NATO “tedrisat”ının derin izleri

Rusya’nın, Ukrayna’ya operasyon başlatması, Donetsk bölgesini tanıması ve ardından Neonazi Ukrayna yönetiminden gelen saldırılar karşısında askerî harekât başlatması, cepheleri netleştirmeye başladı.

Bazı durumlarda, insanlar, pek de kendi renklerini tam olarak vermeden, konuşmalarını, eylemlerini sürdürebilirler. Kimisi, bunu bir maske takarak, bizzat planlayarak gizlemek ister. Kimisi ise, yaygın olduğu için “orta yol”dan devam etmeyi bir alışkanlık hâline getirmiştir. Ama nihayetinde, işler kızışır, olaylar netleşmeye başlar ve herkes, kendi tutumunu olanca açıklığı ile ortaya koymaya başlar. Olaylar öyle akar, gelişmeler bunu dayatır.

Örneğin Erdoğan’a karşı olmanız, sizden başka ona karşı olanlarla aynı fikirleri savunduğunuz anlamına gelmez, ama öyle görünebilir. Birisi, “bizi Batı değerlerinden koparıyor” diye karşı çıkıyordur, ki bu kendi içinde çelişkilidir, diğeri ise işçi ve emekçi düşmanı olduğu, halk düşmanı olduğu için ona karşı çıkar. Karşı çıkma konusunda anlaşıyorsunuz gibidir. Ama “Batı değerlerinden bizi koparıyor” diye Erdoğan’a karşı çıkmak, son derece yüzeysel bir yaklaşım, derinliği olmayan bir bakıştır. Çünkü, bu aynı kişiler AK Parti ve Erdoğan projesinin aslında bir ABD, bir NATO, bir Batı projesi olduğunu da söyleyecektir, ki bu sonuncusu doğrudur. Bu durumda, “bizi Batı değerlerinden koparıyor” demek, aslında olayları hiç anlamamak demektir.

Gün gelir, işler değişir. NATO mekanizması ile Rusya-Çin hattı karşı karşıya kalınca, “Batı değerlerinden bizi koparıyor” diye Erdoğan’a karşı çıkanlar, onunla aynı NATO safında kendilerine yer bulurlar.

Kılıçdaroğlu, açıkça söyledi: NATO demokrasinin bekçisidir. Bu sözler, Kılıçdaroğlu’nun biat ettiği yerin açık kanıtıdır. Tekrar olacak, Burjuva muhalefet, Saray Rejimi’ne, eften püften konularda muhaliftir, ama hiçbir ciddi konuda muhalif değildir, tersine yanındadır. Böylesi “muhalefet”, her siyasal iktidara lazımdır. Saray Rejimi, iktidar kadar muhalefeti de belirleyen bir olağanüstü devlet örgütlenmesidir.

İşte Rusya’nın Ukrayna’ya, “artık yeter” diyerek operasyon başlatması, birçok açıdan cepheleri netleştirici bir etki yarattı.

Mesela sevgili İsmail Saymaz’a bakalım. Birdenbire Saray basını ile aynı dili kullanmaya başladı. Ukrayna’da “Neonazi”lerin öldürdüğü 14 bin kişiden asla söz etmiyor ve ısrarla bu Neonazilerin sivil halkı kalkan eden uygulamalarını görmüyor. Oysa, bunlara ulaşacak kadar olanağı da vardır.

Saymaz, sadece bir örnek. Ahmet Hakan ile aynı telden çalması, kendisini düşündürmüyor da.

Daha fazlası var.

Tüm liberal sol, tüm liberal solun aydınları, tüm gazeteciler, tüm burjuva basın, Saray Rejimi’nin kendisi, Barzanici Kürtler vb. hep birlikte aynı yere vurmaya başladılar: Savaşa karşıyız, demek ki Rusya işgalcidir, Rusya emperyalisttir, Rusya suçludur.

Hepsi bunu söylemektedir.

Onları dinleyince, insanın, NATO denilen bir savaş makinasının, emperyalist cephenin ortak örgütünün, bugüne kadar ne kadar da barış sever olduğunu düşünesi geliyor. 1952’de Kore’ye 35 cent üzerinden asker göndermiş bir ülkenin insanlarının, NATO’nun ne olduğu konusunda bu kadar cahil olması mümkün değildir. Yanıbaşımızda Yemen, Irak, Suriye, Libya vb. örnekler dururken ve henüz “toplumsal Alzheimer” durumu bu denli ilerlememiş iken, bunlar NATO’nun barış ve demokrasinin garantörü olduğunu söylüyorlar. Irak’ta 2 milyon insanı katleden bunlardır. Yemen’e bakın, söze gerek var mı? Suriye savaşını kundaklayanlar kimlerdir? Ya IŞİD çetelerini örgütleyen, onları Kafkaslara kadar sevk eden, bugün Ukrayna’ya IŞİD çetelerini, Türk savaşçıları gönderen Saray Rejimi değil midir? Saray Rejimi’nin arkasında NATO ve ABD yok mudur?

Birdenbire NATO, savunma örgütü oluyor.

Birdenbire NATO, demokrasi savunucusu oluyor.

Savunma örgütü olarak NATO, kimi kime karşı savunuyor? SSCB çözüldüğünde 16 üyesi bulunan NATO bugün neden 30 üyeye sahiptir? NATO neden genişletilmek istenmektedir ve bunun sınırı neresidir?

Demokrasinin yılmaz savunucusu NATO, Batı değerlerinin koruyucusu NATO, neden bizim ülkemizdeki her cinayetin arkasında vardır? Mumcu’nun katili kimdir? Hrant’ın katili kimdir? 1 Mayıs 1977’nin katili kimlerdir? Sivas katliamının arkasındaki güç kimdir? Maraş, Çorum katliamlarının organizatörü kimdir? Kürtlere karşı kirli savaşın, Susurluk’ta ortaya çıkan durumun arkasındaki güç kimdir?

Sahi, bunları NATO yapmıyor mu?

Madem NATO demokrasiyi savunuyor ve koruyor, bir TV kanalı olan RT’nin yayınlarını neden yasaklıyorlar? Her gün BBC ve CNN’in yalanlarını bir bir ortaya koymak mümkündür. Bunu da zaten yapanlar var. Buna rağmen, BBC ve CNN neden yasaklanmıyor, DW neden yasaklanmıyor da, RT yasaklanıyor? Buna basın özgürlüğü mü diyeceğiz? Buna, demokrasinin savunulması mı diyeceğiz? Öyle ise soralım, kimin demokrasisinin; tekellerin, parababalarının, mafyanın vb. demokrasisini mi kastediyorsunuz? Öyle ise haklısınız. NATO olmadan, uyuşturucu ağları olmaz, NATO olmadan savaş olmaz, NATO olmadan kirli savaşlar olmaz, NATO olmadan basının karartmaları olmaz. NATO, karanlık demektir. NATO, savaş ve saldırganlık demektir. NATO, İtalya’da “Gladio”, Türkiye’de “Ergenekon” ve “Özel Harp Dairesi”, Yunanistan’da “Sheepskin”, Almanya’da “Gehlen örgütü”, Fransa’da “Rüzgâr Gülü” İngiltere’de “Secret British” vb. demektir.

Şimdi, çıkın bize tüm bunları, “demokrasi” olarak açıktan savunun.

Şimdi, çıkın bize tüm bunları “savunma örgütü” mantığı ile savunun.

Tüm bunlar, Batı değerlerini, “insanlık değerleri” olarak gören NATO’cu kafaların içinde farklı durmaktadır. Bundan eminiz. Kürt halkına saldırmak, 1 Mayıs 1977’yi kana bulamak, mutlaka devletin âli çıkarları için gereklidir. Ve bu âli çıkarlar, her zaman, “savunma” ve “demokrasi” demektir.

Bu cehalet, bu denli cehalet, öyle kendiliğinden oluşmaz. Bu NATO’cu cehaletin, bu “NATO kafa, NATO mermer” kafaların nedeni NATO müfredatıdır. Askerleri, üst düzey yöneticileri, iktidarları, muhalefetleri, gazetecileri, iş-adamları, öğretim üyeleri, roman yazarları, hepsi ama hepsi, bu müfredattan geçirilmiştir. İşte bu NATO müfredatı, kendi işleyişi içinde, Ukrayna savaşı ile tüm yönleri ile kendini açığa vuruyor.

Anti-komünizm, şimdi Neonazileri görmelerini engelliyor. Ukrayna’da direnişten söz ediyorlar, ama aslında sivillerin kalkan olarak kullanılmasını görmüyorlar. Üniversite öğrencisi Afrikalılar, elbette sarışın ve mavi gözlü olmadıkları için, insan olarak da sayılmıyorlar.

Sahi, NATO, Ukrayna’ya demokrasi getirebilir mi?

Bunun yanıtını bilmediklerini söyleyecekler ve Ukrayna’nın Rus işgalinden kurtulmasının öneminden dem vuracaklar.

Ne büyük bir utanmazlıktır: Rusya’ya karşı kara propaganda yürütmek için, NATO’cu bilinçaltı devreye giriyor ve bakın ABD Irak’ı iki günde hâlletti, oysa Rusya Ukrayna’yı hâlledemiyor, diyorlar. Bu nasıl bir kafadır? Hem Rus işgali diyeceksin hem savaş kötüdür diyeceksin hem de Rusya’nın ABD’ye göre daha yavaş ilerlemesi nedeni ile suçlu olduğunu mu söyleyeceksin? Demek istiyorlar ki, Rusya da, ABD gibi su depolarını, hastahaneleri, okulları, kentlerin yaşam alanlarını bombalasın. Bunu mu istiyorlar? Yoksa, bakın ABD daha güçlüdür, sakın ABD yanlısı olmayı bırakmayın mı diyorlar? Anlamak zor.

Kurumuş kafalar, çürümüş yürekler taşıyorlar. Birisini taşımaları yetiyor ve herhangi biri diğerinden daha az iğrenç değildir.

Ukrayna’daki durumun en temel gerçeklerini ortadan siliyorlar, hokus pokus ile halı altına sürmek istiyorlar.

– İlkin, Ukrayna’da, 2014’te bir darbe olmuştur. Bu darbeciler, “demokrasi” diye yücelttiğiniz şeyi yerle bir etmiş, iktidarı devirmiştir. Bu devrilen iktidarın rüşvet çarkına bulaşmış olması ayrı bir konudur. Bizim ülkemizdeki hâli ile rüşvet çarkı, yolsuzluk çarkı başka yerlerde pek rastlanmaz. Ama Ukrayna’da da durum bu idi. Darbeyi gerçekleştirenler, İkinci Dünya Savaşı sonunda ülkeden kaçıp, ABD operasyonu ile Kanada ve ABD’ye yerleştirilenlerdir. Bunlar Neonazilerdir. Bu Neonaziler, Batı dünyasının birçok yerinde vardır ve derinlere işlemiş ırkçılık ile beslenmektedir.

– İkincisi, bu Neonaziler, mesela Odessa’da 40’tan fazla kişiyi bir otelde yakmışlardır. Bu ve benzeri saldırılar sürekli gelişmiş, organize edilmiştir. Devlet çarkı bunun bir parçası hâline getirilmiştir. O kadar ki, Ukrayna’da, 2020 yılına girildiğinde bağımsız bir Ukrayna yönetimi yoktur. Yönetim, Batı’nın, ABD ve NATO’nun kuklasıdır. İngiltere’deki Ukrayna büyükelçisinin “NATO’ya girmek istemiyoruz” açıklaması karşısında İngiliz, ABD ve NATO güçlerinin saldırgan açıklamaları tazedir. Zelensky dahil, Ukrayna hükümeti bir kukladır, gerçekte Neonazi çeteleri devletleşmiştir ve bu tam da Rusya’nın Suriye sahasına inmesini, Suriye savaşına açıktan taraf olmasını takiben gerçekleştirilmiştir.

– Üçüncüsü, 2014 yılından başlayarak, bugüne kadar Ukrayna’da 14 binden fazla insan öldürülmüştür. Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlığını ilan etmeleri süreci bu katliamlara dayanmaktadır. Öldürülen 14 bin insanın 3 binden fazlası çocuktur. Bu, açık bir katliamdır. Bu katliam Ukrayna halkı tarafından yapılmıyordu, bu katliam, NATO ve ABD destekli Neonazilerce yapılıyordu.

Şimdi, tekrar soralım, sahi NATO, Ukrayna’ya demokrasi getirir mi?

Ukrayna’da, 2014 öncesinde var olan eğer “demokrasi” idiyse, eğer “bağımsız bir ülke” konumu idiyse, bunu zaten bozanın, tahrip edenin NATO olduğu açık değil mi? NATO, yıktığı şeyi mi kuracak? Yoksa, siz, NATO müfredatından geçmiş NATO mermer NATO kafalı hâline gelmiş olanlar, insanları bu kadar salak mı sanıyorsunuz?

Almanya’da kaç tane ABD üssü var? Dünyada kaç adet ABD üssü var? Doğu Avrupa’nın sonradan NATO üyesi olmuş 14 yeni ülkesinde acaba kaç adet NATO üssü var, kaç adet ABD üssü var? Sadece Almanya’daki üs sayısının 82 olduğunu bilirseniz, belki şaşırırsınız ve bunların sayısı pandemi sürecinde artmıştır.

Neden?

Madem komünizm yok, madem artık “hür dünya” komünizmi yendi ve yerle bir etti, madem Rusya ve Çin kapitalistleşme yoluna girdi, siz neden hâlâ bu kadar üs kuruyorsunuz, bu denli savaş hazırlığı yürütüyorsunuz?

Savaşın ortaya çıkan ilk sonucu şudur: ABD, bir kere daha eski soğuk savaş dönemindeki gibi, tüm Batı güçlerini kendi savaş bayrağı altına toplamıştır. Almanya ve Fransa, savaş naraları atmaya başlamıştır. Hollanda gibi zaten bu konuda açık eğilimler taşıyanları bir bir saymaya gerek yoktur. Esas önemli olan Almanya, Fransa, İngiltere ve Japonya’nın tutumlarıdır. İngiltere zaten ABD ile açık bir planlamanın içindedir. Ukrayna’daki birçok Neonazi kampı, ABD ve İngiltere tarafından organize edilmiştir. Almanya ve Fransa, ABD’nin denetiminden kurtulmak için hamleler yapmakta iken, birden 10 yıl geriye gittiler ve yeniden ABD politikalarının dışında davranamayacaklarını ortaya koydular.

Japonya da benzer durumdadır. Bölgeye uzaktır. Ancak, Çin’e karşı, aynı anda ABD hamleler yapmış, Tayvan ve Çin arasındaki sulara gemilerini sürmüştür. Bu durum, Japonya’yı elde tutmak için ABD hamlelerinin bir devamıdır.

Savaşın ortaya çıkan ikinci sonucu, Rusya’ya karşı yaptırımlar adı altında ortaya konan saldırganlıktır. Bu saldırganlık, tam bir ırkçılığa dönüşmüş, bilim, sanat ve spor alanında Rusya’ya karşı açık bir ırkçı yaklaşım sergilenmeye başlanmıştır. Bu durum, soğuk savaşın da ilerisindedir. Nazi dönemini hatırlatmaktadır. Nazi ırkçılığı, birdenbire kendi renklerine bürünmüş, canlanmış ve sahaya çıkmıştır. İngiltere’nin Ukrayna’ya savaşçı gönderme hamlesi, tam da böylesi bir hamledir. TC devleti, Saray Rejimi, sadece silah göndermekle kalmamış, IŞİD’li savaşçılar da göndermiştir. Şimdi tüm çeteler, pisliğin sineği çekmesi gibi Ukrayna cephesi tarafından NATO savaş makinasının emrinde oraya koşturulmaktadır. Irkçılığın her tonu, NATO müfredatını yansıtmaktadır. Tekeller çağı, bize ırkçılığı, “zarif” elbiseler içinde, beyefendilik olarak sunmaktadır, ki Batı değerleri bu olsa gerek.

Savaşın ortaya çıkan üçüncü sonucu, Rusya’nın, daha fazla müsamaha gösteremeyeceği noktaya gelinmiş olmasıdır.

Burada, Rusya ve Çin’e biraz daha yakından bakmak gerekiyor.

Biliniyor, biz, Rusya ve Çin için, emperyalist nitelemesini kullanmıyoruz. Bunun ana nedeni, bu ülkelerin “sosyalist” olması değildir. Böyle bir düşüncemiz yok, böyle bir savunumuz yok. Olması da mümkün değil. Ama her ikisi de, kapitalist sistemin içinde açıklanamayacak derecede küçük oranda özel mülkiyete sahiptir. Devasa şirketler, devlet mülkiyetindedir. Bu, tekelci sistem ile çelişik, dünü sosyalist olup da kapitalist sisteme tam entegre olmaya çalışan iki ülkenin özel hâlidir. Bunun ne kadar süreceği de belirsizdir.

Evet, her iki güç de büyük güçlerdir.

Trajik bir süreçtir bu.

Hem Rusya ve hem Çin, ama daha çok Rusya, SSCB zamanında sistemin baş düşmanı olarak, kapitalist sistem tarafından sarılmış, dışlanmıştır. SSCB çözüldükten sonra, Çin kapitalist gelişim yolunda devasa adımlar atmaya başladıktan sonra, herhâlde, bu iki ülke de, sisteme eşit ortaklar olarak kabul göreceklerini düşünmüş olmalıdırlar. G7 serüvenine bakın, önce Rusya’yı aldılar, ardından çıkarttılar.

Trajik dememizin nedeni budur. Sosyalist iken, sosyalizm adına ne eksikleri olursa olsun sistem tarafından, egemenler tarafından düşman görülüyorlardı. Onlar, bu yoldan vazgeçti ve kapitalist yola girmeye başladılar. Bu kez de, kendilerine “eşit ortaklar” diye davranılması yerine, tersine, “sömürge olmayı kabullenmeleri” dayatıldı.

Çin ve Rusya eğer sömürge olmayı kabul ederlerse, yani eğer yağmalanmayı kabul edip direnmezlerse, işte o zaman, efendilerin masasında yem olarak kabul göreceklerdir. Bu ise, aslında, onların istemediği bir şeydir.

Bugün, SSCB’nin çözülmesinin ardından 33 yıl geçtikten sonra, yani bir hayli zaman geçtikten sonra, hem düşman olarak görülüyor ve ilan ediliyorlar hem de etrafları bir bir sarılıyor. Ekonomik, ideolojik, siyasal, askerî bir savaş devreye sokulmuştur bile.

ABD veya İngiltere ya da Fransa, bir ülkeye, sömürgeleştirmek amacı ile, işgal amacıyla saldıracak olsalar dahi, Japonya aynı şeyi yapsa dahi, diğerleri pay isteyerek çözüm bulmaya çalışırlar. Yoksa “yaptırım” vb. kararlar almazlar. Swift sisteminden Rusya’yı çıkarmak, gerçek anlamda çaresizliğin de bir işaretidir. Ama bir Rus piyanisti işinden atmak, sporcuları cezalandırmak üzerinden hareket etmek, Dostoyevski’yi yasaklamak, trajikomiktir. Komiktir, çünkü çaresizliğin boyutlarını gösterir, trajiktir, çünkü Nazi mantığının nasıl sistemin tümünde egemen olduğunu gösterir.

Biz, İkinci Dünya Savaşı sonrası burjuva devleti, tekelci polis devleti olarak nitelerken, faşizmin tüm dişlilerinin günümüz burjuva devleti tarafından içselleştirildiğini söyleriz. Faşizmin sadece ruhu değil, gözleri de oradadır ve son Ukrayna olayı, bu gözlerin ne denli diri olduğunu göstermektedir.

Yazık ki, SSCB çözülürken, bize Batı demokrasilerinin gelişmişliğinden söz ediyorlardı. Oysa en kötü hâli ile sosyalizm deneyimleri, kapitalist sistemle kıyaslanmayacak kadar değerli bir mirastır.

Şimdi, Rusya ve Çin, kapitalist sistemin içinde etkin birer güç oldukları hâlde, egemenlerin masasında yer alamamak bir yana, savaşla tehdit ediliyorlar. Ekonomik, siyasal, ideolojik, askerî bir savaşla karşı karşıyadırlar.

Bunları ele almadan, Rusya ve Çin için emperyalist değerlendirmelerini yapmak, aslında işin özünü bir dirhem anlamamaktır. Kendi ülkelerinin PKK nedeni ile Suriye ve Irak’a operasyonlar yapmasını alkışlayanlar, sıra Rusya’ya gelince, 14 bin kişinin ölümüne, Neonazilere, NATO güçlerinin Ukrayna’ya yerleşmesine rağmen, Rusya’nın kendini savunma hakkını emperyalistlikle suçlamaları, kafa karışıklığının ürünüdür. Kaldı ki, bizim bulunduğumuz yerden bakıldığında, TC ordusunun Suriye ve Irak’a saldırıları, ABD’li efendileri ve NATO kararları ile gerçekleşmektedir. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı her şart altında tartışmasız vardır. Kürt halkına karşı dayatılan bir katliamdır. Ve Ukrayna’da Rusya’nın müdahalesinin, pek yakında görme ihtimalimiz kuvvetlidir ki, işgalle sonuçlanmayacağı açıktır. Bunu Suriye’de de gördük, Gürcistan’da da, Kazakistan’da da. Daha dün, Kazakistan’a giren ortak gücün, oradan çıkmayacağı söyleniyordu. Öyle olmadı. ABD ve NATO, girdikleri yerden çıkmıyor.

Bir ülkenin emperyalist olması, onun kötü olması anlamında bir tanımlama değildir. Nasıl ki, faşist = kötü, kaba bir yaklaşımdır, bize faşist olmanın gerçek anlamını anlatmaz, emperyalist olmak da öyledir. Her emperyalist güç, saldırgandır, ama mesela her saldırgan güç, örneğin TC devleti, emperyalist değildir. Emperyalist olmak, kapitalist sistemden söz ediyorsak, sömürgelere sahip olmayı, bu da kapitalizmin bu çağında tekelci kapitalist ilişkilerin belirleyici olduğu bir ülke olmayı gerektirir. Tekeller, burjuva iktisatçıların söylediği gibi, devlet tekelleri de olamazlar. Hayır. Tekelci kapitalizm bu değildir. Bu konuda bilgisi yetersiz olanların, kaynaklara bakmalarını öneririz, zira bu bölümü, tekelci kapitalizmi anlatacak şekilde genişletirsek, konuyu çok uzatmış oluruz. Kapitalist-emperyalizm, emperyalist merkezler ve onlara bağlı sömürge ülkeleri (kimileri bu ülkelere az gelişmiş, gelişmekte olan ülkeler vb. demektedir) içeren bir dünya sistemidir. Bu sistem için, bir sömürge ülkenin, büyük bir altüst oluş gerçekleşmeden, bağımsız bir ülke olması mümkün değildir. Yani, emperyalist efendiler, kendi masalarına yeni ortaklar kabul etmezler. Efendiler, kendileri arasında dünyayı paylaşırlar. Dünya hâlihazırda paylaşılmış olduğu için, bu yeniden paylaşım demektir ki, bu da savaşları gündeme getirir.

Rusya ve Çin, büyük güçlerdir. Bu onların sosyalist geçmişlerinden geliyor. Sosyalist geçmişleri, bu nedenle onların peşini bırakmaz. Rusya ve Çin, efendilerin sofrasına eşit kapitalist güç olarak kabul görmedikleri sürece, ya sömürge olmayı kabul edecekler ya da zorunlu olarak o eski, kurtulmaya çalıştıkları sosyalist geçmişlerini bir tarz yeniden taşıyacaklar. Rusya ve Çin, sömürge olmayı, yağmalanmayı, boyun eğmeyi kabul etmiyorlar. Görünen budur. 33 yıldır Rusya, yeniden sosyalist geçmişi ile yürümek mecburiyetinde kalıyor. Elbette bu bulaşık bir süreçtir. Ama bugün, Rusya’ya baktığımız zaman, eğer Putin gitsin denecekse, gelecek olan komünist partisidir. Ki bu durumu, efendiler, emperyalist cephe asla istemiyor. Bu durumda da Putin’e razı olmak zorunda kalıyorlar. Ukrayna meselesi, Rusya için, sömürge olmayacaksa, boyun eğmeyecekse, yeniden sosyalizmin yükselişinin başlamasının zorunluluğunu gösteriyor. Bu kadar kolay işleyecek bir süreç değildir, olamaz. Halkın, bu açıdan süreci anlaması, mücadeleye atılması o kadar kolay değildir. Sosyalizmin yükselişi, devlet eli ile de gerçekleşemez. Bu nedenle, belki de eski sosyalizm toprakları dışından, mesele Türkiye’den yükselecek bir devrimci şahlanış, tüm süreci sosyalizm cephesinden toparlamaya olanak tanıyacaktır. Bu yükseliş, mesela Hindistan’dan da gelebilir, mesela Brezilya’dan da.

Bölgemizde gelişecek bir devrim, tüm bölgeyi saracağı için, oldukça görkemli bir yükselişe sahne olacaktır. Böylesi bir devrim, elbette tüm dünyayı etkileyecektir, ama eski sosyalist ülkeleri, daha büyük bir hızla etkileme olanağına sahip olacaktır.

Elbette tüm bunlar, Ukrayna’daki durumun çözümünü görmeyi engellemez. Ukrayna halkı, Neonazilere karşı direnmek, dahası, kaybettikleri sosyalizm için yeniden savaşmak ve bağımsız bir sosyalist ülke olmak için mücadele etmek zorundadır. Bugün Ukrayna’ya Rus askeri girmiştir. Dün, Ukrayna’ya, NATO, açık olarak girmişti. Ve NATO, Neonazi çeteler eli ile, Ukrayna’nın tüm gururunu, tüm onurunu, bağımsızlığı, özgürlüğünü ayaklar altına almıştı. Ukrayna halkı, 2014’ten beri bağımsız bir ülkede yaşamıyor. Ukrayna, 2014’ten beri, NATO ve onun desteklediği çeteler tarafından iğdiş edilmektedir. Kapitalist ilişkiler içinde sömürü sistemi yeniden kurulmaya çalışılırken, çeteler ve NATO mekanizması ile, tüm özgürlükleri ellerinden çoktan alınmıştı. Onları kurtaracak olan da Rus askerleri ya da herhangi bir dış güç değil, kendileri olmalıdır. Rusya yarın geri çekilecektir. Bu durumda Ukrayna halkının, sosyalizm temelinde ayağa kalkması, sadece Ukrayna’da İkinci Dünya Savaşı’nda, Ukrayna’yı kurtarmak için ölen, birçok halktan 6 milyonu aşkın insanın anısına sahip çıkması gereklidir.

Emperyalist cephe, onun savaş makinası olan NATO; onların organize ettiği Neonazi çeteler, açıkça Ukrayna’da “komünizmin kalıntılarının temizlenmesinden” söz etmektedirler. Lenin heykelleri sökülüyor, sosyalizmden kalan değerler aşındırılıyor, ırkçılık halkların kardeşliği yerine geçiriliyor. 14 bin kişinin öldürülmesine rağmen, Rus ve Ukrayna halklarının kardeşliği hâlâ bozulabilmiş değildir. Bizim ülkemizde, her ırkçı saldırı, çok daha net sonuçlar verebilmektedir. İşte sosyalizmin kalıntılarının temizlenmesinden söz ettiklerinde, tam da bunu söylüyorlar.

Biz de tüm dünyadan, Nazi anlayışının temizlenmesi gerektiğini savunuyoruz. Günümüzde bu Nazi kalıntıları, tüm burjuva devletlerde içselleşmiştir. Tekelci polis devleti budur. Siz buna burjuva demokrasisi demeyi yeğlerseniz, bizim için sorun yok, bu sizin sorununuz. Bu “demokrasi”, tekelci sistemin, iç savaşa göre örgütlenmiş, emperyalizmin savaş örgütü NATO tarafından beslenen modern devletidir. İşte bu devlet, içinde faşizmin tüm dişlilerini, “normal” zamanlarında da, olağan dönemlerinde de içselleştirmiştir. Biz de bu devlete karşı savaşmadan, Nazizmin, ırkçılığın, savaşın yeryüzünden temizlenmeyeceğini söylüyoruz.

Bize barıştan mı söz ediyorsunuz; samimi iseniz, NATO karşıtı olmalısınız ve bunun için eyleme geçmelisiniz.

Bize savaş karşıtlığından mı söz ediyorsunuz; ABD, Alman, Fransız, İngiliz ve Japon emperyalizmine karşı savaştan söz ediyorsunuz demektir. Değilse, siz savaş karşıtı değilsiniz, bir şarlatansınız.

Bize demokrasiden mi söz ediyorsunuz, samimi misiniz? Öyle ise, devrim için savaşmaktan, işçi sınıfının iktidarı için savaşmaktan, sosyalizm için savaşmaktan söz etmelisiniz. Gerisi en hafifinden laf ebeliğidir.

Bugün Ukrayna’da Neonazilerin ortaya koyduğu savaş suçu, bugün Suriye’de IŞİD çetelerinin (ki hepsi NATO tarafından beslenmektedir) ortaya koyduğu savaş suçu, bugün Yemen’de Suudi Arabistan’a bağlı çetelerin ortaya koyduğu savaş suçu, yarın dünyanın başka bir ülkesinde de karşımıza çıkacaktır.

ABD ve NATO nerede varsa, orası savaş alanı için hazırlanmaktadır. Bunun istisnası yoktur. Letonya, Estonya, Finlandiya vb. hepsi yarının savaş alanı hâline getirilmektedir.

Ülkemiz 1952’den beri NATO üyesidir. Bu ülkede hangi cinayet varsa, hangi katliam varsa, hangi darbe varsa hepsinin arkasında NATO ve ABD vardır. Bunu görmeden, buna karşı tutum almadan, ne gazetecilik yapabilirsiniz ne objektif olabilirsiniz, ne demokrat olabilirsiniz ne halkını seven bir insan olabilirsiniz, ne yurtsever olabilirsiniz ne de sıradan bir insan olabilirsiniz. NATO’ya karşı çıkmadan, ABD egemenliğine ve emperyalizme karşı çıkmış olmazsınız.

Ülkenin tüm eski ve yeni yöneticileri, bürokratları, uzmanları, askerleri, emekli askerleri, polisleri, uyuşturucu baronları, yazarları, gazetecileri, öğretim üyeleri vb. hepsi NATO tedrisatından geçirilmişlerdir. Başka türlü bakmaları mümkün değildir. Onlar için, ülke NATO’nun çıkarları demektir.

Bu NATO formatlaması, uzun ve ince bir eğitimle verilmiştir. Öylesine basit bir cehaletin ürünü değildir, körlüğün ürünü değildir. Tersine, bunca cehalet ancak eğitimle yaratılabilir ilkesine uygun olarak, NATO tedrisatı ile sağlanmış bir eğitimdir bu.

Ukrayna’da yaşananlar, böylesi bir bakış açısı ile ele alınmalıdır. Dünya çapında bir devrimci mayalanma yaşanmaktadır. En geri noktaya kadar çekilen devrimci işçi hareketi, yeni bir diriliş dönemine girmektedir.

Kapitalist sistemin 2008’de başlayan ve hâlen süren, derinleşen, dahası emperyalist beş güç arasında kızışan paylaşım savaşımı ile birleşmiştir. Bu ekonomik ve siyasal bir krizdir. Emperyalist efendiler, doların bir dünya parası olmaktan çıkması da dahil, birçok kurumu yeniden organize etmeyi tartışmaktadır. Buna “the great reset”, yani büyük sıfırlama demektedirler. Bu İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan, IMF, Dünya Bankası, NATO gibi örgütlenmelerle temsil edilen sistemin sonunun geldiğinin kanıtıdır.

İşte bu koşullarda, dünya halkları, dünyanın tüm işçileri, yeniden ayağa kalkmanın olanaklarını aramak zorundadır. Dünya işçi sınıfı, sosyalizm için mücadeleye daha güçlü girişmek zorundadır. Tartışma konumuz, Rusya Ukrayna’da acaba ne yapsa daha doğru olurdu, değildir. Tartışma konumuz, dünyanın yeniden güçlü bir sosyalist çıkışının nasıl sağlanacağıdır. Bunun olanakları, içinden geçtiğimiz nesnellik içinde vardır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz