Bu saldırı kampanyası, her alanda, kendine has yöntemlerle sürdürülüyor. Yeni içişleri bakanı, acımayacağız naraları atıyor. Sanki, bugüne kadar acıyarak saldırdılar. Sanki bugüne kadar ellerinden geleni artlarına koydular.
Devlet, hem Suriye’de yenilince, hem de içerde kendi iktidarını sürdüremez pozisyona geldikçe, çareyi daha fazla saldırıda arıyor. Daha fazla kan dökmek, daha fazla tutuklama yapmak, daha fazla terör estirmek ve bu yolla, kitleleri, halkları, işçi ve emekçileri evlerinden çıkamaz, seslerini çıkartamaz hale sokmak istiyor.
Korkuyorlar ve korktukça, halkları, işçi ve emekçileri daha büyük korku ile karşıkarşıya bırakıp, esir almak istiyorlar.
Ve sisteme karşı tepki duyan, hareket etmese bile hareket etmek isteyen kitlelerde umutsuzluk, bir çıkışı olmayan yol hali yaratmak istiyorlar. Devletin çivisi çıktı ama TOMA’ya, polise, askere karşı ne yapacaksın? türünden sorular, bu çıkışsız hali ifade ediyor.
Deniliyor ki, sokağa çıksak, gözaltına alınıyoruz. TOMA’ya dirensek bir yere kadar, sonra sonuç alamıyoruz, bu durumda ne yapacağız?
Biz devrimci sosyalistler ise, sürekli olarak, direnmek ve örgütlenmekten söz ediyoruz.
Aslında bize çaresiz gibi gelen bu durumun gerçek adı, örgütsüzlüktür. Yani, TOMA’yı yenememenin nedeni, daha etkili bir direniş geliştirememenin nedeni örgütsüzlüktür.
Örgütsüzlük denilince, anlaşılması gereken şey, halkın, kitlelerin, işçi ve emekçilerin örgütsüzlüğüdür. İşçi sınıfının elinde sendikaları yoktur. Büyük oranda sendikalar devlet denetiminde, sendika mafyasının denetimindedir. Halkların örgütlülüğü zayıftır, öğrencilerin örgütlülüğü zayıftır.
Gezi Direnişi ile daha da ileri noktalara gidememenin nedeni, aslında bu örgütsüzlüktür.
Devrimci hareketin örgütsüzlüğünden söz etmiyoruz, daha da ilerisi, halkın, işçi ve emekçilerin örgütsüzlüğünden söz ediyoruz.
İş cinayetlerini ele alın, özelleştirme dalgalarını ele alın, işçilerin sosyal haklarının tırpanlanmasını ele alın, sigortasız çalışmayı ele alın, çocuk işçiler sorununu ele alın, çalışma saatlerinin uzatılmasını ele alın, kıdem tazmınatı meselesini ele alın, kiralik işçi büroları meselesini ele alın, işsizlik fonunun kullanımını ele alın vb. Aslında tüm bu sorunlar, devrimci değil, gerçek anlamda işçi sendikalarının olduğu bir ülkede, işçi sınıfının şiddetli mücadelesine neden olacak başlıklardır. Ama ülkemizde, sendikaların çoğunluğu, devlet- mafya kontrolü altındadır.
Öğrenci hareketinin örgütsüzlüğü de öyledir. Yaygın ve birleşik bir öğrenci örgütlenmesi gelişmemektedir. Yoktur demiyoruz ama eksiktir, olması gerekenden çok eksiktir.
Halkların örgütlenmesi eksiktir. Doğanın yağmalanmasını ele alın, HES projelerini, akıl almaz maden yatırım projelerini vb ele alın, çevreyi tahrip eden, ranta dayalı şehircilik projelerini ele alın, eğitim meselesini ele alın, ulaşım meselesini ele alın, insanların yaşam biçimlerine dönük akıl almaz saldırıların sıradanlaşmasını ele alın. Örgütlü halk veya halklar, bu gibi yaşamsal sorunlarda tepkilerini geliştirebilirler.
İşte bizim sözünü ettiğimiz örgütsüzlüğün bir parçası budur.
Bu kitle örgütlenmesi ile devrimci hareketinin bağlarının eksik olması da bir başka sorundur. Elbette öyledir. Ama, bugün, ülkemizde yaşayan işçi ve emekçiler, yani nüfusun %80-90’ı için, yaşam artık çekilmez hale gelmiştir. Katliamlar, saldırılar, hayatı zehir eder noktadadır.
Bu umutsuzluğu kırmanın tek yolu vardır, o da, bu örgütsüzlüğün boyutları gerçeğini açıkça görmek, anlamak ve değiştirmek üzere harekete geçmektir.
Seyreden, daha fazla kirleniyor.
Seyreden daha fazla korkuyor.
Seyreden kayıtsız kalmaya başlıyor.
Konya Karaman’da, 45 çocuğun ırzına geçilmesine seyirci kalanlar, artık insanlıklarını kaybetmektedirler. Seyretmek, susmak budur.
Direnmek, ama her adımda, her direnişte daha fazla örgütlenerek direnmek. Çare budur.
Halkların, işçi ve emekçilerin zekasını, aklını, gücünü direnişe katmanın yolu, her eylemde, bir dirhem daha örgütlenmeyi geliştirmekten geçiyor.
Direnen, tüm bu saldırılara karşı sokağa çıkan, bir arayış içine giren, örgütlenen en başta kendisine umutsuzluğun ve korkunun bulaşmasını önler. En başta kendini temizler, insan olarak kalma mücadelesinin yolunu açar, insanlıktan çıkmayı kendi şahsında önlemeye başlar.
Örgütlenmek, halkın enerjisini, önce kendini, kendi yaşamını, haklarını savunmasını sağlamak üzere harekete geçirmek demektir. İşçi ve emekçiler, kendi güçlerini eylem alanlarında, grevde, vb ortaya koymadıkça, kendilerini de tanıyamazlar.
Çözüm, elbetteki vardır. Elbetteki tarihin en karanlık dönemlerinde, en despot iktidarları, zalimleri alaşağı etmek mümkün olmuştur. Bundan sonra da olacaktır.
Çözüm, çaresizlik içinde hissedip oturmakta değildir. Çözüm, çaresizlikten çare çıkarmaktadır. Bu da direnmek ve örgütlenmekten geçiyor.
Gezi Direnişini hayata geçiren de bu halktır. İşte şimdi mesele, bu direnişi sürekli kılacak, büyütecek örgütlenmeyi sağlamaktadır. Mesele budur. Kürt halkının direnişi, çarpıcı bir örnektir.
Ölüme karşı yaşamı, karanlığa karşı aydınlığı, savaşa karşı barışı, sömürüye karşı insanca yaşamı, boyuneğmeye karşı özgürlüğü, yağma ve talan ekonomisine karşı eşitliği ve ortak mülkiyeti, egemenlerin zülmune karşı halkların iktidarını savunmak, insan olmanın bir parçasıdır. Bunu yapmayan, insanlığından kaybetmektedir.
Biz devrimci sosyalistlerin görevi, işçi ve emekçilerin, halkların enerjisini örgütlemeye öncülük etmektir. Her yerde ve her araçla direniş, bu örgütlenmenin önemli bir kaldıracıdır.