Fransa’daki son gelişmeler üzerine düşünceler

Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinden Fransa geride bıraktığımız 2024 yılının yaz aylarından beri siyasi kriz içinde. Hatırlanabileceği gibi Marine Le Pen önderliğindeki ırkçı Ulusal Birlik Partisi (RN) Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %32 oranında oy alıp ülkenin birinci partisi durumuna gelince Cumhurbaşkanı Macron pek çok çevre tarafından sürpriz olarak yorumlanan bir karara imza atmış ve erken seçimin yolunu açmıştı.

Kanaatime göre hiç de sürpriz değildi bu durum. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Fransa solunun desteğini alarak seçim kazanan Macron kendisine destek veren solu devre dışında bırakıp RN ile dirsek temasına geçmiş ve bu partiyi adeta kurulan hükümetin resmî olmayan ortağı hâline getirmişti. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlara Fransa sermaye kesiminin talep ettiği çözümleri üreten ancak bunları yaşama geçirme konusunda güçlükler yaşayan Macron, karşılaştığı her güçlüğün üstesinden gelebilmek için RN’nin desteğine gereksinme duydu. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal güvenlik planlarında emekçi kesimin aleyhine olacak değişikliklerin yapılması gibi önem arz eden yasal düzenlemeler parlamentoda temsil edilen solun ve Fransa emekçilerinin muhalefetine rağmen meclisten geçip yasalaşırken, RN yönetimden desteğini esirgemedi ve sermaye kesimine karşı görevlerini eksiksiz bir biçimde yerine getirdi. Fransa’nın elinde tuttuğu deniz aşırı topraklarda oluşan muhalefeti sert önlemlerle bastırırken de destekçisi yine RN idi.

Parti bir yandan da göçmenlere ve Fransız asıllı olmayan Fransa vatandaşlarına yönelik nefret politikasını sürdürüyor ve ülkenin içinde bulunduğu dar boğazın nedeni olarak bu kesimleri gösteriyordu. Bu durum Irkçı RN’nin büyüyüp güçlenmesine yol açtı. Bir yandan da devlet kadrolarında yer edinmeye başladılar. Fransa’daki sol partilerin büyük kısmının ittifak yaparak oluşturdukları Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Cephesi’nin (NUPES) muhalefeti ırkçı RN’nin gelişmesini yavaşlatıyor ancak engelleyemiyordu. Bu süreçte RN bir politika değişikliğine giderek anti-semitist söylemlerini terk edip tüm nefretini ülkede bulunan Müslümanlara yöneltti (Göçmen ya da Fransa vatandaşı olmalarından bağımsız tüm Müslümanlar bu nefretin hedefi oldular).

Kanaatime göre bu politika değişimi sadece siyasi bir manevra idi ve partiye yeni bir imaj verme çabasının ürünü olan bir makyajdı sadece. Ancak işe yaradı ve partinin popülerliği arttı. Bu süreçte İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırım harekâtı başlamıştı. Macron yönetimi kendisine yakışanı yaptı ve İsrail’e desteğini açıkladı. RN de hükümetin yanında yer aldı. İşin en kötü yanı ise bu durumun NUPES ittifakında çatlak yaratması idi. İttifak bileşenlerinden Sosyalist Parti (PSF) kanımca İkinci Enternasyonal’den bu yana sürdürmüş olduğu ihanet politikasının gereğini yaptı ve Ortadoğu’da yaşanan kaotik ortamda İsrail yanlısı turum göstererek hükümete destek verdi. Bu durum NUPES lideri ve en büyük bileşeni olan Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) hareketinin tepkisine neden oldu ve ittifak önce askıya alındı ardından da dağıldı.

Avrupa Parlamentosu seçimlerine ittifakı dağılmış bir sol, gerçekleştirdiği düzenlemeler sonucu halkın güvenini yitirmiş bir Macron cephesi ve bütünlüğünü muhafaza etmekle kalmayıp popülerliğini arttırmış bir ırkçı parti ile girdi Fransa. Bu durumun kaçınılmaz sonucu idi ırkçı RN’nin seçimden birinci parti olarak çıkması.

RN’nin tüm popülaritesine rağmen Fransa halkının büyük çoğunluğu ırkçı siyasetin karşısındadır. Sosyalist Parti’nin eski bir üyesi olan Macron bunu çok iyi bilir. Seçim sonucunu bir fırsata çevirebileceğini ve halk yığınları nezdinde yitirmiş olduğu güveni tazeleyebileceğini düşündü. Yaptığı hesaba göre dağınık sol bir araya gelip toparlanamayacak RN’nin iktidar yürüyüşüne set çekmek amacı ile kendisine destek verecekti. Irkçı siyasete karşı olmakla birlikte sola da sempati duymayan seçmenlerin oyları sol oylarla bileşecek böylece yandaşları meclis çoğunluğunu koruyacak ve 2027 yılına kadar iktidarını rahatlıkla sürdürebilecekti.

Fransa Anayasası bir şahsın üç kez cumhurbaşkanı seçilmesini kesinlikle yasaklamıştır. Üstelik kendilerine yönelttiğimiz tüm eleştiriler bir yana bu ülkenin halkı da politikacıları da Anayasa’yı delmek için formül aramazlar. Bu ülkenin demokrasi geleneğinde hiçbir zaman böyle bir eğilim olmamıştır. Macron, cumhurbaşkanlığı makamındaki ikinci dönemi olduğu için, bir daha seçilemeyecek. Bir daha seçilemeyeceğini bildiği için halkın yararına olacak kimi zaman popülist diye nitelendirebileceğimiz düzenlemeleri yapmaya gereksinimi de yok. Onun görev süresinin sonuna kadar meclis çoğunluğuna dayanarak iktidarda kalması Fransa sermayesinin talebi olan düzenlemeleri rahatça yapmasını sağlayacaktı. Ekonomik iktidarı ellerinde tutan çevreler memnuniyetle karşıladılar bu planı ve Macron meclisi feshederek erken seçimin yolunu açtı.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor işte. Irkçı hareketteki yükselişi gören sol partiler aralarındaki tüm uyuşmazlık noktalarını saklı tutarak yeniden bir araya gelmeyi başardılar. Üstelik bu kez daha fazla siyasi oluşum katıldı aralarına. Böylece sol birlik bu kez “Yeni Halk Cephesi” (NFP) adı ile kurulmuş oldu. Sol seçmenin desteğini alamayan Macron, deyim yerinde ise Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Apar topar kurulmuş olan sol ittifak yeterli tanıtımı da yapamayınca ilk tur oylama sonucunda RN büyük bir başarı elde etti. İlk turun sonuçlarına bakılacak olursa ikinci tur sonrasında RN’nin parlamento çoğunluğunu eline geçirip hükümet kuracak duruma gelmesi nerede ise kesin gibi idi. Siyasal gözlemciler bu şekilde yorumladılar ilk tur sonuçlarını. Lakin hesaba katmadıkları bir olgu vardı: “Fransa halkının anti-faşist refleksi.” Sol ikinci tura daha örgütlü bir biçimde katıldı. Bu örgütlülük daha propaganda aşamasında sahaya yansımıştı. Öyle ki Macron’un içinde bulunduğu “Cumhuriyet İçin Hep Birlikte” ittifakının adayları pek çok seçim bölgesinde NFP adayı lehine çekilerek ikinci tur oylamaya katılmadılar. Bu durum kendiliğinden gelişmedi. NFP’nin Fransa halkı tarafından Le Pen’e alternatif görüldüğünü fark ettiler. Seçime girdikleri takdirde kazanamayacakları gibi NFP adayına da kaybettirebileceklerinin farkına vardılar. Bu çekilme bir kısım Fransa seçmeninin oy tercihinin değişmesine neden oldu. Bir anlamda “Taban İttifakı” kuruldu ve NFP 7 Temmuz 2024 tarihinde gerçekleşen ikinci tur sonucunda en fazla oyu alan dolayısı ile en çok milletvekili çıkaran hareket oldu.

Bu kez sol çevreler “zafer” olarak algıladılar seçim sonuçlarını. Fransa’da sol kazanmış, iktidar yolu açılmış, faşizm yenilgiye uğratılmıştı. Türkiye solunun büyük bölümü bu zafer sarhoşluğunu yaşarken Kaldıraç dergisi durumun düşünüldüğü kadar parlak olmadığını, sol ittifakın hükümet olma olasılığının son derece zayıf olduğunu belirtmiş ve bu tespitini nedenleri ile birlikte açıklamıştı (Bkz. “Erken seçim sonrası Fransa”, Hakkı Taşdemir, Kaldıraç, Sayı 277, Ağustos 2024). Yukarıda referans verdiğim yazıda konu etraflıca incelenmiş olduğu için burada tekrar ayrıntıya girmek gereksiz olacak. Ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim:

Fransa’da sol partilerin kurdukları seçim ittifaklarında Truva Atı rolünü başarı (!) ile oynamış olan PSF ile son iki ittifakın lideri LFI arasındaki sürtüşmeler daha hazırlık aşamasında başlamış, bu sürtüşme aday belirleme süreçlerinde ittifak için büyük bir handikap oluşturmuştu. Bu handikap NFP ittifakının çıkarabileceğinden daha az milletvekili çıkarmasına neden olmuştur. İki parti arasındaki sürtüşme seçimde kazanılan başarı ile bile ortadan kalkmamış ve ittifak seçim sonuçları alındıktan sonra ortak bir bildiri bile imzalayamamış, ittifakın her bileşeni ayrı ayrı kutlama mesajı yayınlamışlardı. Seçimde en çok milletvekili çıkarmış olmasına karşın parlamentoda salt çoğunluğu elde edememiş ittifakın her an dağılabilecek bir görünüm arz etmesi hükümet kurma konusunda kararlı bir politika izleyemeyeceklerinin göstergesi idi adeta.

Nitekim öyle oldu. Önce ittifakın başbakan adayı olan Mélenchon aday olmadığını açıklamak zorunda kaldı. Böylece Fransa egemenlerinin en büyük korkusu olan Mélenchon’un başbakan olma ihtimali ortadan kalktı. Gerisi kolaydı Macron için. İki ay süren görüşmeler esnasında ittifakın tüm önerilerini reddetti ve sonunda Avrupa Birliği’nin eski Brexit müzakerecisi sağcı (ana akım medya merkez sağcı ifadesini kullanıyor, bu iadeyi pek sevmediğim için sağcı demeyi tercih ediyorum) Barnier başbakanlık görevine atandı. Bu durum teamüllere aykırı idi ancak söz konusu sermayenin çıkarları olunca siyasi temayüller göz ardı edilebiliyor işte.

Barnier tarafından kurulacak azınlık hükümetinin güvenoyu alabilmesi için desteğe gereksinimi vardı. Bu destek de tahmin edilebileceği gibi RN cephesinden geldi gerçi şartlı bir destekti ve RN özellikle mülteciler ve göç politikaları konusunda kırmızı çizgilerinin aşılması hâlinde desteğini çekme hakkını saklı tuttu.

Barnier, göreve geldiği ilk günden itibaren mesaisinin odak noktasının bütçe açığını düşürmek olacağını belirtmişti. Pandemi döneminde Fransa ekonominin çarklarının yürümesi için büyük paralar harcamış dolayısı ile bütçe açığı da büyüyerek gayrisafi yurt içi hasılanın %5,5’i seviyesine çıkmıştı. Ekonomik krizden bir türlü kurtulamayan Türkiye için bu oran normal hattâ düşük bile görülebilir. Türkiye’nin 2024 yılı bütçe açığının GSYH’ye oranı %6,4 olarak tahmin edilmekte. Kesin hesaplar ortaya çıktıktan sonra bu oranın daha da büyümesi olası. Ancak bu oran Avrupa Birliği normlarına göre hayli yüksek. Avrupa Birliği komisyonu euro belgesindeki mali istikrarın korunabilmesi için bütçe açığının en fazla GSYH’nin %3’ü seviyesinde tutulmasını önermekte.

AB normları ile Fransa gerçeği arasındaki fark büyük ölçüde Fransa sermaye kesiminin pandemi sürecindeki kayıplarını telafi etmek amacı ile kullanılmış ancak bütçe açığı Fransa halkına yüksek enflasyon olarak dönmüştü. Dolayısı ile Fransa sermaye kesiminin zararı telafi edilirken bu uygulamanın bedelini Fransa halkı ödemişti. Ancak bu durumun süreklilik arz etmesi sermaye kesiminin de işine gelmediğinden bütçe açığının düşürülmesi Fransa açısından bir zorunluluk hâlini almıştı.

Yeni yıl için hazırlanmış olan bütçede açığın GSYH’nin %6,1’i seviyesine çıktığı görülünce Barnier ve ekibi bütçe revizyonu için kolları sıvayarak revizyon çalışmasını başlattılar. Kısa sürede bir plan hazırlandı. Bu plan uygulandığı takdirde bütçe açığı GSYH’nin %5’inin altına düşecekti. Ancak plan bütçe harcamalarından 20 milyar € kesinti yapılmasını ve 40 milyar € yeni vergi ihdas edilmesini öngörmekte idi. Yine tahmin edilebileceği gibi kesintilerin büyük kısmı halk için yapılacak ödemelerden (sosyal güvenlik ödemeleri kısıtlanıyordu, diğer kısıtlama kalemi ise güvenlik bütçesi idi) oluşmakta, ihdas edilecek yeni vergiler ise halka yüklenmekte idi. Bir başka anlatımla Fransa sermaye kesiminin pandemi sürecindeki zararını yüklenmiş olan Fransa halkı, bu kez de ortaya çıkmış olan istikrarsız mali durumun bedelini ödemek zorunda kalacak ve bir önceki yıla göre daha fakirleşecekti.

Planın bu hâli ile meclisten geçmesi pek mümkün değildi. Bu nedenle Barnier, Fransa Anayasası’nın hükümete vermiş olduğu bir yetkiye dayanarak hazırlanmış olan paketi meclis onayı olmadan yasalaştırmak istedi. Anayasa’nın hükümete vermiş olduğu bu yetki kullanıldığı takdirde Meclis de hükümet hakkında gensoru verip güven oylaması talep edebiliyor. Oylama sonucunda güvenoyu alamadığı takdirde hükümet düşüyor ve yasanın yürürlüğe girmesi engellenmiş oluyor.

Muhtemeldir ki Barnier bu yetkiyi kullanırken NFP’nin gensoru önergesi vereceğini tahmin etmişti. Ancak bu gensoruyu RN desteği sayesinde atlatacağını ve hazırlanmış olan planın yasalaşarak uygulamaya konulacağını düşünüyordu.

Ne var ki evdeki hesap yine çarşıya uymadı ve RN de NFP gibi güvensizlik oyu verdi. Böylelikle 1962 yılından bu yana Fransa’da ilk kez bir hükümet gensoru ile düşürüldü.

Peki bu nasıl gerçekleşti? Irkçı FN ile solcu NFP nasıl oldu da aynı doğrultuda oy kullandı?

Bu sorunun yanıtına odaklanalım şimdi.

Her şeyden önce gensoru sonrası yapılan güven oylaması ile hükümetin düşürülmesinin RN ile NFP arasında gelişen uyumlu bir diyalog sonucu gerçekleşmediğini belirtmek gerekiyor. NFP, Barnier hükümetine kurulduğu günden beri sert muhalefet yapmakta RN ise kimi zaman açık kimi zaman da gizli olarak hükümete destek vermekte idi. RN ile Barnier hükümeti arasındaki ilişki Marine Le Pen hakkında açılan zimmet soruşturması sonucu adı geçenin siyasi geleceğinin tehlikeye girmesi ile bozuldu. İddiaya göre Marine Le Pen, Avrupa Parlamentosu fonlarını usule aykırı bir biçimde kullanmış ayrıca 2022 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında yapmış olduğu yaklaşık on bir milyar € tutarındaki harcamanın kaynağını açıklayamamıştı. RN’nin enformel liderliğini yapmakta olan ve 2027 yılında gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik anketlerde şimdilik önde görülen Le Pen için talep edilen cezalar arasında beş yıl kamu hizmetlerinden men cezası da bulunmakta idi. Le Pen kendisine yönelik olarak talep edilen yaptırımlar için “siyasi idam” ifadesini kullanmış ve savcıyı soruşturmayı siyasallaştırmakla suçlamıştı.

Le Pen konu hakkındaki görüşlerini 27 Kasım tarihinde açıkladı.

4 Aralık’ta mecliste güven oylaması gerçekleşti ve RN hükümete güvensizlik oyu vererek düşmesini, dolayısı ile Barnier ve ekibi tarafından meclisin onayı olmaksızın yürürlüğe konulmak istenen bütçe revizyonunun engellenmesini sağladı.

Birbirine bu kadar yakın tarihlerde gerçekleşen iki olay arasında ilişki kurmak için kâhin olmaya gerek yok kanımca.

Ortaya çıkan hükümet boşluğunu kapatmak için yeni bir başbakan atanması gerekiyordu ve son seçimin galibi olan NFP adayının hükümeti kurmakla görevlendirilmesi teamül gereği idi. Ancak Macron yine teamüle uymadı ve sağcı bir politikacı olan Pau belediye başkanı François Bayrou’yu yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bayrou 2017 yılından beri Macron’un müttefiki idi ve ilginç bir tesadüf o da yakın geçmişte Avrupa Parlamentosu fonlarını zimmetine geçirme iddiası ile suçlanmış, açılan davada aklanmıştı.

Bayrou tarafından kurulacak hükümete destek verilebileceği açıklaması geldi RN’den. Gerekçe mi? “Solcu değil.”

Ancak bu durum kesin bir destek verilebileceği anlamına gelmiyor. Bir açık kapı bırakılmış durumda. Kanaatime göre Le Pen’in aklanması için pazarlıklar yapılıyor.

Fransa’da kuvvetler ayrılığı var. Yargı bağımsız. Ancak bu durum yine de bazı yönlendirmelerin olmasına engel değil elbette.

Öyle sanıyorum ki Macron cephesi ile RN arasında bir ortak nokta bulunacak ve Le Pen’in siyasi geleceği için önem arz eden dava onun açısından mutlu son ile bitecek. Bu da Bayrou hükümetinin güvenoyu alması demek aynı zamanda.

Ancak bu durum pek sağlıklı bir çalışma yapmasına engel Bayrou hükümetinin. Atacakları her adımda RN’nin onayına gereksinme duyacak. RN’nin ise zayıf karnı belli. Her iki taraf da çok hassas dengeler üzerine kurulmuş olan ittifakın dağılmaması için dikkatli davranmak zorunda. Bu durum LFI önderliğindeki NFP ittifakının işine yarayabilir. Sosyalist parti bir bahane üretip ittifakın bozulmasını sağlamadığı takdirde çok sert bir muhalefet gerçekleştirip gerek Macron cephesini gerekse RN’yi hayli yıpratabilir. Üstelik yaşanan olaylar sonrası kamuoyunun NFP’ye yönelik desteği artmış durumda. Sosyal güvenlik planlarında kısıtlama öngören tasarı yasalaştığı takdirde muhalefet sokağa da taşınacak büyük olasılıkla. Bayrou’nun işi zor, hem de çok zor. Öte yandan Fransa Anayasası’na göre Haziran 2025’ten önce bir erken seçimin yapılabilmesi mümkün değil. Önümüzdeki dönemi iyi değerlendirebilirse NFP, haziran ayında olmasa bile 2025 sonbahar aylarında bir erken seçim kaçınılmaz hâle gelir. Bu süreçte birliğini koruyabildiği takdirde NFP’nin hükümet kurmasının bir kez daha engellenebileceğini sanmıyorum. Böyle bir olasılık derin bir kaosa sürükler ülkeyi.

NFP başarılı bir biçimde yönetebilirse süreci, yıl sonunda solcu bir hükümet kurulabilir Fransa’da.

Bu olasılık gerçekleşebilir mi? Zor da olsa imkânsız değil.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz