Aslında biz kadınlara sorsalar söylerdik; her an patlamaya hazır olduğumuzu. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ettirmek için yola çıkanlar, kadınların geliştirdikleri eylemler sonrası ‘mayınlı bölgeye girdik çekiliyoruz’ itirafıyla geri adım attılar. Doğru bir tanımdır. Derinde duran, biriktiren ama her an patlamaya hazır.
Patlamaya hazır; çünkü tacize, tecavüze uğrayan, şiddet gören, öldürülen kadınların yüzleri aklımızda. Yarını var eden emeğiyle “görünmezken”, cinayetlerle görünür olmayı; her okuduğu haberde, her yaşamına dokunduğu dostunun anlattıklarında, bu tehdidi kendi yaşamında derinden hissetmeyi; tüm bunları biriktiriyor kadınlar.
Bu biriken öfke kendini sokaklarda var ettiğinde hüzünle karışık bir şarkı çalmaya başlıyor hepimizin kulaklarında. Bir yanımız bizden alınanlar, bir yanımız ‘biz varız ve bir adım daha atamazsınız’ gücü.
Bu güç, mücadele etmeye başladığında karşısında önce devleti buluyor. Katilleri savunan, koruyan, bulmayan, yargılamayan devleti. Hatta ileri gidip şiddete uğradığı, öldürüldüğü için kadınları suçlayan devleti. Nadira’nın, Yeldana’nın, Gülistan’nın, Rabia Naz’ın katilleri bellidir, her birinin adı vardır. Onlara katil demeyen, onları aklayan devlet, katillerin suç ortağıdır.
Yönetecek başka aracı kalmadığı için polisle, tomayla, bağıra çağıra yönetmeye çalışanlar, kadınların eylemleri karşısında diyorlar ki, mayınlı bölgeye girdik. Hoşgeldiniz!
Onlar gücümüzün farkında; neler yapabileceğimizin farkında; o zaman biz de gücümüzü kullanalım.
Bu daha ne kadar böyle sürecek?
Daha kaç tane kadın öldürülüp, katilleri ‘iyi hal indirimi’yle dışarıda elini kolunu sallayarak gezmeye devam edecek?
Daha ne kadar? Bunu sen de soruyorsun biliyoruz.
Bir adım daha atalım. Nasıl ki öldürülen kadınlar sayılardan ibaret değil, her birinin bir yaşamı var; biz onlar için eylemlerde bir araya gelen kadınlar da yüzlerden, binlerden ibaret değiliz. Her birimizin bu çürümüşlüğü bitirmek için yapabileceği daha çok şey var.
Biliyoruz ki ancak sürekliliği olan bir mücadele yürüterek, katillere, kadına şiddet uygulayanlara, onları kollayan burjuva iktidara geri adım attırabiliriz. Taleplerimiz etrafında örgütlendiğimizde, sokaklardaki gücümüzü; mahalle ve kent merkezlerindeki gücümüzü örgütlediğimizde, bizi susturmak isteyenlerin çaresiz kaldıklarını görüyoruz, göreceğiz.
Sadece onların yasaları tarafından korunarak ‘hayatta kalmak’ için değil yaşamak ve yaşatmak için, özgür olmak için bir araya gelelim.
Hayatlarımızın öznesi olmak için, birlikte kararlar alıp eylemek için, tüm aşağılanmayı ve sömürüyü ortadan kaldırmak için birlikte mücadele edelim.
Bizi ölümle kölece bir yaşam arasında seçime zorlayanların kurduğu ekonomik, sosyal, siyasal tüm ilişkileri yeryüzünden yok etmek için, bize mayın diyenlere, “üzerimize basmanızı beklemeyeceğiz” diyelim.
25 Kasım’da tüm sokaklardan, meydanlardan yükselen sesimizle haykırayacağız; biz kadınlar boyun eğmiyoruz, eğmeyeceğiz!
Yaşamak ve yaşatmak için;
Özgürlüğümüz için Taksim’deyiz!
Öfkemizi gücümüze katarak, mücadeleyi büyütmek için Taksim’deyiz!