Geleceğin çiçek açabilmesi için yaşam(lar)ı savun(alım)

“Hayvanların çoğu insan gibidir, Hem de iyi insan gibi.”[1]

Hayvanlar gitgide, teker teker sahneyi terk edip insanlığı kendi temsilleriyle, evcil hayvanları ve oyuncaklarıyla baş başa bırakıyor,”[2] diyen Oxana Timofeeva çok haklı…

Ve gidişat aynı zamanda Amerikalı Yerli Şef Seattle’in -1854’te-, “Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insan, büyük bir ruh yalnızlığından ölecektir. Çünkü hayvanlara ne olursa, kısa süre içinde insana da aynısı olur, her şey birbirine bağlıdır. Dünyanın başına gelen, dünyanın çocuklarının da başına gelecektir,” ifadesiyle dillendirdiği tehlikeyi de içeriyor…

“Adam sen de, nihayetinde hayvan” deyip geçmeyin!

Her ne kadar günlük hayatta yabancılaşmış insanların hakaret amaçlı kullanmaya bayıldığı kelimelerden birisi olsa da, unutulmasın: Hayvanlar, kapitalizmin yabancılaştırdığı insan(cık)lara hiç benzemezler.

Onlardan kat kat üstün sezgilere sahiplerdir. Karanlık düş(ünce)leri, abartılı egoları yoktur.

Evet, hayvanlar yabancılaşmış insanlara benzemezler. Hem de hiç…

Kolay mı?

Hayvanların duygusal tepkileri ve empati yetenekleri, doğanın karmaşıklığını ve çeşitliliğini gözler önüne serer. Bilimsel araştırmalar, hayvanların duygusal yaşamlarının karmaşıklığını ve empati yeteneklerini ortaya koymuştur. İnsanlar ve diğer canlılar arasındaki duygusal benzerlikler, duyguların ve sosyalliğin evrimsel kökenlerinin derin olduğunu ve saçaklanarak her canlıda kendine özgü biçim ve yollar açtığına işaret etmektedir.

Bu bağlamda doğanın vazgeçilemez bir parçası olan canlıların var olma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının var oluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. “Zararlı türler” ve “zararlı otlar” sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için var olduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır.

Söz konusu ifadeler yabancılaşmış benmerkezciliğimizin (ya da insanmerkezciliğin), cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına “zararlı tür” nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhâlde.

Tıpkı Mahatma Gandhi’nin, “Bir milletin büyüklüğü ve ahlâki gelişimi, biraz da hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir,” ifadesindeki üzere… Unutmayalım ki hayvanların da hayvan olmaktan kaynaklanan canlı hakları söz konusudur.

Malum, evrensel bir bakış açısı olarak “Hayvan Hakları” kavramı, 15 Ekim 1978’de Paris UNESCO evinde ilan edilen ve 14 maddeden oluşan Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi ile ortaya çıktı. Bu sayede hayvanların da hakları olduğu tescil edilmiş oldu.

Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan maddelere göre; “Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğar ve aynı var olmak hakkına sahiptir. Bir tür hayvan olan insan, öbür hayvanları yok edemez, bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez, bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanlarca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır. Hiçbir hayvana kötü davranılmaz, acımasız ve zalimce işlem yapılamaz… Geleneksel olarak insanların çevresinde yaşayan bütün hayvanlar uyumlu biçimde türüne özgü yaşam koşulları ve özgürlük içinde yaşama ve üreme hakkına sahiptir. Hayvanları savunma ve koruma kuruluşları, hükümet düzeyinde temsil olunmalıdır. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasa ile korunmalıdır.”

* * * * *

Yeri geldi hatırlatalım![3]

Sigmund Freud’un, “Bir insanı iyi tanımak için, öncelikle hayvanlara nasıl davrandığına bakmalısınız”…

Thomas Edison’un, “Diğer canlılara zarar vermeyi sonlandırmadıkça bizler, canavar varlıklarız”…

William Shakespeare’in, “Cehennem boş, bütün şeytanlar burada”…

Thomas Edison’un, “İnsanların hayvanlara karşı zalim olması, bir gün diğer insanlara da zalim olacağının işaretidir”…

Friedrich Nietzsche’nin, “İnsan en acımasız hayvandır. Trajedilerde, boğa güreşlerinde ve haça germelerde şu güne kadar kendisini en iyi hisseden oydu ve kendisi için cehennemi icat ettiğinde, sıkı durun, bu aslında en iyi cennetiydi”…

Elias Canetti’nin, “Ah hayvanlar, sevilen, ölen hayvanlar; çırpınan, sindirilen ve sahiplenilen, avlanan ve kanlı, çürümüş; kaçmış, birleşmiş, yalnız, görülmüş, kovalanmış, parçalanmış; yaratılmamış, tanrıdan çalınmış, terkedilmiş çocuklar gibi aldatıcı bir yaşama terk edilmiş hayvanlar!”…

Thomas Stearns Eliot’un, “Eğer bir hayvanı severseniz, o hayvan da hayatı boyunca sizi sever. Eğer bir insanı severseniz, ne yapacağını ben de bilmiyorum”…

Afrika Atasözü’nün, “Gözlerimizi acılarımıza kapatamayız. Gözlerimizi acılarımıza kaparsak eğer; köksüz ve ruhsuz bir ağaca döner, çürür gideriz”…

Martin Luther King Jr.’un, “Hayvanlar acı çekerken, sessiz kalmak suça ortak olmaktır”…

Gary Yourofsky’un, “Hayvanlara yapılanların dünyanın en kapsamlı soykırımı ve kölelik türü olduğundan hiç şüphem yok. Ve gün gelecek bugün hayvanlara yapılanlara; geçmişte siyahi insanlara, çocuklara, kölelere, kadınlara ve azınlıklara yapılanlara baktığımız gibi aynı iğrençlikle bakacağız”…

Desmond Tutu’nun, “Adaletsizlik karşısında tarafsızsanız zalimin tarafını seçmişsiniz demektir”…

Jean Jacques Rousseau’nun, “Vicdanın sesinden daha yüksek bir ses yoktur,” uyarılarının bir an dahi unutulmaması gerektiği yerküremizde insan(lık)ın, doğanın vazgeçilmesi mümkün olmayan tüm aktörleriyle bağ kurabilmesi çok önemli bir gereksinimdir. Yani insan(lık)ın, yabancılaşmamış, sürdürülebilir komünal bir yaşam için bağ kurmaya, ait olmaya, sevilmeye ve sevmeye ihtiyacı vardır.

Doğanın vazgeçilemez unsurları olarak hayvanlar fazlasıyla bizim gibidirler; ve bazı hayatların daha değersiz olduğu düşüncesi, dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağıdır.

Tam da bunun için hayvanların hissettiği acıyı, insanların hissettiği aynı miktardaki acıdan, daha önemsiz görmenin hiçbir ahlâksal gerekçesi yoktur; hayvanların haklarının olmadığı ve onlara davranışımızın ahlâken önemsiz olduğu “iddiası”(?) yabancılaşmış benmerkezciliğimizin (ya da insanmerkezciliğin) bir örneğidir!

Bu çerçevede Elias Canetti tepkisini, “Hayvanların, sabırlı hayvanların, ineklerin, koyunların, elimize verilmiş ve elimizden kurtulamayacak bütün hayvanların bize asla başkaldırmayacak olması beni incitiyor,”[4] diye ifade ediyor…

Oysa tüm canlıların yaşam hakkına saygı gösterilmelidir. Doğayla bütünleşmiş insan(lık), kendisinden daha zayıf olanları korumakla mükelleftir.

Altı çizilmeli: “…canlıyı sahiplenmek, mülkiyeti altına almak, kontrol etmek, itaate zorlamak demektir. Şöyle ki: Sahip olmak demek mülkiyetine almak demektir. Yalnız buradaki mülkiyet ilişkisi evcilleştirmeyi de kapsar. O nedenle klasik mülkiyetin daha geniş bir tanımıdır. Evcilleştirmek, bir hayvanı insana ve insanın belirlediği mekâna uyum sağlamaya zorlamaktır. Yani evcilleştirme durduk yere olmuyor. İnsanın çıkarı için hayvanı bu çıkara uymaya zorluyor. Uymayanı yok eden bir süreç izliyor. Bugün köpeklerin başına gelenler de bundan kaynaklı.”[5]

Malum: “İnsan köleleşen ve köleleştiren tek hayvandır. Daima şu ya da bu şekilde bir köle olmuştur o ve her daim başka köleleri şu ya da bu şekilde emri altında bulundurmuştur. Günümüzde daima ücret karşılığında bir adamın kölesidir ve o adamın işlerini görür ve bu kölenin altında küçük ücretler karşılığında başka köleler de bulunur; onlar da onun işlerini yaparlar.

“İnsan, umarsız hemcinsinin ülkesini elinden alan, onu sahiplenen, onu kendi ülkesinden kovan veya topyekûn yok eden tek hayvandır. İnsan bunu bütün çağlar boyunca yapmıştır. Dünya üzerinde gerçek sahibinin elinde olan, sahibinden zorla ve kan dökülerek alınmamış bir tek dönüm toprak bile yoktur.”[6]

Tarih bunun kanıtıdır!

* * * * *

İstanbul’da 1910’da 80.000’den fazla sokak köpeğinin Sivriada’ya gönderilmesi ve sonrasında aç susuz bırakılan köpeklerin birbirlerini yiyerek ölmesiyle tarihe “Hayırsız Ada” olarak geçen olay vb.lerine rağmen çıkarılan “yasa” fazla bir şeyin değişmediğinin kanıtı sanki…

Konuya ilişkin olarak Mine Yıldırım bu katliamla birkaç yıl sonra Ermenilere yapılanlar arasında bir bağ kurup; Bahar Bayhan’la gerçekleştirilen 2019 tarihli söyleşide şunların altını çizer:

“Hayırsız Ada Katliamını büyük bir kopuş olarak görmemizin nedeni, İstanbul’da 80 bin köpeği yok etmiş bir mekân siyasetinin bu denli sistematik bir şekilde örgütlenmesidir. (…) Hayırsız Ada vakası, bir ucunda İstanbul’da ilk belediye idaresinin, polis teşkilâtının kurulmasının yer aldığı, diğer ucunda hemen birkaç yıl sonra 1915 Ermeni tehcirinin gerçekleşeceği bir tarihsel izleğin halkası.

“Cumhuriyet’e giden, kimilerinin modernleşme dediği süreçte yeni bir iktidar mantığının oluştuğu söylenebilir. Michael Foucault’nun deyişiyle hükümdarlık mantığından bir idare mantığına geçiş, yani belediyeler, polis teşkilâtları gibi çeşitli idari kurumlarla nüfusu kontrol etme, farklı amaçlara göre belli kesimleri ya da şeyleri düzenleme, buna uygun taktikler, stratejiler geliştirme. Bununla birlikte hedefleri açısından bakınca bu katliamın boşu boşuna yapılmış olmasının ortaya çıkması amacını belki çok daha iyi açığa çıkarıyor:

“Hayırsız Ada’dan yalnızca iki yıl sonra, 1912’de İstanbul’da köpek nüfusunun yeniden arttığını biliyoruz. Bu anlamıyla Hayırsız Ada vakası başarısız olmuş korkunç bir girişim, bizim modernleşme tecrübemizin geneline de damgasını vurmuş gerçek bir fiyasko.

“Ama bu fiyasko, bu başarısızlık aynı zamanda bizdeki iktidar mantığının Avrupa’dakinden farkına ışık tutuyor. Bizde ya da eskiden Üçüncü Dünya denen ülkelerde öldürmeler, katliamlar tıpkı askerî darbeler gibi aralıklarla, şu ya da bu ölçekte tekrarlanmak zorundaydı:

“Kuzey Avrupa başkentlerine gittiğinizde sokakta köpek göremezsiniz. Onlar bu ‘başarıya’ ulaşmış. Türkiye’de 1910-2019 arasındaki süreçte her gelen belediyenin belirli aralıklarla uyguladığı ‘öldürme siyaseti’ var. 1927’de yeni Cumhuriyet’in itlafları var. Cemil Topuzlu’nun ‘Hayırsız Ada’dan sonra en büyük itlafı ben yaptırdım, 30 bin köpeği yavaş yavaş itlaf ettirdim’ dediğini biliyoruz. Daha sonra bu açıklamaları kimse yapmıyor, ama pratikte itlaf devam ediyor…

“Belediye 2012’den itibaren ‘ikinci dalga Hayırsız Ada’ diyebileceğimiz bir şey yapıyor. Önce merkezden koparıp bir coğrafyaya yığıyor hayvanları. Şehrin çeperlerine doğru bir yığılma fark ediyoruz. Nerelere yığılıyor bu köpekler? İstanbul’un çeperlerinde orman köpeği diye bir durum ortaya çıktı. Üçüncü havalimanı inşaatı çevresine, Hasdal barınağı çevresine, Sarıyer’in kuzey kıyılarına kadar, Kuzey Marmara bağlantı yollarının çevresine köpeklerin yığıldığını görüyoruz. Kuzey Ormanları’nın yıkımı ve köpek nüfusunun artışı birbirinin içine geçen süreçler. Şehrin merkezlerindeki popülasyon azaldı ve eşitsiz olarak dağıtılmaya başlandı.”[7]

* * * * *

Sözünü ettiğimiz meseleye hayvan haklarına tarihsel perspektiften bir göz atarsak: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre hayvan, “Duygu ve hareket yeteneği olan, içgüdüleriyle hareket eden canlı yaratık” olarak tanımlanırken; bir hakaret unsuru olarak da kullanılır. Bir sözlükte dahi hayvan sözcüğünün hakaret olarak yer alması canlılara bakışın kültürel kodlara işlemiş bir soru(n) olduğunu ortaya koyuyor.

Örgütlü hayvan savunuculuğu XIX. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmış olsa da XX. yüzyılda Batı’da başlayan hayvan hakları hareketi insan/hayvan ilişkilerinin etik ve hukuk sistemi içinde yer almasını da amaçlamıştı. XXI. yüzyılla hayvanların savunmasızlığına dair farkındalık önem kazanmıştır.

Hayvanların sosyal ve ekonomik hayattaki konumu, insan ile ilişkisinden bağımsız bir varlık olarak ele alınması gerektiğine ilişkin yaklaşımlarla birlikte değişmeye başlamıştır. Çünkü sınıflı-sömürücü yapılarda insan(lar)ın hayvan(lar)la ilişkisi aralıksız insan lehine bir sömürü üzerine kuruludur; hayvanların gücü, eti, sütü, postu/tüyü, kürkü, kanı, kemiği, dişi… velhasıl her şeyi metadır.

* * * * *

Burada durup bir parantez açarsak: Tahminen ilk kez 15.000 yıl önce, son buzul çağının bitimine doğru kurtlar evcilleştirilerek köpeklere dönüştürüldü. Bu dönüşümün ardından insanlarla köpekler arasındaki ilişkinin ne şekilde geliştiği ise gizemini koruyor. Bu gizemi aydınlatmayı amaçlayan araştırmacılar, binlerce yıl öncesinden köpek ve insan DNA’sının şimdiye kadarki en kapsamlı karşılaştırmasını yaptı.

Çalışma, köpeklerin ve insanların birlikte seyahat ettikleri ve yolları ayırdıkları bölgeleri ortaya koyuyor.

Köpekler, hayvanların evcilleştirmesi tarihinin en büyük muammalarından biridir. Yapılan birçok çalışmaya rağmen (evcilleştirilmiş) köpeklerin tam olarak ne zaman, nerede ve nasıl ortaya çıktığı hâlâ bilinmiyor. 2016’da yapılan bir araştırma, köpeklerin Asya’da ve Avrupa veya Yakın Doğu’da olmak üzere iki kez evcilleştirilmiş olabileceği sonucuna vardı, ancak birçok bilim insanı bundan emin olmak için yeterli kanıt olmadığını savundu. Birkaç yıl sonra, Amerika’da 10.000 yıl kadar erken bir tarihte köpeklere dair belirtiler olduğuna işaret edildi, ne ki bu köpeklerin genetik bir iz bırakmadan yok oldukları görülüyor. Diğer araştırmalarda da Sibirya’da ve başka yerlerde eski köpeklere ait bulgular tespit edildi; ancak oraya nasıl geldiklerini veya diğer köpeklerle genetik ilişkileri bilinmiyor.

Oxford Üniversitesi ve Francis Crick Enstitüsü’nden araştırmacıların yeni çalışmasında Avrupa, Sibirya ve Yakın Doğu’dan yaklaşık 11.000 yıl öncesine ait 2000’den fazla köpek fosili incelendi. Bu çalışmada elde edilen 27 köpek genomu ile antik köpeklere ait tespit edilmiş genom sayısı 32 oldu. Araştırmacılar, elde edilen köpek genomlarıyla, onlarla aynı yerde ve zamanda yaşamış 17 insanın genomlarını karşılaştırdı.

Köpek DNA’larının analizleri 11.000 yıl kadar önce Yakın Doğu, Kuzey Avrupa, Sibirya, Yeni Gine ve Amerika’da yaşamış beş farklı köpek ırkı olduğuna işaret ediyor. Bu sonuca göre evcilleştirme sürecinin çok daha önce başlamış olması gerektiğini belirten araştırmacılar, bulguların arkeolojik kanıtlarla uyumlu olduğunu ifade ediyor. Almanya’da keşfedilen ve 15.000 yıl öncesi tarihlenen fosiller köpeklere dair en eski kalıntılarını oluşturuyor.

Çalışmada tespit edilen beş antik ırkın genetik izlerinin günümüz köpeklerinde hâlâ mevcut olduğunu belirten araştırmacılar, Chihuahua’ların soylarının antik Amerikan köpeklerine kadar izlenebildiği, Husky’lerin eski Sibirya köpeklerinin genetik mirasını taşıdığını söylüyor.

Günümüzdeki köpeklerin soyları 11.000 yıl önceki ırklara kadar izlenebiliyor

Çalışmada, birçok yerde insan ve köpek genomları arasında bir örtüşme olduğu görüldü. Örneğin, yaklaşık 5000 yıl önce İsveç’teki insanlar ve köpeklerin genetik izleri Yakın Doğu’ya kadar sürülüyor. Bu bulgu, ilk çiftçilerin yeni bölgelere göç ederken köpeklerini de yanlarında götürdüklerine işaret ediyor.

Bu örtüşmenin görülmediği yerler de var. Almanya’da 7000 yıl önce çiftçiler de Yakın Doğu’dan gelmiş olmalarına rağmen köpekleri genetik açıdan Sibirya’dan gelmiş gibi görünüyor.[8]

* * * * *

Toparlarsak: “Çağımızda artık birçok hayvanın sezgisel davrandığını bilim ispatlamıştır. Sezgiye sahip olmayı vurgulamamın nedeni, sezgiye sahip olmayan varlıkların hissetme, düşünme ya da diğer zihinsel durumlara sahip olma kapasitesinden yoksun oldukları için kendilerine nasıl davranıldığını bile fark etme kapasitesine sahip olmamaları. Bu nedenle de onlara zarar verilip verilemeyeceği insani ve ahlâki açıdan önemlidir. Kırkayaklar, sümüklüböcekler ve amipler de dahil olmak üzere, kelimenin tam anlamıyla insan dışı bütün türleri kastediyorsak türler lehine “ahlâki eşitlikten” söz etmek zorundayız. Acıya duyarlı olsun ya da olmasın türlere bir yaşam biçimi bahşedilmiştir. Genellikle bizimkinden çok farklı olması bu yaşam biçiminin daha az saygıyı hak ettiğini göstermez. Kimse eğlence olsun diye bir sineğin kanadını çekirgenin ayağını ya da anestezi altında bile olsa bir köpeğin kulağını kesemez. Bu söylediğimiz eylemsiz türler içinde geçerlidir. Durup dururken bir ağacın dalını kırmak çiçeğin yapraklarını koparmak gibi.

“Türlerin fiziksel bütünlüğüne saygı duymak zorundayız. Şunu da hemen belirtelim, türlerin zihinsel mutluluğunu sağlamak önemlidir. İster birlikte yaşadığımız canlar olsun, isterse bakımımız altındaki canlar olsun zihinsel mutluluklarını gözetmemiz de ahlâki benliğimizle doğrudan ilişkilidir.

“İnsandan uzak türler, böcekler, yaban hayvanları, kuşlar, balıklar ve diğerleri kötü davranılmayı, acı çekmeyi, vücutlarına saçma doldurulmayı hak etmezler. Günümüzde av kavramı artık tam anlamıyla cinayet kavramına eşit düşmektedir. Kendi canını korumak ve türünün soyunu devam ettirmek için çok zor yaşam mücadelesi veren doğa canlılarını katletmek aynı zamanda biyolojik çeşitliliği katletmek, ekolojiyi katletmek insan ve türler arasındaki uyumu, hatta ağaçlar, bitki örtüleri akarsular ya da durağan sular gibi eylemsiz canlıları katletmekle eşdeğerdir.”[9]

* * * * *

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sokak hayvanlarını katletme yasasıyla ilgili “Asla taviz yok,”[10] diye haykırdığı koordinatlarda Victor Hugo’nun, “Hayvanların cehennemi yok, zaten oradalar,” sözlerini anımsamamak mümkün mü?

Kaldı ki hayvanlar üzerinden rant sağlayanlara, hayvanları üretip satanlara ceza verilmediği için, Türkiye hayvan sömürüsünün tavan yaptığı bir ülke oldu. AKP döneminde 22 yıl boyunca hayvanları üretip üretip sattılar! Hem yurtiçinde hem de yurtdışında sattılar! Sonra da “Sokaklarda hayvan popülasyonu çok arttı” diyerek katliam yasası çıkardılar.

Ulaşılan koordinatlarda, coğrafyamızın her yerinden tüfeklerle delik deşik edilmiş, zehirlenmiş kedi ve köpek görüntüleri karşımıza dikiliyor…

İşte tekçilik illeti… O kendinden başka her şeye düşmandır.

Gerçekten de bir coğrafyanın ne olduğunu, ne kadar faşizme bulaştığını anlamak için orada öteki ilan edilene, çoğunluktan olmayana, egemen kültüre, yaşayışa, inanca, etnisiteye ait olmayana dönük toplumsal yargılara, yaklaşımlara, teamüllere, yasalara göz atmak gerekir. Çünkü tekçi zihniyet, egemen olan teke hizmet etmeyen her bireyi, grubu, cinsi, türü yok edilmesi gereken bir mikrop, bir virüs olarak görür.

Kolay mı?

Katliam yasası ortada yokken de yıllardır hayvanlara şiddet uygulayarak öldüren belediyeler, son dört yıldır sokak hayvanlarına karşı yürütülen operasyon sırasında da vahşeti sürdürüyordu. AKP’li cumhurbaşkanı yasayı imzalar imzalamaz ise bu katliamlar yasal kılıfa kavuşturuldu ve ilk olarak Niğde’de, ardından Ankara’nın Altındağ ilçesinde belediyelerin açtıkları ölüm çukurlarında hayvan cesetleri bulundu

Yani “Hayvan Hakları Koruma Kanunu” adı altında geçen, ancak kamuoyunda “Katliam Yasası” olarak bilinen düzenleme bir süre önce yürürlüğe girdi. Düzenlemenin ardından yurdun dört bir yanından köpek katliamı haberleri gelmeye başladı.

Altındağ, Niğde, Bitlis, Silivri ve daha birçok yerde, yeni yasadan alınan cesaretle katliamlar birbirini izledi.

Bu haberler, haftalarca tartışılan “7527 Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 2 Ağustos 2024’te yürürlüğe girmesinin ardından gelmeye başladı.

Söz konusu değişiklik, hayvanları korumak bir yana, onları öldürmenin yollarını açtı, bu konuda katliamcıları cesaretlendirdi.

Nihayetinde hayvan katliamı, insanın doğaya ve her türden canlı yaşamın kutsallığına olan saygısını sorgulatıyor. Ancak hiçbir yasa bir canlının yaşam hakkını elinden alma ve yaşamına son verme hakkına sahip olamaz. Böyle bir yasa gayrı meşrudur ve cürüm yasasıdır.[11]

* * * * *

Cürüm yasasına karşı olmak, çıkmak yaşam(ımız)ı savunmaktır; ve kapitalist insan(lık)la doğa ve hayvanlar arasında bir artık değer ilişkisi söz konusu ise, mücadele kaçınılmaz olarak politiktir.

O hâlde yabancılaşmayı aşmış yeni bir yaşam için Albert Schweitzer’in, “Hayat bir nimettir. İnsan, yaşamı anladığında ve ona saygı gösterdiğinde, sadece insanlara değil, tüm canlılara karşı sevgi ve saygı duyar”; Carl Gustav Jung’un, “Eğer hayvanda bilinç olsaydı, ahlâken insandan daha iyi olurdu”; Charles Bukowski’nin, “Dünyada var olan iki güzel şeydir; çocuklar ve hayvanlar,” uyarılarını kulaklara küpe etmek gerek.[12]

Bunun yanında “Kedi” deyince Amos Oz’un, “Bir kedi, onu sevmeyecek biriyle asla arkadaş olmaz. Kediler insanlarda yanılmazlar”…[13]

Charles Dickens’in, “Kediler gibi olmalıyız; itaat etmeye zorlandığında tırmalama”…

Julio Cortázar’ın, “İnsanları bir kedinin sevdiği gibi sev, karakterleri ve bağımsızlıkları ile, onları evcilleştirmeye çalışmadan, değiştirmeye çalışmadan”…

Ernest Hemingway’in, “Kediler duyguları konusunda dürüsttürler”…

Aldous Huxley’in, “Bir insanı anlamak istiyorsan etrafını kedilerle çevreleyin”…

Sevgi Soysal’ın, “Bir kedi her zaman güzeldir. Açlık, tokluk, aşk, nefret tanımayan sürekli bir güzellik”…[14]

Alexandre Dumas’nın, “Kediler en iyi yaşam biçimini gösteriyor; özgürlük”…

Ayrıca “köpek” deyince Gellert Grindelwald’ın, “Bir hayvanın sadakati, bir dostun sevgisini ve bir çocuğun masumiyetini bir araya getiren şey, bir köpektir”…

Franz Kafka’nın, “Bütün soruların cevabı bir köpeğin bakışında gizlidir”…

Şükrü Erbaş’ın, “Sokak köpeklerinden öğreniyordum/ Sevgisizliğin açık yarasını,” sözlerinin altını ısrarla çizmeliyiz.

Çünkü Charles Bukowski’nin, “Hayvanlara aşığım, sorunum insanlarla”; William Golding’in, “Demek istediğim şu, bizden başka canavar yok belki…”;[15] George Bernard Shaw’ın, “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik; fakat bu arada çok basit bir şeyi unuttuk ‘insan’ gibi yaşamayı”; John Rawls’ın, “Gerçek adalet, vicdanın rehberliğinde aranmalıdır”; Alexander von Humboldt’un, “Hayvanlara karşı zalimlik, aşağılık ve bayağı insanların en önemli ahlâksızlıklarından biridir”; Albert Camus’nün, “İnsan olmak, başkalarına acı çektirmenin utancını duymaktır.” “Bir insan erdemli bir hayat sürmeyi arzuluyorsa, ilk işi hayvanlara zarar vermekten kaçınmak olacaktır,” ifadeleri sonuna kadar haklı ve öğreticidir.

Şüphe yok: “İnsanların işkenceye uğramasını reddediyoruz (en azından a priori olarak); onlara karşı şiddet uygulanmasını yasaklıyoruz; fiziki ve ruhsal bütünlüklerini ihlâl edecek ve rıza göstermedikleri zararlardan onları koruyoruz. İnsanların (tümünün) güvenliğini temel hak olarak temin ediyoruz çünkü onların (hepsinin) acı çekmeme hakkı olduğunu varsayıyoruz. Peki, bu haktan diğer hayvanları mahrum etmek, bir başka deyişle kendi emellerimiz için onlara ıstırap çektirmeye meydan vermek meşru mudur? Bir bireye acı çektirmenin ahlâki açıdan kabul edilebilir olup olmadığını belirlemeye çalışırken bu bireyin ait olduğu tür, cinsiyeti veya ten rengi kadar konuyla alâkâlı. Hâlbuki acı çekmemesi için geçerli sebep onun hisleri olmasıdır. Öyle ki, eşitlik ilkesi canlının menfaatinin (insan türüne ait olsun veya olmasın) aynı hak kapsamında -özellikle işkence görmeme hakkıyla- korunmasını gerektirir,” diyen Valéry Giroux olması gereken tavrı net biçimde ifade etmektedir.

* * * * *

Peter Singer, insanın hayvanlar üzerindeki zulmünün, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi yanlış olduğunu ifade ederken;[16] “İnsanlığın hayvanlarla ilişkilerini ahlâk ve ataerki bağlamlarında bir ilişki”[17] biçimlendirir.[18]

Kolay mı? “Kadın ve hayvanın tüm yönleriyle eş olduğunu” savunup; “Yalnızca şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi ‘erkek’ tanımının dışına atarak alt edilecek bir öteki ilan ettiği”nin, “özneden nesneye indirgediği”nin altını çizen[19] Carol J. Adams’ın işaret ettiği gibi, “Her yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor.”[20]

O hâlde hatırlatalım: “Sovyet yazarı Platonov’a göre hayvan, sınıf ilişkilerinin kölesi olan insandan farklı olarak iki kere boyunduruk altındadır. Bir kez doğayı boyunduruk altına alan insan yüzünden, bir de bizzat ona başka türlü eyleme izni vermeyen, doğasına hapseden doğa yüzünden. Komünizm bu yüzden yalnızca insanların değil, aynı zamanda hayvanların, tüm doğanın özgürleşmesi anlamına gelir.”[21]

* * * * *

Hep söylüyoruz. Hayvan sevgisi olmayanın insan sevgisi “iddia”sı da sorguya muhtaçtır.

Unutmayın! İthaka halkı kralları Odysseus’un öldüğünü düşünmesine rağmen, köpeği Argos 20 yıl boyunca sahibinin dönmesini beklemiştir. Odyseus, Truva Savaşı’ndan dönünce, hırpani hâline, dilenci kılığına rağmen onu tanıyan ve kuyruğunu sallayıp son nefesini veren, en vefakâr dostu Argos’tur.

Dostlarımıza elbette sahip çıkacağız. Yaşama, yaşatmaya inanıp; hiçbir egemen yalana kanmayarak;[22] ve Hermann Hesse’nin, “Canına kıydığımız o kadar çok şey var ki!… Dört bir yanda yaşam bekliyor bizi, dört bir yanda gelecek çiçek açıyor, oysa biz hep birazını algılıyoruz bunun, pek çok şeyi ayaklarımızın altında ezip geçiyor, adım başında öldürüyoruz…” sözlerini daima hatırlayarak…

Öyleyse Judith Butler’in, “Hangi özgürlük için savaşıyorsak savaşalım, eşitlik üzerine kurulu bir özgürlük olmalıdır,” saptamasını aktararak ekliyoruz: Özgürlük için tüm canlıların eşitliğinden vazgeçmek mümkün değildir; bu meselede de susulmamalıdır!

O hâlde bu mevzuda “son” söz de Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’den: “Perché non parli/ Neden konuşmuyorsun?” o

16 Aralık 2024, İstanbul-Muğla.

 

[1]    Nâzım Hikmet’in ölen köpeğine kaleme aldığı mersiyeden.

[2]    Oxana Timofeeva, Dilsiz Hayvanın Acısı, Hayvanların Tarihi: Felsefi Bir Deneme, çev: Barış Engin Aksoy, Kolektif Kitap, 2018.

[3]    Bkz: Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Katilden Değil, Canlı(lar)dan Yanayız! Ya Siz?”, Avrupa Demokrat, 24 Temmuz 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/08/katilden-degil-canlilardan-yanayiz-ya.html

[4]    Elias Canetti, Hayvanlar Üzerine, çev: Levent Konca, Sel Yay., 2019.

[5]    Hakan Yurdanur, “Sokakta Yaşayan Hayvanlar ve Kavramlar (1)”, 13 Ağustos 2024… https://sendika.org/2024/08/sokakta-yasayan-hayvanlar-ve-kavramlar-1-709389

[6]    Mark Twain, “Hayvanların En Aşağısı, İnsanın Hayvanlar Dünyasındaki Yeri”, 7 Ekim 2024… https://www.avrupademokrat3.com/hayvanlarin-en-asagisi-insanin-hayvanlar-dunyasindaki-yeri-mark-twain/

[7]    Ayhan Geçgin, “Komün Varlıkları: Köpekler, Kediler…”, 21 Temmuz 2024… https://www.k24kitap.org/komun-varliklari-kopekler-kediler-4728

[8]    “Binlerce Yıllık Yol Arkadaşlığı: İnsanlar ve Köpekler”, 10 Eylül 2024… https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/toplum/binlerce-yillik-yol-arkadasligi-insanlar-ve-kopekler

[9]    Erbil Karakoç, “Türler, Köpekler ve İnsanlar”, 14 Eylül 2024… https://sendika.org/2024/09/turler-kopekler-ve-insanlar-711006

[10]  “Katliamdan Taviz Yok!”, Birgün, 25 Temmuz 2024, s. 9.

[11]  Hicri İzgören, “Yasa Geçti, Katliamlar Başladı”, Yeni Yaşam, 15 Ağustos 2024, s. 9.

[12]  “Bugünkü ödevimiz.

Hayvanları niye severiz? Niye severiz anne?

Onlar yaşamamıza katılırlar, sesleri, sonra nasıl anlatayım…” (Füruzan, Parasız Yatılı, Karacan Yay., 1981, s. 16).

[13]  Amos Oz, Aşk ve Karanlık, çev: Gülden Şen, Doğan Yay., 2006.

[14]  Sevgi Soysal, Tante Rosa, Bilgi Yay., 1978, s. 59.

[15]  William Golding, Sineklerin Tanrısı, çev: Mina Urgan, İş Bankası Yay., 2007.

[16]  Peter Singer, Neden Vegan?- Etik Beslenme, çev: Pınar Şengül, Ayrıntı Yay., 2021.

[17]  Peter Singer-Jim Mason, Aslında Ne Yiyoruz, Nasıl Yiyoruz? Gıda Tercihlerimiz Neden Önemli, çev: Pelin Sertoğlu Hız, Ayrıntı Yay., 2024.

[18]  Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi Hemen Şimdi, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2024.

[19]  Carol J. Adams, Ne Adam Ne Hayvan, Feminizm ve Hayvanların Savunulması, çev: Sevda Deniz Karali, Ayrıntı Yay., 2021.

[20]  Carol J. Adams, Etin Cinsel Politikası – Vejeteryan Eleştirel Kuram, çev: Mehmet Emin Boyacıoğlu-Güray Tezcan, Ayrıntı Yay., 2015.

[21]  Oxana Timofeeva, Dilsiz Hayvanın Acısı, Hayvanların Tarihi: Felsefi Bir Deneme, çev: Barış Engin Aksoy, Kolektif Kitap, 2018.

[22]  Bir veteriner hekim ısrarla “Sahiplenilmeyen hayvanlar uyutulur” görüşünü savunuyor. Bu kişi, Kadıköy Belediyesi Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı Süleyman Erçin. Yasaya karşı Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açan CHP yönetiminin bu konudaki görüşünü açıklaması gerek. CHP’li Kadıköy Belediyesi, sokak hayvanlarından sorumlu biriminde iktidarın katliam yasasını savunan bir görevliyi çalıştırmaya nasıl devam ediyor? (Zülal Kalkandelen, “Kadıköy Belediyesi’nde İtlafı Savunan Veteriner Hekim!”, 18 Eylül 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/kadikoy-belediyesinde-itlafi-savunan-veteriner-hekim-2248623).

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz