Damat, Saray Rejimi olmamış olaydı, belki bu makamda hiçbir zaman yer tutamamış olacaktı. Bu nedenle mi, yoksa Erdoğan’ın yağcılıkla kandırılmasının kolay olması nedeniyle mi bilmiyoruz, her fırsatta “benim en büyük şansım, Erdoğan’ın damadı olmamdır” diyor. Damat olmanın faydalarını bu denli net görebilen az sayıda insan olabilir.
O da, karşılığını vermek mi istiyor, yoksa artık ne söylerse saçma ve anlamsız olmaya başladığından mıdır bilinmez, ülkenin %5 büyüyeceği, “her şeyin yolunda olduğu” gibi sözleri tekrarlamakta ısrar ediyor.
Ekonomi yönetimi, işlerin sarpa sardığı bugünlerde, dört yola başvuruyor:
Birincisi, daha fazla borç vermek, halkı borca boğmak. Krediyi kredi ile kapamak, borcu borçla kapatmak. Aslında, eskiden “tefecinin eline düşmek” denilen şey, borcu borçla kapatma işi idi. Böylece, sadece faiz için çalışmakla kalmazsınız, giderek, tefeciyi kendi ortağınız hâline getirirsiniz. Türkiye’de şu anda bu yapılıyor. Devlet bankaları, halka 3-10 bin TL arasında %7,5 (gerçekte %9) faizle borç veriyor. Vatandaş, bu kredileri, “nasılsa yakında seçim olur ve bu borçlar silinir” düşüncesi ile, ödememek üzere alıyor. Demek ki, artık oy almak için verilecek rüşvet, “kömür” olmaktan çıkıyor ve 3-10 bin TL olarak şekilleniyor. Saray Rejimi, bu parayı önceden dağıtıyor. Borçlu vatandaşı korkutmak daha kolay olur diye düşünüyor. Hazır bu durum varken, seçimi de mümkün olan en erken zamanda yenilemek istiyor. Daha 3 yıllık iktidar süresi var ama, Erdoğan, bu sürenin nasılsa tamamlanamayacağı fikrinde olmalıdır. Bu nedenle elini güçlendirmek istiyor. Seçim için fırsat kolluyor ve bu vatandaşa verilen kredilerin, işine yarayacağını düşünüyor olmalıdır.
Ancak, işler pek böyle gideceğe benzemez. Zaten borcunu ödememeyi kafasına koymuş “vatandaş”, seçim dönemine kadar çok daha büyük zorluklara düşecek gibidir. Erdoğan, diyelim ki Ekim veya Kasım’da seçim yapmayı planlasa dahi, krizin daha derin yansımalarını engellemiş olamayacak. Yani, bu borçlandırma işlemi, artık işlevini yitirmeye başlayacak. Kişi, ödenebilir bir borcu varken gösterdiği tepkileri, borcunun ödenemez hâl aldığı durumda gösteremez.
Bu borçlandırma işlemleri, konut satışlarında bir hareketlenmeye neden olmuştur. Bir yıl ödemesiz konut kredisi, birçokları için, “bir yıl bedava oturmak” anlamına gelmektedir ve bu durum, birçok kişiyi harekete geçirmiştir. Birçok kişi, aile içinde ya da akrabalar arasında, konutların el değiştirmesi yolu ile, gerçek olmayan satışlarla, krediyi almaktadır. Bu nedenle, özel bankalar, kredi vermekte çok istekli değildir. Ve Damat-Erdoğan ikilisi açıkça bankalara baskı yapmaktadır. Bankalar ise, ellerinde biriken konut stoğu nedeni ile korku içindedir. Yakında her banka, konut zengini olabilir. Zira bu borç ödenebilir değildir. Aslında, Türkiye’de bankaların verdiği kredinin mevduat karşılığı hâlâ %13-14’ler civarındadır. Ama borçların ödenememe olasılığı oldukça yüksektir.
Bir de şirketlere verilen krediler söz konusudur. Şirketler, açıkça, kredileri alıp, eski borçlarını ödemekte ya da aldıkları krediyi, dolar, euro veya altına çevirmektedir. Böylece kredi faizini bu yolla elde etmekte, dövizin veya altının durumuna göre de kendilerinin kayıplarını azaltma yolları aramaktadırlar.
Demek ki, tüm bu borçlandırma, bir yatırım sistemini harekete geçirmemektedir. Birçok kişi, ancak internet üzerinden online satış siteleri kuracak “yatırımlar” yapmaktadır, hepsi de budur. Talep büyümediği sürece, bu online ticaret firmalarının da batacağı kesindir.
İkincisi, devlet para basarak, hem memur maaşlarını ödemekte, hem de Saray çevresi diye adlandırılan bir iş adamı kesimine yeni rant olanakları yaratmakta, onlara sermaye aktarmaktadır. Bu konuda ne bir sınırları var, ne de bir endişeleri. Ciddi bir sermaye aktarımı sürmektedir. Erdoğan, öyle anlaşılıyor ki, artık bu çevrelerden korkmaktadır. Bu Saray çevresi (isterseniz buna Saray çeteleri diyelim) Erdoğan’dan uzaklaşmasın diye, Erdoğan kesenin ağzını açık tutmaktadır. Bu çetelere bazı tarikatları da eklemek mümkündür, bazı sosyal medya çetelerini, bazı basın çetelerini, bazı sektörlerin çetelerini de eklemek mümkündür. Muhtemelen bu çeteler, salgın sürecinde, ciddi ölçüde servetlerine servetler eklemişlerdir. Erdoğan bu kesimi beslemeyi özellikle önemli buluyor. Gerçekten de bu kesimin en azından bir bölümü için, ekonomi tıkırında diyebiliriz.
Üçüncüsü, krizi halkın ve işçi sınıfının üzerine yıkma politikasıdır. Bunun için, bir yandan zamlar devreye sokuluyor, bir yandan, yaygın vergiler devreye sokuluyor. Otoyol ücretlerinden tutun da, ürünler üzerindeki ÖTV ve KDV artırımlarına kadar birçok yol deneniyor. Sürekli vergiler artırılıyor. İthalat vergileri artırılıyor. Ürünlerin fiyatları sürekli artırılıyor. Elektrik, su, doğalgaz, benzin fiyatları, anlamsız bir biçimde artırılıyor. Petrol fiyatları 60 dolar/varilden 20 dolar/varile indiği hâlde, bizde benzin fiyatları sürekli artıyor. Fiyatları, geçen yıldan bu yana %50’den az artmış hiçbir ürün yok desek yeridir. Geçen yılın 500 TL’lik gıda alışverişi, bu yıl 900 TL civarındadır.
Ama krizin yükünün işçi ve emekçilere yıkılmasının tek yolu bu değildir. Devlet, açık olarak, işçilerin kıdem tazminatlarına saldırı için fırsat kollamaktadır. Denemeler yapıyorlar, tansiyonu ölçüyorlar, ona göre geri adım atıyorlar. Ama aslında kıdem tazminatlarına dönük saldırı açıktır ve nettir. Bugün, bunun tartışıldığı koşullarda sendikalar ciddi bir tepki ortaya koymuyorsa, aslında, yarın herhangi bir tepki ortaya koyma şanslarını da ortadan kaldırıyorlar demektir.
İşsizlik fonunu yağmaladılar.
Sendikalar, normalde, asgarî ücretin vergi dışı kalmasını vb. savunacakken, tersine, işçiden kesilen paralarla kurulan işsizlik fonunu iç eden, yağmalayan devlete karşı seslerini dahi çıkartmıyorlar. Tepki verme sınırını, tepki verme hattını bu kadar geri noktaya çektin mi, gelecek çarpışmayı kazanma şansın da kalmayacaktır.
Şimdi, işsizlik fonunun denetiminin sendikalara verilmesi gerekirken, iktidar, kıdem tazminatlarına saldırı hazırlığını ortaya koyuyor. Üstelik bu yeni de değildir. Bu açıdan fırsat kolladıkları da açıktır.
Dördüncüsü, yani ekonomi yönetiminin dördüncü yöntemi, yalandır. Resmî yalan, istatistikî yalan, kuyruklu yalan vb. Hangisini isterseniz hepsi var. Saray her türlü yalanın üretilme merkezidir. Açıkça, resmî-istatistikî yalanlar söylüyorlar.
İki konu var ki, bu konuda yalan söylemek için, çok özel çalışmalar yapılmaktadır. Birincisi enflasyondur. İkincisi ise işsizlik rakamlarıdır.
Her işçiye açık çağrımızdır.
1- Sendikalarınızı, enflasyon hesaplaması araştırmaları yapmaya ikna edin. Zira, TC devletinin enflasyon hesaplamaları yalan ve yanlıştır. Bunu bilerek yapıyorlar. Böylece, ortaya bir “resmî rakam” koymuş oluyorlar. Bu resmî rakam, başka rakamlar yoksa, herkes yalan olduğunu bilse de işe yarıyor.
Bu nedenle sendikalar, enflasyon çalışması yapmalıdırlar. Eğer sendikanızı ikna edemiyorsanız, siz, işçi komitesi olarak bunu yapmalısınız. Geçen sene, mesela 1 Haziran’da, yapılan 500 TL tutarındaki bir gıda alışverişi, bu yıl 910 TL tutmaktadır. Aynı miktarda peynir, aynı miktarda zeytin, aynı sayıda yumurta vb. alınmış olduğu hâlde.
Demek ki, her işçi komitesi, diyelim ki, 5 aile için, her ayın birinde, bir alışveriş yapacak, aynı miktarda ürünü, gelecek ayın birinde de alacak. Bu yolla fiyatlardaki aylık değişimi, giderek yıllık değişimi görebilecektir. Bu en ilkel enflasyon hesaplamasıdır. Bunun içinde evinize gelen telefon, gaz, elektrik, su faturaları yoktur, bunun içinde kiranızdaki artış yoktur, bunun içinde çocuğunuzun kırtasiye ve okul masrafları yoktur, bunun içinde giyim masrafları yoktur. Sendika merkezi, bu konuda 5 kişilik bir birim kurarsa, bu birimdekiler, iktisat ve/veya istatistik bölümlerinden mezun insanlardan oluşursa, bu işin altından kalkmaları mümkündür. Kaldı ki, bu 5 kişilik birim, aynı zamanda işsizlik rakamlarını da izleyebilir.
Ülkede enflasyon %50’lerin üzerindedir. Ama resmî olarak %11 görünmektedir. Bu, işçi ücretlerine yapılacak zam için temel olarak alınmaktadır. Alım gücü, gerçek anlamda ücreti düşen işçiler, elbette krizin bedelini ödemektedirler. Demek oluyor ki, sendikalar, bilerek bu alandan uzak durmaktadırlar.
Öyle ise, bir bilimsel kurul, böylesi bir çalışmayı bedelsiz olarak yapmalı, BİK’e vermelidir. İşçiler, bu konuda bir şeyler yapmalıdırlar. Üstelik bu kurulun kimlerden oluştuğunun da açıklanması şart değildir.
İşsizlik rakamları da öyledir.
Biliniyor TÜİK, Nisan 2020’de işsizliğin düşerek 3.800.000 kişiye gerilediğini, binde 2 oranında bir gerileme olduğunu ilan etmiştir. Evet bu rakama kimse inanmamaktadır.
2- Ama, yine de sendikaların bu konuda çalışmalarının, araştırma yapmalarının gerekli olduğu açıktır. ILO sözleşmelerine göre işsizlik tanımı bile sorunlu iken, bir de iktidarın rakamlarla oynaması ve “resmî işsizlik” rakamlarını sürekli değiştirmesi söz konusudur. Sendikaların bu rakamları izleyebilecek birimleri vardır. Bunun için, sendikaların daha ciddi daha bilimsel çalışmalar yapmaları, sendikal örgütlenmenin gücünü kullanmaları gereklidir. Örneğin, bundan 10 yıl öncesinin kabullerine göre açıklanan işsizlik rakamlarının takip edilerek, bugün bu rakamların neye dönüştüğünün ortaya çıkarılması mümkündür.
Bugün, iktidarın ekonomik tedbirler olarak ortaya koyduğu bu dört uygulamanın içinde en etkilisi “resmî-istatistikî yalan” söylemesidir. Herkes, enflasyon rakamlarının, işsizlik rakamlarının yalan olduğunu biliyor. Ama kimse gerçeğin ne olduğu konusunda bir netliğe sahip değil. Bu durum, işçilerin günlük mücadelesini etkilemektedir. Elbette, işçi sınıfının uzun erimli mücadelesi açısından bu etki önemsizdir. Ama günlük mücadelesi açısından da çok etkilidir. Yeri geldiğinde sendika, %10’luk zam artışını, “zafer” olarak sunabilmektedir.
Tüm bunların özeti, Damat’ın ve Saray medyasının gösterdiği biçimi ile “ekonomi tıkırında” olarak ele alınabilir mi?
İşverenler, kapitalistler için, elbette öyledir. Bankaların kâr oranları artar, büyük şirketler daha da büyür, sermayenin bir bölümü el değiştirir, ama sonuçta kapitalistler için işler tıkırındadır. Kuşkusuz birçok kapitalist işletme batacaktır. Turizm firmaları dibe vuracaktır.
Ama işçi ve emekçiler için, kriz daha şiddetli bir biçimde kendini gösterecektir. Muhtemelen Eylül ve Ekim aylarında kriz daha da derinlik kazanacaktır. Birçok firma işçi çıkartacak, birçok hizmet sektörü çalışanı işinden olacaktır. Ücretlerin reel olarak düşmesi kendini Eylül-Ekim aylarında daha net ortaya koyacaktır. Kurlardaki yükselme, dış turizmin gerilemesi ile daha zor frenlenebilecektir. Borsada devlet eli ile yapılan resmî hileler daha az yapılabilir olacaktır. Bu durum, işçilerin, emekçilerin yaşamlarını daha da zorlaştıracaktır.
Bu durum, bize işçi sınıfının örgütlülüğünün ne kadar elzem bir mesele olduğunu göstermektedir. İster günlük haklar için mücadele açısından olsun, ister uzun erimli iktidar mücadelesi açısından olsun, örgütlenme, işçi sınıfının en önemli sorunudur.