Soma madeninde resmî rakamlara göre 301 işçi öldü. Biz, bunun bir cinayet olduğunu biliyoruz. İnsan olan herkes, işçi ve emekçileri insan sayan herkes bunun bir cinayet olduğu konusunda bizimle hem fikirdir.
Saray Rejimi, Erdoğan ve çevresi, burjuva devletin tüm karar organları, sermaye, devletin gerçek sahipleri olan tekelci sermaye grupları, elbette bizimle aynı fikirde değildir. Onların hepsi adına Erdoğan, Soma cinayetleri daha taze iken, “işin fıtratında var” diye buyurmuştu. Bu doğru ise, kapitalist olmanın fıtratında devrimle mülkünü kaybetme var, Erdoğan’ın fıtratında ise, belki birçok saldırıya uğrama ihtimali olmalı. Oysa kapitalistler, egemenlikleri sonsuza dek sürsün diye, işçi ve emekçileri bastırmak için her yola başvuruyorlar ve Erdoğan, işin fıtratında var diye olayları akışına bırakmak yerine, 3 bin kişilik koruma ordusu ile dolaşıyor.
Sıra işçilere gelince işin fıtratı devreye giriyor. Camilerde bu yönde hutbeler okutuluyor. Ve nasıl oluyorsa Allah, hep bunların çıkarları için davet ediliyor, hiç işçiler ve emekçiler için bir cuma hutbesi okutulduğunu görmüyoruz.
Demek, Allah’ın kullarının bir bölümü için fıtrat geçerli, bir bölüm “özel yaratılmış” olanlar için ise, en hasından koruma ordusu ve her türlü zevk-ü sefa için zemin hazırlama geçerli.
İşte bu Soma işçileri o ocaklarda ölünce, bir dava açıldı. O ocaklarda gerçekte kaç kişi öldüğünü bile tam olarak bilemiyoruz.
Dava açılınca, maden şirketinin sahibi, doğrudan Erdoğan ailesine bağlı olduğundan ve verilen emirlere uygun iş yaptığından, bilgiler ortalığa yayılmasın diye, uygun bir biçimde en hafif yoldan kurtarıldı.
O dönem başbakan olan Erdoğan, Soma’ya geldiğinde, işçiler, acı ve öfke içinde ne yapacaklarını daha belirlememiş iken, insanların protestoları yükselmeye başlayacakken, Erdoğan ekibinden birisi, devlet görevlisi, işçileri yerlerde tekmeleme görüntüleri veriyordu.
Ve işte o Soma işçilerinin madenleri kapatıldı.
İşçilere tazminatlarının verileceği sözü, bizzat devlet tarafından verildi.
Ve bugün, Ekim ayının başında, bu işçiler, Manisa’dan yola çıkarak Ankara’ya bir yürüyüş gerçekleştirme kararı aldılar. Amaç açık; işçiler tazminatlarını istiyor.
Saray Rejimi için bu, küçük bir ihaledir. Ayrıca maden şirketinin vermesi gereken tazminatlardır bunlar. Ama devlet, Saray, maden şirketine tazminatları ver diyemiyor, çünkü adam ne yaptı ise “reisin emri ile yaptı” modundadır ve bu yönde davranma kararlılığındadır. Bu durumda şirkete bir devlet kaynağından, örtülü ödenekten mi, yoksa Damat’ın bulacağı bir başka kaynaktan mı bilemeyiz, para aktarılması ve bunun da tazminat olarak işçilere ödenmesi gerekir.
İyi ama bunlar işçi.
Yani, fıtratın geçerli olduğu kullar cinsinden bu işçiler. Öyle ise onlar, kadere razı olacaklar. Zaten biz onları aslında sevmeyiz, “yaratandan ötürü” bir şey demiyoruz. Yoksa bu işçilerin hepsinin canına okumak gerekir.
İşçileri Manisa çıkışında durdurun talimatı var.
İşçiler, maden işçileri, Soma işçileri, Manisa çıkışında duruyorlar. Geri dönmüyorlar, çünkü tazminatlarını almış değiller. İleri gidemiyorlar, çünkü jandarma ile çatışacak, barikatları aşacak gücü kendilerinde görmüyorlar. 3500 işçinin tümü, hep birlikte orada değil.
İşte işçi sınıfı ve karşısında yer alan güçler.
Karşı cephe, buna burjuva cephe, devlet cephesi, karşı-devrim cephesi diyebilirsiniz, patronlardan, burjuvalardan, onların da en kodamanlarından ve onların emrindeki Saray, hükümet, yargı, polis gücü, jandarması vb.den oluşuyor. Ellerinde basın var. Haber yaparlarsa her eylem büyür, ama haber yapmazlarsa, her haklı eylem karanlıkta kaybolabilir. Buna özgür basın diyorlar, “özgür”ler çünkü, hiçbir şey yazmak, haber vermek zorunda hissetmiyorlar, ama köleler, çünkü, burjuva paşababalarının atadığı bir memurun karaya ak demesini yazmak zorundalar, asla ve asla onların iradesini aşan bir şey yazamıyorlar.
Trump, Erdoğan’a bir mektup göndermiş. Evlere şenlik bir mektuptur ve hakaret içermektedir. Bu mektubun içeriğini haber yapmak, Trump bunları söyledi demek, Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak ele alınıyor. Oysa hakaret ise, onu yapan Trump’tır ve onunla hesaplaşmaları gerekir. Bu durumda bir cinayetin haberini yapan, acaba katil mi olacak? İşte size burjuva basın. İşçiler Manisa çıkışında bekliyor, ama burjuva basın bunu görmüyor. Oysa işçiler sadece tazminatlarını istiyorlar, hepsi budur. Bir akşam Saray’ın ışıkları yanmazsa, “itibardan tasarruf edilse” işler çözülmüş olacak.
Tüm devlet mekanizması, işçilerin karşısındadır.
İşte işçi sınıfının karşısındaki cephe, kutsal ittifak budur.
İşçiler, örgütsüzdür. Sendikaları dahi güçlü değildir. İşçi sınıfının çok büyük bir bölümü sendikasızdır. İşsizlik diz boyudur. Ve bu koşullarda işçiler, genel ve birleşik bir örgütlü mücadele geliştirememektedir.
İşte bu sorun bize, tam da işçi sınıfının cephesini tarif etme görevini vermektedir. İşçi sınıfının cephesi, sosyalist devrim cephesidir. Yani işçiler, üretim araçlarına el koyarak, onları zaten özü gereği oldukları şekle sokup, toplumun mülkiyetine geçirerek sömürü sistemine son verebilirler. İşçiler, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete son vererek bunu yapabilirler. Fabrikalar işçilerindir, toprak köylünündür, işleyenindir.
İşçi sınıfı, bu devrimin ana gücü, öncüsüdür. Zira onun zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. İşçilerin nasılsa özel mülk edinilmiş üretim araçları yoksa, hiçbir sınıfın da olmaması gerekir. İnsanın insan üzerindeki kulluğunu sonlandırmak, özel mülkiyete son vermekle mümkündür.
Her emekçi, kendi emeği ile hayatını kazanan bu devrimin müttefikidir. Her kadın, her genç bu devrimin savaşçısıdır. Her ezilen, bu kavganın neferi ve işçi sınıfının saflarının doğal üyesidir. Bu devrim, her türlü aşağılanmaya, ayrımcılığa vb. de son verecektir.
Ama işçi sınıfının bunu yapması için, bir devrimci örgüte ihtiyacı vardır.
Burjuvazinin örgütü, devlettir.
İşçi sınıfının örgütü ise devrimci partisidir.
Bu devrimci örgüt, işçiler arasında ne kadar örgütlü ise, işçi sınıfı o kadar devrimcileşmiştir ve önderlik görevini o ölçüde oynayabilir, tüm cephelerde işçilerin direnişini yönetebilir demektir.
İşçi sınıfı devrimci değil ise, Soma’daki gibi işçiler yalnız kalmaya mahkûm olur.
Bugün, ülkeyi baştan ayağa sarmış bir ekonomik kriz var.
Burjuvazi, Saray Rejimi, bu krizin faturasını işçilere yıkmak istiyor.
İşçilerin “bunu kabul etmiyoruz” demesi, eğer laf ile oluyorsa, açıklamalarla gerçekleşiyor ve orada sınırlı kalıyorsa, çok cılız bir tepkidir.
Elektriğe gelen zam, doğalgaza gelen zam, aslında krizi işçilere fatura etmenin yollarından birkaçıdır. Her yol ve araçla işçiler omuzlarında krizin ağır yükünü hissetmektedir.
Damat Bakan, kıdem tazminatlarına göz dikti. Neden? Krizin faturasını ödetmek işte budur. Neden Saray eşrafının mal ve mülküne el koymuyorlar, neden Erdoğan’ın ve ailesinin servetini sahneye sürmüyorlar? Trump, “servetine el koyarım” tehdidinde bulunduğunda, Suriye işgali sürecinde ateşkes ilan edebiliyorlar. Trump’ın bildiği serveti, işçi ve emekçiler neden bilmiyor? Ama krizi çözmek için kıdem tazminatlarına el koyma yollarını arıyorlar.
Her sigortalı işçinin maaşından %3 işsizlik sigortası primi kesiliyor.
İşsiz kalan her 100 kişiden ancak 17’si işsizlik maaşı alabiliyor.
Peki işsizlik fonunda biriken para nerededir? Bakan açıklıyor: Onu kamu bankalarına aktardık, o para ile duble yollar yaptık vb.
Neden kamu bankalarına işçilerin paraları aktarılıyor?
Neden işsizlik fonu için ödenen %3’ler işçilere verilmiyor? Çünkü, işin fıtratında var. Sen işçisin ve sömürülmek, soyulmak, itilip kalkılmak, aşağılanmak, yerde tekmelenmek, binanın asansöründe gebermek, madenin derinliklerinde mezar sahibi olmak senin kaderinde yazılı. İşte bunu söylüyorlar.
Bugün ülkede çalışanların %36’sının sosyal güvencesi yok.
Bugün, işsiz işçi sayısı 15 milyona yaklaşıyor. Resmî rakamlar dahi işsiz sayısını 8 milyon veriyor. Bu rakamlar, gerçeği gizlemek için veriliyor. Devletin istatistik kurumu dahi, yalan makinası olarak çalışıyor.
Enflasyon %10’un altında diyorlar. Oysa her işçi biliyor ki, üzerine %50 zam gelmemiş hiçbir şey yok. İster elektriği alın, ister çocuklarınızın okul malzemelerini, ister benzini alın, ister doğalgaz faturalarını, ister peyniri alın, ister birayı, ister patatesi alın, ister zeytini. Hangi ürünü alırsanız alın, her şeye, bir yıl öncesine göre en az %50 zam gelmiştir. Enflasyon ise %9 olarak açıklanıyor.
İşçi ücretleri, memur ücretleri %4+4 gibi rakamlarla telaffuz ediliyor. En yüksek zamla toplu sözleşme yapabilmiş işçilerin bile ücretleri, geçen yıla göre %30 azalmıştır. İşçilerin maaşlarının 3’te biri ile yarısı arasındaki bir kısmı yok olmuş, buharlaşmıştır. İşsizleri buna eklemelisiniz.
Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi, işçilere savaş ve milliyetçilik edebiyatı yapılıyor. Madem karnınız doymuyor, bari aklınızı milliyetçilikle, vatan ve millet masalları ile dolduralım diyorlar. Burjuva medya, savaş naraları atıyor. Ölen askerlerden söz eden yok. Damat bakan, şehadet şerbetini içmekten söz ediyor. Buyursun, kendisini en önde görmek isteriz, cephenin önünde yer alsın.
İşte Soma işçilerinin yürüyüşü, bu nedenle kesilebiliyor.
Soma işçileri, tüm güçleri ile, aileleri ile o yürüyüşte yer almalı, haklarını almak için direnmelidir. Ve bu direniş, giderek tüm topluma yayılmalı, tüm işçilerin desteğini almalıdır.
Sendikalara açık olarak direnişleri engelleme talimatı verilmektedir.
Sendikalar, işçi sendikası olmaya devam edenler, tersine, bir genel grev ile sürece karşılık vermelidir. Böylesi bir genel grev, tüm işçilerin desteğini alacaktır. Sendikalar, eğer işçi sendikası iseler, devrimci hareketten uzak durarak bu mücadeleyi götüremezler. Açık olmak gerekir. İşçilerin bıçak boğazlarına dayanmıştır. Ya işçiler, kendi yollarını çizecek ve sendikaları da aşıp geçecektir ya da sendikalar, eğer işçi sendikası olmaya hâlâ devam ediyorlarsa, işçilere yol gösterecek ve genel grevi örgütleyeceklerdir.
Burada iki sınıfın çarpışması vardır. Bu sınıflardan burjuvazi, devlet şeklinde örgütlüdür ve Saray Rejimi, tüm olanakları ile, işçileri ve tüm toplumu susturmak için mücadele etmektedir. Her eylemin karşısına, tüm güçleri ile dikilmektedirler, basını ile, polisi ile, jandarması ile, yargısı ile, copu ile, TOMA’sı ile işçilerin ve hak arayan herkesin önüne dikilmektedirler. İşçi sınıfı buna karşı, kendi örgütlülüğünü geliştirmek, devrimcileşmek zorundadır.
Genel grev, bugün, birçok sözün anlamlı hâle gelmesini sağlayacak bir yoldur. Krizin faturasını ödememenin etkili yollarından biridir.