Tasma sözünü biz, daha çok hayvanların sahiplenilmesi ile öğrendik. Tasma, evcilleşmenin otomatik sonu değildir. Evcilleşme, sahiplenme ve mülkiyet ilişkileri ile bağlandıkça, daha çok bu mülkiyet meselesi nedeni ile “tasma” gelişip yaygınlaşmış olmalıdır.
Tasma, hayvanın kime ait olduğunu gösteren bir belgeye dönüşüyor. Aynı zamanda hayvana eziyetin ya da hayvanı istediği gibi yönlendirmenin de aracına dönüşüyor.
Tasma, bugünlerde, elektronik izleme sistemlerinin bir bileşenine dönüşmüş durumda ve köpekler başta olmak üzere hayvanlara, bir çip monteli tasma takılıyor. Böylece uydu üzerinden dahi hayvanın nerede olduğunu görebilme şansı oluşuyor. Bu sadece vahşi doğada deneyler yapmak için kullanılmıyor. Bu yeni “tasma” şekli olarak hizmete giriyor. Sahip, cep telefonu üzerinden, kendi “mülkü” olan hayvanını izleyebiliyor. Bunu da, sevgiye bağlıyor. Kendi “mülkü” olan hayvanını o kadar çok, ama o kadar çok seviyor ki, onu izlemek istiyor. Elbette hayvanın dili yok, kimse ona, peki sen bu sahip ile mülkiyet ilişkisinden memnun musun, diye sormuyor. Kimse ona, acaba senin hareket alanını kısıtlıyor olabilir miyiz, diye sormuyor. Kimse ona, peki sen sahibini seviyor musun, eğer sevmiyorsan şimdi söyle, yoksa sahibin sana “bu yaptıklarımın değerini bilmedin nankör” diyecektir, demiyor.
Tasma elektronik hâle gelmeden de bir işlevi vardı. Bunu en çok, modern şehirli hayatımızın içinde, zenginlerin gezdirmek için sokağa çıkardığı, sevgisizliklerini örtmek için sahip oldukları, insan eli mahsulü, “made in human” markalı özel üretim köpeklerde görebiliyoruz. Kapitalizm ve mülkiyet ilişkileri işte budur, en çok sevdiğini, en çok bozuyor. Yani, allah bizi, bu “sevgi”den korusun!
Hayvana yapılan çeşitli eziyetler karşısında, insanın haklı olarak tepki vermesi gerekiyor. Ama bu tasmalı durum, bu özel mamul köpek üretimi vb. artık alıştığımız, toplumsal olarak kabul gören bir durum. Demek ki, işkence ve eziyetin, bir normalleşeni oluyor. Bu normalleşmiş işkence ve eziyet, tersine “insan sevgisi” olarak kabul görüp kutsanıyor.
Acaba, bunun gibi, gerçekte insanlığa ters, ama toplumsal ve tarihsel koşullar içinde normalleşmiş pek çok durumu, süreci, ilişkiyi, artık “normal” görüyor olabilir miyiz? Normali geçelim, sanki bir iyilik olarak da görüyor olabilir miyiz?
Devletin, İslam adına, allah yararı için, fitre ve zekât olarak, milyonlarca fakire devlet eli ile, oylarını gaspetmek için iyilik yapması, acaba böyle bir konu olabilir mi? Hani, meşhur tartışmadır; aç birine balık mı vermeli, yoksa ona balık tutmayı mı öğretmeli. İnsanların yardıma muhtaç durumlarına toplumsal bir çare mi aramalı, mesela tüm mülkleri paylaşmalı ve özel mülkiyeti ortadan mı kaldırmalı, yoksa onları sürekli yardıma muhtaç durumda tutan sistemi devam mı ettirmeli? Acaba, “şu fakire bir yardım” sözüne kulak kabartıp, 1 lira veren mi insandır, yoksa o fakirleri örgütleyip, fakirliğin nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelmiş Don Kişot’lar mı daha insanî davranmaktadır? Diyanet işlerine soralım, acaba sadaka dağıtan mı cennette daha iyi bir yer hak eder, yoksa fakirliğin kaynağını yok etmek isteyip de özel mülkiyete son vermek isteyen mi? Yaradana şöyle mi dua etmeliyiz, allahım, özel mülkiyeti yok edecek, insanın insan tarafından sömürülmesine ve bununla birlikte doğan tüm yalan ve riyakârlıklara son verecek devrimi yapabilmek için, bana kuvvet ver. Saray ahalisi ve diyanet işleri, tüm uleması ile buna karşı çıkmaya kalkışmasın, bir saniye dursun: Değil mi, onun mülkü bunun mülkü en başında kimin mülkü! Değil mi, Sultan Süleyman olma, ondan daha “yüce” Sultan Tayyip ol, ama kefenin cebi yok. Şimdi, bir saniyenizi aldıktan sonra, haydi istediğinizi söyleyin. Buyurun sahne sizin. Halife de %10 alırdı, peygamberin de topladığı vergi vardı vb. söylemekten geri durmayın. Fıtrattan girin, darülharpten çıkın.
Biz bu noktaya, hayvanların tasmasından geldik.
Oysa konumuz modern insan için tasarlanmış tasmadır.
Bir hikâyedir, ben okumadım, kaynağa ulaşamadım. Ama diyorlar ki, geçtiğimiz yıllarda ölmüş olan Rockefeller, 1960’lı yıllarda, bir arkadaşına “bir hayalim var” diye başlayarak, “insanların bedenlerine çip takmak istediğini” söylemiş. Aradan 10 yıllar geçmiş ve arkadaşı, Rockefeller’e bu konuşmayı hatırlatmış, Rockefeller ise, “yaptım ya” demiş. Adam merak etmiş “nasıl” diye sormuş. O da cep telefonunu işaret etmiş, sen de yok mu, demiş.
Dediğim gibi, böyle bir kaynağa ulaşamadım ve doğrulayamadım. Bu nedenle size bir alıntı ile bunu veremiyorum. Ama bizim konumuz açısından, anlatmak istediğimiz şeyi anlatmak açısından, aktarmak, hikâye olsa da olmasa da, gerçek olsa da olmasa da uygundur.
Bugün, cep telefonu, insan için bir tasmadır.
Bizim ülkemize bakalım. Acaba, yılda ne kadar, kaç adet “akıllı” cep telefonu satılıyor? Kaç milyon, diye soralım. Elinizin altında akıllı telefonunuz var. Boşuna size istatistik vermeyelim. Girin ve görün. Acaba, bu ülkede toplam kaç adet cep telefonu var? Nüfustan fazla olma ihtimalini düşündünüz mü? Acaba, bir cep telefonu almak için, insanların nasıl “özverili davranışlar” gösterdiklerini biliyor musunuz? Mesela evindeki elektriğin parasını ödeyemeyen bir kişinin, elindeki cep telefonu için ödediği para ne kadardır? Acaba bir işçi, kaç maaş biriktirip cep telefonu alabilmektedir? Acaba, bir iphone taşıyan arkadaşınızla, bu telefon kaç buzdolabı eder diye tartışmaya başlasanız tepkisini tahmin edebiliyor musunuz?
Sizce, tüm toplumun gösterdiği bu davranışlar, “akla uygun” mudur? İktisatçılar, tüketiciyi “rasyonel” olarak ele alır. Yani, rasyonel olarak kendi ihtiyacı için ürün satın alacak, rasyonel olarak kendi bütçesine uygun harcama yapacak vb. Acaba, tekeller çağında (tekeller çağı aynı zamanda reklâm sektörünün ana rahmine düştüğü çağdır da) bu rasyonellik var mıdır? Rasyonel olan hangisidir, insanların ürettikleri şeyleri, ortaklaşa bölüşebilmesi midir, yoksa bir efendinin onların tümünü sahiplenmesi midir? Ey Adam Smith, kalk da gel, bak bakalım rasyonel davranış dediğin şey bu mudur? Ama hemen geri kaçıp huzurlu cennetine dönme, şu soruya da yanıt ver: Bir kez insanın insana kulluğunu, insanın insan tarafından sömürülmesini sağlayan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete evet dedin mi, başka ne olmasını bekliyordun?
Cep telefonu, onun üzerinde sörf yaptığı internet, gerçekte, CIA’nin istihbarat, insanları izleme, savaş teknolojisi vb. amaçları için geliştirilmiştir. İşin başında bu vardı. Ne zaman ki bir izleme, dinleme, gözetleme aygıtı deşifre olup, tüm istihbarat örgütleri ve devletlerin eline geçer, işte o zaman bu aygıtları piyasaya vermek, satışa sunmak, kapitalist sistemin kâr amaçlı üretim işinin bir parçasıdır.
Cep telefonu, özellikle 1980’li yılların ortalarından başlayarak hızla yaygınlaşmaya başladı. Bugün, “akıllı” olmayan cep telefonu taşımak, neredeyse rezil olmak ya da şüpheli olmak anlamına gelmektedir. Rezil olmak, çünkü sosyal statü olarak en dipte olmak anlamına geliyor. Ne facebook’a ulaşabilirsin, ne arayıcı üzerinden sörf yapabilirsin, ne banka hesaplarına bakabilirsin. Bankada ne kadar paran olduğu önemli değil, önemli olan senin “akıllı telefon”unun olmasıdır. Şüpheli oluyorsun, çünkü acaba sen akıl olmayan bir telefon kullanarak, yasadışı işler mi yapıyorsun, izlenmemek için mi akıllı olmayan modeller kullanıyorsun?
Apple’nin meşhur ceo’su (adını siz benden çok daha iyi bilirsiniz, zaten elinizde de telefonunuz var, hemen bakın, bana göre adı lazım olmayan, hepsi aynı soydan gelmiş ceo’lardan biri), başlangıçta, diyor Bloomberg TV’de yayınlanan röportajında, cep telefonları konuşmak için idi. Şimdi, konuşmak, “akılı” telefonların tercih edilmesinin nedenlerinin içinde en altta olanı. İşte durumu özetleyen bir söz. Peki ne içindir cep telefonları? Fotoğraf çekmek için mi, video kaydetmek için mi, internet üzerinde kolayca gezinmek için mi, müzik dinlemek için mi? Sosyal statü için mi? Havalı olmak için mi? Peki, Bay CEO, acaba siz işletim sistemini yenilerken bunlara mı bakıyorsunuz?
Eylül 2018’de Apple İOS 12 sürümünü devreye soktu. The Independent gazetesi, Apple’ın İOS 12 içine, gizlice, “güven derecelendirme” unsurunu eklediğini yazdı. Kullanıcının çağrılarının ve e-postalarının sayıları üzerinden bir işlem yapıldığını ve bunun bilgilerinin toplandığını yazdı The Independent gazetesi. Böylece “dolandırıcılık” ile mücadele edilecekmiş? The Independent bu dolandırıcılık ile mücadelenin nasıl yapılacağını anlamadıklarını belirtmiş. Ama daha önemli bir soru yok mu? Apple’ın bir polis gücü mü var? Bu bilgileri eline alıp işleyip, dolandırıcıları tutuklayacak bir sistemi mi var? Yoksa bu bilgileri devlete mi verecek? Sizce?
Apple, bazı büyük şirketlere şöyle bir hizmet veriyor: Şirket, diyelim ki P&G, diyelim ki bir şehirde, mesela New York’ta, izlemek istediği ürünleri satan mağazaların konumlarını, arkada gizlice tutuyor. Kullanıcı, bu mağazalardan alışveriş yaparken, rakip ürünü veya kendi ürününü satın aldığında, kredi kartı bilgilerinden satın almayı kontrol ediyor ve şirkete raporluyor. Şirket, buna uygun olarak kendi reklâm, tanıtım, marketin faaliyetlerini yönlendiriyor. Yani pazar araştırmasına gerek yok.
Cep telefonları, bugün temel olarak üç amaç için kullanılıyor. İlki izlemektir, hareketi izlemek, aktiviteyi izlemek. İkincisi veri toplamak ve üçüncüsü reklâm ve tanıtım çalışmaları da içinde yönlendirmek.
Aslında bu üçü birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Siz müzik dinliyorsunuz, kulağınızda kulaklık, yolda akıp giden eziyetli yolculuğunuzu biraz rahatlatmak istiyorsunuz. Siz, acaba neden, ben işe giderken, iki saatlik bu yolculukta ne yapabilirim, mesela kitap mı okusam, mesela yabancı dil mi çalışsam, mesela sohbet mi etsem diye düşünmüyorsunuz? Telefonunuz akıllı ya. Size seçenekler sunuyor. İçinde bulunduğunuz araca göre, müzik dinleyebilirsiniz. Bu her araçta mümkün. Video izleyebilirsiniz, bunun için ya indirilmiş bir video datanız olacak ya da size internetin çektiği bir araçla seyahat lazım. İsterseniz internette sörf yapabilirsiniz. Sörf çünkü, ne istediğinizi bilmeden sadece “eğlenceli” dolaşmak anlamındadır. Hangisini yaparsanız yapın, o sizin için data topluyor. Hem sizden ücret alıyor, hem de mesela sizin hangi müzikleri dinlediğinizi kaydediyor. Arkaplanda işleyen bir software (bilgisayar programı) sizin bu verilerinizi topluyor. Günü geldiğinde bu bilgiler, sizi tanımak, sizin hakkınızda bir gizli dosya oluşturmak için kullanılıyor ya da sizin alışkanlıklarınız ve eğilimlerinizi gösteren datalar aracılığı ile size yönlendirmeler yapılıyor. Google’ın sizi izlemesinden daha derin bir şeydir bu. Google sizin sevgilinizle mesela bir evde buluştuğunuzda size bir anda korunma araçları satmak için reklam ulaştırması, bu işin en basitidir. Bunu zaten siz de görüyorsunuz. En fazla on kere, bunun bir rastlantı olduğunu düşünürsünüz. Ben markete girdiğimde bana nasıl deterjan reklamı gelir diye şüphe edersiniz. Ama bir süre sonra bunun bir izleme olduğunu bilirsiniz.
Ama sizin hakkınızda oluşan dosyadan habersizsinizdir. Sizin hakkınızdaki dosya, “bu adam bir sistem karşıtı” bilgisini ilgili yerlere ulaştırabilmektedir. Siz bunu bilemezsiniz. Ya da sizin mesela 6 ay sonra çocuğunuz olacağını keşfeden akıllı telefonunuzun tam çocuk doğmak üzere iken, sizin alışverişinize yön vermesini fark edemezsiniz.
Bu verileri toplayan yüzlerce sosyal medya uygulaması, aslında büyük şirketler ve devletler tarafından finanse edilmektedir.
Facebook kurulduktan bir süre sonra CIA direktörlerinden birinin, yıllarca elde edemediğimiz bilgileri, facebook sayesinde iki yılda elde ettik, demesi bir örnektir. Buradan facebook’un arkada CIA’ye çalıştığı sonucunu çıkarmak için bir saniye dahi duraksamayın. Siz işe girerken ya da gözaltında iken, adamların sizin facebook hesabınıza bakmaları, en sıradan bir davranıştır. Arkada sizden gelen verileri detaylıca işleyen bir software vardır ve bu, elbette daha kapsamlı sonuçlara ulaşmaktadır. Israrla size “tanıyor” olabileceğin kişiler diye listeler göndermesi, bu programı facebook’un arkasındakilerin nasıl kullandıklarının en açık kanıtıdır.
Ya da şehirde yalnız ve arkadaş arayanları bul tarzındaki uygulamaların sizin hakkınızda topladığı bilgiler, gerçekte sizin “sosyal” bir nesne hâline geldiğinizin en açık kanıtıdır.
Bunun için sizin her hareketinizi izleyen uygulamalar, sistemin arka planında çalışmaktadır. Her hareketinizi izlemelerinin nedeni, sizin düşündüğünüzün çok ötesinde bir çalışmadır.
Üstelik sizi izlemeleri, sizin devlete karşı bir mücadele yürütmenize de bağlı değildir. Siz kim olursanız olun, tüm bilgileri izlemek istiyorlar. Bununla mesela trafik sorununu çözmeye çalışmıyorlar. Umarım böyle düşünmüyorsunuz. Tersine, tam bir “nesne” konumuna getirme isteğidir bu. Böylece sizi yönlendirmek, sizin ruhunuz bile duymadan yapılabilecek bir iş hâline gelmektedir.
Telefon kullanma alışkanlıklarınız dahi izlenmektedir. Böylece, sizin ne zaman telefonunuzu kapattığınız, ne zaman unuttuğunuz bile bilinebilmektedir.
Bu aslında kapsamlı bir denetimdir.
Sahip ve tasmalı köpeğinin ilişkisini çoktan geride bırakmış bir ilişkidir. Ey hayvanlar, size insanların yaptığı eziyetlere bakıp da üzülmeyin, biz insanlara, biz işçi ve emekçilere yaptıklarına bakın ve öyle üzülün!
Konuşmak için bir araç gibi görünen cep telefonu, görüldüğü gibi bir tasmaya dönüşmüştür. Şimdi Rockefeller’in hayalini tekrar hatırlayın.
Gerçekten bu sizin hayatınız mı? Gerçekten siz mi kendi kararlarınızı veriyorsunuz? Gerçekten siz bir özne misiniz?
Buyurun ilk iş olarak cep telefonunuzu bırakın. Onu, sadece konuşmak için kullanacaksanız, bu kadar parayı vermeyin. Tasma takmak için bu denli gönüllü olmak, gönüllü kölelik demektir. Kırbaç yok, ama her istenileni yapmaktasınız. Düşünmenizi, kendi kararlarınızı vermenizi engelleyenlerin amacı üzerinde düşünün. Belki de en iyi yol, birer hacker olmak mıdır? Bunu başarabilir misiniz? Bunu bilemiyoruz ama bari hacker’ı alkışlamaktan geri durmayın. Beyinlerimizin işgal edilmesine bu kadar gönülden destek vermeyin.
Hem bir tasmaya sahibiz, hem de bunun için akıl almaz paralar harcıyoruz. Yeni akıllı telefonumuzu saatlerce arkadaşımıza anlatıyoruz. Bu yeni model, öyle eskisi gibi değil, daha dokunmadan işliyor. Hani şuraya gireceksin ya, bu oraya gireceğini önceden anlıyor. Hani alışveriş yapacaksın ya, bu senin için en iyisini zaten buluyor. Konuşmalar da bu seyri izlemektedir.
Hayvanlar bugün bile o tasmalardan rahatsızdır. Oysa çok kısa sürede insanoğlu, bu modern tasmaya alışmıştır. İnsanın her ortama ayak uydurabilme yeteneği bu mudur? Cep telefonuna bu bağımlılık, acaba, insanı nasıl parçalamaktadır? Cep telefonunun sosyal statü sahibi olma ile eşleştirilen, gerçek anlamı ile bir meta fetişizmine dönüşen ve insanı çürüten yönünü burada ele almıyoruz. Ama elbette işin bir de bu yönü var. Pek çok ürünün fetişleştirilmesinde olduğu gibi. Ama cep telefonu, bu fetişizmi, büyük çaplı bir bağımlılıkla birleştirmiştir. Dijitalleşen dünyanın insanları kontrol etmeye yönelik mekanizmaları, yeni bir “eğlence” anlayışını çoktan bir uyuşturucu olarak insan hayatına sokmuştur. Bu yeni “eğlence” anlayışı, videolara, seyretmeye, kendinden geçmeye, “like”lamaya vb. dayanmaktadır. Gerçeklikle ilişkisi koparılmış insan, karşımıza insanlık “bunalımı”nın bir parçası olarak çıkmaktadır. Seyretmek, cinayetlere ortak olmaya, daha ağır kirlenmeye, daha derin bir çöküşe neden olmaktadır. Eğlence anlayışı da bunu daha derinleştiren bir hâl almıştır. Ve tüm bunlar, aynı zamanda sizin denetiminiz için yeni olanaklar da demektir.
Cep telefonundan kurtulmak, tabletlerden kurtulmak, yakında yeni bir “psikolojik” tedavi alanı olarak ortaya çıkacaktır. Oysa son derece basittir, sadece ve sadece cep telefonunu bırakabilmekle ilgilidir. Kendi gerçeğini görebilmekle ilgilidir.
Tüm bu teknolojiyi sisteme karşı kullanmak, elbette mümkündür. Ama öyle akılsızca değil. Öyle ilk akla geleni yapmakla mümkün değil. Ancak daha ileri bir örgütlülük ile mümkündür. Nasıl ki, köleci toplumda kölelerin örgütlenmesi olmadan bir sonuç elde edilemiyordu, nasıl ki 1900’lerin başında devrim için örgütlenmek gerekiyordu, bugün de bu gereklidir. Bugün bu örgütlenmeyi, gelişen şartlara uygun tarzda geliştirmek gereklidir. Devrimci aklın, özgür aklın, devrimci teorinin önemi de buradadır. Bugün dünden çok daha fazla devrimci, özgür akla ihtiyaç vardır.