Temmuz sonunda başladı yangınlar.
Kimin yaktığını bilmesek de, kimin söndürmediğini bildiğimiz bir yangındır bu.
Ardından seller geldi. Yüzlerce insan öldü. Dere yataklarına yapılaştırma izni verenleri, sahil yolu inşaatlarını yapanları, kâr ve rant için doğayı ve insanı tahrip edenleri biliyoruz. Suçluları bellidir.
Ama Saray Rejimi, tüm bunları “felaket” olarak sunuyor. Saray’ın doğrudan borazanının etkisi yetmeyince, bu kez CHP borazanı başlıyor ve halka felaketleri anlatıyor. Özeti şudur: Diyorlar ki, felaket bu, elbette dere yataklarına ev yapılmasa idi, elbette yangın söndürme uçakları olsaydı, ama yine de bu bir felaket. İşte demek istedikleri budur. Vermeye çalıştıkları mesaj budur. Saray bunu başaramıyor, CHP imdada yetişiyor, “bu bir felakettir, gelecek seçimlerden sonra biz varız.”
Hangi seçimler?
Anayasa, TC devletinin anayasasıdır ve buna uymayanların seçim yapacaklarına nasıl güvenirsiniz?
“AK Parti, devlet değildir” diyorlar.
Peki devlet kimdir? Sen, ben, o mu? Haydi oradan!
Devlet, egemen tekellerin, uluslararası sermayenin devletidir. Sahipleri bunlardır.
Ergenekoncusu, “ulusalcısı”, Fethullahçısı, İslamcısı, AK Partilisi ile tüm bu seçkinler, Saray Rejimi etrafında birleşmişlerdir.
Saray Rejimi, devlettir, devletin olağanüstü koşullarda aldığı biçimdir.
Seçimlerle, hükümetlerin değiştiği olur. Ama Saray Rejimi böyle bir şey değildir.
Ülkeyi yöneten Saray Rejimi’dir ve Erdoğan bunun sadece sahnedeki yüzüdür. Artık, Erdoğan, “Varlık Fonu başkanımı da çağırdım konuştum” diyor. Oysa Varlık Fonu başkanı zaten kendisidir. Bu Erdoğan mı ülkeyi yönetiyor? Güldürmeyin bizi. Onun için bize “tek adam rejimi” gibi bayatlamış, sınıf mücadelesini gizleyen “hapları” sunmayın. Bunlar ancak, CHP kadrolarında işe yarar, CHP tabanında işe yaramaz, halkta işe yaramaz.
Yangınları biz gördük. Selleri gördük. Soma’yı biliyoruz. Hepsi bize şunu göstermiştir: Yardım edecek bir devlet yok. Tersine, halk kendi başının çaresine bakmak zorundadır. Bu nedenle biz diyoruz ki, iktidar işçi sınıfı tarafından alınmalıdır. Biz, yasalarımızı sokakta yapmayı, kendimizi yönetebilmeyi öğreniyoruz.
“Felaket” diyorlar.
Ülkede her gün kadın cinayetleri işleniyor. Bunlar devlet destekli cinayetlerdir. Biz biliyoruz ki, bunu önlemeyen bizzat devlettir, bunu teşvik eden bizzat devlettir. Saray diyor ki “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmamız bir geri adım değil.” Değilse ne? İstanbul Sözleşmesi yeterli değil, evet, dahası lazım. Ama onu bile ortadan kaldırmak, nasıl bir tutumdur? Bu, doğrudan TC devletinin kadın cinayetlerine teşvik vermesi demektir. Yakında, “kadın öldürenlere ucuz faizli kredi” diye bir uygulama başlatırlarsa, şaşmayız.
Ülkemizde, her gün, işçiler iş cinayetlerinde katlediliyor. Felaket mi bu? Devlet, Saray Rejimi, bizzat bunu teşvik etmektedir. Soma işçileri haklarını bile alamadılar. Soma davasında işverenler neredeyse aklandı. Ve Soma, sadece bir örnek. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu konularda vaazlar vermiştir, işyerlerinde önlem almayı, allaha şirk koşmak olarak sunmuşlardır. İşyerlerinde iş güvenliği önlemleri alınmaması bir yana, bu teşvik edilmektedir. Ülkede çalışan işçilerin %30’undan fazlası, sosyal güvencesiz, sigortasız çalışmaktadır. Üçüncü Havalimanı inşaatında ölenleri betonların altına gömmüşlerdir. Bu bir “afet” midir?
Ankara gar katliamı, “fıtrat”a uygun mudur? Suruç katliamı bir “afet” midir?
Kürt illerinde ormanları yakanlar, hem kimlikleri ile bellidir hem de devletle bağları ile bellidir. Binaların altında çoluk çocuk demeden öldürün emrine uygun olarak yakılan insanların yaşadıkları felaket midir? Roboski katliamı bir “afet” midir?
Kaz Dağlarının yağmalanması bir felakettir evet, ama bu felaket devlet ve tekellerin birlikte yazdığı bir felakettir.
İkizdere’de dağın yok edilmesi girişimi, bir rant projesi uğruna doğanın yağmalanmasının en iyi kanıtlarından biridir. İkizdere direnişçilerinin, daha iş makinalarına dinamit bile koymamışken “terörist” ilan edilmesi bir felaket midir?
Manavgat yangını başlar başlamaz, “orman vasfını kaybetmiş arazilerin” pazarlanması bir felaket midir?
Hangisi felaket değildir?
Hepsi birer felakettir.
Ama kapitalizmin yarattığı felaketlerdir. Kâr hırsının, gözü doymaz kapitalist mülkiyet ilişkilerinin vahşetini gösteren birer felakettir bunlar. Tanrıların yarattığı felaketler değildirler.
Ülkemizde her yıl on binlerce çocuk kaybolmakta, organ mafyasının elinde can vermektedir. Bunlar “felaket” midir?
Küçük çocukların ırzına geçilmekte, dinî maskeler altında bu tecavüzler “meşru” ilan edilmektedir. Sizce de bunlar, yaratanın dileğiyle olmuş felaketler midir?
İçme sularının yok edilmesi, tarımın uluslararası tekellerin isteklerine göre adım adım şekillendirilmesi, ülke tarımsal alanlarının yağmalanması, bir “felaket” midir?
Yeni de değildir bu.
“Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban
domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
elinizden de gelse
yüzünü de zincire vurur
yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
ana rahmine düştüğünüz gecedir.”
Nâzım, işte böyle yazıyordu 1950’lerde.
Yeni değildir bu.
Sadece bu kadarı görülmemiştir. Kapitalizm sürdükçe, Saray Rejimi ömrünü uzattıkça, daha da kötüsü olacaktır.
Bu nedenle, tüm bu felaketler, dünya çapında kapitalist egemenliğin bir sonucudur. Ülkemizde buna, bir de Saray Rejimi’ni eklemek gerekir. Saray Rejimi, kapitalist tahribatı daha da artıran, ülkeyi, dünya ve ülkemizin tekellerinin yağmasına sunan bir rejimdir. Bu nedenle, en büyük felaket, TC devletinin bizzat kendisidir. Kapitalizm, tüm insanlık için bir gerçek felakettir. Kapitalist egemenliğin sürdüğü her gün, yeni ve görülmemiş felaketler anlamına gelmektedir. Saray Rejimi’nin, TC devletinin egemenliği, her yeni günün yeni felaketler doğurması demektir.
Bu nedenle, kapitalizmi yıkacak, işçi sınıfının iktidarını, emeğin iktidarını kuracak olan bir sosyalist devrim, gerçek anlamda tüm felaketlere de son verecek tek şeydir.
İşçi ve emekçiler, bu bilinçle hareket etmelidirler.
Birleşik emek cephesi, bu nedenle acil bir hamledir.
İşçi sınıfı, sadece kendisini değil, tüm toplumu kurtaracak olanaklara sahiptir.
Bugün, yangınlarda ortaya çıkan halk direnişi, halk dayanışması, bu nedenle devletin yasakları ile önlenmek isteniyor. TC devleti, Saray Rejimi, kendi sonunu görmektedir. Onların en çok korktuğu şey, ezilen, sömürülen, aşağılanan milyonların birleşik örgütlü gücüdür. Bacaklarının arkadan birleştiği yere tekmeyi vuracak güç budur.
Felaketler peş peşe gelir, derler.
Bunun nedeni, egemenlerdir. Sömürenler, mülk sahipleri, para babaları, uluslararası ve yerel tekeller egemenliklerini sürdürdükleri sürece, her gün yeni bir felaket haberi ile karşılaşmak işten değildir. Bu nedenle, kapitalist sistemi yıkmak, ülkemizde burjuva egemenliğin her biçimine son vermek, acil bir devrimci görevdir. Bu, sadece işçi sınıfının ihtiyacı değildir. Bu, sömürülen, aşağılanan, hor görülen herkesin ortak ihtiyacıdır. Bu, insanlık görevidir.
Bu devlet, tekelci polis devletidir. Bu devlet, tekellerin, para babalarının, uluslararası sermayenin egemenliğidir. Bu devlete karşı her yol ve araçla savaşmak, hem zorunludur hem de meşrudur.
Ülkenin her alanında gelişen direniş, açık olarak, halkın, milyonların, Saray Rejimi ile karşı karşıya gelmesi sonucudur. Saray Rejimi, açık olarak halkı, tüm halkları, işçi ve emekçileri, kadınları ve gençleri düşman olarak ilan etmiştir. Uyguladıkları hukuk, düşman hukukudur. Bugün, direnişi yaymak, geliştirmek, örgütlü hâle getirmek, ana devrimci görevdir. o