Erdoğan “acayip” hamleler yapıyor.
Ayasofya’yı cami ilan etmek, büyük bir “egemenlik” harekâtıdır. Olan Çamlıca’da dikilen, sultanlık eseri olan camiye oldu, Ayasofya’nın gölgesinde kaldı.
Üniversite giriş sınavlarını önce uzağa, sonra turizm şirketlerinin baskısı ile yakına aldı. Üniversiteye girecek gençlerden büyük tepkiler aldı. Sonra, kendisine hizmet eden ajans ve danışmaların önerisi ile, YouTube üzerinden gençlerle konuşma yapmaya kalktı, işler karıştı. Çok “unlike” aldı.
Sultan, duruma sinirlendi ve “YouTube”u gerekirse kapatırız hamlesinin Bahçeli’den gelmesi ile moral buldu.
Damat ile uyumludur. Aslında kayınpeder-damat ilişkisi zor bir ilişkidir. Öyle bir de “oğul” meselesi var. Ama bizim Saray’da, Damat, Kayınpeder’in koruması altındadır. Ne yalan söylerse söylesin, aferin alıyor.
Damat, %5 büyüyeceğiz diyor ve Sultan destekliyor.
Erdoğan, belki böylesi bir destek için olacak, bir cuma çıkışında, ayarlanmış bir soru (ayarlanmamış soru artık yoktur. Erdoğan’a soru soracak herkes önceden görevlidir. Buna “eklenmiş gazetecilik” deniyor) üzerine, “biz uçuyoruz, kimse görmüyor” diyor ve buzdolabı satışlarının 2 milyonu geçtiğini söylüyor. Bu “uçuş” hâli de pek hayra alâmet değil.
Damat, yükselen döviz karşısında, Ahmet Hakan ile, ortaoyunu sahneliyor. Hem Damat Bakan’a çok yakışmıştır, hem de Ahmet Hakan’a çok gitmiştir. Hatta CNN’in, bundan böyle “ortaoyunu” tarzında program yapması ve buna uygun bir dekor ortaya koyması yerinde olur.
Ve nihayet, yükselen döviz kuru, tükenen hazine, artan kriz, çuvala sığmayan mızrak karşısında, Erdoğan, sultan olarak, Abdülhamid’in taklitçisi edası ile, bir çarşamba günü, “size bir müjdemiz var, ama cuma günü söyleyeceğim” diyor. Şahsım olarak ben, elbette biliyorum, ama cuma açıklanacak, diyor.
Cuma günü, bu müjde, Karadeniz’de Tuna kuyusunda gaz bulundu şeklinde açıklanıyor.
Çarşamba gününden cuma gününe kadar, insanlar acaba bu müjde nedir diye birçok tahminde bulunuyor. Ama Damat kanalı ile ayarlanmış bu “müjde gaz çıkıyor” isimli tiyatro öncesinde, Saray çevresindeki iş adamları, borsada bazı şirketlerin kâğıtlarını alıyor, perşembe akşamından ise satıyorlar. Yani, Damat ve Kayınpeder sahnede “müjde gaz çıkıyor” sahnesinde rol alırken, arkada birileri çok iyi para kazanıyor.
Şimdi, tüm bu okuduklarınız size ciddi gelmiyor değil mi? Ama biliyorsunuz ve bunları yaşıyoruz. O zaman, “bunlara ne oluyor” diye soruyorsunuzdur. Yani, soru şudur: Saray’da ne oluyor?
Doğrusu biz de bilmiyoruz. Ama bir hikâye, belki konuyu anlamamıza yardımcı olabilir. Ne de olsa hikâyeler de bir gerçeği anlatıyordur. Ama yine de siz bu hikâyeleri, tam olarak yaşanmış gerçekler olarak ele almamalısınız. Bir bölümü mutlaka uydurulmuştur.
Hikâyede geçen saray, uzak diyarlar ülkesine aittir.
Saray adeta bir aile yuvası gibidir ve sarayın yönettiği ülke, bir “anonim şirket” gibi yönetilmek iddiasına konu olmaktadır. Bu durumda sarayın sultanı, aynı zamanda CEO’dur. Hem reistir hem başkan, hem dinî açıdan kutsaldır hem de tarihî bir liderdir, hem tarihte yaşamıştır, hem de gelecekte yaşamaktadır. Hem dünyevî bir varlık kadar dünyevî ihtiyaçları vardır, hem de ruhanî bir varlıktır.
Elbette, hayat her yerde olduğu gibi, bu sarayda da günlük yaşanmaktadır. Yani, elini yüzünü yıkamak, kahvaltı yapmak, terlikler giymek, lavaboya gitmek vb. gibi her canlı insanın günlük işleri, sarayda da yerine getirilmektedir. Ama konu sultan olunca, bu günlük insanî rutin, ayrı bir manaya bürünmektedir. Örneğin, sabah yüzünü yıkarken sultan, yere düşen bir su damlası, sarayın “davranış yorumcuları” tarafından, bir işaret olarak ele alınmaktadır; yüz yıkarken sultan yere düşen bir su damlası, berrak bir zafer için kutsal bir işarettir. Yok eğer üç damla yere düşmüş ise, bu “üç vakte kadar, büyük bir deniz zaferi” anlamı taşımaktadır.
Ha, bu arada, sarayda bu yorumcular yıllar içinde oluşmuştur. Yıllar içinde en güzel yorumları yapanlar, bu günlük akış içinde sultanın davranışlarından oluşan işaretleri doğru yorumlayanlar, elbette “kutsal olanı” en iyi anlayanlar olarak çeşitli unvanlar almaktadır. Bu sabah, sultan kalktığında camdan dışarıya baktığında, uzakta görünen bir kuşun hemen uçmaya başlaması, “uzak diyarlara” bir yeni yolculuk anlamına gelebilir mi? İşte bu yorumu doğru yapan yaşamış ve yükselmiştir. Yanlış yapanlar hakkında konuşmaya değmez, kutsal bir canlının etrafında dolaşanların bu kutsallıktan bir şey anlamaları şarttır. Olmuyorsa, yerleri değişmelidir. Sarayda böylelerine yer olamaz.
Bir gün sultan, 1001 odalı sarayda keşfe çıkmış iken, elbette yanında çok da kalabalık bir “uzman” yorumcular grubu ile birlikte, birdenbire, yerdeki mermer taşları satranç tahtasına benzetir. Bu durum karşısında durur ve sormasına artık gerek yoktur, “yorumlar beyler” diye bir şey söylemek artık anlamsızdır, zaten o da böyle demez, böyle diyormuş gibi durur ve uluslararası ilişkiler uzmanı jöleli öne çıkar “Sultanım, uzak bir dosttan, satranççı olduğunuz konusunda bir övgü gelecek” der. Elbette, bu sıradışı yorum, hazineden sorumlu bakanı üzer, çünkü “gitti yine 100 dolar” diye içinden hayıflanır.
İşte bunun gibi, saray içindeki her olay bir yoruma muhtaçtır. Sultanın kutsallığı arttıkça, bu yorumların da anlamı değişmeye başlar. Mesela sultan, yanlışlıkla terlikleri ters ayaklarına giyse, bundan da bir sonuç çıkarırlar ve doğrusu, bunların bir bölümü de tutar.
Günlerden bir gün, sarayın seçkin yöneticileri, sultanın birkaç adım gerisinden yürümekte iken, insanlık hâli, sultan bağırsaklarındaki harekete mukayyet olamaz ve ağzından M harfi çıkmakta iken, sizlere afiyet, gaz çıkışı gerçekleşir. Yorumcular şaşkınlık ve kokunun şoku içindeyken, yağcıbaşı “müjde” diye haykırır. Böylece olay bastırılmış, hayat normale dönmüş, yürüyüş normal hâli ile devam etmiş olur. Ama yürüyüşe eşlik etmekte olan sultan hanım, konuyu anlamamış olacak ki, “sultanım, müjdeniz nedir” diye sorar. Elbette yorumcular, müjdenin, uygun bir gün ve zamanda açıklanması gerektiğine karar verirler. Tesadüfe bakın ki, o gün, gerçekten de sultanı mutlu edecek sevinçli bir haber alırlar.
İşte o günden başlayarak, sarayda, tuhaf bir adet oluşur. Sultan ne zaman üzerinize afiyet gaz çıkarsa, bir müjdeli haber gelir olmuş. O kadar ki, saray içinde, ülkede yaşanan kötü gelişmeler meydana geldiğinde, bir grup saraylı, “gaz duasına” başlamışlar. Hikmetinden sual olunmaz yaradan, üzerinize afiyet her gaz çıkarma eyleminde, hem sultanın rahatlamasını sağlar, hem de ülkenin rahatlamasını sağlar olmuş.
Zaten öyle değil midir? Ülkeyi yöneten rahatlıyor ise, mutluluktan gülümsüyorsa, tüm ülke de rahatlıyordur.
Böylece “gaz” işi, önemli bir hâl almıştır. Eskiden ağanın, oturduğu divanda, hafifçe yana yatarak ahalinin önünde yellenmesi, ahalide büyük bir rahatlamaya neden olurdu. Alimallah, eğer ağa yan yatar da üzerinize afiyet gaz çıkmazsa, ahali kaçacak delik arar, ağanın huzurundan ayrılmak için bahaneler uydururdu. Zira, çıkmayan gazın yaratacağı basınç, karın bölgesinde farklı hareketlere yol açabilir ve bunun beraberinde getireceği ağrı, hele ki 12 parmak bağırsağa kadar ulaşırsa, ayıkla pirincin taşını. Ağanın sinirlerine hakim olmasını beklemek, hem ev halkı için, hem de aşiret için uzun bir eziyet demektir.
Bunun saray gibi bir yerde nelere yol açabileceğini varın siz düşünün.
Bizim Saray’da elbette böyle olmamıştır.
Kuşku yok ki, bizim Saray’da da kutsallık işareti olarak yorumlanacak pek çok olay vardır. Bu ayrı bir konu. Ama Erdoğan’ın, 19 Ağustos Çarşamba günü kameraların karşısında “Cuma günü bir müjdem var” demesinin ardında böylesi bir kutsallık elbette yoktur.
Evet kabul ediyoruz ki, bir Cumhurbaşkanı’nın, bir Başkan’ın, bir CEO’nun, bir Reis’in, zaten bildiği bir haberi Cuma günü diye bir tarih vererek, müjde şeklinde açıklaması, Sultan Abdülhamid ile benzerliği olmayan bir davranıştır. Doğrusu tuhaftır da. Madem haberi biliyorsunuz, neden o gün açıklamıyorsunuz?
Saray, şöyle karar vermiş: Bu habere ihtiyacımız var, bu nedenle bunu bir müjde olarak açıklamalıyız ki, bir enerji yaratsın ve ekonomik kriz biraz olsun unutulsun. Bu Saray’ın ihtiyacıdır. Saray, bunu “toplumun ihtiyacı” sanmaktadır.
Saray’daki yorumcular, Erdoğan’dan, bu durumu bir “toplumsal ihtiyaç” giderme operasyonuna dönüştürmek üzere, “müjde” açıklamasına çevirmiştir.
Bu yorumcular, belki de işin içinde ruhanî bir şey görmüş olabilirler. Ama onlara bu aklı veren işadamları ve ajanslar, tümü ile maddi hayatın ihtiyaçları ile ilgilidirler. Onlar, borsada para kazanmak, dolardan para kazanmak derdindedirler. Karadeniz’de Tuna kuyusunda bulunan gaz, aslında eski bir haberdir. 2012’de de bu haber gündeme gelmişti. Dahası, bir-iki sene önce de gündeme gelmişti. Ama hiçbirinde, “müjde” operasyonu yapılmamıştı. Borsada bazı şirketlerin hisselerini alıp, “müjde” haberinin ardından bu hisselerin yükselmesini sağlayıp, ardından bu hisseleri perşembe akşamı satmak, oldukça kârlı bir iştir. Ya da, dolar 7,37 iken, elindeki mesela 100 milyon doları satıp, müjde haber ile doları 7,24’e düşürüp, o noktadan tekrar dolar almak, dolar cinsinden paranı çoğaltmak demektir. Hiç de kutsal değildir. Kumarhanelerde yapılan en sıradan oyunlardan biridir. Demek ki, Saray çevresi, artık cambazlıkta birbirlerini aldatmaktadır.
Bizim ilgimizi de burası çekmiştir.
Bu arada Damat, gemide, Erdoğan ekranlar karşısında, imaj tazelemiştir. Damat istifa kampanyasına da bu, aile dayanışması anlamında bir yanıt sayılmalıdır.
Damat, “ülkenin ekseni değişecek” diyerek, Çarşamba günü (19 Ağustos 2020) “müjde”yi bildiğini belli etmiştir. Ama 21 Ağustos 2020’de yapılan “müjde” açıklamasının, zaten herkesçe bilinen “gaz” olayı olduğu ortaya çıkınca, bu “eksen” meselesi de tuhaf bir hâl almıştır.
Bu kaçıncı kere bulunan gaz, nasıl oldu da “müjde”li seremoniye dönüştü, işte soru budur. Her seçim döneminde, Erdoğan, daha önceden birkaç kere açılmış binaları açardı. Bu kez, bir “level” değişmiştir. Artık, aynı gaz birçok kere bulunmaktadır. Demirtaş, cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında Erdoğan’ın her şeyi açma alışkanlığını anlatmak için, evinizdeki gazozları açmayın, çağırın o açsın diyordu. Şimdi, durum değişti. Bulunmuş gazları ilan etmeyin, gaz var ise hemen bir “müjde”li açılış organize etmelerine olanak tanıyın, lütfen.
Biz bu durumu, Saray Rejimi’nin sıkışması olarak algılıyoruz. O kadar sıkışmışlardır ki, Saray’dan gaz çıkmaktadır. Bu bir müjde sayılabilir. Demek Saray Rejimi’nin sonu gelmektedir.