Kapitalizmden Komünizme Geçiş – Kapitalizmden Komünizme Geçiş Üzerine

Önceki Bölüm: Sosyalizm Savaşımının İşçi Sınıfından Kopartılması ya da İşçi Sınıfının Tarihsel Rolü
Bugünlerde 76. yıldönümü kutlamaları Moskova’da yasaklanmış olan Ekim Devrimi öncesinde komünistler, kapitalizmden komünizme geçiş konusunda, bugün bize göre çok daha sınırlı birikime sahiplerdi. Birikimlerinin sınırını belirleyen elbette, daha önce hiçbir ülkede sosyalist devrimin yaşanmamış oluşudur. Tıpkı, komüncülerin 1871’de, iktidarı ele geçirdikten sonra, eski devlet mekanizmasını parçalama gereğini duyamayacak denli tarihsel deneylere sahip olmamaları gibi.
Ekim Devrimi’nin önderleri, Paris Komünü deneyinden öğrenerek, iktidar sorununun altını çizebilmişlerdir, eski devlet mekanizmasını tümüyle parçalayıp atmışlardır. Başka yolla proletarya diktatörlüğü kurulamaz.
Bugün biz, bu tarihsel deneyden, eski devlet mekanizmasının parçalanıp yerle bir edilmesi ve proletarya diktatörlüğünün kurulması dışında, devrimin içeride ve dışarıda sürekliliğinin altını çizmeyi öğreniyoruz.
“Kapitalizmden komünizme geçiş, koca bir tarihsel dönemdir. Bu dönem tamamlanmadıkça, sömürücüler geriye dönme girişimlerine dönüşen bir umudu kaçınılmaz olarak korurlar.” (V. İ. Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Beşinci Baskı, s. 40). Daha önce kaybettiği “cenneti” geri alabilmek için, “on kat artmış bir güç, zorlu bir öfke, yüz kat artmış bir düşmanlık” ve uzun süreli kinin ürünü olan sabır ile savaşa atılırlar. Ve böylesi bir savaş için arkalarında içeride küçük burjuvazi, dışarıda ise tüm kapitalist dünya vardır.”
Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin, “koca bir tarihsel dönem”in uzunluğu ve kısalığını ne belirler? Elbette kapitalizmin gelişmişlik düzeyi ile devrimin dünya ölçeğinde yayılış hızı. Bunlardan birincisinin eriştiği bugünkü düzey düşünülürse, bu sürenin uzunluğu veya kısalığının tayininde devrimlerin yayılma hızının öneminin öne çıkması gereklidir.
Ancak buradan şu sonuç çıkmamalıdır; belli bir ekonomik gelişmişlik söz konusu ise içeride yapılacak bir şey yoktur. Bu kesinlikle yanlıştır. Çünkü eğer belli bir ekonomik gelişmişlik yeterli olsaydı, bir devrime, sınıfın devrime katılımına, onu yönetmesine gerek olmazdı. Bu nedenle siyasal devrim, toplumsal devrim ile sürecektir. Bu ise, tüm eski değerlerin yıkılması savaşımıdır. Doğmaya başlayan sosyalizm ölmeye başlayan kapitalizm ile her alanda kavgaya tutuşmak durumundadır. Onlarca, yüzlerce, binlerce yıllık baskı ve sömürü düzeninin yarattığı kişiliğin temizlenmesi gerekir.
İşte zaten kapitalizmden komünizme geçiş süreci olarak bir sosyalist toplumdan söz edilmesinin nedeni budur. Bu geçiş sürecinin siyasal biçimi proletarya diktatörlüğüdür. Yani kapitalizmden komünizme ha deyince geçilmiyor.

KAPİTALİZMDEN KOMÜNİZME GEÇİŞ
NEDEN SOSYALİST AŞAMAYI GEREKTİRİYOR?
Gerçekte bu soru, ütopik ve bilimsel sosyalizmin farkının ne olduğu anlamına da gelir. Ütopik sosyalizm, “olabildiğince yetkin bir toplum sistemi” tasarlamayı ifade eder. Ama böylesi bir sistemin nasıl, kimin tarafından kurulacağı üzerinde yeterince durmaz. Bu hali ile komünizm projesi, sınışar ve sınışarın savaşımına bağlı olmaz. Onun yerine, nesnellikten tümüyle uzak, bir dünya tasarlamaya yönelir. Engels, bilimsel sosyalizmi anlatırken şöyle yazıyor: “Modern sosyalizm, özünde, bugünkü toplumda yaşanan varlıklılarla yoksullar, kapitalistlerle ücretli işçiler arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığını, öte yandan, varolan üretimdeki anarşiyi tanımanın doğrudan ürünüdür.” (F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Seçme Yapıtlar III, s. 139).
Sömürüye dayanan tüm toplum biçimlerinde, bir üst toplum biçiminin üretim ilişkileri kendini ortaya koyar. Örneğin; feodalizmde kapitalist ilişkiler kendisine yer bulur, belli bir dereceye kadar yaşama ve gelişme şansı yakalarlar. Ne zaman ki burjuvazi için eski kabuk kabul edilemez duruma gelir, ne zaman ki burjuvazinin gelişimi artık devletin ele geçirilmesi olmaksızın gerçekleşemez olur, o zaman burjuva devrimi gündeme gelir. Ama bir burjuva devrim, bir sömürücü sınıfa karşı, bir başka sömürücü sınıfın iktidarı alması demektir. Başlangıçta, eski düzenden memnunsuzluğu nedeni ile burjuvaziyi destekleyen işçi sınıfı ve köylülüktür. Ama işçi sınıfı, burjuvazinin kendi kanını emdiğini anlar anlamaz silahını burjuvaziye çevirir. Aslında işçi sınıfı tüm silahını burjuvazi nezdinde tüm sömürücü sınışara çevirmiştir ve doğal olarak burjuvazi henüz iktidardan yeni alaşağı ettiği eski kardeşine birlik önerir. Ama burjuvazi bu birliği kabul edince, feodal aristokrasiyi, feodal beyi tedrici olarak yok etme şansını yitirmez, sadece süreç yavaş işler. Ve elbette bu yavaşlık en çok işçi sınıfına, onun savaşımına zarar verir.
Halbuki sosyalist üretim ilişkileri, kapitalizm içinde boy atamaz, yeşeremez. Kapitalizmin gelişimi, sosyalizmin maddi koşullarını (büyük çaplı üretim vb.) hazırlasa da, bir sosyalist devrim olmaksızın sosyalist üretim ilişkileri ortaya çıkmaz. Bu anlamda sosyalizm, karşıt iki sınıfın (burjuvazi ve proletarya) savaşımını tanımanın, üretimdeki anarşiyi tanımanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu iki şeyi tanımak, kapitalizmi tanımak ve onu aşmanın yollarını kavramak demektir.
Öyleyse sosyalizm, sosyalist üretim ilişkileri olarak ortaya çıkmadan önce, kapitalizmin reddi ve aşılması düşüncesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda da sosyalist devrim daha çetin bir sınıf savaşımını gerektirecektir. Bu noktada ideolojik savaşımın, öznenin rolü de artmaktadır.
Sosyalist düşünce kapitalizmin tanınması, yasalarının ortaya konulmasının ürünüdür. Bu nedenle de sosyalizmi yaşamış bir dünyada, Marx’ın Kapital’ini geliştirmenin biricik yolu sosyalizmin tarihsel deneyiminin irdelenmesidir. Bu teorik faaliyet açısından birinci noktadır.
Bu irdeleme, eleştiri en tam biçimi ile ileri sosyalizm örneklerini hayata geçirmekle mümkündür. Bu nedenle sosyalizmin eleştirisi, nasıl bir sosyalizm sorusu bir savaşçılar ordusunun, bir devrimci sosyalistler partisinin pratiğinin sorunudur. Burası da ikinci noktadır. Bizler Marx, Engels ve Lenin’in yazdıklarına, bu deneyler ışığında ve geleceği kurmak için bakma şansına daha çok sahibiz.
Engels şöyle yazıyor: “Kapitalist üretim tarzı, nüfusun büyük çoğunluğunu gittikçe daha tam proleterleştirirken, yok olma tehdidi altında bu devrimi başarmaya zorlanan gücü yaratır. Büyük ve zaten toplumsallaştırılmış üretim araçlarının devlet mülkiyetine dönüşmesini gittikçe daha çok zorlarken, bu devrimin başarılması yolunu da gene kendisi gösterir. Proletarya, politik iktidarı ele geçirir ve üretim araçlarını devlet mülkiyeti haline getirir.” (Engels, age, s. 175).
“Devletin, yapmakla kendisini bütün toplumun temsilciliğine gerçekten atadığı ilk iş toplum adına üretim araçlarının mülkiyetini ele alma -aynı zaman da- onun devlet olarak son bağımsız işidir. Devletin toplumsal ilişkilere karışması, birbiri ardına bütün alanlarda gereksizleşir ve ondan sonra devletin kendisi sona erer; kişilerin yönetilmesinin yerine, şeylerin yönetilmesi ve üretim sürecinin gözetimi geçer. Devlet ‘ortadan kaldırılmaz.’ Devlet tükenir.” (Engels, age, s. 176).
Birinci alıntıda Engels’in altını çizdiği satır ile, son alıntıda altını çizdiği satır, kapitalizmden komünizme geçişin başlayıp tamamlanmasının işaretidir. Arada anlatılan ve Engels’in çok net olarak “devlet tükenir” dediği noktaya gelişi hazırlayan süreç olmadan komünizme varılamaz. Proletarya iktidarı ele geçirir, eski mekanizmayı kırar, parçalar, onun yerine kendi iktidarını kurar. Üretim araçlarının mülkiyetini toplum adına üstlenmekle devlet, “kendisini bütün toplumun temsilciliğine gerçekten” yükseltir. Giderek devlet söner, tükenir.
Elbette bu noktada sınışarın ortadan kalkması gerekir. Böylece bir sınıf olarak proletaryanın da ortadan kalkması gerekir. “Sınışara bölünme, üretimin yetersizliğinden doğmuştur. Modern üretken güçlerin tam gelişimiyle silinip süpürülecektir.” (Engels, age, s. 177). Öyleyse devletin üretim araçlarının mülkiyetini üstlenmesi, üretken güçlerin tam gelişimi ile sınıf farklılıklarının ortadan kalkacağı nokta arasında bir dönem vardır. Bu dönem salt ekonomik gelişimle tamamlanamaz. Aynı zamanda politik, kültürel ve ahlâksal gelişimi de gerektirir. Yani politik, hukuksal, kültürel, ahlâksal açıdan da eski toplumun tüm izleri silinmelidir.
Binlerce yıllık sınışı toplum tarihinin yarattığı alışkanlıkların kırılması, insanın yenilenmesi ve sınıfsız toplum olan komünizmin kurulması bir geçiş sürecini gerektirir ve bu geçiş toplumunun adı sosyalizmdir.
“Toplumun tümü tarafından ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, ayrıca her yönüyle gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine sahip insanlar öngörür… ?u halde toplumun komünistçe örgütlenmesi, bir yandan sınışarın varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan bu toplumun kurulması da, bu sınıf karşıtlıklarını yok etmenin araçlarını sağlar.” (Engels, Komünizmin İlkeleri, Marx-Engels Seçme Yapıtlar, Cilt I, s. 112-113).
Yukarıdaki alıntıda Engels komünist toplumun kuruluşunun sınıf karşıtlıklarını da yok edeceğini yazıyor. Marx ve Engels’te komünizm hedeŞ sürekli öndedir. Marx ve Engels, proletaryanın iktidarı almasını, komünist toplumun birinci aşamasının proletarya diktatörlüğü altında yaşanmasını ve komünizme geçişi formüle etmişlerdir. İşte Engels’ten yaptığımız tüm alıntıların mantığı budur. Engels (ve elbette ki Marx), bize, böylesi bir topluma ulaşmak için neler gerektiğini anlatıyor ve bu konuda ciddi olan herkes, tüm bunların bir günün işi olmadığını anlayabilecektir.
Eski toplumdan yeni topluma (kapitalizmden komünizme) geçiş, üzerinde, proletarya diktatörlüğünün yükseldiği bir altyapıyı gerektirir. Sosyalizm bu anlamıyla kelimenin gerçek anlamında da bir geçiş toplumudur. Burada geçmiş ile gelecek (kapitalizm ile komünizm) çarpışma halindedir. Geçmiş, mevcut sistem, dünyada egemen iken, bir ülkede gerçekleşen sosyalist devrimi boğmak için çok daha büyük güce sahip olacaktır. Bu nedenle de komünizmin dünya ölçeğinde gerçekleşeceği unutulmamalıdır.
“Burada karşılaştığımız şey, kendine özgü olan temeller üzerinde gelişmiş olan bir komünist toplum değildir; tersine, kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadî, manevî, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur.” (K. Marx, Gotha Programının Eleştirisi, Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi içinde, Sol Yayınları, s. 29). İşte sosyalizmde geçmiş ile geleceğin çatışması bu nedenle sürer ve bu çatışmada geleceğin kurucusu proletaryanın elinde, kendi varlığına son vermek üzere devlet bulunur.
Biz öncelikle komünist toplumun ne olduğu üzerinde duralım. Ardından bu geçiş sürecinin gerekliliği daha iyi anlaşılacaktır. Komünist toplumun çok iyi kavranması gerekir. Artık insanlar komünist toplumu 150 yıl öncesi gibi, bir boş hayal, güzel ama gerçekleşemez, uzak bir ütopya olarak algılamamalıdırlar. Bunu anlatabilmenin olanakları çok daha fazladır. Günümüz dünyasında, 21. yüzyıla yaklaşırken, dünyada verili teknolojik düzeyin komünist toplum kurmayı olanaklı kıldığını görmeliyiz.
Sosyalist toplumun örgütlenmesi komünist topluma geçmek içindir. Bu durumda ulaşılacak yer, gündemimize daha çok girmelidir. Öte yandan 76 yıllık sosyalizm deneyimini özümsemek ancak böyle mümkündür. Yani sosyalizm üzerine tartışmak için sadece bir deneyimin incelenmesi yetmez, tersine bu deneyime komünist toplum perspektiŞ ile bakmak gerekir. Bugün nice sözde sosyalist, kapitalist toplumdan, onun gerçekliği ile, onun değer yargıları ile sosyalizme bakmaktadır. Ayırıcı nokta, gelecekten, komünizmden sosyalizme bakmaktır.
Peki nedir komünist toplum?
Komünizm sevgi, kardeşlik ve özgürlük üzerine yükselen bir toplumdur. Komünizm, insan öncesi tarihe, bugün yaşadığımız döneme son verip, gerçekten insanın tarihinin başladığı toplumdur. Komünizm üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine yükselen, sınışarın ve elbette sömürünün tarihe gömüldüğü, sınışarla birlikte devletin de ortadan kalktığı kardeşlik ve özgürlük toplumudur. Komünizm çalışmanın, günlük geçimini sağlamak, yaşayabilmek, karnını doyurmak için bir zorunluluk olmaktan çıktığı, çalışmanın kendisinin yaşamsal bir gereksinim olduğu, insanın insana kölece boyun eğişinin tüm biçimlerinin, sonuçlarıyla birlikte yok olduğu, insanın tüm yeteneklerini özgürce geliştirebileceği, insanın yeniden ve toplumsal doğuşunun gerçekleştiği bir toplumdur. Komünizm, sınıf karşıtlıklarının tüm sonuçları ile birlikte sona erdiği, insan ile doğanın çelişkisinin ön plana çıktığı, insanlığın önünde yeni ufukların açıldığı bir toplumdur. Komünist toplum, “ölü yıldızları fethetme”nin başladığı toplumdur.
Tüm yukarıdaki paragraf, tüm bu tanımlar bir yandan büyük bir heyecanla dile getirilmektedir, bir yandan da hayal değil, bilimseldirler. Bugünkü dünyada bunlar daha fazla anlaşılırdır. Ama, Marx, Engels, Lenin’e, Marksizm-Leninizm’e bu denli saldırıların soldan ve sağdan arttığı bir dönemde, biz yine de komünizmin ne olduğunu işçi sınıfının büyük usta öğretmenlerinden dinlemeliyiz.
Engels şöyle yazıyor: “Sanayinin bu gelişmesi, topluma, herkesin gereksinimlerini karşılamaya yeterli miktarda ürün sağlayacaktır. Aynı şekilde özel mülkiyetin baskısıyla ve topraktaki parçalanmayla kösteklenen tarımda, mevcut iyileştirmelerin uygulanmaya konmasından ve bilimsel ilerlemelerden yepyeni bir hız kazanacak ve toplumun emrine bol miktarda ürün sunacaktır. Toplum, böylece, dağıtımını, bütün üyelerinin gereksinimlerini karşılayacak şekilde düzenleyebilmesine yeterli miktarda ürün üretecektir. Toplumun çeşitli karşıt sınışara bölünmesi, böylelikle, gereksiz hale gelecektir. Yalnızca gereksiz olmakla kalmayacak, bu, yeni toplum düzeni ile bağdaşmayacaktır da. Sınışar işbölümü yüzünden varoldular, bu işbölümünün bugüne kadarki varlık biçimi tamamıyla yok olacaktır.” (F. Engels, Komünizmin İlkeleri, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar I, Sol Yayınları, s. 112).
Komünizm sınıfsız toplumdur. Bu toplumda, sınışarla birlikte, onun tüm sonuçları da ortadan kalkacaktır. Engels, bunun ekonomik temelinin herkesin gereksinimlerinin karşılanabilmesi olduğunu ifade etmektedir. Bu, elbette ki, eski biçimiyle işbölümünün de son bulmasını gerektirmektedir. İnsanlar ihtiyaçlarının tümünü karşılayabiliyorsa, bunu tüm toplum yapabiliyorsa, insanın insana kulluğu son bulmuş ise, ekonomi toplumun tümü tarafından ortaklaşa ve planlı biçimde yönetilebiliyorsa, elbette tüm bunlar salt ekonomik olgular olarak kalamazlar. Tersine bunlar toplumsal, siyasal süreçlerle de bağlantılıdır. Herkesin gereksinimlerini karşılayabileceği olanakların gerçeklik haline geldiği yerde, para da gereksizleşir. Paranın gereksizleşmesi, ancak kapitalist toplumun insanın kemiklerine işleyen gerçekliği aşıldığında anlaşılabilir. Bugün bize bazı sorular sorulmaktadır. Örneğin; herkes tüm gereksinimlerini karşılayabiliyor ise insanlar niye çalışsın? Ya da insanlar niye daha çok (ihtiyacını aşacak miktarda tüketim maddesi) alıp stoklamasın?
Bu iki soru da komünizme, kapitalist değerler ışığında bakmanın ürünüdür. İnsanların gelecek korkusu, yarın aç kalma korkusu yok iken, tüm ihtiyaçları karşılanıyor iken, insanlar neden stokçuluk yapsınlar? Kapitalist değerler ile komünizme yaklaşanlar, komünist toplumun niteliğini, onun insanı nasıl dönüştürdüğünü anlayamazlar.
“…üretimin toplumun tamamı tarafından ortak yönetimi ve bunun sonucu üretimin göstereceği yeni gelişme de çok farklı insanları gerektirecektir ve aynı zamanda bunları yaratacaktır.” (Engels, age, s. 112).
Öyleyse komünizm yeni insanla kurulmuş olacaktır.
Mevcut hali ile işbölümü son bulacaktır.
Kafa ile kol emeği çelişkisi, kent ile kır çelişkisi kalkacaktır.
Emek, çalışmak, sadece bir geçim aracı değil, ama kendisi yaşamsal bir gereksinme haline gelecektir.
Sınışarla birlikte, onların varlığının itirafı olan devlet de yok olacaktır.
“Toplumun tümü tarafından ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, önce her yönü ile gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine sahip insanlar öngörür. Böylece birini köylü, ötekini ayakkabıcı, bir üçüncüsünü fabrika işçisi, bir dördüncüsünü borsa tellalı yapan -ki makineler bu kimselerin ayaklarını daha şimdiden kaydırmıştır- işbölümü tamamıyla yok olacaktır. Eğitim, genç insanlara üretim sisteminin tamamını baştanbaşa çarçabuk görme olanağını verecek, toplumun gereksinimlerine ya da kendi eğilimlerine göre onların sanayinin bir dalından ötekine geçebilmelerini sağlayacaktır. Dolayısıyla mevcut işbölümünün bunlardan her birine zorla kabul ettirdiği bu tek yanlılıktan onları kurtaracaktır. Toplumun komünistçe örgütlenmesi, böylece üyelerine, her yönden gelişmiş bulunan yeteneklerini, her yönde kullanma şansını verecektir. Bununla çeşitli sınışar zorunlu olarak yok olacaktır. Şu halde, toplumun komünistçe örgütlenmesi, bir yandan sınışarın varlığı ile bağdaşmaz. Öte yandan bu toplumun kurulması da, bu sınıf farklılıklarını yok etmenin araçlarını sağlar.”
“Bundan, kent ile köy arasındaki karşıtlığın da, aynı şekilde, yok olacağı sonucu çıkar.” (Engels, age, s. 112-113).
Engels’ten yaptığımız bu uzun alıntıda, komünizme geçişin ve komünizmin ne olduğu uzun uzun anlatılmış oluyor.
Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’nde komünizmin birinci ve ikinci aşamasını anlattığı yerde, ikinci aşama için şunları okuyoruz: “Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasından, bireyleri işbölümüne ve onunla birlikte kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman, emek, sadece bir geçim aracı değil, ama kendisi birincil hayati gereksinme haline geldiği zaman; bireylerin çeşitli biçimde gelişmeleriyle, üretici güçler de arttığı ve bütün kolektif zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimlerine göre.” (K. Marx-F. Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yayınları, s. 31).
Marx’ın yukarıdaki paragrafı ile Engels’in Komünizmin İlkeleri’nde anlattıkları arasındaki birebirliğe dikkat etmek önemli görünüyor.
“Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimlerine göre” ilkesi, özü gereği ekonomik bir ilke olsa da, gerçekte gerçekleşmesi siyasi ve toplumsal süreçlerin ürünü olan bir ilkedir. Bu ilke, paranın ortadan kalktığı koşulları anlatıyor. Ama paranın ortadan kalktığı koşullarda kaos yoktur. Toplum, en ücra köşelerine kadar, komünistçe örgütlenmiştir. Bu örgütlülük, buna olanak tanıyor. Elbette özel mülkiyete son verildiğinden, rekabetten söz etmenin abes olduğu kesin.
Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’nden aktardığımız pasajda “kölece boyun eğişleri sona erdiği” zaman vurgusu önemlidir. Komünizm insan tarafından kurulan bir toplumdur. İnsan, hiç bu kadar kendi koşulları üzerinde etkili olmamış olacaktır. Özgürlük budur. Bugün bize bazıları sosyalizmde (yani komünist toplumun birinci aşamasında) burjuva düzendeki özgürlüklerin hangilerinin varolacağını soruyorlar. Onlar, her şeyden önce, özgürlüğe bir nicelikler toplamı olarak bakıyorlar. Yeri gelince onların özgürlük anlayışına gireceğiz, (yazı dizisinin beşinci bölümüne bakınız) ama şimdiden söyleyelim ki, bu bakış, komünizme, sosyalizme burjuva düzenin ufukları ile bakmaktır.
Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için, biraz daha somut bir alandan, aileden bakalım. “Komünist toplum düzeninin aile üzerindeki etkisi ne olacaktır?” Engels’in Komünizmin İlkeleri’nde bu soruya verdiği yanıtı okumadan önce, şu noktanın altını bir kere daha çizelim, komünizm sınışarın, sınışarla birlikte varolan çelişkilerin çözümünün sağlandığı toplumdur. Bugünkü hali ile cinsellik, aile, vb. binlerce yıllık toplum tarihinin ürünüdürler, tıpkı devlet gibi.
“Bu cinsler arasındaki ilişkiyi, yalnızca ilgili kişileri ilgilendiren ve toplumun hiçbir müdahale isteminde bulunamayacağı, salt özel bir ilişki haline getirecektir. Bunu yapabilecek durumdadır, çünkü özel mülkiyeti kaldırmakta ve çocukları komünal olarak eğitmekte, böylece bugüne kadar mevcut evliliğin ikiz temelini -özel mülkiyet sayesinde kadının kocaya ve çocukların da anababaya olan bağımlılığını- yok etmektedir. Ahlâk dersi veren darkafalıların, kadınların komünist ortaklaşalığına karşı kopardıkları yaygaranın yanıtı da buradadır. Kadınların ortaklaşalığı tümüyle burjuva toplumuna ait bir ilişkidir ve bugün eksiksiz bir biçimde fuhuş ile gerçekleşmektedir. Ama fuhuşun kökenleri özel mülkiyettedir ve onunla birlikte o da kalkar. Şu halde, komünist örgütlenme, kadınlara ortaklaşalığı getirmek yerine, ona son verir.” (Engels, Komünizmin İlkeleri, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar I, s. 114).
Yine komünizmin en önemli sorunlarından, daha doğrusu komünizme geçişin bugün son derece önemli hale gelen sorunlarından biri olan devlet meselesinin üzerinde durmalıyız (Yazı dizisinin beşinci bölümünde konu üzerinde ayrıntılı durulmaktadır).
Marx ve Engels kapitalizmden komünizme geçiş süreci boyunca devleti incelerken, temel olarak iki yön üzerinde durmuşlardır. Birincisi proletaryanın iktidarı ele geçirmesi, eski devlet makinesini parçalayarak, yerine proletarya diktatörlüğünü koyması, ikinci olarak ise, sınıfsız toplum olan komünist topluma (komünist toplumun üst evresine) giderken devletin sönmesi üzerinde.
Bu iki nokta onun reformistlere ve anarşistlere karşı mücadelesini de ifade eder. Paris Komünü’nün ardından, proletaryanın göğü fethe ilk kalkışmasının ardından, devlet sorunu Marx ve Engels’in gündemine daha somut olarak girmiştir. Onlar proletaryanın yenilgisini detaylı biçimde incelediler. Fransa’da İç Savaş çalışması bu nedenle oldukça önemlidir. Komün’ün yenilgisinden çıkartılan en büyük ders işçi sınıfının sadece iktidarı ele geçirmekle yetinemeyeceği, alaşağı ettiği burjuvazinin eski aygıtı olan devleti parçalamak zorunda olduğu ve onun yerine proletarya diktatörlüğünü kurmak zorunda olduğudur. Nitekim, Komünist Parti Manifestosu’nun Komün’den sonra, bazı bakımlardan eskidiğini söylemişlerdi. Bu, bazı bakımlardan eskime sonucunda ise sadece bir tek nokta değiştirilmiştir. O da işçi sınıfının sadece iktidarı ele geçirmekle yetinemeyeceği, eski mekanizmayı paramparça etmesi gerektiğidir.
Engels Fransa’da İç Savaş’ın girişinde şunları yazıyor: “Komün, işçi sınıfının, bir kez iktidara geçtikten sonra, eski devlet makinesi ile yönetmeye devam edemeyeceğini hemen kabul etme zorunda kaldığı; daha yeni elde etmiş bulunduğu kendi öz egemenliğini yeniden yitirmemek için bu işçi sınıfı, bir yandan o zamana değin kendisine karşı kullanılmış bulunan eski baskı makinesini ortadan kaldırmak, ama, öte yandan, kendi öz vekil ve memurlarını her zaman ve istisnasız görevden alınabilir ilan ederek, onlara karşı da güvenlik önlemleri almalıydı.” (F. Engels, Frederich Engels’in Girişi, Marx-Engels, Seçme Yapıtlar II, s. 224).
Biz şimdilik Engels’ten aktardığımız bölümde “bir yandan” ile başlayan bölümle ilgiliyiz. Ve günümüz oportünistlerinin tümünün, şu ya da bu yolla karşı koydukları noktalardan birisi burasıdır; yani eski devlet makinesinin parçalanması ve yerine proletarya diktatörlüğünün geçirilmesi noktasıdır. Kapitalizmden komünizme geçiş süreci böyle başlar.
İkinci nokta devletin sönmesine ilişkindir. Devletin sönmesi, gerçekten dahicedir. Sönme, devletin ortadan kalkmasının yavaş yavaş gerçekleşeceğini, onu ortaya çıkarmış bulunan tarihsel ve toplumsal tüm etkenlerin yok olmasına bağlı olarak gerçekleşeceğini ifade eder.
Bir yandan devrimden sonra proletaryanın devlete ihtiyaç duyması, diğer yandan onun sönmesi, proletarya diktatörlüğünün temelini oluşturur.
Komünizm, sınıfsız bir toplumdur. Sınışarın varlığının ve karşıt çıkarlara sahip sınışarın savaşımının itirafı olan devlet, sınıfsız toplum olan komünizmin üst aşamasında ortadan kalkar. Onun ortadan kalkışı sınışarın ortadan kalkışını gerektirir. Yukarıda sınışarın ortadan kalkışının ne demek olduğu üzerinde durulmuştur. Ama sorun sadece bir ülke içinde kültürel, ekonomik, siyasal, sosyal planda atılan adımlara bağlı değildir. Komünizm (elbette komünizmin üst aşamasını kastediyoruz, onun alt aşaması için her zaman sosyalizm terimini kullanıyoruz), uluslararası bir olgudur. Yani emperyalist-kapitalist sistemin parçalanması gerçekleşmeden, dünya devrimi gerçekleşmeden, dünyanın hiç değilse belli başlı ülkeleri kapitalizmi yıkıp komünizme yürüyüşü başlatmadan, devletin sönmesi gerçekleşemez. Ekim Devrimi ile başlayan süreç bize bunu öğretmiştir.
Ekim Devrimi ile başlayan dünya devriminin, 1980’lerin sonlarında kesinleşen yenilgisine kadarki dönem bu açıdan öğreticidir. SSCB uzunca bir süre (70 yıl) kendi içinde sosyalizmin “gelişimini” yaşadı. Ama, dünya devrimi olmadan, bu sürecin, bir çürüme olanağını büyük oranda barındırdığı (öznel hataları, sapmaları, ihanetleri bir yana bırakıyoruz) ortaya çıkmıştır. Soru şöyle sorulabilir; ülke içinde gerçekleşen sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişikliklerle devletin sönmesi süreci, eğer dünya devrimi gelişmiyor ise, devrim başka ülkelerde zaferle taçlandırılamıyor ise nasıl gerçekleşecektir? Bu soru bize tek ülkede iktidarı almanın, sosyalizme yürümenin olanağı olduğu halde, bunun sınırlarının neresi olduğunu göstermektedir. Öyleyse, komünistler, bu sınırların bilinci ile davranmak ve vakitsiz “komünizme geçtik” gibi uydurma tespitlerle kendilerini gülünç duruma düşürmemeli, en önemlisi dünya devrimine sırt dönmenin böyle gerçekleştiğini bilmelidir.
Bizler mükemmel toplum peşinde değiliz. Mükemmel, sorunsuz toplum doğaya, diyalektiğe aykırıdır. Ama tek bir ülkede sıkışan bir devrimin, bilindiği ölçüler içinde bile sosyalizm kuruculuğunu son noktaya getiremeyeceğini bilmek gerekir. Bunu atlamak, komünizmi ulusal bir olgu haline getirmektir.
Kapitalizmden komünizme geçişi salt ekonomik bir süreç haline getiren mantığın altında bu kafa karışıklığı, bu dünya devrimine yüz çeviriş yatmaktadır. Bu nedenle bugünkü yenilgi, uluslararası ölçekte, ideolojik ve siyasal bir yenilgidir. İdeolojik ve siyasal yenilginin başlangıcını, sosyalizmin içinde arama gereksinimi buraya dayanmaktadır. Devrimi içeride ve dışarıda sürekli kılmak birlikte ele alınmalıdır. Dünya devrimine sırt çevrilerek, devrim içeride de sürekli kılınamaz. Komünizme geçiş, bu şartlar altında, kapitalist restorasyona yöneliş olur.
Marx, bugün insanlık öncesi bir tarihte yaşadığımızı, gerçek anlamıyla insanlık tarihinin komünizm ile başlayacağını söylemiştir. Gerçekten de bu çok önemli bir noktadır. Demek ki komünizm mücadelesi aynı zamanda insan olma mücadelesidir. Ancak, bencilliğin yerini kardeşçe paylaşma, yarış ve rekabetin yerini dostluk ve dayanışmanın aldığı bir toplum ile insan gerçekten doğaya karşı yoğun bir savaşıma geçebilir.
Bize bazıları soruyorlar, komünizmden sonra ne olacak? Komünizm, bugün bizim yaşadığımız biçimi ile kapitalist dünyanın son bulmasını gerektirir. Böylelikle sadece kapitalistlere, burjuvaziye karşı mücadele edilmiyor, burjuvazi nezdinde tüm egemen sınışara, tüm sömürücü sınışara karşı mücadele ediliyor. Böylelikle kurulacak sınıfsız toplumu anlamak için, bu sınışı toplumların sorunları ile bakmak yeterli olmaz. Sınıfsız toplumu tartışırken, sınışı toplumun sorunlarının nasıl aşıldığına bakmak elbette gerekli. Ama “komünizmden sonra ne olacak?” sorusu, komünizmin, sınıfsız toplumun farkının kavranmadığını da gösteriyor. Komünizmde ilerleme durmaz. Çelişki toplum ile doğa arasındadır. Bu çelişkinin önündeki tüm sınışı toplum çelişkileri ortadan kalkmıştır, çelişki çıplak hale gelmiştir. Komünist toplumda gelişme doğa ile mücadele temelinde sağlanacaktır. Bu nedenle de insanlık tarihi komünizmle başlayacaktır. Bu savaşım (doğa ile savaşım) yeniden sınışarın oluşumuna yol açmaz. Bu nedenle de sınıfsız toplum varlığını sürdürür, kendi içinde gelişimini sürdürür, tarihin sonu değil başlangıcıdır (bir anlamda).

Sonraki Bölüm: Kapitalizmden Komünizme Geçiş: Sosyalizm