İnsan vücudu tükettiği besinler üzernden enerji ihtiyacını karşılayabiliyorken, insanların yarattığı birçok şey (makinalar vs.) daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. İşte bu enerjiyi ise doğanın, evrenin bize sunduğu avantajları, enerjileri birbirine dönüştürerek sağlayabiliyoruz.
Fakat kapitalist sistemde, doğadaki ve insan bedeninde üretilen bu enerjilerin nasıl ve nereye harcanacağının kararını -diğer bütün konularda olduğu gibi- sayıları bini geçmeyen büyük şirketler ve onların sahip olduğu birkaç devlet veriyor
Sunacağım verilerin detayına internet üzerinden rahatça ulaşabilirsiniz. Ama burada asıl üzerinde duracağım kısım, meselenin ideolojik yanı. Bu çerçevede enerjinin kullanımı konusunda bir kapitalizm eleştrisi yapacağım, daha sonra ise komünist ideoloji ile enerji, sosyalist bir toplumda nasıl kullanılabilir, kullanılmıştır ve bunun toplumsal etkilerini inceleyeceğim.
Şimdi ilk konumuz olan, kapitalizmin enerji meselesine yaklaşımına bakalım.
1- Kapitalizm ve enerji
Klasik olanla başlayalım: Kapitalizmin iki mutlak yasasından biri artı-değer üretimi, diğeri ise rekabettir. Yani yukarıda bahsettiğimiz büyük şirketler, insanın doğasından gelen bir özellikten dolayı değil, kapitalizmin genel yasalarından dolayı sürekli birbirleriyle rekabet etmek zorundadırlar, aksi hâlde diğerleri tarafından piyasadan silinecektirler.
Enerji sektörü ise en çok gelir getiren alanların başındadır. Fortune dergisinin her yıl yayımladığı dünyanın en zengin 500 şirket listesinde ilk 10’a baktığımızda, bunların 6 tanesinin enerji şirketi olduğunu görebilmekteyiz[1]
Bunlar sadece enerjinin çıkarılması ve dağıtılması ile ilgili şirketler. En zenginler listesine baktığımız yüksek sıralarda gözüken otomotiv, inşaat, sağlık, askeri, medya, banka gibi sektörler ise bu enerjinin harcanması konusunda devreye giren alanlar. Yani neredeyse bütün şirketler, dünyanın doğal enerji kaynaklarının ne kadar ve nasıl kullanılacağı konusunda az çok söz sahibi olmuş oluyor.
Bu enerjinin nasıl kullanıldığına girmeden, şu çelişkiyi önceden söylememiz gerekiyor diye düşünüyorum: “Mars’a seyehatin olanakları konuşulurken, elektriği olmayan, temiz suya ulaşılamayan bölgeler var dünyada. Artık terabaytların bile küçük sayıldığı, saniyede bilmem kaç milyar işlem yapabilen kuantum bilgisayarlardan bahsedilirken, soğuktan donan insanlar var büyük şehirlerde. Zayıflamak için türlü türlü hapların kullanıldığı, en küçük bir hastalıkta sayısız ilacın, vitaminin tüketildiği bir dünyada açlık sınırının altında yaşayan 3 milyar insan ve önlenebilir hastalıklardan ölen milyonlar var.”[2]
Şimdi böyle bir dünyada, bu sektörlerden birkaçını seçip, bu enerjinin nasıl kullanıldığına dair örnekler verelim.
Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in açıklamasına göre, “Otomotiv sanayisinde toplam üretim geçen yıl 2014’e kıyasla yüzde 16 artarak 1 milyon 359 bine ulaştı… Böylece otomotiv sanayisinde 2015 yılında üretim rekoru kırıldı.” Bu verileri sunan, Koç Holding’in uzun süredir yöneticiliğini yapan kişi, ulusumuz ne kadar da kalkınıyor şeklinde düşüncelerini ifade ediyordur büyük ihtimal, tabii mesela ülkede ekonomik sıkıntıların halk üzerinde etkisinin biraz daha arttığı 2015 yılında Koç Grubu’nun kârının bir önceki yıla göre yüzde 32 artışla 3.57 milyar liraya ulaştığını gizlemiş oluyordu.
Üretilen araçların bir kısmının yurtdışına gittiğini düşünürsek (ve bazı eski araçların da hurdaya), her halükârda bu rekorun Türkiye trafiğine bir “katkı” yaptığını söylemiş olabiliriz. İstanbul’da yaşayan her çalışan, her işgünü işe giderken ve gelirken bunun ne anlama geldiğini rahatça söyleyebilir fikrindeyim.
Bu meselede bizim makalemizi daha çok ilgilendiren ise enerji tarafı. Genel olarak piyasaları az çok bilen bir kişi bilir ki, metal sanayii pahalı bir sanayidir. Metal madeninin çıkarılmasından arabanın son hâlini almasına kadar yan sanayiler de dahil, toplam araba üretim kapasitesini düşününce, neredeyse dünyada en çok enerji harcanan sektör diyebiliriz. Ve bu araçların hareket etmesi için gerekli petrol enerjisi ve bu petrolü elde etmek için çıkan büyük savaşlarda harcanan enerjiyi de düşününce, uçsuz bucaksız bir enerji sarfiyatını ortaya koyabiliriz düşüncesindeyim.
Buradaki bütün sektörleri düşündüğümüzde, insanların ulaşımını kolaylaştıracak, her yere toplu ulaşımın sağlandığı bir sisteme karşı çıkabilecek güçleri tahmin edebiliriz herhâlde? Ve savaşları düşündüğümüzde, karşı çıkmanın boyutlarını da anlayabiliriz.
İkinci önemli sektör ise inşaat. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin her yerine çılgın gibi inşaat yapılıyor. Genel olarak Türkiye’nin büyük bir kısmının İstanbul’a göç ettirilerek hem yaşam alanlarından uzaklaştırılması, hem de her geçen gün artan göç nedeniyle İstanbul’un yaşanılmaz bir yer hâline gelmesini bir kenara koyup tekrar enerji alanına yoğunlaşabiliriz.
Konut başta olmak üzere, 2015 yılı itibariyle sadece İstanbul’da 114 AVM bulunması, tüm bu şehirleşmenin getirdiği yolları da düşününce ülke tam bir beton yığınına dönüşmekte. İnşaatlar da kullanılan demirin yanında, asıl malzemesi olan çimentonun kullanılır hâle gelmesi için yine çok büyük enerjiler gerekmektedir. Yine burada da “bu kadar konut, AVM ne için gerekli” sorusunu sorduğumuzda, otomobil için ulaştığımız sonuçların benzerine ulaşabiliriz. Daha inşaat sektörünün yoğunluğunu şu anki gibi arttırmadığı 2007 yılı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendi verilerine göre[3], İstanbul’da 308 bin 615 boş ev bulunmaktaydı. Bu sayının bugünlerde sadece İstanbul için 1 milyondan fazla olduğundan bahsedilmektedir.
Bunlara doğayı tahrip etmesine rağmen yapılan, 3. köprü ile otobanlarını, doldurulan denizleri ve bunlara benzer birçok şeyi düşünce, boşa harcanan enerjinin boyutlarını anlayabiliyoruz.
Gözümüzün önünde oluşu ve boyutlarını düşününce bu iki örneği verme gereği duydum, ama kapitalizmin dünyada benzer şekilde harcadığı enerjileri düşünce, “bizim bu kadar enerjiye gerçekten ihtiyacımız var mı” sorularının ortaya çıkıyor olması gerekiyor.
Aslında üretim sektörleri detaylı incelendiğinde, üretilen şeylerin birçoğunun insanlık için gereksiz olduğu anlaşılacaktır. Mesela özel hastanelerin yaptığı testleri ya da üretilen binlerce ilacı düşünün. Medyayı düşünün; basınından televizyonuna, sinemasına; insanları tüketime zorlayan, bilimsel olarak hiçbir şey katmayan ürünlere… Veya savaşlara, birkaç şirket daha fazla kâr etsin diye, hiç kullanılmadan yenileri üretilen silâhları… Birileri yemek bile yiyemezken, dünyada üretilen gıdaların yarısının çöpe atılmasını… Benzer şekilde çoğu israf olan lüks tükettim malzemelerini… Ayrı ayrı bütün ürünlerin paketlenmesini ve sergilenmesini… Elinde birikmiş para var diye, insanları sömürmekten başka işe yaramayan binlerce bankayı ve fınans kuruluşlarını… Ve üretmesi çok basit olduğu hâlde (gıda ürünlerinden tekstile…) “bazı politikalardan dolayı” üretmeyip, dünyanın en uzak köşelerinden getirmek için harcadığımız enerjiyi…
Evet bugünkü koşullarda tüm bu söylenenlere binlerce örnek de verilebilir. Ve bunlarının yapılmasından vazgeçildiğinde de insanların işsiz kalacağı değil, aslında insanların bu teknolojik gelişmişlikte sadece 3-4 saat çalışarak tüm temel ihtiyaçlarına ulaşabileceği anlamı çıkmaktadır.
Tabii bu koşulları şirketler, sermayelerini büyütemeyeceği için kabul etmeyecekler ve sistemin bu şekilde ilerlemesi için medyasından, dininden, askerine, polisine tüm ekonomik, siyasal ve askerî gücünü harcamaktan geri durmayacaklardır.
İşin bir diğer yanı ise, kendi çürümüşlüklerini dünyaya yaymaya devam etmektedirler. Daha fazla petrol için kendi ordularının ötesinde, İslamî çeteler üzerinden hem insanı, hem de insanlığı yok etmektedirler. Veya “bilim” üreten yerler ve medya başta olmak üzere, kapitalizmi kutsal kılmak için tüm insanların akıllarıyla oynamaktadırlar ve toplum insanlıktan çıkarılarak tam bir tüketim “makina”sına çevrilmeye çalışılmaktadır. Bunlarla beraber, doğaya, geri dönüşü olmayan zararlar verilmektedir.
Tüm bu şiddet, isyanları tetiklemektedir.
Peki “ölüm” korkusundan dolayı kapitalizmin tüm kaynaklarıyla karşı propagandasını yaptığı sosyalist bir toplumda enerji meselesi nasıl çözülebilecektir ve üretilen çözümler toplumsal yaşama nasıl etki edecektir?
2- Sosyalizmde enerji ve toplumsal sonuçları
Sosyalizm nedir? Bu kadar karanlığın olduğu bugünlerde, sosyalizmi aydınlık olarak tarif edebiliriz. Gerek 1. ve 2. dünya savaşları sonrasında, gerekse de Sovyetler’in yıkılması sonrasında sosyalizme dair yapılan karalamaların haddi hesabı yok diyebiliriz.
Birçok kişi, gerek Gezi Direnişi süresince, gerekse de son seçimlerden sonra medyanın yalancı yüzünü çok açık bir şekilde görmüş olsa da, maalesef sosyalizme dair kafalarındaki birçok fikrin hâlâ o medyadan geldiğinin farkında değiller.
Hâlâ sosyalizme dair kafalarında soru işareti olan kişilere, Sovyetler’in neden son bulduğuna dair bizim cephemizden yazılmış birçok eleştiri yazısını (ki bunlar, hatalarımızdan ders çıkarmak için yazılan yazılardır] ve sosyalizmi başkalarının ağzından değil de, asıl teorisyenleri olan Marx ve Engels’ten okumalarını tavsiye edebilirim.
Sovyetler’de veya bugünki Küba’da enerji sorununa dair yapılanlar bizim için örnek teşkil etse de, kapitalizmden farklı olarak enerji sorununa yaklaşım konusunda sosyalizmin nasıl bir politika izlemesi gerektiğine dair birkaç noktayı vurgulayalım.
Sosyalizm, komünist bir toplumun alt aşamasıdır. Binlerce yıllık sınıflı toplumun kirlenmişliğini ve sınıf çıkarlarını ortadan kaldırmak için, daha ilk günden itibaren sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya doğru yürüyüştür sosyalizm.
Bu yüzdendir ki burada bahsedeceğimiz bütün öneriler, enerji meselesini salt ekonomik anlamda çözmekle kalamaz, özgür bir dünya isteyen bizler için, bütün adımlarımız aynı zamanda ideolojik olmak zorundadır.
Çöken Sovyetler Birliği, yer yer bu meseleyi bu şekilde işlemiş olsa da, asıl çöküş nedenlerinden biri de emperyalizmin dışardan kuşatmasının ötesinde içerideki ideolojik eksiklikleridir.
Sovyetler’in enerji politikalarına dair yaptığı birçok hamle, hâlen bugünün kapitalistleri tarafından pazara dönüştürülmekte sorun yaşamaktadır. Mesela fabrikaların artık ısılarıyla ısınan evlerin ısıtılması özelleştirilememektedir. Toplu ulaşım kültürü yaygın olan şehirlerde, insanlara araç satmakta zorlanılmakta veya tüketim kültürünün yaygın olmamasından kaynaklı bir eve birden fazla televizyon satabilmek kolay olmamaktadır.
Tüm bu zorluklara rağmen kapitalizmin tüketici etkisini, rakamlar üzerinden Rusya’ya bakarak görebiliriz. 2014’te “Deutsche Bank’ın farklı ülkelerdeki tüketim harcamalarını mercek altına aldığı araştırmasına göre, Rusya’da son 23 yılda halkın tüketim harcamaları dört kattan fazla artış gösterdi… Rusya’da kişi başı düşen tüketim harcaması miktarı da 1990-2013 yılları arasında bin 900 dolardan 7 bin dolara kadar çıktı.[4]” Bu artışa, tüketim kültürünün arttırılmasının dışında, eskiden karne ile dağıtılan gıda ürünleri, süt veya ulaşım gibi birçok temel ihtiyacın özelleştirilmesinin katkısı da vardır.
Kapitalizm tüm meselelerde olduğu gibi, enerji meselesine de kârlılık üzerinden bakmaktadır. Sosyalizm ise, tüm meselelerde yaklaşmak zorunda olduğu gibi, enerji meselesinin de odağına insanı ve benzer bir anlama gelmek üzere doğayı koymak zorundadır.
Mevcut emperyalist ablukalara veya acil ihtiyaçlara karşı geliştirilen taktikler, asla meşrulaştırılmamalıdır. Her zaman komünist ufukla meselelere yaklaşıp, bugünkü toplum çelişkilerini çözecek adımlar atmaldır.
Toplu ulaşım veya toplumun ihtiyacına göre gıda ve diğer tüketim nesnelerini üretmek bile başlı başına boşuna harcanan, çöpe atılan birçok şeyi çözecektir. Benzer şekilde, kapitalizmin yarattığı tüketici insan profili, bir şeyleri almayı yasaklayarak değil, teorik ve ideolojik olarak bitirildiğinde çözüme ulaşacaktır.
Mesela kapitalizmin yarattığı güzellik algısına karşı mücadele etmek; kozmetikten tut, giyim, estetik tıp, lüks tüketim dahil birçok alanda harcanan gereksiz enerjiyi yok edecektir.
Veya bugün binaların ısınmasına dair ayrı ayrı binlerce kombi satmak için insanlar bireysel çözümlere yönlendirilirken, tüm mahalleyi bir yerden ısıtırak 10’larca kat verimli projeler üretilebilir. Fakat yine bugünün enerji tekellerinin gözünden baktığımızda, daha az gaz tüketimi veya cihaz satımı, onların isteyeceği bir iş değildir. Emin olun ki meselelere bu şekilde bakıldığında, en büyük sorunlardan biri olan ısıtma gibi, beslenme gibi birçok sorun daha ilk elden rahatça çözülebilir bir hâl alacaktır.
Tüm bunların yanında, bugünkü insan ilişkileri düşünülerek bakılınca mantıksız gelebilecek birçok değişiklik; hem cihaz üretiminde büyük tasarruflar sağlayabilecekken, hem de kapitalizmin parçaladığı komşuluk ilişkilerini tekrar gün yüzüne çıkarabilecektir.
Örnek vermek gerekirse, evde kullandığınız birçok bireysel alet için şöyle diyebiliriz: Ütüyü, çamaşır makinasını, ocağınızı -ve herkes kendi evi için düşünebilir- birçok cihazı haftada bir kullanmaktadır. Bunların ortak alanda, ortak bir şekilde kullanımı -ki buna yüksek kapasiteli bir buzdolabını da katarak düşünübelirsiniz- tamamen birbiriyle rekabetçi bireyler yaratmaya çalışan, dinsel, ırksal, kültürel birçok konuyu derinleştirerek toplumu bölmeye çalışan bir sistemde zor gibi gözükse de, bunları aşmayı hedefleyen ve adım adım aşacak bir toplumda, bu tür şeylerin toplumsallaştırılması hem komşuluk ilişkilerini -toplumsal ilişkileri demek daha doğru- geliştirecektir, hem de gereksiz yere her eve ayrı ayrı cihazların alınması ihtiyacını ortadan kaldıracaktır.
Rekabetin ideolojik olarak ortadan kaldırılması ve elimizdeki cihazların komşumuza karşı bir statü aracı olarak kullanılmasının aşılması bile her yıl yenilenen birçok cihaz üzerinden büyük tasarruf sağlayacaktır.
Sudan tutun da birçok gıdanın ayrı ayrı paketlenmesi gerekliliği ortadan kaldırılıp, üründen çok paketlenmesine ve saklanmasına harcanan enerji neredeyse yok edilecektir.
Asıl olarak “üretimin toplumsallaştırılması” olan 3. başlığımızın konusuna girecek olsa da yemek yapmanın toplu olarak çözülmesi, enerji alanında büyük faydalar sağlayacaktır. Basit bir şekilde her evde ayrı ayrı yanan ocakların yerine, mahallerde kurulan yemekevlerinde birkaç ocakta pişen yemekler için belki 100’lerce kat daha az enerji harcanacaktır. Bunun yanında, yemek konusunda derinleşmiş kişiler tarafından hazırlanan yemekler sayesinde daha sağlıklı beslenme sağlanacaktır. Bir mahallede ayrı ayrı binlerce kişinin yemek yapması zorunluluğunun önüne geçilecektir, belki her evde ayrı ayrı çöpe giden binlerce yemeğin (mesela ekmeğin, son kullanma tarihi geçen ürünün de dahil) çöpe gitme olasılığı minimuma inecektir.
Toplumsallaşmaya dair verdiğim üstteki örnekler gibi; insan ilişkilerini kapitalizmin dışında komünizm ufkuyla düşünerek, birçok işi toplumsallaştırıp büyük enerji tasarrufları sağlamanın yanında, üretimin ve tüketimin ortaklaşmasıyla toplumsal bir varlık olarak insanın gelişmesi, kapitalizmin bireyciliğinin ötesine geçip özgürleşecektir.
Bütün bu örnekler gerek Sovyetler deneyimi ile, gerekse de tüm kara propagandalara rağmen tıp alanında neredeyse bütün ilaç tekellerinin çöpe gitmesini sağlayan ABD ambargosu altındaki küçük ada Küba’ya bakarak arttırılabilir. Veya farklı alanlarda derinleşmiş ve meselelere bu mantıkla yaklaşan birçok insanın, yanyana gelip kafa yorduğunda neler üretebileceğini bugünden kestirebilmek zordur. Ayrıca ne kadar kapitalizmin karşısında durmaya çalışsak da, dünyanın her yerine sızmış bu sistem, düşünüş tarzımızı da birçok şekilde engellemektedir. Sistemin yıkılmasıyla beraber, birbirini yemekten vazgeçen insanın neler yapabileceğini hayal etmek bile güzel diyebiliriz.
Aslında tüm bu yazılanlarla beraber, zamanla, bugün kullandığımız enerji miktarının çok çok altında bir enerjiyle hayatımızı sürdürebileceğimiz anlamı açıkça çıkmaktadır. Meselelere komünist ideolojiyle bakmak, birçok sorunu zamanla çözecektir. Fakat devrimden sonraki kısa sürede enerji meselesini nasıl çözeceğiz konusu bu makalenin konusu olmasa da kısaca değinmek isterim.
Birinci paylaşım savaşı sonrası, emperyalistlerin büyük destekleriyle beraber Ekim Devrimi’ni boğmak için dört yıl süren bir iç savaş yaşanmıştır ve savaş bizim cephemizden kazanılsa da, zaten yoksullukla boğuşan coğrafya daha da kötü bir pozisyona düşmüştür. Yukarıda da vurguladığım gibi bu durumda, nesnel koşullardan kaynaklı taktiksel olarak yapılan bir manevra, asla meşrulaştırılmamalıdır. Bunun için de komünist akıl sürekli devrime ileriden bakmak zorundadır. Ve yeri geldiği anda taktik olarak atılan hamle geri çekilmelidir.
Yani evet, bugünden bakılınca, devrimden sonra insanların açlıktan veya soğuktan ölmemesi için bazı ülkelerle enerji anlaşmaları yapmak zorunda kalacağız. Bunun için bazı şeylerden ödün vermek zorunda da kalacağız. Ama ekonomik olan bu zoru çözmek için de, anlaşmayı yaptığımız ilk günden itibaren uzun vadeli çözüm planlarını devreye sokmalıyız.
Bir sonraki ve son yazıda ise, sosyalizmde üretimin toplumsallaşmasıyla beraber insanın üretime yabancılaşmasının nasıl kırıldığı ve bunla beraber insan “enerjisi”nin tekrardan niceliksel ve niteliksel olarak nasıl değişeceğini açıklamaya çalışacağım.
devam edecek…
NOTLAR
[1] http://beta.fortune.com/global50Q
[2] Kordemski B. A. Herkese Kafa Lazım 1, Kaldıraç Yayınevi, önsöz
[3] http://www.trthaber.com/haber/ekonoini/otomobil-uretimi-2015te-rekor-kirdi-227836.html
http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/0-lstanbul-Tanitim/konum/Pages/Savilarla Istanbul.aspx
[4] http://turkrus.com/64352-rusvada-kisi-basina-tuketim-harcamasinda-rekor-900-doIardan-7- bin-dolara-xh.aspx
Turgut Kaşıkçı