Kürtlerin isteği özyönetim, peki devlet ne istiyor?

Biz, kuşku yok ki, devlet denilen mekanizmanın tümüne karşıyız ve bir gün yeryüzünden bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı olan devlet ortadan kalktığında, işte o günden başlayarak, bu “insan öncesi” tarihten, gerçek anlamı ile insanlık tarihinin başlangıcına geçmiş olacağız.

Ama yine de, TC devletinin son dönemde attığı adımları, kendi devlet ve egemenlik çıkarları açısından bile izaha muhtaç açıklamalar olarak nitelemek, sanırız aşırı olmaz.

Mesela Suriye politikasını alalım, neredeyse 4 yıldır uygulanan politikanın, TC devletine ya da bu topraklardaki burjuva egemenliğe ne kazandırdığı soru işaretidir. Bu politikanın mesela ABD’ye neler kazandırdığını açıklamak bir ölçüde mümkündür, ama ABD tetikçisi olarak davranan, Kürecik’te, İncirlik’te, Diyarbakır’da ABD’ye üsler sunan TC devletinin kazancı nedir acaba?

Yine aynı şekilde soracak olsak, Kasım ayında, TC devleti, bir Rus uçağını, hava sahasını ihlal ettiği için vurduğunu açıkladı. Ne açıklama ise, hemen ardından, mesela Rusya aranmadı ama Sultan Başkan, Muktedir, hemen NATO’ya koştu. Muhtemelen NATO yetkililerine ya da ABD’lilere, “efendim, uçağı düşürdünüz, suçu üstlendik ama şimdi ne yapacağız” diye sormuştur. Bilemiyoruz. Ama, TC devletinin bu uçak olayından kazancının ne olduğunu merak etmemek elde değil. ABD’nin çıkarı belli oluyor, Çin’e füze ihalesinin iptal edilmesinin ardından, uçak düşürme ile Türkiye, Şangay Beşlisi vb. gibi arayışlarına son verip, NATO’ya bağlılığını bir kere daha ifade ederek gerçekleştirmiştir. İsrail ile ilişkiler, zaten bozulmamış ilişkiler, hemen tazelenmiştir vb. ABD’nin, İsrail’in, Avrupa’nın kazancını şöyle ya da böyle anlayabiliyoruz, ama ya TC devletinin kazancı nedir?

Bunları, gerçekten de, durumun “mantıksızlığı”nı göstermek için soruyoruz. Yoksa ne Rus uçağının düşürülmesini, ne de ABD emrinde tetikçi olarak tutulan yeri onaylamıyoruz, tersine, son derece onursuz buluyoruz. Ama tüm bunlara rağmen, acaba, bizim göremediğimiz bir çıkarları var mı, diye merak ediyoruz.

Suriye’de “Bayır-Bucak” Türkmenleri meselesi vardı, rafa kalktı. Suriye’de IŞİD desteklendi ve destekleniyor, ama giderek politikalar açısından tam bir iflas yaşanıyor. Burada ortaya çıkan kaybı telafi etmek için, öyle anlaşılıyor, Fidan-Âlâ ikilisi, hemen Beşika’ya harekât başlatıyor ve “biz Osmanlı soyuyuz” nutukları altında Irak’ın açıklamalarına meydan okunuyor. Sonra da, hiç istif bozulmadan, yine yüksek perdeden “bize kimse emredemez, biz de emredildi de geri çekildik değiliz, tersine biz ABD de olsa kimseden emir almayız, ama güçlerin yeniden dizaynı gereklidir” dediler.

Bugüne kadar, hep Erdoğan’a, bu birikimsiz ve vizyonsuz danışmanları olduğu için, kahve köşesinde konuşsa kimsenin dinlemeyeceği gazeteciler tarafından savunulduğu için, kendisine acırdık. Bu gazeteci ve danışmanların insanlığından şüphe ederdik ve kolay para kazandıklarına inanırdık. Ama artık, son yıllarda, bu danışmanlara, onun her saat değişen açıklamalarına göre anında yeni savunma metinleri hazırlayan gazeteci ve danışmanlara acıyoruz. Şimdi, yine insan olmadıklarına inanıyoruz ama hiç de kolay para kazanmadıklarını artık görüyoruz. En büyük danışmanları, en ileri savunucusu kalemşörler, en büyük tehdit altındadırlar. İşleri zordur.

Az rastlanır bir örnektir: Beşika’ya gidilirken, büyük bir heyecanla, büyük bir övgü ile savunma yapanlar, oradan çıkmayız, biz Osmanlı torunlarıyız, siz kimsiniz diyenler, ABD başkan yardımcısı Biden’den derhal geri çekilin açıklaması gelince, sanki, daha önceden bu sözleri söyleyenler kendileri değilmiş gibi, büyük bir aymazlıkla, bir an bile teklemeden, büyük bir coşku ile, “oradan çekilmek vatanseverliktir” nutukları atabilmektedirler. Bu bir marifettir.

Ne kazandırdığını bilemeyiz. Ama bir marifet olduğundan şüphe duyulmamalıdır.

İşte, aynı şeyi, Kürdistan’da süren savaş, şehirlerin ablukaya alınması, her türlü saldırganlığın devreye sokulması süreci için de söyleyebiliriz. TC devleti, PKK’yi bu yolla sileceğine kendisi de inanmamaktadır. Ama yine de bu politikayı sürdürmektedir.

Bu savaştan, elbette, Muktedir bir takım sonuçlar elde etmektedir. Elbette Fidan-Âlâ ikilisi, Suriye’de baltayı taşa vurmanın örtülmesi için, akla zarar operasyonlara imza atmaktan çekinmeyeceklerdir. Belki bu bir “kazanç”tır. Ama bunu saymıyorlarsa, uzun vadede ne kazanacakları tartışmalıdır.

Savaş, öyle bir boyutta sürmektedir ki, öylesine vahşice bir saldırı devrededir ki, eğer PKK olmamış olsa, 1915 katliamının bir devamı devreye sokulacaktır.

Efkan Âlâ’nın savaş sözcüsü olsa gerek, yaptığı açıklamaya göre, “karma bir şey” yapmışlar, içinde biraz polis, biraz asker, biraz özel tim ve biraz belki de IŞİD, hepsi bir arada bir “karma” yapmışlar. Ve halka karşı büyük çaplı bir savaş yürütülüyor.

Suriye’de ortaya çıkan kayıp, Rojava ve Kobanê süreçleri, TC devletini tamamen kontrolden çıkarmıştır ve büyük çaplı bir saldırı devreye sokmuştur. Yakın döneme kadar görüşmeler yapılan Kürt hareketi, birdenbire büyük düşman olarak ilan ediliyor ve her türlü insan hak ve hukuku ayaklar altına alınarak bir savaş ortaya konuluyor.

Ve Kürt hareketinin tüm bileşenleri, Diyarbakır’da, toplanma kararı alıyor. Bu savaş ortamı içinde bu toplantı, savaş makinasının bir parçası olan medya tarafından, “ayrılık kongresi” diye öne çıkarılıyor. Medyaya bakanlar, ne ölçüde bilgi sahibi olursa olsun, toplantıdan ayrılma kararı çıkacağını sanırlar. Oysa toplantı, “özyönetim” kararı ve deklarasyonu ile son buldu.

Böylece sanki yeni imiş gibi, Kürtlerin ayrılmayı değil, özyönetim istediği anlaşıldı. Savaş basını, aslında bu durumdan önce yaptığı yayınlara bakarsanız, özyönetim ilanına seviniyor olmaları gerekirdi. Oysa buna daha da fazla kızdılar.

Özyönetim, ülkenin bölünmesidir dediler.

Anayasaya aykırıdır dediler.

Fiili durum yaratılamaz dediler.

Peki, Cumhurbaşkanı, artık ortada fiili başkanlık sistemi var, buna uygun yasa yapmak lazım dediğinde, anayasaya aykırı değil midir?

Kürtlerin bir özyönetim istedikleri açık. Bu özyönetimin ne olduğunu, detaylı bir deklarasyonla ortaya koydular. İçinde ayrılık talebi de yok. Üstüne üstlük, bu süreci, Türkiye’nin topluca “demokratikleşmesi” olarak da ele aldıklarını açıkladılar.

Peki, Kürtler bunu istiyor, ya devlet ne istiyor? Belli midir?

Mesela devlet, tüm Cizre’nin el pençe divan durup, Tayyip Erdoğan’dan aman dilenmesini mi istiyorlar? Acaba aman dileseler, yine de tatmin olurlar mı?

Acaba, PKK’nin silâh bırakmasını mı istiyorlar? Peki, diyelim ki PKK silâh bırakttı ve tüm kadrosu ile ülkeye giriş yaptı, kabul edecekler mi? Yoksa, size nasıl güvenelim, şimdi sizi güven testine tabi tutacağız, mesela her gün size hakaret edeceğiz, her gün “Türküm doğruyum çalışkanım” diyeceksiniz, her gün bize güvenilir olduğunuzu ispat edeceksiniz mi diyecekler?

Acaba, TC devleti ne istiyor?

Kürtler, özyönetim istiyor ve üstelik tüm ülke için bunu istiyorlar. Suç değildir. Başkanlık sistemi isteğinden daha tuhaf, daha anlaşılmaz, daha garip, daha uzak bir talep değildir. Tersine, demokratiktir. Peki TC devleti ne istiyor?

Mesela tüm Kürtlerin bir gün uyanıldığında tümden yok olmuş olmasını mı istiyor? Yani, en iyi Kürt ölü Kürt’tür, politikasının gereklerini mi istiyorlar? Öyle ya, bebekleri öldürmek, “karma bir şey” yaparak bir savaş yürütmek, şehirleri günlerce ablukaya almak, tank ve top ile saldırmak, kendi ifadeleri ile sokak savaşı yürütmek ne anlama gelir? Bir katliam, bir soykırım için fırsat aramak bu değil ise nedir?

Acaba, bu savaşı kundaklayanların, bu savaşı yönetenlerin, işin sonunda oluşacak resme ilişkin bir fikirleri var mıdır?

Bugün, ülkede, artık parlamento yoktur. Parlamento devre dışıdır. Parlamentosu olmayan bir demokrasiden söz ediyoruz.

Kürtlere karşı savaş, gerçekte, bu ülkenin tüm halklarına, tüm yoksullarına, işçi ve emekçilerine karşı yürütülen bir savaştır. Bu savaş, ülkenin her alanında, her kentinde vardır.

Bu savaş, bölgemizde, dünya gericiliğinin sürdüğü yağma ve talan savaşının, üçüncü paylaşım savaşının bir parçası olarak, içeride halklara, devrime karşı bir savaştır.

Ve bu savaşta, TC devleti, artık sürekli tırmanan bir saldırganlık ortaya koymaktadır.

Halkların ortak direnişi dışında hiçbir yol, bu savaşı durduramaz. Ve elbette halkların direnişi, işçi ve emekçilerin direnişi, bu saldırganlığa verilen en doğru yanıttır. o