Parlamentonun Türk usulü intiharı

1 Kasım seçimleri ile parlamento oluştu ama, artık, bu parlamentonun işlevsizleşmesi daha kolay idi. Daha önce hiçbir direniş göstermemiş bir parlamentonun işlevsizleşmesi daha kolay olurdu. Öyle oldu. 15 Temmuz darbe girişimi ile parlamento bombalandı. Normalde, böylesi bir bombalama, parlamentonun prestijini yükseltmeye yaramalı idi. Öyle olmadı. Hitler’in Reichstag yangını gibi parlamentonun bombalanması, Saray’ın işlerini daha da kolaylaştırdı.
Ne de olsa, “allahın lütfu” idi.
Bu süreç boyunca, 7 Haziran 2015’ten bu yana, her gün parlamenter sistemin daha da budanması sürecini yaşadık. Aslında Erdoğan için, Saray için neresi engel, belli değil. Zaten her istediğini yapıyordu. Ama galiba bir kadın AK Parti milletvekili, duruma açıklık getirdi. Parlamentodan anayasa değişikliği maddeleri geçince, AK Partili milletvekili, 100 yıllık boyunduruğumuz sona eriyor, dedi. Küçümsenir bir söz değildir ve Erdoğan’ın tüm yetkiyi elinde toplaması (zaten fiili olarak elinde idi), 100 yıllık boyunduruktan kurtulma olarak adlandırılmaktadır.
En azından ‘allahın lütfu’ kadar ciddi bir söze benzemektedir.
Parlamento, bu anayasa değişikliği oylaması ile, Türk usulü bir intihar sahnelemiştir. Parlamento, zaten işlevsiz olan kendi yasal konumuna, kendi elleri ile tamamen son vermiştir. Bundan böyle kanunlar, eğer değişiklik halk oylamasından geçerse, Erdoğan tarafından yapılacaktır. Kanun koyucu artık Erdoğan’dır.
Nasıl kanunlar mı geçecek?
Her açıdan bellidir. SADAT AŞ’nin kuruluş tüzüğüne bakın. Bu artık bir mahkemeden geri dönmeyecek.
Mesela HES’lere bakın, artık hiçbir hakim HES’lerle ilgili durdurma kararı vermeyecek. Verirse, hemen o akşam Cumhurbaşkanı bir yeni kanun yapacak ve sorun çözülecek.
Mesela yerli tohum üretimi için karar mı gerekiyor? Cumhurbaşkanı verecek ve bu gerçekleşecek.
Erdoğan’ın neleri istediği artık sır değildir. Ve ne istiyorsa, bunlar kanun hükmünde olacak. Bunun önünde bir engel olmayacak.
***
Parlamento kendi yetkilerini, kendi elleri ile yok etmeye karar vermiştir.
Peki nasıl?
Yasal olarak oylamalar gizli olmak zorundadır. Bu yasa. Bir yasayı, işçiler çiğnese, kıyamet kopmaktadır. Ama devletin hiçbir kurumu, hiçbir kişi artık yasalara uyma zorunluluğunda hissetmemektedir.
Bir çocuk baklava çalarsa 36 yıl, ekmek çalarsa 36 yıl ceza yiyecektir. Ama bir bakan, bir büyük baş, devleti soyarsa, ödül olarak, biraz daha fazlasını da almaktadır.
Parlamento, kendi kurallarını çiğneyerek bir oylama yapmıştır.
Büyük rezilliktir bu.
Bir milletvekili, kendisinin oyunun “evet” olduğunu kameralara göstererek, kendisinin FETÖ’cü olmadığını ispat etmek zorundadır. Bu utanılası bir boyun kemendidir. Parlamento burjuvazinin ahırıdır. Ama, bugüne kadar bu kementlerin bu kadar açık vurulduğu gösterilmemişti. Milletvekilleri, korkularından, biat ettiklerini göstermek için, oylarını açık, göstererek kullanmışlardır.
Biz, sürekli olarak, aslında parlamentodaki vekillerin halkın vekili olmadıklarını, HDP vekilleri hariç diğerlerinin halkla bir ilişkilerinin bile olmadığını, büyük çoğunlukla milletvekili adaylarının parti başkanlarınca belirlendiğini, bu nedenle de gerçek vekil olmamak bir yana, iradelerinin de olmadığını söylüyorduk. İşte parlamento, bu oylamalar sürecinde, kendisinin bir iradesi olmadığını, yasal konumunun da bir anlamı olmadığını ortaya koymuştur. Kendi iradesi olmayan vekillerin, vekillikten ve TBMM üyeliğinden gelen hak ve yetkilerini kullanmaları da mümkün değildir.
TBMM, Erdoğan’ın çobanlık sistemine uygun tutumlara sahne olmuştur. Çoban, kendisine bağlı hizmetlilerle hareket etmiştir. Hizmetlilerin iradesi diye bir şey yoktur, olmadığı da ortaya konulmuştur.
Böylece, bir anlamda, tiyatro sona ermiştir. Bundan böyle, parlamento işe yarıyormuş gibi davranmak, herhâlde olanaklı olmayacaktır. Sahnenin arkası öne çıkmaktadır.
***
Akla takılan bir bilgi eksiği var. Normalde anayasa değişiklikleri, bir komisyon tarafından yazılır. Hatta bu komisyon, metni yazarken, çeşitli biçimlerde tartışmalarla kamuoyu önüne çıkar. Çıkar ya da çıkmaz, ama bir komisyonca yazılır. İşi anayasa hukuku olan profesörler vb. bu konularda olumlu, olumsuz sözler söyler, tartışmalar açarlar. Bu sefer böyle olmadı.
Üstelik ortaya, hukukî açıdan son derece problemli bir metin çıktı. Mesela, bir devletin, kanun yapma yetkisini Cumhurbaşkanı’na devretmesi durumunda, parlamentoya neden ihtiyacı var? Kanun yapma yetkisi, Cumhurbaşkanı’na, Çoban’a devredilirse, bu durumda Çoban’ın yaptığı kanunların incelenmesi için hukuk diye bir şeye gerek var mı?
Özetle, hukuk fakülteleri derhal kapatılmalıdır. Zira, artık, hukuk fakültelerine, usul ve esaslara, yasaların tarihsel seyrine vb. gerek ve ihtiyaç yoktur. Zaten, allahın sözünün üstünde söz olmaz ve Erdoğan, onun en sevgili kuludur. Hukuk fakülteleri, olur da kapatılmazsa, bu, fitne çıkmasına neden olacaktır.
Parlamentoya neden ihtiyaç var dedik ve hukuk fakültelerine kadar uzandık. Yani, ciddi bir anayasa değişikliği gündemdedir. Bu durumda, bu değişiklik metnini yazarak, tarihe geçecek kişi ya da kişiler kimlerdir?
Bunu neden bilmiyoruz?
Tarihî bir anayasa değişikliğine imza atılacak iken, bunu yazmaktan gurur duyanlar, ne kadar da utangaçtır ki, ortaya çıkmamaktadırlar.
Oysa bunu bilmeye hakkımız vardır. Tıpkı, meclisi bombalayan uçağın nereden kalktığını, içinde “düşman görme” standardı olan F-16’ların nasıl kendi topraklarına bomba atabildiklerini öğrenmeye hakkımız olduğu gibi.
***
Anayasa metni, en büyük değişiklik olarak, kanun yapma yetkisini Cumhurbaşkanı’na vermektedir. Buna sürekli OHAL diyebiliriz. Bu durumda parlamento, 600 kişi ile, mesela medenî kanun gibi kanunlarla mı meşgul olacak? Yani, TBMM’ye niye ihtiyaç var ve bu görev ayrımı nasıl yapılacak?
Diyelim ki, Saray, bir KHK çıkardı, bu da anayasaya aykırı olsun, bu duruma kim karar verecek, KHK’ların anayasaya, yasalara aykırılığı nasıl kontrol edilecek?
Peki, diyelim ki, edilmeyecek, bu zahmetlere ne gerek var? Daha kısa ve daha öz bir anayasa yapılabilir: Reisin dediği olur. Her dediği kanundur. Dedikleri arasında bir çelişki varsa, yeniden reisin dediği olur.
Referanduma gideceği anlaşılan bu anayasa değişikliği, kabul edilsin veya reddedilsin, son anayasa değişikliği olmayacaktır. Kabul edilirse, Erdoğan, pek çok yeni anayasa değişikliği yapacaktır. Her gün anayasanın değişeceği kesin.
***
Fiilî durumu yasallaştırma, artık hukukta yeni bir durumdur. Demek, önce fiilî durum yaratmak gerekir. Bu, doğrudan, işçi sınıfına bir mesajdır da. Demek işçiler, fabrikalara yaygın tarzda el koyarlarsa, bu duruma uygun, bir kanun gelir.
Demek, bundan böyle, işçi sınıfının örgütlülüğü, daha da büyük öneme sahip olacaktır. Çünkü artık, her şey, “fiilî duruma” bağlı olarak şekillenecektir.