Esaret zincirlerini kıralım sarayları yıkalım

İşçi sınıfı esirdir. İşçi sınıfı, kendi örgütlerini kaybetmiş, sendikaların başına sendika mafyası yerleşmiştir. Bu artık eskisi gibi “sendikal bürokrasi” değildir. 12 Eylül’den başlayarak oturtulmuş bu sistemde, sendikaların başına, ticaret-parasal işler-devlet memurluğu-mafyatik işler ile bağlantılı “kadrolar” getirilmiştir. Ve bu sendika mafyası, sendikaların başına çöreklenmiştir. Bu nedenle, bir yandan sendikalar “işçi sendikası” olmaktan çıktığı için, ülkedeki işçilerin çok az bir kısmı sendikalıdır, diğer yandan da var olan sendikalar, sadece ve sadece işçileri denetlemek için iş görmektedir. Sendikaların başına çöreklenmiş olanlar, sendika gelirlerini iç etmektedir.

İşçi sınıfı, 12 Eylül hukuku ve düzeni ile hesaplaşmamıştır. Devlet, bu alanda, işçileri denetim altında tutma konusunda, sendika mafyası aracılığı ile ciddi bir güç elde etmiştir. Devletin, sendikaları denetleme gücü, 12 Eylül’den bu yana kırılamamıştır.

Bugün, işçi sınıfının esareti, giderek tüm toplumun esaretine dönüşmektedir. Gezi Direnişi, birçok kesim için bu esareti kırmaya başladığımız an olmuştur. Ama bunun işçi sınıfı içindeki etkileri, sadece bireyler bazında kalmıştır.

Gezi Direnişi’ne ve Kürt devrimine karşı, “rant-yağma-savaş ekonomisine” dayalı Saray Rejimi, tam bir “iç savaş hukuku” ortaya koymaktadır. Bu iç savaş hukuku, işçi ve emekçilere, hakkını arayanlara, kadınlara ve gençlere, susmayanlara karşı artan şiddet ve saldırı, aynı zamanda “rant, yağma ve savaş ekonomisi” alanında ise ölçüsüz bir özgürlük olarak ortaya çıkmaktadır. Bir azınlık, ceplerini, kasalarını doldurmakta, bu konuda sınır tanımamakta, hırsızlık en gözde alan olmakta, diğer yandan ise milyonlarca insan, çoğunluk, açlık, işsizlik vb. ile yaşamaktadır. Pandemi süreci bahane edilerek, işçi ve emekçilerin her eylemine saldırılar düzenleyenler, yasaklar getirenler, kendi işleri için sınırsız alanlar açmaktadırlar.

Saray Rejimi, parlamentonun, seçimlerin vb. bittiğinin açık ilanıdır. Her seçimde, her alanda hile yapmayı ve bunu kural tanımazca, fütursuzca yapmayı sürdürmektedirler.

Saray Rejimi’nin bu durumunu örnek alan herkes, yukarıdan aşağıya doğru kendine saraylar kurmaktadır.

Adalet için “saraylar” vardır. Kocaman adalet sarayları, “adaletsizliği” ile ünlü saraylardır.

Bu saraylar bununla sınırlı değildir. Zenginlerin saray gibi evleri, saray gibi ofisleri ile sınırlı değildir. Devlet çetelerinin sarayları vardır. Devletin kendisi bir organize suç örgütüdür. Ve her kademede, “saray”laşma yaşanmaktadır. Herkes kendi küçük sarayını kurmaktadır.

Sendika mafyası için de bu geçerlidir. Artık eskisi gibi “bir araba + bir ev” yeterli değildir. İşçilerin sırtından, küçük saraylar inşa edilmektedir.

Bu saraylar, elbette ki “saraylaşma” modasına da uygun olarak artmaktadır.

İşte işçi sınıfının esaretinin, artan işsizlik, yoksulluk ve açlığın, diğer ucu bu saraylardır. İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler ne kadar “esaret zincirleri” ile bağlanmış bir yaşam sürerlerse, o kadar cehennemde yaşarlar. Hayat bir cehennem hâline gelmiştir bugün. Ama bu cehennemin üstünde, bu küçük saraylarda ifadesini bulan, bir cennet hayatı sürmekte olan azınlık vardır. Sayıları en geniş olarak ele alınsa bile bin ailedir. Bu azınlık, saraylarda, işçi sınıfının cehenneminin üzerinde yaşamaktadır.

İşçi sınıfının esaretinin ana nedeni, bilinç eksikliğidir.

İşçi sınıfının esaretinin sürmesinin nedeni, örgütlenme eksikliğidir.

Sendikaları, elbette kendi sendikalarımız hâline getirmeliyiz. Bu mücadeleden vazgeçmek olmaz. Ama işçi sınıfı, devrimcileşmek, devrimci örgütlerini oluşturmak zorundadır. Bu konuda cesur olmak zorundadır. İşçiler, içinde bulundukları gerçeği görecek bilince, bunu kabul edecek cesarete sahip olmalıdırlar. Bunu başarırsak, bu koşulları değiştirme iradesini ortaya koyabiliriz.

Zaten bildiğimiz gerçekleri, her gün bir kere daha deneyimlemek niye? “Efendim sendika çalışmasını yürütürken, sendika bizi ihbar etti.” Bunu hep yaşıyoruz. Öyle ise, işi sonuna getirene kadar, gizli örgütlenmeyi başarmalıyız.

En önemlisi, işçi önderleri ve dürüst sendikacılar, bireysel adımlar atmakla sonuç alamayacaklarını görmelidirler. Örgütlü bir çalışma gereklidir ve devrimci örgütlenme bunun için vardır. Biz, tüm işçi önderlerini, tüm dürüst sendikacıları, saflarımıza davet ediyoruz. Bu mücadeleyi başarıya ulaştırmanın başka yolu yoktur. Sendikalarımızı geri alabilmenin başka yolu yoktur.

İkincisi, işçi sınıfı, kendi istemleri için, kendi hakları için eylemler yürütürken, bunları daha planlı, daha örgütlü hâle getirmek zorundadır.

Bu konuda da gerçeği görmek gerekir.

Esaret zincirlerini kırmak demek, aslında bizi esir tutan bağları, akıl ve cesaretle parçalayacak bir tutum almak demektir. En sıradan demokratik haklarımızı kullanırken bile, karşımıza konan “iç savaş hukuku”dur. Bir hak, işçiler kullanacaksa “yasak”tır. Bir toplantı, işçilerin hak aramasına hizmet edecekse yasaktır. Bir eylem işçi eylemi ise yasaktır. Ama aynı yasaklar, futbol takımları için, dinci gösteriler için, milliyetçi holiganlar için geçerli değildir. Bu açıktır. Bu “iç savaş hukuku”dur. Bunu açıklıkla kabul etmek, görmek gerekir.

Madem böyledir, biz de eylemlerimizi buna göre organize etmeliyiz. Bu her şeyden önce, durumu kavramak demektir. 30 Nisan 2021’de Cuma günü neden sokağa çıkma yasağı konmuştur? Bunun pandemi ile alâkası yoktur. 1 Mayıs kutlamalarını yasaklamak için bu yapılmıştır. Bunu bileceğiz. Kendimizi kandırmadan, olup biteni açıkça ortaya koyacağız ve bu, işçilerin gerçeği olmalıdır.

Esaret zincirleri, önce bilinçte kırılmalıdır.

Herhangi bir hak arama eylemine, “izin vermezler” diye başlamak hatadır. İzin almaya gerek yoktur, izin vermelerini talep etmeye de gerek yoktur. Hakkımızı arayacaksak, esir kafasıyla düşünmeye son vermeliyiz.

İşçi sınıfı örgütlenirse, işçiler devrimci saflara katılırlarsa, dürüst sendikacılar ve işçi önderleri devrimci örgütlenmeye yönelirlerse, işte o zaman bu esaret zincirlerini kırmak için, işçi sınıfının 30 milyonluk gövdesi harekete geçirilebilir. O zaman sendikalarımızı geri alabiliriz. O zaman sendika mafyası hızla kaçış yollarını aramaya başlar. İşte o zaman bu esaret zincirleri parçalanmış olur.

Devlet, “iç savaş hukuku”nu uygulamaktadır. Bunu görmek gerekir.

İnşa ettikleri küçük sarayları içinde sendika mafyasının üyeleri, işçi sınıfının sırtından yaşamaktadır. Esaret zincirlerini kırmadan, sarayları yıkamayız.

Sırtımızda da olsa bu sarayları yakacağız.

Esaret zincirleri, ne kadar sağlam olursa olsun, ne kadar uzun süre bu şekilde yaşanmış olursa olsun, kırılacak. Her zincir, eninde sonunda kırılır.

Saraylar, sırtımızda kurulan, bizim cehennem hayatımızın üzerinde yükselen saraylar, yıkılır ve yıkılacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz