Öyle görünüyor, Erdoğan iktidarda kalmak için Saray Rejimi’ni ayakta tutmaya çalışıyor, Saray Rejimi her geçen gün Erdoğan’ı bir “hiç”e çeviriyor. Erdoğan “hiç”leştikçe, daha da büyük bir güçle Saray Rejimi’ni güçlendirmek için ataklar yapıyor.
Biz şöyle diyoruz: Saray Rejimi, “rant, yağma ve savaş ekonomisi” üzerine yükseliyor. “Rant-yağma ve savaş ekonomisi” daha eskidir, onun bugünkü sisteme verdiği şekil daha yenidir. Öncesi “demokrasi” değildir. Dahası, Erdoğan öncesi de öyle değildir. 12 Eylül karşı-devrim saldırısıdır ve iktidarı almaya yönelmeyen işçi sınıfının bastırılması için devreye sokulmuştur. Bir tür “düzleştirme” hareketidir.
Biliyoruz ki, TC devleti, ABD’ye bağlı bir sömürge devlettir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yenilmiş faşizmi lanetlemek gerekli idi. Kapitalist dünya, faşizmi lanetler gibi görünerek, aslında komünizme karşı savaş için, sistemlerini restore etti. Bu restorasyonda, “demokrasi” sosu olmazsa olmaz idi. Ama 1970’ler, Vietnam yenilgisinin ardından, bir yeni “sol” dalgaya sahne olmuştur ve 1970’lerde kapitalizmin krizleri derinleşerek su üstüne vurmaya başlamıştır. 1970-1980’ler dünyası, ABD ve NATO tarafından organize edilen darbelere sahne olmuştur. “Demokrasi” artık çok da gerekli değildir ve öyle olmuştur.
Demek ki, 12 Eylül’ü unutmadan, Erdoğan öncesine de demokrasi diyemeyiz. Değildir. Erdoğan ve AK Parti, 12 Eylül’ün ürünüdür. Bu onların, ABD projesi olmalarına engel değildir. Yakın döneme kadar bir ABD projesi, bir NATO projesi, aynı zamanda uluslararası tekellerin de ortak çıkarı anlamına geliyordu. Onun için Erdoğan’ın AB’den aldığı destek anlaşılırdır. Yani, bir ABD projesi, bir NATO projesi dediğinizde, uluslararası tekellerin bu işin içinde olduğunu unutmamalısınız. Tüm ekonomik program; özelleştirmeler, tarım politikaları, enerji politikaları, inşaat sektörü, kara yolları, hava alanları vb. uluslararası sermayenin emirleridir.
Erdoğan ve ailesi, sadece, bu programı uygularken, iyi hırsızlık yapmıştır, komisyonculukta iyidirler. Zaten kendisi de söylemiştir, “benim görevim rant üretmektir” tam bir itiraftır.
Rant, yağma ekonomisi, Irak savaşından sonra biraz, Suriye savaşından sonra ise artan hızla, savaş ekonomisi sacayağına kavuşmuştur.
Soros, bir genelkurmay başkanı yanında, TV kameralarına açıkça “sizin en değerli ihraç malınız askerinizdir” dediğinde, aslında bu savaş ekonomisinin ucu görünmüştü.
Suriye savaşı ise, işi daha da geliştirmiştir.
O günlerden başlayarak, hem içeride ve hem de dışarıda bir savaş politikası devreye sokulmuştur. Uluslararası tekeller, emperyalist güçler kendi etki alanlarını artırırken, içeride Erdoğan’a yeni kanallar açmaktan geri durmadılar. Bu yeni kanallar, aslında sistemin çeteleşmesinin de gerekleridir. Sistem, hem uluslararası tekellerin kendi aralarındaki mücadele, hem emperyalist paylaşım savaşımı içindeki Batı (NATO) güçlerinin artan iç çatışmaları, hem de bunların uzantıları olan Saray çevresi gruplarının çıkarlarına uygun olarak çeteleşmeye başlamıştır. Saray Rejimi, bir yandan, halka, Kürt halkı başta olmak üzere halklara, işçi ve emekçilere, gençlere ve kadınlara karşı bir saldırıdır, diğer yandan ise bölgemizde ABD adına bir dış saldırganlıktır.
Giderek “savaş” öne çıkmaktadır.
ABD, diğer emperyalist güçler karşısında çözülen hegemonyasını geri kazanmak istiyor. Bu nedenle, açıkça TC devletini bir tetikçi olarak, kiralık olarak kullanıyor.
ABD’nin bu ihtiyacı, Erdoğan’ın iktidarda kalma isteği ve Erdoğan’ın ipinin ABD elinde olması gerçeği birleşince, TC devleti, devlet içinden de “ateşle oynamak” olarak nitelenen savaş çığırtkanlığına hız veriyor.
Dışarıda savaş, içeride daha çok, daha da çok şiddet demektir.
Dışarıda savaş, içeride daha çok karanlık, daha çok yalan demektir.
Dışarıda savaş, içeride, işçi ve emekçilere karşı, kadın ve gençlere karşı açık bir devlet terörü demektir.
Dışarıda savaş için ABD emirleri ile hareket etmek, sadece dış politikasızlık demek değildir, aynı zamanda iç politikayı da ABD emri ile idare etmek demektir.
Erdoğan, öyle anlaşılıyor, artık “maske” dağıtımından para kazanacak adamları belirlemekten bile uzaktır. Sadece, kendi servetine, ailesine dokunulmaması ile ilgilidir. Enerji, bazı hastahaneler, inşaat, tarihî eser, eğitim gibi alanlarda, daha çok büyük rant alanlarında etkilidir. Bunlara özellikle silah sanayiini eklemek gerekir.
Daha çok kendi korkuları üzerinden “kontrol” edilir duruma gelmiştir. Önce ABD’li efendilerinden korktu, sonra, Gülen cemaatinden, ardından her şeyden korkmaya başladı. Muhtemelen Saray’ın bazı odalarına asla girmiyordur.
Maske maskaralığı ve “YouTube” kanalında üniversiteli gençler tarafından rezil edilmesi, kim bilir hangi danışmanların iş bilmezliğidir?
İşte hâl böyle olunca, savaş naraları atmak, mezarlıktan geçerken korkudan şarkı söylemek gibi bir gereklilik hâline geliyor. ABD’nin savaş için verdiği direktifler, Saray Rejimi için adeta bir tarz “uyuşturucu” ihtiyacını gidermek üzere ilaç gibi karşılanıyor. Saray Rejimi, savaş için yönünü kaybetmiş bir tarzda çaba gösteriyor. Erdoğan’ın, “istikametini kaybetmiş lider” dediği şey bu olsa gerek.
Temmuz ayında, Suriye ve Libya cephelerine eklenmek üzere, Meis adası açıklarında Yunanistan’la kapışmak ve Azerbaycan’da Ermenistan sınırına saldırmak yolu ile Ermenistan’a sopa göstermek hamleleri devreye sokuldu.
Tam da bu dört cephe ile uyumlu şekilde, içeride Ayasofya cami ilan edildi. Alın size “savaş kararlılığı”. İçeride AK Parti’den ayrılmaya niyetli unsurları birkaç gün, birkaç hafta tutmayı mı hedeflediler? Belki birkaç hafta için bu mümkün. Dışarıda, “Müslüman savaşçılar” toplamak için gösteri mi yaptılar? İşe yarama ihtimali artık yoktur, zaten toplayacaklarını topladılar. Dışarıda Ortodoks dünyaya Rusya ve Yunanistan’a savaş için hazırız mesajı mı vermek istediler? Moskova’nın bu mesajlardan etkilenmesi mümkün değil. ABD, bu süreçle, Türkiye-AB ilişkilerini mi geri itecek? Zaten yeterince geri itmektedir.
İşin aslı, sürmekte olan savaşlardır.
TC devleti, pandemi sürecinde, ABD emri ile savaşa hazırlık için İdlib’e asker yığmaya devam etti. Bununla yetinmedi. Libya’ya asker göndermeye ve orada saldırılar organize etmeye devam etti.
Açık olarak, ABD adına hareket etmekte olduklarını dile getirmekten çekinmediler. Bu, belki AB ülkelerini durdurmak için bir hamle anlamına gelebilir. Nitekim Fransa, öfkesine rağmen, etkili yanıtlar vermeye yönelmemektedir.
TC devleti, tam bir ABD tetikçisi olarak açıktan tutum almakta, Saray Rejimi, kendi devamını sürdürme işini buna bağlamaktadır.
Suriye’de daha sınırlı bir saldırganlık sürdürebilmektedirler. Ancak, bu alanda da adımlar atacakları açıktır. TC devleti, İdlib’in bu durumu sürdükçe, kendi önünün açılacağına inanmaktadır. Bu durum sürdükçe, çeşitli fırsatlarla daha fazla saldırganlık gösterilerine girişeceklerdir. Bu arada ise, İdlib böyle kaldığı sürece, işgal ettikleri diğer alanlarda, işgalci ülke örgütlenmelerini devreye sokmaktadırlar. Bölgede kendi siyasal ve ekonomik örgütlenmeleri için, göstermelik ya da değil, adımlar atmaktadırlar. Sıkıştıkları noktada IŞİD unsurlarını devreye sokmaktadırlar ve bölgedeki İslamcı çeteleri silahlandırmaktadırlar.
Öyle anlaşılıyor ABD, Covid-19 saldırısı ile istediği sonuçları alamadı. Çin ekonomisini sarsmayı başaramadılar. Bumerang gibi, saldırı dönüp kendilerine geldi. Ve Temmuz ayının ortalarında Rusya’da aşı devreye sokuldu. İngilizler, aşının Rusya tarafından çalındığını iddia etmekte gecikmediler. ABD, Çinlilerin aşı çalışmalarını çalmak uğraşında olduğu gerekçesi ile konsolosluk binalarından birini kapattı.
Öyle anlaşılıyor, ABD, yakında Ukrayna’da ya da Çin denizinde yeni saldırganlık gösterileri devreye sokacaktır. Öyle anlaşılıyor, ABD, ambargo ile yetinmeyerek, İran komutanı Süleymani’ye yaptıkları tarzda saldırılar devreye sokacaktır.
İşte ABD politikasının tetikçisi hâline gelen TC devleti de, tam bu politikaya uygun tarzda bölgede saldırganlığını artırmaktadır.
Libya, bunun önemli bir alanıdır. Libya’da TC devleti, Sirte-Cufra hattına saldırı için fırsat kollamaktadır. Petrol sahalarına ulaşmak ve etkinlik kazanmak için, bu hat önemli bir alan olarak öne çıkmaktadır. SİHA’larla gerçekleştirilen saldırılar, daha da artacak gibi görünmektedir. Mısır’ın TC devletinin etkinliğine karşı alarma geçmesi, AB’nin itirazları, ABD’nin açıkça TC devletini desteklemek için açıklamalar yapmasına neden olmaktadır. Bu durum, TC’nin saldırganlığını daha da artırması demektir.
Tam bu noktada, TC devleti, açıkça, AB’yi rahatsız edecek hamleler olarak Yunanistan ile karşı karşıya gelme adımları atmaktadır. Meis adası açıklarında yaşananlar bunun göstergesidir.
Azerbaycan içinde etkinlik kazanmaya çalışan TC güçleri, İsrail desteği ile, Ermenistan sınırında saldırganlıkla provokasyonlar yaratmaktadır. Ülkemiz basınında yer almasa da, dünya basını, bu saldırılarda İsrail SİHA’larının kullanıldığını yazmaktadır. Saldırıya yanıt veren Ermenistan’a karşı Azerbaycan’dan daha yüksek sesle Saray Rejimi bağırmaktadır. ABD, yine TC devletini, Azerbaycan’da ve Ermenistan’daki kendi denetimindeki güçleri kullanarak, Kafkasları savaş bölgesi hâline getirmek istiyor. TC devleti, her alanda olduğu gibi, bu alanda da açıkça tetikçi görevini hemen yerine getiriyor.
Tüm bunlar, aslında Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’nın politikalarına benzer bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Saray Rejimi, içeride baskıyı artırmak ile dışarıda saldırganlığı artırmak arasında, tam bir paralellik geliştirmektedir. Savaş, giderek, ayakta kalmanın tek yolu gibi bir hâl almaktadır.
Rant, yağma ve savaş ekonomisi üzerine yükselen Saray Rejimi, şimdi, bu ekonomiyi, rant-yağma ve savaş ekonomisini sürdürebilmek için, savaşçı politikalara bir müptela gibi sarılmaya yönelmektedir.
Sistemi ayakta tutabilmek için, içeride sömürüyü daha fazla artırmak istiyorlar. Bunun için, işçi sınıfına, halka karşı açık bir terörü daha etkili kılmak istiyorlar. Kadınlara saldırıyı da bunun bir parçası olarak görmek gerekir. “Kadın cinayetleri politiktir” sloganı, bir kere daha doğrulanmaktadır. Sistem, her türlü şiddeti, yaşamın her alanında etkili kılmak için saldırmaktadır. Bu içeride muhalefeti, direnişi kırmak için bir yol olarak devrededir. Bundan bir sonuç alamayacaklarını kendileri de biliyorlar. İşçiler ve emekçiler için yaşam zorlaşmıştır ve geriye atılacak adım kalmamıştır. Ne Ayasofya saldırısı, ne CHP’nin muhalif hareketi sokaklardan uzak tutma girişimleri sonuç vermeyecektir.
ABD emrinde, aklını kaybetmiş bir tetikçi olarak giderek artırdıkları saldırganlık, aslında sistemin açmazının bir sonucudur.
Derler ki; “yel eken fırtına biçer.”