Gezi Direnişi’nden bugüne bakmak*

İçinde de yer alsanız, kendi eyleminiz dahi olsa, onun deneyime dönüşmesinin yolu örgütlülükten geçiyor. Bildiğimiz gibi Gezi Direnişi’nde örgütlü bireyler ile örgütsüzler direniş karşısında eşitlenmişlerdi. Zira ilk kez hep birlikte bu boyutta bir direnişin parçası oluyorduk.

Ancak öncesinde tarihsel deneyimler, yakın zamanda 1 Mayıs’larda Taksim direnişleri örgütlü mücadele içinde olanlar için direnişin kaderini de şekillendirecek deneyimlerin ortaya çıkmasına vesile oluyordu.

Her ne kadar Gezi öncesi örneğin Mısır deneyiminin detaylarına fazlaca vakıf olmasak da, Mısır olsun, Yunanistan’daki direnişler olsun, Wallstreet eylemlerine kadar hem örgütlenmesi, hem meydan ve işgal hareketlerinin deneyimlerinden haberdardık.

Bugün, Gezi’nin deneyiminin içselleştirilmesi ve bunun yürüyüşe hız katmasının yolu da yine örgütlülükten geçiyor.

Nitekim zayıf olduğumuz yer de tam da burasıdır.

Gezi Direnişi ile kendi eylemi ile aklı açılan, ufku genişleyen, kendine güveni gelen, devletle, medyayla yüzleşen milyonların, bu ilerlemeyi kalıcı hale çevirerek yol almasının da koşulu örgütlü mücadele içinde yer almak.

Üzerine yaşadığımız süreçler, katliamlarla sınanan barış talepleri, işçi direnişleri, kadın eylemleri, yağmalanan yıkılan kentler, ekoloji ve yaşam savunucularının maruz kaldığı devlet şiddeti de eklenince bugün yaşanan direnişlerde de aynı eksikliğin devam ettiğini ancak durumun sanıldığı kadar da kötü olmadığının altını çizmek gerekiyor.

DİRENİŞ, öğrenilir, öğretilir, DİRENİŞ öğretir,

DİRENİŞ, özgürleştirir, bugün direnen AVON işçilerinin dediği gibi DİRENİŞ, güzelleştirir.

DİRENİŞ örgütler, direniş örgütlenir.

Bunu öğreniyor olmak, direnmeyi öğrenmek kazanmayı öğrenmenin de yolunu açıyor.

Bugün devam eden direnişlerde tahayyüllerimizin ötesine geçen saldırılara karşın, Kürt illerinde aylardır süren direniş de bize bunu öğretiyor.

Öte yandan tersinden Suriye’den savaştan kaçmak zorunda olanların yarattığı tablo da yine bunu öğretiyor. Mülteci krizi diye adlandırılan ve özellikle liberallerin, AB’nin de “ya öleceksin ya kaçacaksın” ikilemini hafızalara kazımaya çalıştığı bu tablo, “ölmek ve kaçmak” dışında, örgütlü mücadele ile direnmek alternatifinin olduğunu, tam da bugün yani nazım’ın dediği gibi “henüz vakit varken gülüm” fark etmek ve harekete geçmek şart.

Ahlayıp vahlamak değil, deneyimlerden ders çıkararak, direnişlerden öğrenerek, kendimizi abartmadan, olmayanı varmış gibi görmeden, olanı yokmuş varsaymadan… Kendi gerçekliğimizden ama onu aşacak bir mücadeleyi örebileceğimizin güveniyle hareket etmek bugün önümüzde duruyor.

Bizler Gezi Direnişini elimiz kolumuz bağlı “beklemedik”. İlmek ilmek ördüğümüz mücadelenin, tüm eylemlerin, etkinliklerin, propaganda faaliyetlerinin devrim sürecinin parçası olduğunu unutmadan Gezi’yi karşıladık.

Bugün direniş sürüyor. Boyutları değişiyor, biçimi değişiyor, yerellerde yöntemleri değişiyor ancak “boyun eğmeyeceğiz” diyenlerin, isyanı da “bastırılamıyor”.

Bir sonraki “büyük fırtına” ne zaman kopar bilinmez ancak, biz ve onlar olarak net ayrımın bizim cephemizden daha da geniş kesimlerce kavranması, hem sürecin örgülmesi hem örgütlenmesi için bugünün önceliklerinden. Bir yanda onlar, diğer yanda biz…

Yani biz işçiler, emekçiler, kadınlar, halklar, gençler, yaşam savunucuları yani onlar, emperyalistler, burjuvalar, onların devletleri, onların kurumları, medyaları yani Brecht’in özetle “hepsi halka karşıdır” dedikleri…

Onları tanımak kadar BİZ olduğunun bilincini tıpkı Gezi Direnişi’ndeki gibi kendi eylemiyle büyüterek sürdürmek bugünün önceliği…

Daha önce yazdığım gibi, “Gezi’de yüzleştiğiyle bugün yüzleşmekten kaçınanların, bu zulmün faturasını bugün kendinin değil Kürt çocukların ödüyor olmasının yarattığı yanılgıyı kırmak zorundayız. Kuşatma altında olan, bombalanan, katledilen BİZiz…

Bugün bir yerlerde öldürülen de BİZ’iz, direnmekten başka seçeneği olmadığını bilince çıkaran da BİZ.

Bizi biz yapacak “direnişte” olmak, direnmenin bazen yaşamak, bazen ifade etmek ama her zaman kendi bilincini yaratan ve onu aşacak kolektif eylemin içinde olmak demek olduğunu hatırladıkça… Her yerdeyiz…”

İşte tam da bu yüzden, bizim cephemizde bugün Gezi’yi hatırlamak, kendi talepleri ve öfkesiyle kendi gücünü bütünün gücü ile birleştirdiğinde başarabileceğini hatırlamak,

LİCE’yi hatırlamak, Medeni Yıldırım’ı hatırlamak, Roboski katliamında sessiz kalmış olmanın utancını, “30 yıldır Diyarbakır’ı bu medyadan izledik” bilincini hatırlamak…

Gezi’yi hatırlamak, kentler savaş uçaklarıyla, tanklarla, toplarla yıkılırken susmamak, Roboski’nin sesi olmayı bu kez başarmak demek…

Gezi’yi hatırlamak, “yapabileceğini”, değişebileceğini, öğrenebileceğini, yoldaşlaşabileceğini, dayanışmayı hatırlamak,

Gezi’yi hatırlamak, özgürlüklerin ve hayatın karşısına dikilenlerin kimler olduğunu hatırlamak,

Gezi’yi hatırlamak, öğrenmeye, direnmeye devam etmenin yolunun kolektif mücadeleden, sabırdan, inattan geçtiğini unutmamak ve unutturmayacak adımları atacak cesaret ve iradeyi ortaya koymak demek.

Gezi’yi hatırlamak, davalarımızın takipçisi olmak, ölümsüzleşenlerimizin bize devrettiklerini akıldan çıkarmamak demek…

Gezi’yi hatırlamak, bugün halen Gezi korkusuyla titreyenlerin, korkusunu gerçeğe çevirecek günleri ilmek ilmek örmek demek…

 

İlknur Kavlak

 

* direnisteyiz3.org’dan alınmıştır.