İki, üç… Daha fazla Reno, daha fazla direniş! “Metal Fırtına”

İki temel talep ile ayağa kalktı işçiler:

  1. Ücretler BOSCH fabrikasında imzalanan sözleşme düzeyine çıkartılsın.
  2. Türk Metal defolsun gitsin.

Bu iki talebe, başlayan saldırılarla birlikte üçüncü bir talep eklendi; Sendikal tercihimize saygı gösterilecek, hiçbir işçi işten atılmayacak.

Eylemlerin öncülüğünü Reno işçileri yaptı. Yılların birikmiş öfkesi bir kıvılcımla patladı. Onlarca fabrikadan on binleri bulan işçi, “İşçi düşmanı Türk Metal defolsun gitsin!” sloganıyla Türk Metal’den istifa etti. Öfkenin diğer hedefi ise metal patronlarının örgütü MESS oldu.

Patronlar direnişe saldırıyla yanıt verdiler.

Metal patronları, öncü işçilerden başlayarak Türk Metal (TM) mafyası ve devlet güçleri ile birlikte direnişi kırmak için saldırdılar. Koç Grubuna bağlı Tofaş, Ford, Arçelik, Türk Traktör başta olmak üzere birçok fabrikada işçi kıyımı yapıldı. Yüzlerce işçi kapı önüne konuldu.

Direnişin kırılamadığı tek yer Renault fabrikası oldu.

İşçiler, 5 Mayıs’taki ilk işten atma saldırısına üretimi durdurarak net yanıt verdi. Talepleri hiçe sayılınca fabrikayı işgal eden işçiler, içerde ve dışarıda gün birliğini korumayı başararak ileri denilecek kısmi kazanımlarla direnişlerini sonuçlandırdılar. Reno direnişinin kısmi kazanımları, MESS üyesi fabrikalarda tüm işçilerin kazanımı oldu.

 

ÖRGÜTLENME ARAYIŞI

Metal işçilerinin direnişi, kazanım ve yenilgilerle yürüyen süreç içinde örgütlenme arayışlarına dönüştü.

Tofaş fabrikasında patron icazetli Hak-İş konfederasyonuna bağlı Çelik-İş seçeneği öne çıkarken, Reno işçileri sendikal örgütlülük bağlamında tercihini DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’ndan (BMİS) yana yaptı. Bir dizi tartışma ve ayrışma yaşanmakla beraber toplam ‘mavi yakalı’ sayısı 5000 civarı olan işçilerin 4000’i BMİS’e üye oldu. Metal İşçileri Birliği (MİB) ekseninde hareket eden işçilerin kurduğu Türkiye Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) ise bu süreçte maruz kaldığı yoğun saldırılar altında sınırlı sayıda üyelik ile yeni bir sendika olarak sahaya çıkmış oldu.

Reno işçileri, yaptıkları sendikal tercih ile oluşan boşluğu ve çok başlılığı bir ölçüde engellemeyi başardılar. Ancak temel sorun olan örgütlenmedeki eksiklik ve zaaflar, her adımda karşılarına çıkmaya devam etti. Büyük ölçüde kendiliğinden hareket tarzı, büyük ölçüde kişiler üzerinden şekillenen davranış ve tutumlar egemenliğini korudu.

İşçilerin söz ve karar sahibi olduğu, aşağıdan yukarı doğru işleyen gerçek bir örgütlenme sistemi kurulamadı. UET olarak adlandırılan fabrikadaki 240 civarı üretim biriminin sözcülerinden oluşan “UET Sözcüler Kurulu” söz ve karar organı olarak sendikada toplantılar yapıyordu, tartışıp kararlar alıyordu. Ancak bu kurul şeklen işçi iradesinin temsiliyetini sağlıyor görünse de nitelik olarak sorunlu bir yapılanma idi. Sermaye sınıfının “kalite çemberi” örgütlenmesiyle oluşturulmuş bu sistemde sözcüler, iş yürütme yeteneklerine göre ya da başka saiklerle fabrika yönetimi tarafından belirlenen işçilerdir. Aralarında sınıf bilinçli işçiler olsa dahi, işçi örgütlenmesinin ihtiyaçlarına göre bir yapı olmadığı da açıktır.

Direniş sürecinde öne çıkan işçi sözcülerinin çoğu sendikal örgütlenme tartışmaları sürecinde dağıldı. 8 sözcüden 2’si BMİS tarafında kaldı.

Türk Metal mafyası, fabrikadan silinme noktasına geldiği halde mevcut kanunlar gereği 2016 sonuna kadar yetkili sendika idi. TM, tekrar eski günlerine dönme hayalleri ile tehdit, rüşvet, yalan ve BMİS’i karalama çabalarını hep sürdürdü…

 

‘VER KURTUL!’

Reno işçileri 2015 yılı sonuna doğru iki talep ile tekrar eylemlilik süreci başlattı.

Birinci talep, asgari ücrete yapılan artıştan pay verilmesi, ikincisi ise yeni temsilcilik seçiminin fabrikada yapılması talebi idi.

Asgari ücret artışı sonrasında ücretler arasında oluşan dengesizliğin giderilmesine yönelik haklı talep fabrika yönetimi tarafından yürürlükteki TİS’e aykırı olduğu gerekçesiyle kabul edilmedi.

İşçiler, mesailere kalmama kararı alıp iki aya yaklaşan süre boyunca “Ver kurtul!” sloganıyla vardiyalar halinde protesto eylemleri yaptılar. Reno işçilerinin bu eylemlilik süreci başka işkolları ve fabrikalara sirayet etti.

Eylemler, tüm işçiler üzerinde hak aramaya yönelik harekete geçirici bir etki yaratırken, aynı taleple eylemler yapan bazı fabrikalarda asgari ücret farkı alındı. Patronlar birçok yerde sessizce bu sorunu ‘gürültü kopmadan’ çözdüler.

Reno’da durmak bilmeyen eylemler ve mesailere kalmamanın üretimde yol açtığı tıkanıklığın baskısı altında fabrika yönetimi BMİS ile görüşmeyi kabul etti.

Küresel Sanayi İşçileri Sendikası’nın (IndustriALL) da katıldığı “Sosyal Diyalog Komitesi” 4 Şubat’ta İstanbul’da toplandı. Gerçekleştirilen görüşme sonucunda ücretler için somut bir sonuç alınamazken işçilerin temsilcilerini seçme talebi kabul edildi. 29 Şubat’ta fabrikada temsilci seçimi yapılacağı duyuruldu.

 

‘TEMİZLEME’ KARARI

İşçiler ve BMİS, Şubat’ın son günü yapılacak temsilci seçimi için çalışmalarını sürdürürken sermaye sınıfı da saldırı hazırlığını tamamlıyordu.

Türk Metal, Türk-İş yönetimi ile birlikte 15 Şubat’ta devlet katına çıktı. Hemen ertesinde fabrikaya bakanlık müfettişleri gönderildi. ‘BMİS işçilere mobbing uyguluyor’ iddiasına kılıf arandı. İşçiler sorguya alındı, Türk Metal’e dönüşe ikna edilmeye çalışıldı.

24 Şubat’ta Türk-İş Başkanlar Kurulu Bursa’da toplandı. Esas toplantı Valilik ve Emniyet’e yapılan ziyaretlerde gerçekleşti. Türk-İş Başkanı Ergun Atalay ardından açıklama yaptı: “Renault’ta işçilere mobbing uygulanıyor!”

25 Şubat Perşembe günü Renault’un tüm fabrikalarından sorumlu direktörü “General Franko”(!) saldırı startını 10 öncü işçiyi işten attığını duyurarak verdi. Adım adım devreye konulan bir “temizlik” operasyonu başlatıldı.

 

“BU BİR SAVAŞTIR”

İşçilerden, sendikacılardan, işçilerin sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlardan topladığımız bilgilere göre 25 Şubat’ta fabrikada bir toplantı yapıldı. Toplantıyı, Reno’nun İspanyol asıllı üst düzey bir yöneticisi düzenliyor. Diktatör edası ve üslubu ile tam da sınıfının adamı denilecek performans sergilediği anlaşılan yöneticiye ‘General Franko’ yakıştırmasını da biz eklemiş olduk!

‘Franko’, net konuşuyor: “Ben burayı temizlemeye geldim, bitirmeden gitmeyeceğim” diyor, kendisini dinleyen amir-şef kademelerine… Fabrikayı gezip gördüğünü, Renault’un gözde fabrikasının çöplüğe dönüştüğünü, işçilerin fabrikada otorite haline geldiğini, bunun asla kabul edilemez olduğunu yöneticileri ‘haşlayarak’ anlatıyor.

“Bu bir savaştır” diyor General Franko… “Bu savaşı biz kazanacağız… Onlar güçlü ama biz daha güçlüyüz. Türk devletinin yasaları da bizden yana… İşçiler bu güne kadar ne yaptığımızı biliyorlardı. Artık ne yapacağımızı bilmeyecekler. Her tedbiri aldık. Adım adım uygulayacağız. 10’unu attım, yüzlercesini işten çıkarmak gerekiyorsa tereddütsüz çıkarılacaklar” deyip yöneticilere ne yapacaklarını anlatarak toplantıyı bitiriyor.

 

SALDIRI VE ÖRGÜTSÜZ OLMANIN ÇARESİZLİĞİ

27 Şubat: 24/08 vardiyası sona erdiğinde fabrika yönetimi, ‘teknik nedenle-elektrik arızası(!) üretime ara verildiğini açıkladı.

28 Şubat: 08/16 vardiyasının ardından 16/24 vardiyası da iptal edilerek, üretim şirket tarafından fiili olarak durduruldu…

29 Şubat: Öncesinden alınan 10 işçinin işten atılma kararı sabah saatlerinde mesaj yoluyla işçilere ulaşmaya başladı. Haber hızla yayıldı. İşçiler, Birleşik Metal-İş 5 Mayıs Şubesi önünde toplandı. Sendika genel başkanı Adnan Serdaroğlu işçilere yaptığı konuşmada, Renault yönetiminin varılan mutabakatı yok sayıp AKP ve MESS baskısıyla işçi kıyımına başlamasını kınadı, ‘işten atmalar kırmızı çizgimizdir, izin vermeyeceğiz’ dedi.

Somut bir eylem hattının belirlenemediği toplantının ardından işçiler sloganlarla fabrikaya doğru yürüyüşe geçti. Polisin engelleme çabalarına rağmen yürüyüşlerini sürdüren işçiler vardıkları fabrika önünde, işten atılan işçiler işe geri alınana kadar direneceklerini ifade ettiler; ‘arkadaşım yoksa üretim de yok’ dediler.

 

BOZGUN VE ‘FRANKO’NUN SEVİNÇ GÖZYAŞLARI!

1 Mart: Önce işçilerin aktardığı bir ön bilgiyi paylaşalım: UET şefleri (Franko’nun adım adım planına uygun olarak) tüm işçileri telefonla arıyorlar. “Çalışmak istiyor musun” diye soruyorlar. Bu adımdan haberdar olan işçiler öncesinden kararlaştırdıkları gibi “ben işimi seviyorum, çalışmak istiyorum” yanıtı veriyorlar.

İşçiler, direniş planlarını da şöyle özetlediler: “Pazartesi (1 Mart) 8/16 vardiyası işbaşı yapacak, çalışacak. Vardiya bitiminde gelen 16/24 vardiyası ile birleşecek ve direniş başlatılacak. İki vardiya içerde, üçüncü vardiya dayanışmaya gelen tüm güçler ile birlikte dışarıda büyütecek. İşten atılan arkadaşlarımız geri alınacak, kendi temsilcilerimizi seçeceğiz, ücretlerde iyileştirme sağlanacak.”

İşçilerin direniş planı gerçekleşmedi. İki neden görülüyor:

Birincisi; Fabrika yönetimi planı öngörüyor ya da bilgi ‘uçuran’ adamları var-ki bu talidir, karşı önlem ve saldırıların hesaplanması gerekir. Yönetim iki vardiyayı bir araya getirmiyor. İkincisi; Plan isabetli ancak örgütlenmemiş…

Örgütlenmediği pratikten anlaşılıyor. Şöyle ki: Sabah fabrikaya alınan 08/16 vardiyasının çoğunluğu üretim bantlarına geçerken 300 dolayında işçi üretim atölyesine girmiyor. Bu arada fabrika önünde – dışarıda direniş var. İşçiler polis ile cebelleşiyor. Polis işçileri fabrika önünden süre süre cadde boyundaki dar kaldırma sıkıştırdı.

Üretim bandına geçmeyen 300 işçi atölyelere girenleri dışarıya çekmeye çalışıyor. Yönetim öncesinden yüzlerce demir bariyer yığınağı yapmış, bölümler arası geçişleri kesmiş, kapılar kilitli, yemekhane, tuvaletler kilitlenmiş, fabrika hapishaneye dönüştürülmüş. Burada ortak karara uygun bir tutum yok.

Dışarıda cadde boyundaki dar alana sıkıştırılan işçiler bitmeyen polis tacizine isyan ederek ana yolu kapattılar. Yola yatan işçiler ve BMİS’in Bursa şube başkanı yaka-paça gözaltına alındı. İşçilerin üzerine gaz bombası atıldı. İşçiler öfkeli sloganlarla saldırıyı protesto etti. Defalarca terörist olmadıklarını haykırmaları pek bir işe yaramadı!

Renault yönetimi olup bitenlerden memnun halde vardiya bitimine saatler kala işçileri fabrikadan çıkarttı. Üretim bandına geçmeyen işçilerden 12’sinin işine son verildi.

Dışarıdaki işçilerin örgütsüz-kendiliğinden direnişi, her geçen saat sayısı azalarak gece saatlerine kadar sürdü. Sendikacılar arada çaresizce konuşmalar yaptılar: ‘Ey Reno yönetimi!.. Ekmeğini yediğin Türk işçisine hainlik yaparsan…’ türünden işçinin “hurra!” çektiği hamaset nutukları da atma gereği duydular… Oysa içine düşülen durum oldukça vahimdi.

Saldırıya uğrayan, ezilmek istenen sadece Reno işçisi değildi. İşçi sınıfına saldırdılar, BMİS’e-DİSK’e saldırdılar. Öyle hamasetle kotarılacak bir durum filan yok… BMİS yöneticilerinin bizzat kendi kafalarını-gözlerini yardıracak bir eyleme girişmeleri vaziyeti toparlamak için daha hayırlı olurdu. Mademki burjuvazi bize savaş ilan etti ve o an geçen her dakika çok kıymetli… Bir yiğitlik yapmaya değmez miydi ey BMİS!..

O gün 16/24 ve 24/08 vardiyaları da işe çağrıldı. Her vardiya yönetim tarafından test edildi. Sadece 24/08 vardiyasının bazı bantlarında üretim yapılabildi. Her vardiya sonunda atılan işçi sayısına yenileri eklendi.

İşten atılacaklar ile ilgili öncesinden bir liste yapıldığı ve 200 dolayında işçiyi kapsadığı öğrenildi. Her zaman yapıldığı gibi ilk atılanlar en ileri öncü işçiler oldu. Sonra tekrar gözaltına alındılar, mahkemeye çıkarılıp bırakıldılar. Bununla öncü işlere olduğu kadar tüm işçilere gözdağı verip korku ve panik havası yaratmaya çalıştılar. Büyük oranda da istedikleri gibi oldu.

Bir yandan tazminatsız işten atmalar, biryandan ‘çalışmak istemeyen haklarıyla birlikte çıkışını alıp gidebilir’ teşviki, bir yandan polis ablukası… Ve elbette ne yapacağını bilememe hali o gün Reno işçisini adeta bozguna uğrattı…

2 Mart sabahı Renault’ta tüm üretim bantları çalışmaya başladı.

Rivayet o ki; ‘General Franko’, günün akşamında zafer kazanmış komutan edasıyla ‘subay’, ‘çavuş’ ve ‘onbaşı’larını toplamış… Bu kadar çabuk üstünlük sağlayacağını beklemediğinden olmalı; neredeyse ağlama krizine girmiş!

Ah, biz işçiler de anlayabilsek gücümüzün nelere kadir olduğunu!..

 

KAVGA SÜRECEK;

DİRENEREK ÖĞRENECEĞİZ, ÖRGÜTLÜ GÜÇ İLE KAZANACAĞIZ!

Reno’daki saldırının bugün moral bozukluğuna, dağınıklığa yol açtığını söylemek, yenilgi psikolojisinin yer etmesine yol açtığını söylemek mümkündür ve bu gerçektir. Bu ne kadar gerçek ise, ‘bu iş bitti’ gibi sonuçlara varmak da o kadar saçmadır!

Emeklemeden yürünmüyor. Bu bir zaman ve emek işidir. Düşülecek, kalkılacak, kafa-göz yarılacak öyle ayaklarımızın üzerine kalkıp dik yürümeyi öğreneceğiz.

Söz konusu olan sınıf savaşımıdır. Çıkarları taban tabana zıt iki sınıfın savaşımı söz konusu ise, mücadele, emeklemeden yürümeye varan süreçteki gibi asla doğal mecrasında ilerlemez. Savaşın yasaları konuşur.

Bizim karşımızda öyle iki yumrukta yere sereceğimiz bir güç yok. Yaşayarak karşımızda kimlerin olduğunu bir ölçüde gördük; Renault patronları, MESS, Türk Metal, polisi-bakanı-mahkemesi-medyası ile devlet… Toplamıyla, sermaye sınıfı saldırdı.

Biz ise, kuru kuruya, “ben ekmeğimin davasındayım” deyip duruyoruz. Tamam, patron da kar’ının davasında… Demek ki, kim daha örgütlüyse bu mücadeleden kazançlı çıkan o taraf olacak.

Biz, “bu bir savaştır“ diyor muyuz? Demiyoruz. Karşımızdakiler çok net; “bu bir savaştır” diyorlar. Onlar savaş olduğu bilinciyle örgütlü, planlı saldırıyorlar. Biz bu bilinçten ve buna uygun örgütlülükten büyük oranda yoksun olduğumuz için başıbozuk ordu misali gidiyoruz. Sonra bozguna uğruyoruz…

Evet, ekmeğimiz için, çocuklarımızın geleceği için fabrika önündeyiz, polis bizi aşağılarcasına itip yol kenarına sıkıştırıyor, çaresiz-öfkeyle yola taşıyoruz, üzerimize gaz bombası atıp arkadaşlarımızı gözaltına alıyorlar, bizim bilincimiz nedir; ‘Terörist değil emekçiyiz biz!’, ‘Burası Cizre değil Bursa’ diye sitem ediyoruz.

Yani bize terör uygulayanlara diyoruz ki, ‘gidin Kürtlere saldırın, bize niye saldırıyorsunuz.’ Açıkça dediğimiz budur.

Cerattepe’de Artvinliye gaz bombası, Bursa’da Reno işçisine gaz bombası, Soma’da ölen madenci yakınına tekme-yumruk, Cizre’de-Sur’da Kürtlere ölüm, Suriye’de insan kafası kesen IŞİD’e silah, lojistik, militan desteği… Kıdem tazminatının iç edilmesi yasası, işçi simsarlığı yasası… Patronlara, milletin anasına sinkaf eden yağmacı alçaklara cennet, bize cehennem hayatı!.. Bu düzen budur.

İşçilerin ve halkların düşmanı sermaye devletinin şakşakçılığını yapan işçi sadece ekmeğini kaybetmez, onurunu, insanlığını da kaybeder.

Kimse kendi düşmanının aklıyla hareket ederek zafer kazanamaz.

Bu kavga sürecektir. Reno işçisi gerçekten istiyorsa mutlaka kazanmasını da öğrenecektir.

İşçiler, devrimci sosyalist işçilerle bağ kurmaktan korkmamalıdır. Tüm işçi arkadaşlarımızı İşçi Gazetesi ile bağ kurmaya, örgütlenmeye çağırıyoruz.

 

BMİS İŞÇİNİN SIRTINI SIVAZLAMAYI BIRAKMALIDIR!

BMİS sendikası kendisini tüm metal işçilerinin öncüsü-sendikası olarak açıklamaktadır. Elbette iddia bu olmalıdır. Biz de olanaklarımız ölçüsünde metal işçisi arkadaşlarımızın BMİS’te örgütlenmesi için çaba gösteriyoruz.

Metal işkolunda, özellikle ‘metal fırtına’ sonrasında işçilerde gelişen hak arama, örgütlenme duyarlılığı biliniyor. Bu sürecin öncü fabrikası Renault işçilerinin BMİS’te örgütlenmesi kuşkusuz sendika için ciddi bir sıçrama zeminidir de…

Renault’ta son yaşanılan gelişmelerin gösterdiği nedir?

Reno boş bırakılmıştır. İlk göze çarpan budur. Tartışmalar, üyelik süreci, sendika şube binası tutulması vb. elbette böyle bir zaman darlığı problemi var. Ancak örgütlenmenin acil ihtiyaçlarının önüne hiçbir şey konulamaz, konulmamalıdır.

BMİS’in pratiği bu süreçte meselenin ciddiyetinden uzaktır. İşçilerdeki hakim anlayış ve tutumun sınıfsal bilinç anlamındaki geri düzeyi biliniyor. Sermaye sınıfının, özellikle Türk Metal ve Reno yönetiminin mevcut örgütlülüğü dağıtmak için fırsat kolladığı biliniyor. Sendikanın eğitimci-örgütçü kadro takviyesi yaparak hızla niteliği yükseltecek bir çaba içine girmesi gerekiyordu, bu yapılmadı, işçinin sırtını sıvazlama anlamına gelen bir süreçle değerli zaman heba edildi.

Bu saatten sonra BMİS’e yapılabilecek en uygun öneri, ‘zararın neresinden dönülürse kardır!’ olabilir.

ARİF ÇINAR