Önceki Bölüm: Eyleme Nasıl Bakmak Gerekir? Eylemin Gücü Nedir, Eylem Nasıl Kullanılır?
Devrimci bir örgüt, her örgüt gibi, program ve tüzüğe gereksinim duyar. Ülkemiz solu, bu alanda da ‘ilginç’ bir tarihe sahiptir. Ülkemizde sol hareket, programlılar ve programsızlar olarak bile sınıflandırılabilmektedir. Elbette bizim açımızdan böylesi bir sınıflandırma, hiçbir ilerlemeye yardım etmeyen şematik sınıflandırmadır. Ancak yine de kabul etmek gerekir ki, dünyada pek az ülkede sol hareket için böylesi bir sınıflandırma yapılabilmektedir. Yani ülkemizde, devrim için yola çıkıp da programı olmayan pek çok sol hareket vardır. Peki, bir de başka açıdan bakalım; programı olanlar programı olmayanları hangi açıdan suçlayabilecek kadar onlardan ileri gidebilmişlerdir? Pek çok örgütün programı, çeşitli uluslararası merkezleri (SSCB, Çin, Arnavutluk vb.) görüş farklılıklarını yansıtmaya; ülkenin somut analizi ve devrimin gelişim yoluna göre daha fazla değer vermişlerdir. Dolayısıyla buna ne oranda program denebilir, bu bir savaş programı mıdır? Böylesi sözüm ona programları düşününce, insanın programı olmayanlara saygı duyası geliyor.
Peki, tüzük alanında devralınan miras nasıldır? Yazık ki bu noktada tüzüksüz pek çok sol hareketin varlığı görülebilir. Elbette bu örgütlerde, her insan topluluğu için gerekli olan davranış kuralları mutlaka vardır. Fakat bir devrim örgütü, herhangi bir insan topluluğuymuş gibi davranabilir mi? Yine, tüzüğü olduğu halde, tüzüğün hiçbir öneminin olmadığı, kendi savaş pratiklerinin ürünü olmayan tüzüklere sahip olan hareketler vardır. Bu her iki grupta da yasa birkaç kişinin durumuna göre değişen, statükoyu korumayı amaçlayan kararlardır. Birkaç kişi denilmesine bakılmasın, bu genellikle bir kişidir. Elbette kişilerin, bir diğerine göre çok daha farklı rolleri olabilir; ama belirlenmiş bir çerçeve içinde. Belirlenmiş bir çerçeve yok ise, kişi kendi rolünü asla sağlıklı oynayamaz ve örgüt içinde kişilikler çatışması kaçınılmaz kılınır.
Program ve tüzük yokluğu, örgütsel idamenin sağlanması için akla hayale gelmeyecek dolapların çevrilmesinin de kaynağıdır. Bu söylenilen, sözde tüzüğü olan örgütleri de kapsamaktadır. Onlarda tüzük, bir merkezin görüşleri çerçevesinde, birbirine tutturulmuş insanların, her koşulda bu merkezlere bağlı kılınmalarının garantisidir. Nitekim bu örgütlerde tüzük, işlerine yaradığı zaman uygulanır. Bunun tersi bir durum oluşunca, ünlü “tüzük yorumları” devreye girer.
Evet, durum böyledir; ama bizler sadece olumsuzlukları sıralayarak işin içinden çıkabilir miyiz? Tersine, bu olumsuzlukları tartışmamızın baş noktası yaptık mı, bir adım bile ilerleyemeyiz. Sıra asla “Nasıl yapılmalı?” sorusuna gelmez. Bu yolu seçtikleri için 12 Eylül öncesi kadrolar ilerlemeye, yeni bir yola girmeye cesaret edememekteydiler.
Program ve tüzük sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Program ve tüzük, sonuçta masa başında yazılsa da, “masa başı” çalışmalarının konusu değildir. Her yazılı belge gibi, onları yazmak için kâğıt ve kalem kullanılır. Fakat bazılarının program ve tüzük çalışmalarını önemsiz ilan etmeleri, onları masa başı işleri sınıfına koyarak pratikten koparmaları, gerçekte bu eski hastalıklı bakışın devamı olmaktan öteye gidemeyen bir bakıştır. Böylesi bir mücadele olmazsa zaten örgüte de gerek olmadığı gibi, program ve tüzüğü de gerek olmaz. Ne olursa olsun bir örgüt, belli bir amaç ve kurallar etrafında bir araya gelmeyi anlatır. Fakat devrimci örgütün, amacı gereği gönüllü bir araya gelişi ifade etmesi gerekir. Elbette, sadece devrimci örgütlerde gönüllülük vardır demiyoruz; ama devrimci örgütlerde gönüllülük zorunludur diyoruz. Araç olarak devrimci örgüt, içinde yaşadığı koşulları aşmak durumundadır. Biz bu anlayışın bir uzantısı olarak, devrimci partinin, yeni toplumun insan tipinin embriyonunu oluşturmak zorunda olduğunu söylüyoruz. Bu, yıkıcılık yanında yapıcılık görevinin de var olmasının kaçınılmaz sonucudur. Öyleyse bir örgüt, kendi üyelerini değiştirmekle işe başlar. Her önüne gelenin üye olarak alınmaması da bunun sonucudur. Böylesi bir değişimin zorunluluğu ve zorluğu nedeniyle gönüllük esastır. Devrimci örgütün programı, onun belli bir tarihsel dönemdeki amacını, bu amaca ulaşmada kullanacağı yöntemleri ortaya koyan, onun ideolojisinin bütünlüklü ifadesidir. Program, örgütün (yani kişinin değil) dünyaya, olaylara bakışının en bütünlüklü, en özlü ifadesidir. Öyleyse program kimin tarafından kaleme alırsa alınsın (ki bu tür belgeler bir ya da birkaç kişi tarafından kaleme alınır) gerçekte bir kolektifin ürünü ve ifadesidirler. Bir kolektif irade olarak örgütü, bu nedenle programsız düşünmek, onu kişilerden bağımsız, onların bireysel iradelerini aşan bir olgu olarak kabul etmektir. Evet, her örgüt bireylerden oluşur; ama onların toplamından değil. Bir kolektif, onu oluşturan bireysel iradeleri aşan bir şeyi ifade ediyorsa anlamlıdır. Yoksa örgüt insan yığını değildir. Öyle ise, her ikisi gibi, bir kolektif kişilik olarak örgütün de görüşleri olmak durumundadır. Birey, görüşleri belli olan bir kolektife, gönüllüce katılabilmek için, kolektifin en azından görüşlerini bilmelidir. En azından diyoruz; çünkü bizler kişinin böylesi bir kolektife aktif olarak girmesi gerektiğini ve bu anlamda görüşlere müdahale etmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu sanıldığı gibi yalnızca bir hak olayı değildir, aynı zamanda sorumluluk isteyen, teori ile pratiğin birlikteliğine işaret eden bir olaydır.
Bir kolektif sadece ne için ve nasıl mücadele edeceğini, kısa ve uzun vadeli amaçlarını, bu amaçlara ulaşmanın yollarını belirlemekle gerçek bir kolektif olmaz. Bu amaçlar için yola çıkanların, kendi aralarında oluşturdukları bir “hukuk” olmalıdır. Bu kurallar, ortak savaşımdan ve ortak savaşım sırasında çıkarlar. Elbette her kolektif, bu kurallar için kendisinden önceki deneyimlerden yararlanmasını bilmelidir. Fakat biliyoruz ki, tarihe müdahalede bulunma derdi olmayanın, savaşmayanın, geçmiş savaşımdan alacağı ders de olmaz.
Bu kurallar niye gereklidir? Bir örgütü, bir kişilik olarak diğerlerinden ayıran tüzüktür. Tüzük niye gereklidir sorusu, kişilik niye gereklidir sorusu kadar saçmadır. Bir örgütün en temel iki belgesi olarak program ve tüzük, örgütün gelişimi açısından ve değerlendirmeleri için de temel belgelerdir.
Her eylem, bir ahlâka dayanır ve bir ahlâk yaratır. Bu ahlâk ile amaç arasında bir uyum zorunludur. Tüzük bu ahlâkın, bu moral değerlerin bütünlüğüdür. Yani tüzük sadece kurallar yığını değildir. Tersine bir örgütü örgüt yapan, onu, amacı aynı olan veya olmayan benzerlerinden ayıran özelliklerini içerir. Biraz daha açılması için, tüzük; örgütsel yaşamı, kişi farkı gözetmeksizin tarif eder, ihtiyaç duyulan insan tipini anlatır, herkesçe uyulması gereken ve örgütü, amaçlarını gerçekleştirmek için silahlandıran kuralları ve ilkeleri içerir. Örneğin; böyle bir belge, görüşmelerde buluşmak için kaç dakika beklenmesi gerektiğini anlatmaz. Yani insana bir reçete sunmaz; ama devrimci yaşamın ne olduğunu anlatır, özü anlatır.
Bir örgütü tanımak ve anlamak için sadece programına bakmaz yetmez. Aynı zamanda tüzüğüne de bakmak gerekir. Tüzük, örgütün yapısını, örgüt yaşamını, üyenin hak ve ödevlerini içerir. Örgütün moral değerlerinin en özlü ifadesidir.
Tüzük ve program ilişkisini iyi anlamak gerekir. Biz biliyoruz ki, yeni toplumu kurma, mevcut toplumu yıkma savaşının temel ve vazgeçilmez aracı olarak partinin, yeni insanın embriyonunu yaratması gerekir. Öyleyse devrimci parti tüm savaş boyunca sadece düşmana karşı değil, kendi içinde de bir savaşı yürütür. Ve savaşımın en büyük bölümü kendi içinde yürür. Biz komünist insanı yaratma savaşından, komünizme yürüyüşü garanti altına alacak olan devrimci bir parti savaşından söz ediyoruz. Ancak böyle bakılınca, tüzük, cezalar bütünü olmaktan kurtulur. Tersine örgütün, kolektif iradenin gelişiminin garanti altına alınmasının aracı olur. Bir kolektifin, amacı ne olursa olsun nasıl örgütleneceği, kimi üye alacağı, örgüt içi yaşamın ne olduğu asla önemsiz olamaz. Tersine amaçları aynı olan, neredeyse birbirine çok yakın ideolojik çerçevelere sahip olan iki ayrı örgütün ayrım noktası tam da bu noktalardadır. Nitekim hemen hemen tüm politik ayrılıklar, en son ideolojik olarak ifade bulurlar. Gerçekte ayrılıkların örgüt yapısından kaynaklanması son derece anlaşılırdır. Aynı biçimde tüm birlikler, gerçekte, ideoloji ve politik birlikle birlikte, örgüte yaklaşımda birlik yakalandığında yeni ayrılıkların birlikleri olmaktan kurtulurlar.
Üyenin gönüllülüğü sadece örgütün amaçlarını bilmeye dayanıyorsa, yetersiz ve eksik bir gönüllülüktür. Üye aynı zamanda kendisini bekleyen yaşamın bilincinde olmalıdır. Örgütün çalışma anlayışı ve moral değerlerini bilmek durumundadır. Kuşku yok ki, bu değerler tüzük okutularak kazandırılamaz. Üyelik öncesi bir politik, ideolojik, örgütsel tanıma şarttır. Bu pratik savaşım dışında olanaklı olamaz. Bu süreç sadece örgütün üyesini tanıması için değil, üye olacak insanın da örgütünü tanıması için geçerlidir. İşte tüzük, tüm bu pratik savaşım içinde taşınan değerlerin bütünsel ve özlü bir ifadesidir. Bir örgütün gücü, programatik saptamalarının doğruluğu yanı sıra ve hatta ondan çok üyelerinin kişiliklerinde içerilmiş bir tüzüğe sahip olmasından ileri gelir.
Amaç ve araç birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağ kaçırıldı mı, bazen aracın amaç olduğunu, bazen de amacın araç olduğunu görürüz. Bu iki tip sonuçtan da ne yazık ki pek çok örnek var: Kimileri araç olan örgütü bir savaş aracı olarak kullanmak yerine, onun varlığının devamını amaç haline getirdiler. Kimileri ise, “bir dükkâna sahip olabilmek, bir yerde şef olabilmek” için sosyalizm için savaşma amacını araç olarak kullanmaktadırlar. Böylelerinin sosyalizm için savaşla zerre kadar ilişkileri yoktur. Örgütleri de dükkânın bir milim ötesine geçemez. Bu açıdan birinci gruptakiler için amaçtan sapma söz konusu iken, ikinciler için mevcut sistem içinde uygun bir yöneticilik yeri elde edebilmek söz konusudur.
Bugüne kadar yaşanılan teorik çalışmaya nasıl programatik açıdan yaklaşmak gerekiyorsa ise, aynı biçimde yaşanan politik-pratik savaşıma da üzerinde yükselinecek moral altyapı olarak bakmak gerekir. Her iki alanda da bu gözle, gözden geçirilecek, küçümsenemez bir temel vardır.