Kararlılık ve Süreklilik Üniversiteyi Direniş Odağı Yapacaktır

Diğer yandan ise Kürdistan’da kentleri kuşatıp teslim almaya çalışmakta, bundan önce işgal ettiği topraklarda artık daha çete mantığıyla, talancı bir mantıkla yerleşmeyi planlamaktadır. Anadolu’da ise Gezi ile beraber yükselmiş kitle hareketini ve devrimci hareketi baskı altına almayı söndürmeyi hedeflemektedir. Bunun için evlerde infazlar yapmakta, Suruç’ta, Ankara’da bombalar patlatarak kitleleri sindirmek, korkutmak, en küçük hak arama eylemlerinin dahi olmasını engellemek istemektedir.

Bunlar bugün yaşadığımız tarihin parçaları olarak önümüzde durmaktadır. Ve görünen odur ki bu tarih birçok şeye gebedir. Bu tarihten devrimler, isyanlar büyüyerek çıkma imkanına da sahiptir. Bir yanıyla tarihin öznelerine bağlı olarak kan,zulüm,gözyaşının da büyümesine sebep olacak önemli bir dönüm noktasından geçmekteyiz. İçinde yaşadığımızı fark etmek ve kavramak ise bize zor gelmekte ve bizi arayışa itmektedir. Bizi bu süreci analiz etmeye, hangi yollarla çözüme ulaşılacağını tartışmaya itmektedir.

Dediğimiz gibi yaşanılan süreç, tarihi bir süreçtir. Bize, halklara, devrimcilere, bu ülkenin geleceğine karşı ilan edilmiş bu savaş derinleşmektedir. Sesini çıkaran herkese, hemen başta muktedir olmak üzere devletin bütün birimlerinden bir cephe halinde yanıt geliyor, bütün çatlak sesler susturulmaya çalışılıyor.

Mesela Ayşe öğretmen böyledir. Ayşe öğretmen herkesin söylemesi gerekeni söylemiş; katılmayanın bugün savaş suçlarına ortak olacağı bir sözü söylemiştir. Fakat hemen herkes terör soruşturmalarına tabi tutulmuştur. Doğrudur, bir terör vardır; bu devlet terörüdür. Doğrudur, devlet bu ülkede her gün çocuk öldürmektedir ve bunun üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. Devletin yaptıklarını anlatmak bu ülkede suç olmuştur. Ağızdan çıkanlar devletle örtüşmek zorundadır, karşıt bir görüşe tahammül kalmamıştır.

Akademisyenlerin yaptığı açıklamayı ele aldığımızda da aynısını göreceğiz. Yaptıklarında “Bu ülkenin işlediği suçlara ortak olmayacağız” demekten başka bir şey yoktur. Açıklamanın yapıldığı gün İstanbul’un göbeğinde, Sultanahmet’te, bomba patlatılmış, 10 kişi ölmesine rağmen hiç bir devlet organı tarafından umursanmamıştır. Ambulanslardan önce yayın yasağı getirilerek bu olayın da üzeri örtülmeye çalışılmıştır.

Konu akademisyenlere gelince ise hemen yaygara koparıldı. Erdoğan başta olmak üzere, YÖK, rektörler, üniversite senatoları, medya ile her taraftan yüklenilmiştir. Katil sürüsünün başındaki tecavüzcü Sedat Peker açık açık tehditler savurmuştur ve tehditleri bu tayfanın ne kadar insanlıktan çıktığını ispat etmektedir.

Bu kadar çok tepki göstermelerinin bir sebebi var. Çünkü kürt hareketi, devrimciler dışında bu toplumun aydınları, gençliği yetiştiren hocaları savaş suçlarına karşı ses çıkarmıştır. Hemen karşılarına alınıp medya başta olmak üzere her alandan top atışına tutulmaları gerekmektedir.

Sormak lazım hani bu ülkede kürsü özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vardı? Hani insan hakları? Hani demokrasi? Her şey yok olmuştur. Çünkü bu kavramlar onlar için geçerlidir. Bunlar işçiler, emekçiler, öğrenciler için geçerli değildir. Terör desteği diyorlar, hangi terör? Kentler bombalanıyor, tanklardan, zırhlı araçlardan ateş açılıyor. Şimdi durum buysa o tanklar kimindir? Terörist hangi taraftır? Sur’da, Cizre’de, Silopi’de direnenler mi teröristtir yoksa kentleri yakıp yıkanlar mı?

TC devleti, Anadolu’dan çıkacak sesten tedirgindir bundan dolayı her sesi bastırma işlemine tüm hızıyla devam edecektir. Bunun bir ayağı da üniversitelerde yürüyecektir. Bunu açıktan ifade ediyorlar ve bir dönem boyunca da uygulamaya çalıştılar. “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” demeleri(Sanki cizre’ye girebilmiş gibi) ya da İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere Kocaeli, Anadolu, Hacettepe Üniversitelerindeki saldırılar bunu göstermektedir.

Bu saldırılar o kadar mesnetsiz ve toplumun tamamına yönelik suçlar barındırmaktadır ki Soma işçileri döneminde yapılan yazılamalar silinmiş, alay edilmeye çalışılmıştır. Özgecan ve Berkin için de yapılanlara karşı aynı şekilde saldırılmıştır. Bunlar yetmezmişçesine üniversite duvarlarına PÖH, JÖH gibi yazılamalar yapılmıştır. Tüm toplumsal dinamiklere karşı olduklarının en açık göstergesi halini almıştır.

Bu savaş elbette Anadolu’yu da etkilemektedir. Gezi ile Anadolu ve Kürdistan’ın kalbi beraber attı. Bunun tekrar gerçekleşmemesini istiyorlar. Bu nedenle Kürdistan’da katliamlar yapılırken Anadolu’da susturma politikaları, polis ve çete işbirliğinde saldırılar düzenleniyor.

Her gün üniversitelere saldırılar düzenlenmesi bizi mücadele kısmını,direniş kısmını atlayarak saldırıları tartışır duruma sokuyor. Lakin biz devrimciler, bu sistemde yaşamak istemeyenler için bunun bir anlamı, bir ifadesi bulunmamaktadır. Saldırıları yalnızca konuşmak bizi saldırılardan korumayı sağlamayacaktır. Bir şey yapmamak bizi kurtaramayacaktır. Biz en temelde hareket halindeyken öğrenir ve hareket halindeyken değişebiliriz. Direnişe uygun biçimler geliştirebiliriz. Bu nedenle biz direnişi konuşmalıyız. Her alanda somutlamalıyız. Bu noktada hareketin büyüğü küçüğü gibi tartışmalarımız olamaz. Bir şeyin büyümesi için öncelikle küçüğünün olması gerekmektedir. Konu bugün var olanı süreklilik ve kararlılıkla örgütlemektedir ki yaşanan süreçte bu konuda örnek gösterilebilinecek eylemlilikler olmuştur. Biz bunları tartışıp, direnişi büyütmeyi hedeflemeliyiz.

Eğer konuyu somutlayacak olursak: İstanbul Üniversitesi’nde saldırılar konuşuluyor ya da devletin yaydığı görüntüler tartışılıyor. Oysa orada, devlet bugün tam istediğini alamamıştır. Orada direnişi kıramamıştır. Her gün üniversiteye girmesine rağmen, her gün gözaltı yapmasına rağmen, herkese soruşturmalar açmasına, çetelerini salmasına rağmen başaramamıştır. Evet, İ.Ü’de bugün polisi fiziki olarak püskürtecek bir örgütlülük yoktur. Fakat onu rezil edebiliriz. “Simit sat onurlu yaşa” diyerek onursuzluğunu gösterebiliriz veya polis üniversiteye girerken alkışlamalar etkili olabilir. Öğrencilere çete, polis, ögb saldırdığında, amfilere girerek ajitasyon konuşması yapmak en azindan insanlara ne olduğunu bildirecek ve yalnızlaşmamızın önüne geçecektir. Tüm devrimci güçler ile planlı olarak alan tutup yapılacak saldırılara cevap üretme çabası bir yol açacaktır. Örgütlülük böyle gelişecek ve derinleşecektir. Bunlar olmazsa devamı gelmez.

Bu örnekler artırılabilir. Örneğin Anadolu Üniversitesi’nde ki olta eylemi yine polise karşı psikolojik üstünlüktür ya da Hacettepe Üniversitesi’nde saldırılardan sonra toplanan yüzlerce öğrencinin yürüşü böyledir. ODTÜ’de tüm bileşenlerle yapılan açıklamalar, topyekün saldırılara karşı topyekün direnişin altını dolduracak hamlelerdir.

Bir yanıyla da düşünülünce ODTÜ’de Beyaz TV ile alay edilmesi ya da Kolektifli yoldaşların Beyaz Show’da açtığı pankart karanlık medyada gedik açmakta işe yarar ve yol çizer. Konunun bir tarafı olan medya karartmasını hem gösterip hem de bunu kırabileceğimizi gösterir.

Bizim konumuz direnişi, eylemi, sürekliliği konuşmak olmalı. Biz devrimciler, biz bu sistemde yaşamak istemeyenler, aşağılanmaktan bıkmışlar olarak bundan kurtuluşun yolunu ve eylemini konuşmalıyız. Yapılan her örneği ayırmaksızın yaymamız gerekmektedir. Çünkü bizi kurtaracaksa bunlar kurtacak, geliştirecekse bunlar geliştirecektir.

Herkese açık çağrımızdır:

1.) Üniversitelerde sürekliliği sağlayacak, kararlılığı örgütleyecek ve direnişi büyütecek komiteler kurmalıyız. Bu konuda ısrarcı olmalıyız. Elimizde her alandan veriler mevcuttur. Komitemizin bulunduğu alan ile bulunmadığı alanda hareket farkı ortadadır ya da bir alanda direniş komitesinin olmasıyla olmaması ortadadır.

2.) Her alanda birleşik, hareket edeceğimiz ve alanın örgütlülüğünü büyüteceğimiz sol ile kuracağımız bileşkeler olmalıdır. Bu, alanı topyekün hazırlayacaktır. Bu konuda Kocaeli ve Eskişehir’de güzel örnekler bulunmaktadır veya İstanbul Üniversitesi’nde alanı paylaşıp nöbetleşe durmak da bunun bir göstergesi ve ihtiyacıdır.

3.) Eylemlerimiz süreklilik içinde ve örgütleyici olmalıdır. Aynı zamanda eylemlerimiz alanda kararlılığın ifadesi olacaktır.

4.) Her saldırıyı, her eylemi kitlenin de derdi haline getirmeliyiz. İstanbul Üniversitesin’de saldırı sırasında amfi dolaşılması hem dersleri işlemez hale getirir ve bu durum sistemin istemediği bir durumdur. Hem de saldırıların bir tarafı sadece biz değiliz bu konudaki rahatsızlığı tüm kitleye yaymış oluruz.

5.) Mutlaka örnekleri paylaşmalı, var olan ileri örnekleri yaymalıyız. Bunda grup ayrımı yapılamaz, yapılmamalıdır. Bizim birleşik hareket, eylem örme konusunda ki ciddiyetimizi de bu tavır gösterecektir. Aynı konuda tüm dost kurumlardan da beklentimiz budur.

6.) Kurumlar arasındaki toplantılarda da aynı ciddiyetle yaklaşmalıyız. Bu konuda kimin çağırdığı değil ne için çağırdığı, ne örgütlemeye çalıştığı bizim için ayırt edicidir. Yine aynı şekilde tüm kurumlara çağrılarımızda da bekletimiz aynı şekildedir. Bu ciddiyet, bu süreci aşma isteğinin de göstergeleri arasında olduğu kaanatindeyiz.

7.) Her alanda fakülte fakülte; akademisyenler, işçiler, öğrenciler ile üniversite meclisleri ya da benzeri işlevli toplamlar kurmak geliştirici olacaktır. Bugün hocalarımıza yapılan saldırılara cevap üretmenin de bir aracı oluşacaktır. Ayrıca üniversitede direnişin örgütlenmesini bir adım öteye çıkaracaktır. Bugün toplumun her alanına, üniversite de dahil, topyekün bir saldırı vardır. Süreci topyekün karşılamanın yolu budur.

8.) Fikirlerimizi alanlara daha yaygın taşımalıyız. Bu konuda başta dergi/gazete dağıtımını arttırmalıyız. Bununla beraber gelişen her duruma dair daha sık bildiri yazmalı, afiş hazırlamalıyız ya da alana uygun biçimler üretmeli bir şekliyle gündemimizi taşımalıyız, tartışmalıyız.

9.) Üniversitelerde mücadele tarihine bakmalıyız. Yapılan eylemleri, önderleri ve toplumsal mücadelede nasıl yollar açıldığını kavramalıyız. Komer’in arabasından, İ.Ü işgaline, Politeknik direnişine bir çok konu ve önderler vardır.

 

Üniversite direnişi, toplumsal direnişin bir parçası ve onun dinamik ayaklarından bir tanesidir. Hocalarımızla, üniversite emekçileriyle birlikte bizim direnişi örmemiz, yükseltmemiz gereklidir. Üniversiteleri birer Cizre, birer Sur yapmalıyız. Bakalım sonra ODTÜ’ye girebilecekler mi? Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez, örgütlü bir üniversiteyi de kimse teslim alamaz. Üniversite bilimin, doğanın, barışın ifadesi olarak hayatımız da yer edecektir.

 

Umut Günaçan