Emperyalistlerin İsrail eliyle İran’a saldırısının ardından, İran’da işçi sınıfı, emekçi halklar adına hareket eden güçlerin görüşlerini almak üzere dostlarımızla iletişim kurduk. Bu kapsamda İran İşçi-Komünist Partisi Politbüro üyesi Bahram Soroush ile de bir röportaj gerçekleştirdik. Bahram Soroush; Parti politikalarının her zaman, İsrail ya da ABD ile İran İslam Cumhuriyeti arasında bir savaş çıkması durumunda, İslamcı rejimin devrilmesi için yürütülen mücadeleyi terk etmemek ve savaşın yarattığı farklı ve yeni koşullar içinde bu politikayı sürdürmek gerektiği yönünde olduğunu, İran halkı için olduğu gibi kendileri için de “düşmanın evde olduğunu” söyledi.
* * *
İran ile başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlerce desteklenen siyonistler arasında tırmanan savaş hakkındaki yorumlarınızı duymak isteriz. İzlenimleriniz nelerdir?
İsrail ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki gerilim ve husumet yeni değil, bu durum 1979’da İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından beri mevcuttu. İsrail karşıtlığı ve Amerikan karşıtlığı, İran’da iktidara gelen siyasal İslamcı eğilimin ideolojisinin bir parçasıdır. Onlarca yıllık varlığı boyunca İran rejimi, bölgedeki etkisini genişletmeye çalışmış ve bu amaçla Filistin meselesini istismar etmiştir. Kendini aldatıcı bir şekilde Filistin halkının dostu olarak sunarak, Hamas gibi bölgedeki İslamcı vekil örgütleri yeniden yapılandırmış ve İsrail devletinin yok edilmesi çağrısında bulunmuştur. Rejimin nükleer hedefleri ve balistik füze programı da bu bölgesel nüfuz genişletme stratejisinin bir parçası olmuştur.
Diğer taraftan, Filistinlilerin haklarını inkâr etmek için hiçbir suçtan geri durmayan ve şu anda Gazze’de insanlık tarihinin en korkunç soykırımlarından birini gerçekleştiren Batı destekli İsrail devleti, İslamî rejimi varlığına yönelik bir tehdit olarak görmüştür.
İsrail, 2015’te Obama yönetimi tarafından aracılığı yapılan anlaşmada olduğu gibi, İran rejiminin kendisine yönelik tehdidini canlı tutan bir anlaşmaya her zaman karşı olmuştur. Bu nedenle, birinci Trump yönetiminin 2018’de anlaşmadan çekilmesiyle birlikte, fiilen askıya alınan nükleer anlaşma, rejimin sürdürdüğü ve denetlenmeyen zenginleştirme programı ile son görüşmelerin fiilen tıkanması, Trump’ın desteğiyle İsrail’e 13 Haziran’da İran İslam Cumhuriyeti’ne saldırı düzenlemek için bahane ve fırsat sağlamıştır.
Partimiz böyle bir senaryoyu her zaman öngörmüştü; nitekim bu, yakın geçmişte daha küçük ölçeklerde de olsa gerçekleşmişti. Partimizin politikası her zaman, İsrail ya da ABD ile İran İslam Cumhuriyeti arasında bir savaş çıkması durumunda, İslamcı rejimin devrilmesi için yürüttüğümüz mücadeleyi terk etmemek ve savaşın yarattığı farklı ve yeni koşullar içinde bu politikayı sürdürmek gerektiği yönündeydi. Düşmanlarımızın savaşında savunulmalarına değil, kaybetmelerine yönelik tutum alırız. Dolayısıyla, aslında İran’daki rejime karşı askerî bakımdan çok daha üstün bir güç tarafından gerçekleştirilen tek taraflı bir saldırı olan bu savaşta da politikamız, İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleyi sürdürmektir. İran halkı için olduğu gibi bizim için de “düşman evdedir.” Bu nedenle, rejimin zayıflamasıyla ortaya çıkan fırsatı, onun devrilmesi için yürüttüğümüz mücadeleyi ilerletmek adına kullanacağız. Aynı zamanda, her iki tarafın da sivil hedeflere ve altyapıya yönelik, can kaybına ve halkın zor durumda kalmasına yol açan saldırıları kınanacaktır.
Cephede, İslam Cumhuriyeti’nde ve halklar açısından ne olacağını öngörüyorsunuz?
Bana göre, bu savaşta -ki hiçbir zaman uzun süreceğine inanmadım- iki olasılıktan biri gerçekleşebilirdi: 1- İsrail’in sürdürdüğü hava saldırıları sonucunda rejimin ciddi biçimde zayıflaması ve hatta dağılması; ya da 2- Rejimin, İsrail ve ABD’nin öne sürdüğü koşulları kabul ederek teslim olması ve savaşın derhal sona ermesi. ABD’nin doğrudan savaşa dâhil olup İran rejiminin nükleer tesislerini bombalamasıyla, gerçekleşen aslında ikinci olasılık oldu.
Bu iki sonuçtan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, savaşın ardından rejim çok daha zayıf bir durumda kalacaktı. Rejim, toplumsal protestoların ya da olası bir halk ayaklanmasının yeniden yükselmesini engellemek için baskıyı artırmaya çalışsa bile, içinde bulunduğu zayıflık durumu ve uğradığı ağır askerî, siyasi ve psikolojik darbeler nedeniyle bunu gerçekleştirecek durumda olmayacaktır. Üstelik, savaş öncesinde de İran halkı rejime karşı mücadele hâlindeydi; şimdi ise savaşın sona ermesiyle karşılarında çok daha zayıf ve aşağılanmış bir rejim bulacak olan halk, taleplerini daha güçlü bir biçimde dile getirip mücadeleyi daha büyük bir kararlılıkla sürdürecektir.
Beklendiği üzere, savaş sırasında rejim, halkı etrafında toparlayacak herhangi bir milliyetçi duyguyu harekete geçiremedi. İran halkı, dünya kupalarında ve uluslararası karşılaşmalarda bile İran milli takımının yenilmesini istiyor! Bunun nedeni, halkın bu rejime karşı beslediği derin nefrettir; bu nefret, sayısız protestoda ve özellikle Eylül 2022’deki “Kadın, Yaşam, Özgürlük” ayaklanmasında açıkça kendini göstermiştir. Rejimi yıkmaya yönelik bu muazzam devrimci yükselişin etkileri, kanlı ve acımasız bir şekilde bastırılmasına rağmen, İran toplumunun derinliklerinde hâlâ yankılanmakta, bu kez çok daha büyük bir güçle ve hâlihazırda elde edilen kazanımlara dayanarak yeniden alevlenmek için bir fırsat kollamaktadır. Rejim, protestoların yeniden başlamasını önlemek istese bile, uğradığı ağır yenilgi, askerî, istihbarat ve güvenlik güçlerinin büyük ölçüde yok edilmesi ve üst düzey komutanlarının tasfiyesi nedeniyle bunu gerçekleştirebilecek durumda değildir. Kuşkusuz, rejim tutuklamaları artırmak ve kan dökmek için elinden geleni yapacaktır (şimdiden üç kişiyi İsrail adına casusluk suçlamasıyla idam etti); ancak, İran-Irak savaşının ardından 1980’lerin sonlarında uyguladığı baskı ve katliamları tekrar edemez. Toplum değişmiştir, rejim daha zayıftır ve halk rejimi devirmek konusundaki kararlılığında çok daha ileri bir noktadadır.
İşçi sınıfı, devrimciler ve solcular bu duruma nasıl tepkiler veriyor?
Mevcut baskıcı koşullar altında, özellikle de savaş ortamında, İran’daki işçi sınıfı duygularını ve görüşlerini kolayca dile getirememektedir. Savaşın patlak vermesinden önce devam eden grevlerin ve protestoların (örneğin kamyon şoförlerinin eylemleri) savaş sırasında sürdürülemeyeceği açıktı. Bana göre, işçi sınıfı da savaş karşısında halkın geneliyle benzer bir tutum benimsemiştir: savaşın ne kadar geniş çaplı bir hâl alabileceğine dair bir endişe ile, rejimin en çok nefret edilen askerî ve siyasi figürlerinin ve baskı aygıtlarının İsrail saldırılarıyla imha edilmesinden, rejimin aldığı yenilgilerden duyulan sevinç bir arada yaşanmıştır. İran’da işçilerin özgürce örgütlenme hakkı yoktur. 1979 devrimi sırasında hızla kurulan ve daha sonra İslamcı rejim tarafından şiddetle bastırılan yasal sendikalar veya işçi konseyleri mevcut olmadığından, işçi aktivistleri komiteler, dernekler, “protesto konseyleri”, sendikalar vb. biçimlerde örgütlenmeye çalışmaktadır. Bu işçi oluşumlarının yayımladığı bildiriler genellikle savaş karşıtı bir çizgi taşımış, savaş çığırtkanlığından ve ülkeyi savaşa sürüklemekten rejimi sorumlu tutmuştur. Önde gelenlerden, daha sağ eğilimli ve rejimle uzlaşmacı olan bir-iki tanesi ise, İran rejimiyle benzer söylemlerle (örneğin “İran topraklarının ihlâli” gibi) saldırıyı kınayan açıklamalar yayımlamıştır.
Partimiz dışında İran’daki solun büyük bir kısmı İsrail hükümetini kınayan geleneksel anti-emperyalist bir pozisyon almıştır. Bana göre, İran’da bir devrimcinin böyle bir tutumu benimsemesi, fiilen kendi hükümetiyle aynı safta yer alması anlamına gelir. Gerçek şu ki, yukarıda da belirtildiği gibi, bölgedeki gerilim ve çatışmalara son birkaç on yıldır neden olan İran rejiminin politikalarıdır. Amerikan karşıtlığı ve İsrail karşıtlığı, rejimin ideolojisinin temel bir parçasıdır, onu tanımlamaktadır. Durum böyle olmasaydı bile, İranlı komünistlerin ve devrimcilerin görevi İran’daki rejimi devirmektir. Bu politika savaş zamanlarında değişmez. ABD ve İsrail hükümetlerinin vahşetlerini kınamamız, bizi kendi gerici hükümetimizi doğrudan ya da dolaylı olarak, hatta zımnen desteklemeye itmemelidir.
İran’daki solun büyük bir kısmı milliyetçi bir soldu ve 1979 devrimi sırasında sosyalist işçi sınıfı politikasını izleyemedi. O dönemde solun önemli bir bölümü, ülkeyi Amerika’ya ve emperyalizme “bağımlı” kıldığı, “bağımsız” olmadığı, “kendi sanayimiz” olmadığı vb. gerekçelerle Şah rejimini eleştiriyordu. Bu milliyetçi bir tutumdur ve Marksizm ile kapitalizmin Marksist eleştirisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu yüzden, özellikle başlangıçta, solun büyük bir bölümü, rejimi anti-Amerikan ve anti-emperyalist olarak gördüğü için Humeyni rejimine karşı eleştirel bir tutum geliştiremedi. Anti-kapitalizm değil, anti-emperyalizm bu solun ana söylemiydi. Böylece, ülke içindeki burjuvazi, yani İran’ın “gerçek”, yerli burjuvazisi ilerici görülüp desteklenebilir olarak algılandı. Bu küçük burjuva milliyetçiliği, solun bir kısmının rejimi desteklemesiyle özellikle ABD Büyükelçiliği işgali ve ardından İran-Irak savaşı sırasında yıkıcı sonuçlar doğurdu. Eğilimimiz, özellikle Mansur Hikmet, o dönemde solu eleştirdi ve bu eleştiriler sonucunda sol örgütlerin içinden birçok sol grup bizim örgütümüze (Komünist Militanlar Birliği; 1991’de İran Komünist Partisi ve ardından İran İşçi-Komünist Partisi’ni oluşturan temel öncü eğilimlerden biri) yöneldi. Ne yazık ki, bugün aynı sol, mevcut çatışmada benzer bir milliyetçi ve anti-emperyalist tutum sergilemektedir. Bu elbette geniş kapsamlı bir tartışmadır ve umarım başka bir fırsatta devam ettirebiliriz.
İran solunun bazı açıklamalarında “erken kışkırtılmış bir ayaklanma”dan bahsediliyor ve halka “burjuva grupların peşinden gitmemeleri” çağrısı yapılıyor. Bu konu hakkında sizin düşünceniz nedir?
Bu spesifik açıklamaları görmedim. Ancak savaş sırasında ve bombardıman altında toplumsal protestoların bir kenara itileceği açıktır. Savaş sürerken bir ayaklanmanın gelişme ihtimali çok daha düşüktür. Dolayısıyla, bir parti rejim hâlâ güçlüyken ayaklanma çağrısı yapabilecek durumda olsa bile, bu sorumlu bir tutum olmazdı. Ancak dediğim gibi, İran özelinde, bu savaşın ardından rejim yenilmiş ve ciddi şekilde zayıflamışken, toplumun rejime karşı mücadeleyi yeniden başlatmak ve devrimci bir yükselişle bu rejimi devirmek amacıyla mücadeleyi büyütmek konusunda çok daha güçlü bir konumda olacağına inanıyorum. Partimiz de böyle bir olasılığa hazırlanmakta ve bunun için çalışmaktadır. Elbette, rejimin dağılması, çöküşü, darbe gibi pek çok başka siyasi senaryo da mümkündür; bunların şu anda öngörülmesi mümkün değildir ve ortaya çıktıklarında ele alınmaları gerekmektedir.
Eklemek istedikleriniz nelerdir?
Bu röportaj fırsatını verdiğiniz için çok teşekkürler.
25 Haziran 2025