“Dünyaya sığamadık,
tanrı bizi yaratmış sonra da
bir yerlere yerleştirmeyi unutmuş gibi!”[1]
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, (UNHCR) dünya genelinde çatışmalar, şiddet, insan hakları ihlâlleri ve zulümden kaçmak zorunda kalanların sayısının ilk kez 100 milyon sınırını aştığını ve her 100 kişiden birinin yerinden edildiğini duyurdu.[2]
Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı’nın yerlerinden edilen veya edilme tehdidi altındaki (sığınan ve iltica eden) nüfusa dair verileri içeren Rapor 2021’e göre, bu kategorideki nüfusun yüzde 22’si, yani 21 milyonu mültecilerden oluşuyor. Yüzde 7’si başka ülkeye geçebilmiş ama geri gönderilenlerden oluşuyor ve sayıları 7.3 milyon kişi. Yüzde 5’i sığınmacı statüsünde ve 4.4 milyon kişiden oluşuyor. Yüzde 5’i de 4.4 milyon devletsiz kişiden oluşuyor. Yine yüzde 7’si benzer endişeler veya tehditler içinde yasayan kişiler…[3]
Yerkürede 281 milyon kişi göç girdabındayken;[4] dört bir yanda süren çatışmalar, yoksulluk, açlık krizi, insan hakları ihlâlleri gibi birçok nedenle her yıl milyonlarca insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalıyor.
UNHCR’nin 2021 raporuna göre, dünya nüfusunun 95’te biri mülteci olarak kendi ülkesi dışında yaşamak zorunda ve yerinden yurdundan edilenlerin sayısı 2011’e oranla iki kat arttı.[5]
* * * * *
İklim krizi, kuraklık, kıtlık, savaş, yıkım, kitlesel ölümler ve göçler kapitalizmin gerçeği; hâl böyle olunca, yıkımlardan kaçanların insanî yaşam talebi dünyanın her yerinde meşrudur.
Ancak şurası da unutulmamalı: Mültecilerin tutunacakları bir toprak parçası için verdikleri mücadele büyük, kapitalist uygarlığın onlara ödettiği bedel ise son derece ağırdır. Sınır boylarında aç-sefil, perişan, karnını doyuracak bir lokma ekmek, bedenini ısıtacak bir parça ateş bulamadığı için çöküp kaldığı, büzüşüp sığıştığı yerde kaskatı kesilmiş ölü bedenlere dönüşmüş insanlar…
Tüm bunlar “uygar dünya”nın gözleri önünde cereyan ederken; “uygar dünya” insan(lar)ının çoğunluğunun vicdanında bir rahatsızlığa da yol açmıyor.
“Göç” ve “göçmen” denildiğinde, “Her 28 kişiden birinin mülteci olduğu”[6] Türkiye gibi, pek çok toplumda “kriz” ve “soru(n)” kelimeleri art arda telaffuz ediliyor. Yani bir yandan insanî trajedi yaşanırken, öte yandan da yabancı düşmanlığı söylemi de körükleniyor…
Sığınmacılığın, göçmenliğin sebep değil sonuç olduğu göz ardı ediliyor!
Göçlerin çıktığı bölgelerde ciddi bir kriz var, yaşam krizi… İnsanî bir yaşam koşulu yok, savaş var. İnsanlar da hâliyle bu bölgeden ayrılmak istiyorlar. Bu aslında gayet anlaşılır bir şeyken; egemenler göçü, bir kriz gibi sunuyorlar.
Oysa göç bir hareketin yol açtığı durumdur.
* * * * *
“Göç”ün bir “soru(n)” değil, durum olduğu gerçeğini “es” geçen örtük ırkçı söylem; “durum”u “soru(n)” gibi sunarak, çıkarları doğrultusunda hakikâti çarpıtır. İşte birkaç örnek!
“6 milyona ulaşan sığınmacı varlığı, ekonomisi parlak olmayan 80 milyonluk bir ülkede ciddi sorundur. İster meseleye insan hakları gözlüğü ile bakın, isterseniz milliyetçi bir gözlükle…”[7]
“Kitleler hâlinde sınırı geçen Suriyelilerin artık her şeyi tartışmalı…”[8]
“Türkiye’nin Suriyeliler sorunu bitmez. Gidiş, aynı yorumu Afganistan için de yapmak zorunda kalacağımızı gösteriyor.”[9]
“Türkiye… plansız göç politikası ile telafisi zor bir demografik dönüşüm yaşıyor…”[10]
Oysa her türlü çarpıtmaya karşın 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nca kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesi şöyle demez mi?
“Herkes, zulümden kurtulmak için başka ülkelere sığınmak ve bundan yararlanmak hakkına sahiptir. Bu hak, gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan kaynaklanan ya da BM’nin amaçlarına ve ilkelerine aykırı eylemlerden kaynaklanan kovuşturmalar durumunda öne sürülemez.”
* * * * *
Gallup’un araştırması, 2021’de dünyadaki yetişkinlerin yüzde 16’sının (yaklaşık 900 milyon) imkân bulabilirse, ülkesini kalıcı olarak terk etmek istediğini ortaya koyarken;[11] mülteci, göçmen veya sığınmacı… Ne olarak adlandırılırsa adlandırılsın dünya bir göç hareketine sahne oluyor.
Küresel göç hareketlerinin arkasında, sömürgeci/ emperyalist ülkelerin ekonomik, siyasi, askerî yıkım, talan, gasp gerçeği var.
Emperyalist metropoller çevre ülkelerinde dikta rejimlerini destekliyor, savaş çıkarıyor, işgal ediyor, çökertiyor.
Kuraklık ve açlığı tetikleyen küresel ısınmanın arkasında da emperyalist kapitalizmin tarihi var. Öyleyse, sömürgeci ve emperyalist ülkelerin devletlerinin tarih boyunca talan ettikleri kaynaklarla yarattıkları refahı, talan edilen, yıkılan ülkelerden gelmeye başlayan göçmen ve sığınmacılarla paylaşmaları, adalete ilişkin bir meseledir.
Bu nedenle göç hareketlerinin yarattığı gerçeği görmezden gelmek ne kadar olanaksız ise, göçmenleri suçlamak da o kadar hatalıdır.
Altını çizmek gerek: Yerkürede yaşanan mülteci/sığınmacı hareketlerinin kökeninde kapitalist sömürü ilişkileri ve emperyalist saldırganlık yatar. Çünkü göçmenlerin terk etmek zorunda kaldıkları topraklar, emperyalistlerin istikrarsızlaştırdıkları, savaşa sürüklediği coğrafyalardır.
Dahası, günümüzdeki göç hareketinin kaynağı ne denli Batılı ve kapitalistse, göçmen karşıtı ideolojinin kaynağı da o denli Batılı ve kapitalisttir. 1990’lı yıllardan itibaren Batılı ülkelerde yükselişe geçen ve neoliberalizmin yarattığı tahribatın faturasını göçmenlere kesen siyasi hareket, bugün tüm dünyayı etkilemektedir.
Patrick Bixby’in ifadesiyle, “Küresel pasaport rejimindeki adaletsizlik değişmiyor. Kabul etsek de etmesek de pasaportlarımız jeopolitik düzen içinde ‘kim olduğumuzu’ belirliyor”ken;[12] burjuva ideolojisinin göçmen hareketlerine ve göçmen karşıtı akıma üretebildiği tek çözüm, göçmenleri sınırlarının ötesinde tutmak, duvarlar örmek oluyor.
Evet, evet mülteci dalgasına karşı ülkeler sınırlarına duvar örüyorken; “Uluslararası Göç Örgütü” (IOM) raporu, göçmen ölümlerini kaydetmeye başladığı 2014’ten 2022’ye 50 binin üzerinde kişinin göç yolculuğunda hayatını kaybettiği, bu kişilerden 30 bininin uyruğunun belirlenemediği bildiriyor.[13]
Neresinden bakarsanız bakın “İklim krizi sebebiyle yaşanan göçlere ya da bugün güvenlik endişesi ile göç eden yüzlerce Suriyeli mültecide gördüğümüz ve tarihte de benzerlerine rastladığımız gibi savaştan kaçan halkların toplu göçlerine bakabiliriz. Tüm bu örneklerde göç; emperyalizmin, sömürgeciliğin, çevresel ırkçılığın ve dahasının küresel ölçekli ekonomik ve siyasal bağlamları içinde anlam kazanır.”[14]
* * * * *
Verili tabloda toplumlar hem göçün kaynağı hem de hedefi bir göç toplumu olarak biçimleniyor. Oysa dünya hepimize yetecek kadar büyük ve yerkürenin insan(lık)a dar edilmesinin sorumlusu göçmenler değil, emperyalistlerin ta kendileri; yani bir yandan yağmaladıkları coğrafyaların insanlarına ülkelerini dar ederken, kendi ülkelerinde ırkçılığı öne çıkartıp “Göçmenler geliyor!” yaygarası kopartanlar…
Ülkenizde göçmen istemiyor musunuz? O zaman, öncelikle göçün nedenlerini ortadan kaldırmanın gerekli olduğunu kabul edecek, yöneticilerinize başka ülkelerin insanlarına dünyayı dar etmemeleri içinbaskı uygulayacaksınız!
Kolay mı?
Savaş çıkartacaksınız, insan(lık)ı açlığa mahkûm edeceksiniz; yoksul bırakacaksınız; sonra da “Bak göçmenler geliyor” diyerek duvarlar öreceksiniz! Bu mümkün olabilir mi?
Bir “işgal”den söz ediliyor; oysa buna emperyalistlerin kendileri neden oluyor; sanki göçmenler durup dururken gelmişler, Batı’yı işgal etmişler.
Hayır! Emperyalistler coğrafyalarını işgal ve talan ettiği için yollara düştü göçmenler.
* * * * *
Gerçeklere sırt dönmeyin!
Örneğin Taliban vahşetini “Hiç acımadan öldürür. Onlar ne Müslüman ne de insan” diyerek anlatan Afganlar, “Afganistan emniyetli bir hâle gelene kadar biz burada kalacağız. Ne zaman ki tam emniyet sağlanır biz o zaman döneriz,” diyorlar.[15]
“Afgan Mülteciler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği” Başkanı Dr. Zakira Hekmat da, “Taliban ele geçirdiği yerlerde, özellikle kız çocuklarına ve kadınlara karşı gerici emirler vermeye ve tehditler etmeye başladı. ‘Kimsin’ diye sormadan direkt öldürüyor. Akrabalarımınki dahil birçok eve saldırı oldu ve şu an evde değiller. İnsanlar dağlara sığınmış… Afganistan’dan binlerce kişi, nefes alabilmek için Türkiye’ye geliyor. En azından ülkedeki durum iyileşene kadar Afganistan’a, ölüme gönderilmesinler,”[16] diye ekliyor.
* * * * *
Lakin hiçbir şey ırkçı saldırganlığın umurunda değil.
Yabancı düşmanlığı ya da diğer adıyla “zenofobi”, dünyada yükselişe geçen en önemli soru(n)lardan biri… Coğrafyamızda olduğu gibi pek çok ülkede göçmenlere ilişkin popülist söylem ve politikalar, yabancı düşmanlığını körüklüyor. Özellikle ekonomik krizin vurduğu ülkelerde göçmenler “günah keçisi” ilan ediliyor.
Lund Üniversitesinden Dr. Ov Cristian Norocel’e göre de, sağcı popülist partiler küresel ölçekte ekonomik krizi yabancı düşmanlığını teşvik etmek için bahane olarak kullanılıyorlar.[17] Buna coğrafyamızda da çok kez tanık olduk; Ankara’nın Altındağ’ındaki üzere…
Hatırlayın: Suriyelilerin ev ve işyerleri tahrip edildi. Yaşanan olaylardan sonra gözaltına alınan 76 kişinin 38’inin yağma, kasten yaralama, hırsızlık, uyuşturucu suçlarından kaydı bulunduğu açıklandı.[18]
Ya Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde eli silah ve sopalı olduğu söylenen Suriyeli bir grubun bir yurttaşın evini bastığı iddiası üzerine “Ülkede mülteci istemiyoruz,”[19] sloganları atanların yol açtığı ırkçı kaos!
Siz boşverin, “Irkçılık bizim topraklarımızda yeşermez,”[20] palavralarına…
“Yasadışı yollarla Türkiye’ye giren göçmenler kadınları taciz ediyor. Topluma entegre olmayan göçmenler ülkede güvenlik zafiyeti hissi oluşturuyor,”[21] söylenceleriyle beslenen coğrafyamızda 2011 yılında yurttaşların yüzde 30’u “yabancı işçi/göçmenleri” komşu olarak istememekteydi ve bu oranla Türkiye 57 ülke arasında 23. sırada yer alıyordu.[22]
Yıllar sonra durumun daha da kötü olduğunu söylemek abartı değil.
“Anketler açıkça ortada: Türk toplumu ekonomiden sonra ikinci baş belası olarak bu sığınmacıları görüyor,”[23] diyor Emin Çölaşan ve ekliyor Özcan Yeniçeri de: “Sekiz on milyon mülteci Türkiye için artık bir millî güvenlik sorunudur!”[24]
Bir şey daha: Göçmenlere en az güven Türkiye’de. Halkın yüzde 81’i göçmenlerin geri dönmesini ve 4 kişiden 3’ü kapıların kapatılmasını istiyor.”[25]
Dahası var: Bolu’da göçmenlerin su faturası ve katı atık vergilerine 10 kat zam yapacağını açıklayarak gündeme gelen, bu yetmezmiş gibi “… ‘Göçmenler kalsın mı gitsin mi’ diye referandum sandığı kuralım” çağrısını dillendiren CHP’li Belediye Başkanı Tanju Özcan, “Ben göçmen düşmanı değilim,”[26] dedi demesine de; eklemeden de edemedi: “Geri adım atmayacağım fazlasını da yapacağım![27]
Dahası da var: Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Türkiye’de kayıtlı 3.7 milyon Suriyeli, 4.3 milyon da kayıt dışı sığınmacı olduğu vurgusuyla, “3.7 milyonun büyük bir bölümü, gönüllü olarak geri dönmeyecek. Kimse bedava alışveriş yaptığı bir süpermarketi terk edip gitmez,” dedi![28]
Dahanın da dahası var: CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye mülteci, göçmen, sığınmacı ambarı değil… Hepsini göndereceğim, davulla, zurnayla” diye konuştu![29]
Kimse inkâra kalkışmasın: Sığınmacılarla ilgili yürütülen tartışmalarda siyasi partilerin, aydınların, gazetecilerin aldığı tutum maalesef karşı karşıya kaldığımız sorunun ciddiyetini gölgeleyecek, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını besleyecek, giderek ülkemizdeki etnik ve inançsal fay hatlarını da harekete geçirecek bir hâli yansıtıyor!
Kolay mı?
İçinden geçilen kesitte hangi konuda görüş beyan ederseniz edin sonunda size “Peki göçmenleri gönderme konusunda ne diyorsunuz” diye soruyorlar. Bu konuda Türkiye halkı ender görülen bir milli mutabakata varmış, tüm partilerden yurttaşlar “gönderilsin” kararında birleşmiş görünüyor. AKP’lisi, MHP’lisi, HDP’lisi, CHP’lisi ve bilimum iktidar yahut muhalefet partisi seçmeni “gitsinler” diyor, başka da bir şey demiyor!
* * * * *
“İyi de ne olacak” mı?
Yeri geldi John Berger’den aktaralım: “Her göçmen yüreğinin derinliklerinde geri dönüşün olanaksızlığını bilir. Fiziksel olarak dönebilse bile gerçek bir dönüş değildir bu, çünkü göçten sonra öyle derin değişimler geçirmiştir ki, her köyün dünyanın merkezi olduğu o tarihsel çağa dönmesi de bir o kadar olanaksızdır. Merkezi yeniden yaratmanın tek yolu dünyanın her yerinin merkez kılmaktan geçer. Modern evsizlik yalnızca tüm dünyayı içine alan bir dayanışma ile aşılabilir. Kardeşlik oldukça ferahlatıcı bir terimdir; Habil ve Kabil unutulduğu takdirde her sorunun çözülebilir olduğunu vaat eder. Aslında çoğu çözülmezdir ya ama bu da tükenmek bilmez dayanışma gereksinimini gösterir.”
O hâlde “Habil ve Kabil” uyarısını “es” geçmeyan; “göçmen”/“yerli” dikotomisini reddeden; ulusçu, ayrımcı bakış açılarının ötesindeki eşitlikçi kardeşlik önerisiyle, “Dünya hepimizin” praksisine muhtacız.
“Kapitalistleri iktidarda tutan sihir işçiler arasındaki bölünmedir.” “Kuzey Amerika’nın Birleşik Devletleri’nde, kölelik Cumhuriyet’in bir parçasını çirkinleştirdiği sürece işçilerin her bağımsız hareketi felce uğramıştır. Emek, siyah deride damgalandığında beyaz deride kendini özgürleştiremez,”[30] diyen Karl Marx’ın, “Göç Hareketlerinin Ekonomi-Politik Tahlili” eşliğinde[31] Georgi Dimitrov’un analizini anımsayacağız:
“Yerli işçileri diğer ülkelerden gelen işçilerle karşı karşıya getirmeye, özellikle işsizleri aldatmaya ve kitleleri diğer ülkelere karşı kışkırtıp, ulusal duyguları körükleyerek diğer komşu topraklarını ve bölgelerini işgal etmeye, işçi sınıfının koşullarında meydana gelecek gelişmeler hakkında parlak resimler çizip kitlelerin ilgisini iç sorunlardan dış sorunlara kaydırmaya çalışan faşizm, ideolojik milliyetçilik ve şovenizm fikirlerinden yararlanır.”
Çünkü… Sığınmacılar ucuz işgücü olarak sömürülürken, bir yandan da popülist kaygılarla iktidar ve muhalefetin politika malzemesi hâline getirildiği bir “sır” değil.
İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Deniz Yükseker’in, muhalefet partileri arasında göçmen karşıtlığı yarışı olduğu vurgusuyla, “Bu yarışta kazanan bir taraf olmayacak. Çünkü her zaman, bir partiden daha göçmen karşıtı ve ırkçı başka bir parti olabilir. Kaybeden ise bütün toplum olacak,”[32] dediği gibidir her şey…
Bu durum faşizm, ırkçılık değirmenine su taşırken; coğrafyamız da bu sınırlarda dolaşmaktadır!
20 Şubat 2025, Muğla.
[1] Afganlı Mülteci Bir Kadın.
[2] “Her 100 Kişiden Biri Yerinden Edildi”, Birgün, 24 Mayıs 2022, s. 10.
[3] Şükrü Aslan, “Küresellik, Sınırlar ve Nüfus Mühendisliği”, Birgün, 11 Mayıs 2022, s. 9.
[4] Ebru Çelik, “281 Milyon Kişi Göç Girdabında”, Birgün, 18 Aralık 2024, s. 14.
[5] Özde Çelikbilek, “Mülteciler Eşitsizlik Kıskacında”, Birgün, 20 Haziran 2021, s. 4.
[6] “BM: Türkiye’de Her 28 Kişiden Biri Mülteci”, 17 Haziran 2022… https://tr.armradio.am/2022/06/17/bm-turkiyede-her-28-kisiden-biri-multeci/
[7] Mehmet Ali Güller, “Avrupa’nın İstilasını Önleyen Tampon Ülke”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2021, s. 8.
[8] Sertaç Eş, “Göç”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2022, s. 5.
[9] Mustafa Balbay, “Göçler Tarihin Motorudur…”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2021, s. 5.
[10] Çağdaş Bayraktar, “Türkiye’deki Demografik Dönüşüm: Gelenler”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2022, s. 9.
[11] “Dünyada Göç Etme İsteği Son 10 Yılın En Yüksek Seviyesinde”, 3 Şubat 2023… https://www.avrupademokrat2.com/dunyada-goc-etme-istegi-son-10-yilin-en-yuksek-seviyesinde/
[12] Patrick Bixby, “Hareket Özgürlüğü ve Adaleti”, Birgün, 30 Ocak 2023, s. 13.
[13] “IOM 2014’ten Beri 50 Binin Üzerinde Göçmenin Hayatını Kaybettiğini Açıkladı”, 28 Kasım 2022… https://www.avrupademokrat1.com/uluslararasi-goc-orgutu-2014ten-bu-yana-goc-esnasinda-50-binden-fazla-kisi-oldu
[14] Lilia D. Monzó, “Sömürgecilik, Göç ve Pandemi”, Birgün Pazar, Yıl: 18, No: 750, 25 Temmuz 2021, s. 4-5.
[15] Mehmet Kızmaz-Tuğba Özer, “İstanbul’daki Afgan Ailenin Taliban Açıklaması”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2021, s. 9.
[16] Mehmet Kızmaz, “Uzmanlardan Afgan Göçmenler İçin Çağrı”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2021, s. 4.
[17] Umut Serdaroğlu, “Popülistler Göçmen Krizini Körüklüyor”, Birgün, 25 Mayıs 2022, s. 13.
[18] Sefa Uyar, “Altındağ’da Suriyelilerin Ev ve İşyerleri Tahrip Edildi”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2021, s. 5.
[19] Beste Çelik, “Dilovası’nda Tehlikeli Gerginlik”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2023, s. 3.
[20] Mustafa Balbay, “Yeni fay Hattı: Sığınmacılar!”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2021, s. 10.
[21] Sefa Uyar, “… ‘Kaçak Göçmenler’ Tartışması Şiddetleniyor”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2022, s. 3.
[22] Şükrü Aslan, “Sınırlar, Göçmenler, Kentler”, Birgün, 31 Mart 2021, s. 10.
[23] Emin Çölaşan, “Sığınmacı Belası”, Sözcü, 20 Nisan 2022, s. 5.
[24] Özcan Yeniçeri, “Demografik Savaş ve Mülteciler”, Yeni Çağ, 13 Ağustos 2021, s. 8.
[25] “Göçmenlere En Az Güven Türkiye’de”, Sözcü, 19 Haziran 2021, s. 22.
[26] İlayda Kaya, “Tanju Özcan Açıklamada Bulundu”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2021, s. 5.
[27] “CHP’li Bolu Belediye Başkanı Özcan’dan Suriyeli’ye Ayrımcılık”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2021, s. 5.
[28] Sena Tufan, “Ümit Özdağ: Geleceğimiz Karartılıyor”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2022, s. 4.
[29] Seyfettin Mete, “Kılıçdaroğlu, Kanaat Önderleriyle Bir Araya Geldi”, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2021, s. 5.
[30] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[31] “Wakefield son derece acıklı bir öykü anlatır. Bir gün Kanada’dan ve New York eyaletinden bazı kapitalistlerle konuşmuştu. Kanada ve New York eyaleti göçmen dalgalarının sık sık kesildiği ve bir ‘fazla’ işçiler tortusunun oluştuğu yerlerdi.
‘Sermayemiz’ diye sızlanmış melodramın kişilerinden biri, tamamlanmaları oldukça uzun zamanı gerektiren birçok iş için hazır bekliyordu; çok geçmeden bizi bırakıp gideceğini bildiğimiz işçilerle bu gibi işlere başlayabilir miydik? Bu gibi göçmenleri işte alıkoyabileceğimizden emin olsaydık, bunlara hemen ve memnuniyetle girişirdik, hem de yüksek bir fiyatla da olsa girişirdik.
Dahası, emek ihtiyacımızı gerektirdiği anda yeni gelenlerin emeğiyle karşılayabileceğimizden emin olsaydık, yarı yolda terk edileceğimizi bile bile yine de işe girişirdik.
Wakefield, Kapitalist İngiliz tarımını ve burada kullanılan ‘birleşik’ emeği Amerika’daki dağınık toprak işletmeciliği ile parlak bir biçimde karşılaştırdıktan sonra farkında olmadan madalyonun öteki yüzünü de gösterir. Amerikan halk kitlesinin müreffeh, bağımsız, girişimci ve görece eğitimli olarak tasvir eder.
İngiliz tarım işçisi sefil bir yaratıktır. Tarımda çalıştırılan özgür işçinin ücreti, Kuzey Amerika ve bazı sömürgeler dışında, hangi ülkede işçinin canını teninde tutmaya ancak yeten bir miktarın ötesinde kayda değer bir yükseklik gösterir.” (Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s. 737).
[32] Umut Serdaroğlu, “Dünün Misafirleri Bugünün Hedefi”, Birgün, 16 Nisan 2022, s. 7.