Holdingler açıkça cinayet işliyor! Peki sendikalar ne yapıyor?

Çalık Holding önünde, Çalık Holdingin korumaları tarafından bir işçi, Erol Eğrek, dövülerek öldürüldü. Her yeni cinayet bir öncekini unutturuyor. Unutturmasın.

Üzerinden biraz zaman geçince gündemden düşüyor. Düşmesin. 

İşçi yıllardır alamadığı tazminatını almak, bu konuda yıllardır bu hakkın üstüne yatan holding yetkililerine, maddî durumunun ne kadar kötü ve açmazda olduğunu göstermek üzere elinde silahla geliyor; silahı holding yetkililerine doğrultmak için değil, kendi kafasına doğrultmak için. Nitekim çevredeki bir saksıya ateş ettikten sonra silahı kendi kafasına doğrultuyor, muhtemel ki koruma barikatını aşıp bir yetkiliye meram anlatmak istiyor. Ancak korumalar o kadar rahat ve pervazsız ki (ne de olsa memleketin sayılı holdinglerinden birinin kapı kulluğunu yapıyorlar) bütün maharetlerini kullanıp işçiyi “etkisiz hâle” getiriyorlar. Biliyorsunuz bizim güvenlik literatüründe “etkisiz hâle getirmek” öldürmek oluyor. “Bilmem neredeki çatışmada bilmem kaç terörist etkisiz hâle getirildi” denir. 

Gazeteci Bahadır Özgür’ün paylaşımlarından öğreniyoruz ki bu Çalık Holding 2019’dan beri tek kuruş vergi ödememiş. Yine basında çıkan haberlere göre bu durumda olan yalnızca öldürülen Erol Eğrek değil, daha birçok işçinin haklarına “çökülmüş.” Çökülmüş lafını bilerek kullanıyoruz, bu bir mafya yöntemidir ve mafya/sermaye iç içedir. Ondandır ki hakkını arayan işçiye karşı kullandıkları yöntem de mafya yöntemidir. Korumalar mafya tetikçileri olarak hareket etmişlerdir. Mafya tetikçileri sahipleri adına cinayet işlerler, her tür pis işi yaparlar, onlar adına hapis yatarlar. Mafya babaları da böylece “makbul iş adamları” olarak ortalıkta dolanır. Gün gibi ortada olan cinayetlerin ucu asla onlara kadar ulaşmaz. 

Bir grup öğrenci pankart asar hemen gözaltına alınır ve durmadan “arkanızda kim var, hangi örgüte üyesiniz sizi kim yönlendirdi” sorgulamaları başlar. Ama ülkede iş cinayetleri, açık cinayetler, ihmaller zinciri olur, kimse bir adım arkadakine dokunmaz. Somada 300’den fazla madenci ölür, maden sahibine bir şey olmaz, İliç’te siyanürlü toprak yığınları işçilere mezar olur (ki burada da ortaklardan biri Çalık’tır), bir tek maden sahibi yargılanmaz, tren kazası olur, sorumlulardan tek bir kişi yargılanmaz, otel yanar Turizm Bakanlığından tek bir kişi yargılanmaz, ama onları savunan avukatlar hapse atılır, davaya sahip çıkanları yıldırmak için binbir türlü engel çıkarılır, olmadı onlar da tutuklanır… Olağan iç savaş hukuku. Düşman öğrencidir, düşman gençtir, düşman hakkını arayan işçidir, düşman kadındır, düşman tüm bu haksızlıkların karşısında duran herkestir ve dolayısıyla iç savaş hukukundan nasiplerini alırlar. 

Öyleyse işçi Erol Eğrek’in ölümünden de Çalık Holdingin sorumlu tutulmayacağını bilmek için hukuk bilmeye gerek yok. Sündürülen mahkeme süreçleriyle, yarın yenilerinin ve daha vahimlerinin yaşanacağı ve bir öncekini nasıl olsa unutturacağına olan inançlarıyla yollarına devam edecekler. 

Bu pervasızlığa dur demek için öncelikle sendikaların harekete geçmesi gerekir. Erol Eğrek katlediliyor ve ilk harekete geçen sol. Sendikalar da eylem yapıyor ama katılımları temsilci düzeyini aşmıyor. 

Sendikalara soruyorum: İlk günden başlayarak holdingin önünde bir seri eylem koymak için ne gibi bir engeliniz var? Holdinge bağlı işyerlerindeki işçileri -üyeniz olsun olmasın- sınıf kardeşlerinin ölümüne ve yarın kendilerini de bekleyen akıbete karşı harekete geçirmek için ne yaptınız? İşçiler öldürülürken de mi susacaksınız ya da dostlar alışverişte görsün diye mi eylem yapacaksınız? Ortaya çıktı ki, bu durumda olan, hakları Çalık tarafından gasbedilen bir tek Erol Eğrek de değilmiş. Daha onlarca işçi varmış mesela bunlar için harekete geçecek misiniz? 

Günde 5 işçi iş cinayetlerinde katlediliyor, 11 milyon işsiz var. 17 milyonu kayıtlı olmak üzere 32 milyon çalışanın 2,5 milyonu sendikalı ve bu sendikaların yalnızca %26’sı (227 sendikanın 59’u iş kolu barajını aşıyor) toplu sözleşme yapma yetkisine sahip. Bu kadar düşük bir örgütlülük ve sendikalaşma düzeyine sahip olmak için işçi sınıfına ve onun sorunlarına karşı kör sağır dilsiz olmak gerekir. Ki bugün sendikaların durumu budur. 

Bir başka örnek Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani. Zonguldak’ta kaçak bir madende iş cinayetine mi yoksa doğrudan doğruya bir cinayete mi kurban gittiği tartışmalı olan (aile böbreğini vermesi için daha önce işveren tarafından zorlandığını ve otopsi raporuna göre de sol böbreğinin olmadığını iddia ediyor) Nourtani’nin geride kalan eşi ve 3 çocuğu yaşam savaşı veriyor. İşçi sınıfının vatanı yoktur, tüm yeryüzüdür onun vatanı. Afgan, Suriyeli ya da Laz bir işçi olsun ne fark eder! Sendika onun hakkını korumayacaksa, sendika bir cami imamının aileye uzattığı yardım eli kadar bir yardımı bu işçiye yapamayacaksa (Nourtani’nin ailesi bir yıldır mahalledeki cami imamının yardımıyla geçindiklerini söylüyor) nasıl ona işçi örgütü diyeceğiz? Bu aidatlar işçilerden ne için toplanıyor? Maden-İş örneğin bu aileye neden yardım etmez? Yaşı büyük olanların hatırlayacağı “Jaguarlı başkanları” olan bu sendika bir madenci ailesine el uzatacak kadar bir bütçeden yoksun mudur? 

Birçok sendikanın binası holding binası kıvamında. onların bazılarının önünde de Çalık’ın önündeki gibi korumalar, güvenlikler vardır. Şimdi bu binalarda oturan, bu koltuklarda oturan hem de birçoğu kalubeladan beri o koltuklarda oturan bu sendikacıların umurunda olur mu Nourtani ya da Erol Eğrek? 

Neredeyse 25-30 yıldır aynı koltukta oturan sendikacılar var. Sıradan bir işçinin yapamayacağı nasıl bir iş yapıyorsunuz, atomu mu parçalıyorsunuz da o koltukları başka işçilere bırakmıyorsunuz? Nasıl bir yeteneğiniz var? Aslında var tabii yetenekleriniz, işçilerin onayını almadan toplu sözleşme imzalama, iş yerlerindeki direnişleri, sendikalaşma çabalarını görmezden gelme, hattâ gerekirse engel olma, işçi sınıfını sokaklardan uzak tutma, işçi sınıfını soldan, devrimcilerden uzak tutma, işçi sınıfının sınıf olmaktan, üretimden gelen gücünü kullanmama, kullanmak gerekirse de en etkisiz biçimde kullanma. Daha ne olsun işçi sınıfı için değil ama devlet ve işveren için böyle sendikacılığa can kurban. 

Sendikacılığın genel tablosu bu olsa da yine de bu tablonun dışına çıkan mücadeleci sendikalar olduğunu biliyoruz. Bu sendikalar tabanın solun ve devrimcilerin gücüyle sendika mafyasını sırtından atmalı, işçi sınıfının ekonomik demokratik hakları için mücadele etmeli ve sınıf olmaktan gelen gücünü mücadeleyi ileri taşımak için kullanmaktan geri durmamalıdır. Kene gibi koltuğuna yapışan sendikacıları o koltuklardan söküp atmalı, genç mücadeleci sendikacılara alan açmalıdır. Sendikalı olup olmadığına bakılmaksızın direnişte olan işçilere her tür destek verilmelidir. 

Yeni Erol Eğrekler, yeni Vezir Mohammad Nourtaniler olmaması, yeni İliçler yeni Somalar yaşanmaması için işçi sınıfının örgütlenmesi, sendikalarına sahip çıkması, yüzünü sendika mafyasına, devlete değil, yüzünü sola, devrimcilere dönmesi gerekir. İşçi sınıfı ya örgütlüdür her şeydir ya değildir hiçbir şeydir!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz