Gezi’nin 11. yıldönümündeyiz. Bu, aynı zamanda 15-16 Haziran’ın 54. yıldönümüdür.
Bu topraklarda, 15-16 Haziran ve Gezi Direnişi, kitlesel hareketin kendiliğinden patlamasının iki zirvesidir. Her ikisinin de kendine özgü özellikleri var. Her ikisi de umut olmuştur. Her ikisi de iktidara korku salmıştır. Her ikisi de egemenin kâbusu olmuştur.
Ve öyle görünüyor, her ikisini de birleştirmek gerekir. Bunun tek yolu vardır, o da örgütlü bir ayaklanmadır.
22 Mayıs 2024’te, Saray Rejimi, savaş düzenlemelerine bir yenisini ekleyecek bir yönetmelik yayınlamıştır. Bu yönetmelikte, “ayaklanma”dan söz ediyorlar.
Gezi Direnişi yargılanmıştır.
Kendiliğinden bir sosyal patlama, Saray Rejimi tarafından yargılanmıştır.
Kime ceza vereceklerini bilemediklerinden, öne çıkan tanınmış aydınlara cezalar yağdırmışlardır. Bu, hem yargı sistemlerinin artık iç savaş hukukuna göre şekillendiğinin ilanıdır, hem de bu yolla kitleleri, aydınları değil, kitleleri korkutmayı amaçlamışlardır.
11 yıl geçti aradan. O günlerde ilkokula başlamış olan bir çocuk, şimdi delikanlıdır ve muhtemelen üniversite öğrencisidir. O günlerde babasının omuzunda alana gelen çocuk, şimdi üniversite harcını, ev kirasını ödeyemez hâldedir.
Aradan 11 yıl geçti.
Bizim liberal solcularımız, “bak Gezi Direnişi oldu da ne oldu, devrim mi oldu” demekten geri durmuyorlar. Oysa Saray, egemen, devlet, hâlâ Gezi Direnişi’ne cezalar basma peşindedir. Hâlâ Saray’ın koridorlarında Gezi hayaleti dolaşmaktadır. Hâlâ çıkarttıkları yasa ve yönetmeliklerde toplumsal ayaklanmadan söz etmektedirler.
Aradan 11 yıl geçti.
Gezi Davası’ndan içeride yatanlar, tüm olgunlukları, tüm ciddiyetleri ile insan gibi yatmaktadırlar ve Gezi Direnişi’nin onuruna uygun davranmaktadırlar.
Aradan 11 yıl geçti.
11 yıl sonra, Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen kitleleri durdurmak için, Saray, evlere şenlik bir trajikomiklikle barikatlar kurmaktadır. Kemerin üzerine keskin nişancılar, kemerin yola basan ayaklarının arasına TOMA’lar vb. yerleştirerek, kendi korkularının tarifsiz hâlini trajikomik biçimde dışa vurmaktadırlar.
Aradan 11 yıl geçti.
11 yıl sonra, sendikalarımız, işçi sendikası hâline gelmek yerine, daha çok devletin kontrolüne girmeye meylettiler. CHP kuyruğunda, devlete sığındılar. Devletin barikatlarının önünde, işçi sınıfını ve direnişi durdurmak için, barikatlar kurmaya başladılar. İşçi sınıfından korkmak yerine, devletten korkmayı daha uygun bulmaktadırlar.
Aradan 11 yıl geçti.
11 yıldır, ülkede direniş, hiçbir biçimde durdurulamadı. TOMA’lar, hapisler, coplar, tutuklamalar, mahkemeler, okuldan ve işten atmalar, gazlar vb. insanların direnişi sürdürmelerini engelleyemedi. Ve bu süre içinde birçok olumlu direniş örneği ortaya çıktı.
Direniş, parça parça, yerel alanlarda, fabrikalarda, işyerlerinde, sokaklarda, okullarda, meydanlarda, daha az sayıda kitlelerle birlikte olsa da, sürekliliğini kaybetmedi.
Bugün, 11 yıl sonra, maskeler daha fazla düşmüştür ve herkes kendi yüzünü daha net ortaya koymaya başlamıştır.
Bugün, Gezi’nin 11. yılında, ülkede ekonomik kriz, toplumsal bunalım daha da derinleşmiştir. Egemen, ekonomik krizin faturasını, elbette, karakterine uygun olarak, işçi sınıfına, emekçilere, kadınlara, gençlere yıkmak istemektedir. Ve buna karşılık, işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, direnişlerini sürdürmektedirler.
Aradan 11 yıl geçti ve bugün egemen, toplumsal ayaklanmadan söz etmektedir.
Egemen, devrimin hayaletini görmekte, ondan korkmaktadır.
İşçi sınıfı ise, devrimci hareket ise, bu devrim hayaletini yeryüzüne, toprağın üzerine, eti ve kanı ile indirme, gerçek bir güce çevirme görevi ile karşı karşıyadır.
İşçi sınıfı, devrimcileşme, devrimci örgütlenmesini geliştirme görevi ile karşı karşıyadır. Başka türlü işçi sınıfı, toplumsal mücadelenin, devrimin öncüsü hâline gelemez.
Kadınlar ve gençler, tüm toplumsal muhalefet, direniş hattını geliştirmek, direnişi yaymak ve bunları yaparken örgütlenmek ve örgütlenmek zorundadır.
Gezi’nin 11. yılında, Saray Rejimi, içeride ve dışarıda savaş politikalarını tüm gücü ile devreye sokmuş durumdadır.
İçeride ve dışarıda savaş politikaları, devrimcileri hedef almaktadır.
Devrimci hareketler, ortaklaşa mücadeleyi geliştirmek, kendilerini daha örgütlü hâle getirmek zorundadır. Kendini örgütlemek ile, ortaklaşa, birlikte mücadele etme yeteneğini geliştirmek, çelişkili değildir.
Devrimci hareket direniş hattını geliştirmek, direnişi yaymak zorundadır.
Bunun biricik yolu Birleşik Emek Cephesi’dir.
Devrimci hareket, her türden milliyetçiliği aşarak, savaşa karşı durmak zorundadır. Devrimci hareket, en yakınından en uzağına kadar, dünyadaki tüm devrimci hareketlere, enternasyonalist bir ruhla yaklaşmak zorundadır.
Yaşasın direniş.
Yaşasın Birleşik Emek Cephesi.
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi.