da savaşın gerçek karakterini bir kere daha öne çıkartacaktır. Bu savaş sadece bir ticaret savaşı olarak kalmaktan uzaktır. Bu nokta çoktan geçilmiştir. Bu nedenle diğer emperyalist güçler savaş yanlısı tutumlarını daha açık ortaya koymaktadırlar. Ukrayna’ya barış gücü gönderme istekleri bunun ifadesidir. Fransa’nın Almanya’ya nükleer kapasiteli savaş uçakları konumlandırma önerisi tam da bu anlama gelmektedir. Fransa başkanı Macron, Afrika’da kaybettiği sömürgeleri ya da sömürgeler kaybetme eğilimini, Rusya’ya bağlamaktadır. Avrupa’nın emperyalist güçlerinin, daha atak bir tutum alacakları açığa çıkmaktadır. Bu tutumları sadece Avrupa ile sınırlı olmayacaktır. Dünyanın birçok yerine müdahale etmeye girişecekleri ya da daha doğru ifade ile ABD şemsiyesi olmadan bu müdahalelerini daha da geliştirecekleri bir sır olmamalıdır. Zaten bunu yüzlerce yıldır yapmaktadırlar ve şimdi gelişmelere seyirci kalacaklarını düşünmek saçmadır.

5

Barış, ancak dünya işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkması ile gerçekleşecek bir durumdur. Dünya proletaryası, her coğrafyadan savaşımını yükseltmek zorundadır. Barış, ancak kapitalist zincirin, kapitalist sistemin parçalanması ile gerçekleşecektir. Bunun nesnel olanakları da gelişmiştir, gelişmektedir.

Bu bizim bölgemiz için de geçerlidir. İşçi sınıfının gelişmişliği açısından bölgenin önemli ülkelerinde gelişecek bir devrim, tüm bölgeye yayılacak, tüm bölgede sosyalizmin bayrağını yükseltecektir. Bugün, bir ülkedeki devrimci hareketin zayıflığı ya da güçsüzlüğü geçicidir. Bölgemizdeki her devrimci hareket, sosyalist devrim için mücadeleyi, ne denli küçük bir güç olursa olsun, büyük bir inançla, büyük bir kararlılıkla sürdürmek zorundadır.

Dünya hızlı gelişmelere gebedir. Önümüzdeki dönemde, ister yıkıcılık açısından olsun, isterse sosyalist bir gelişme ve olumlu açıdan olsun, daha önceden görülmemiş, eşine az rastlanır gelişmeler ortaya çıkacaktır. Devrimci hareketlerin, bunu gözeterek mücadele etmesi, buna göre konum alması, güçlerini buna uygun konumlandırması gereklidir. Olumsuz gibi görünen, gerçekten de olumsuz olan hiçbir gelişme, devrimci mücadele azmini geri çekmemelidir. Evet, dünya devrimci hareketi, bölgemiz devrimci hareketi dağınıktır, yeterli güce sahip değildir. Tekrar etme pahasına bu durum, bugüne aittir, geleceğe ait değildir. Bunu değiştirmek, işçi sınıfının öncülerinin ellerindedir. Gözümüzü sadece büyük güçlerin savaş oyunlarına, emperyalist güçlerin savaş politikalarına dikerek, sadece buraya odaklanarak ilerlemek mümkün değildir. Bu tutum, biz devrimcileri seyirci konumuna kilitler. Gözümüzü, küçük ya da büyük, gelişen direnişlere dikmemiz gerekli ve zorunludur. İşçi sınıfı, insanlığın geleceğini yeniden kurmak, yeni bir dünya kurmak için örgütlenmelidir. Bunun olanakları vardır. Bu tarihsel bir fırsattır ve bu tarihsel fırsat, her geçen gün, doğru bir mücadele ile olanak hâline gelecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz