Saray Rejimi’ne karşı direniş, Birleşik Emek Cephesi

Bir yıl önce genel seçimler, gayrimeşru seçimler ve birkaç ay önce yerel seçimler yapıldı. Biz, bu seçimlerin öncesinde, uluslararası sermayenin, ülke ekonomisine doğrudan el koyduğunu söylüyoruz. Gelişmeler bizi doğruluyor.

Bu geniş bir anlaşmadır. Bir yandan ekonominin yönetimine “alacaklı” sıfatı ile el koyuyorlar. Diğer yandan bir savaş kabinesi oluşturuyorlar. Seçim sonrasında Saray Rejimi’ne bir “savaş kabinesi” değişimi yapılmıştır. Bu yeni düzenlemedir. CHP’li belediyeler, her biri anlamında değil, genel olarak bu savaş düzeninin sonucudur.

Efendiler, egemenleri tetikçi olarak bir savaşa sürmek istiyorlar. Elbette TC egemenleri, devlet, Saray Rejimi bu konuda çok histerik isteklere de sahiptir. Bir yandan Kürt adına ne varsa yok etmek istiyorlar, diğer yandan da Kerkük-Musul-Suriye toprakları üzerinden hayaller kuruyorlar.

Yani, savaş sadece ABD ve NATO’nun isteği değildir; istek oradan geliyor, düzenek öyle kuruluyor ve buna bağlı iç düzenlemeler yapılıyor. Savaş kabinesi dediğimizde anlaşılması gereken budur. Deniz Adalı, hemen seçimlerin ardından, bu durumu kaleme almıştı. Bugün, daha anlaşılır duruyor.

Elbette Ortadoğu’da, hele hele İran’a karşı bir savaşta tetikçi olmak, aslında karşılıklı yıkımı kabul etmek, kendi topraklarını da savaş alanı hâline getirmeyi kabul etmek demektir. İsrail’in Filistin soykırımı savaşı, Filistin cephesinin tüm güç eksikliğine rağmen, öyle kolay zaferler vadetmiyor. Türkiye’nin İran savaşı söz konusu olunca, yıkımın boyutlarını hesaplamak çok zor olmasa gerek.

Yerel seçimlerden bu yana Saray Rejimi, bizim liberallerin alkışlarını alacak, “burjuva demokrat”larımızın “haydi inşallah” diye iç geçirmelerine neden olacak, NATO’cu ve demokrasi sever “aydın”larımızın “ohh nihayet demokrasiye geçeceğiz” demelerine yol açacak şekilde, “yumuşama”dan söz ediyor.

Saray Rejimi’nin iktidar kanadı “yumuşama” diyor. Saray Rejimi’nin muhalefet rolündeki kesimleri ise “normalleşme” demeyi tercih ediyor. Kürt hareketi için Barzanici kesimler “çözerse Erdoğan çözer” sözleri ile yeni ittifak döneminden söz edebiliyor.

Peki bunun nedeni nedir?

Bizim Kaldıraç Hareketi olarak vurgularımız, bu noktada önemsenmelidir. Özetle şöyle diyoruz: “Yumuşama” ya da “normalleşme” dedikleri şeyin asıl nedeni, bazılarının sandığı gibi, “demokratikleşme” falan değildir. Tersine, savaş planlarıdır. Savaş, toplumun bir kesimini kutuplaştırarak yürütülemez. Toplumun diyelim ki %30’unu, %50’sini kutuplaştırma ile, iktidarın savaş politikasına bağladınız, iyi ama bu arada kalanını da savaş karşıtı hâline getirme riskiniz ne olacak? İşte, bu nedenle söylüyoruz, tüm bu “yumuşama” makyajları, sahtekârlıktır.

Saray Rejimi’nden herhangi bir olumluluk, “demokrasi” vb. beklemek, her şey bir yana, bu ülkede yaşayın yaşamayın, “tuhaf” bir hâldir. İnsanın, mesela bir “aydın”ın, bir solcunun, bir devrimcinin, mesela bir Kürt’ün, sıradan bir insanın, bu yalan-dolana inanması için, gerçeklerden kopuk, “çocuk akıllı” olması gerekir. Öyle değil ise, gerçekte Saray Rejimi’nin doğrudan ya da dolaylı savunucusu, görevlisidir.

Saray Rejimi’nden yalan, daha fazla yalan, karanlık, daha fazla karanlık, baskı, daha fazla baskı, tehdit, şantaj vb. dışında bir şey beklemek, olumlu herhangi bir şey beklemek, aslında Saray Rejimi’ni, TC devletini hiç ama hiç anlamamaktır.

Egemen, yani emperyalist efendiler ve onların yerli uşakları, tüm hızla bir savaş politikasını devreye sokmuşlardır ve biz buna “içeride ve dışarıda savaş” diyoruz.

Savaş hukuku uygulanmaktadır ve bunu her gün görüyoruz.

Tüm bu uygulamalar, katliamlar, bombalamalar, tutuklamalar, iç savaş hukukuna uygun yargılamalar, hepsi ama hepsi, bir kişinin “histerik” isteklerinin, Erdoğan’ın kişisel isteklerinin sonucu değildir. Hayır, tüm bunlar bir devlet politikasıdır, tüm bunlar Saray Rejimi’nin organizasyonudur. Öyle geçici şeyler değildir. Yani, bir çeşit ileri-geri hareket demek değildir. Tersine, kalıcı şeylerdir, katı şeylerdir.

Bu nedenle, CHP ve bazı “muhalif” kesimlerin “anayasa” vb. tartışmaları da, gerçekte, savaş politikaları gereği, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, kısacası toplumsal muhalefetin tepkisini kontrol altına almak içindir. Yani, Saray Rejimi’nin bitmez tükenmez oyunlarının bir devamıdır. TC devletinde oyunlar bitmez.

İster Kürt hareketi içinde bazı kesimlerin, ister sol ve devrimci hareket içinde bazı kesimlerin, bu manevraları anlama zorunluluğu vardır. Bunu görmemek, aslında, niyetiniz ne olursa olsun, Saray Rejimi’ne karşı mücadeleyi engellemektir.

Saray Rejimi seçimle gitmez.

Buna birinci nokta demeliyiz.

Peki ne ile gider? Mesela fal açarak mı, tanrılara dua ederek mi, emperyalist efendilerin bizi Erdoğan’dan kurtarması yolu ile mi, evinde oturarak mı; ne ile gider?

Bu sorunun da yanıtlanması gerekir.

Saray Rejimi, direnişle gider, devrimci direnişle.

Bunun da yolu açıktır.

Gezi Direnişi’nden bu yana, ülkede, TC devletinin tüm baskı, yalan, tehdit vb. politikalarına rağmen, direniş hiç durmamıştır. Elbette, Gezi’deki tarzında sürmemiştir, zaten süremez de. Ama ülkenin her yerinde, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin vb. direnişi sürmektedir. Yerel direnişler, ister az sayıdaki insanla, ister daha büyük kalabalıklarla ortaya çıkmış olsun, sürmektedir.

Saray Rejimi, TC devleti, emperyalist efendiler vb. nasıl bir düşman cephe olarak analiz ediliyorsa, buna karşı direnişler de, ne denli size zayıf görünürse görünsün, analiz edilmek zorundadır. Hattâ dikkat noktası buraya kaydırılmalıdır, diye vurgulamamızın nedeni de budur.

Evet, direnişler sürmektedir, yerel, daha dar kapsamlı ama belli bir süreklilikle bu direnişler sürmektedir.

Direnişler, daha çok kendiliğinden karakterdedir, daha az örgütlüdür. Bu, bugünkü direnişlerin gerçeğidir. Örgütlülüğü zayıftır ve bu nedenle yerelden genele gelişme eğilimleri de eksik kalmaktadır.

Direnişler, demek ki, daha örgütlü, daha fazla sayıda, daha süreklilik kazanacak tarzda, daha tüm toplumu saracak tarzda bir eğilim içine girsin diye, devrimci hareketin görevleri vardır. Bu, aslında devrimci hareketin görevidir. Yoksa, direnişlerin zayıf yönleri üzerine konuşmanın ne anlamı olur?

Tüm direniş hareketinin en kararlı, en sağlam ama en az örgütlü kesimi, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, devrimci örgütlenmeden hâlâ uzaktır. İşçiler, kendi sendikalarına bile sahip değildirler. İşçi sendikalarının büyük çoğunluğu, uzun süredir, işçi sendikası değildir. 1 Mayıs 2024’te, bu durumun sahaya yansımalarını en net biçimde gördük. Ama bu, dünden gelen durumdur. Bugün ise, başka bir eğilim de ortaya çıkmıştır. Bazı sendikalar, daha az kalabalık olsalar da, daha güçsüz sendikalar olsalar da, bir mücadeleyi ortaya koymaktadırlar. Ve dahası, son birkaç yıla baktığımız zaman, bu mücadeleci sendikaların hem nicel hem de nitel olarak gelişme eğiliminde olduklarını görebiliriz. Bazı sendikalar üye kaybederken, bu “mücadeleci sendikalar” güç kazanmaktadır. Bu sendikalara mücadeleci sendikalar, gerçek anlamı ile işçi sendikaları demek doğrudur.

İşte toplumsal muhalefetin en kararlı unsuru olan, sosyalist devrim mücadelesinin öncü gücü olan işçi sınıfının durumu bu biçimde ele alınabilir, böyle özetlenebilir.

Toplumsal mücadele içinde işçi sınıfının yanı sıra, direngen bir mücadele yürüten, kadınlar ve öğrenciler de sayılmalıdır.

Sol içinde CHP kuyrukçuluğu, bu direniş mücadeleleri karşısında beklenilen etkiyi göstermekten uzaktır. Solun sağa doğru kayışı, ülkemizdeki kitlesel hareketin sola doğru kayışı nedeni ile sıkışmış bir durum yaratmaktadır. Artık, CHP kuyrukçuluğunun deşifre olduğunu, kitlelerin bu yolun bir yol olmadığını anlamaya başladığını söylemek mümkündür.

İşte bu koşullarda, devrimci hareketin birlikte hareket etme yeteneği ilk nokta olarak öne çıkmaktadır. İkinci nokta ise, kitlesel hareketin daha örgütlü, daha sürekli hâle getirilmesidir.

Bu iki nokta önümüzdeki dönem, sınıf savaşımı açısından büyük önem taşımaktadır.

İşte Birleşik Emek Cephesi, tam da bu iki soruna birlikte çözüm oluşturma iradesi demektir. Birleşik Emek Cephesi (BEC), sadece seçim dönemlerinde oluşturulan ittifaklar gibi bir dar anlamlı ortak mücadele zemini demek değildir. Tersine, kalıcı, uzun süreli bir mücadele için, devrimci hareketin savaş arkadaşlığının geliştirilmesi ve kitlesel direniş hareketinin yükseltilmesini hedefleyen bir tutumdur.

Elbette sadece kısa dönemli eylemler için farklı ittifaklar da geliştirilmesi önemlidir. 1 Mayıs için oluşturulan birliktelikler ya da ortaya çıkmış olan bir eylemlilik için geliştirilen platformlar gibi organizasyonlar her zaman yapılmaktadır, yapılmalıdır. Ama her devrimcinin, BEC üzerine düşünmesi ve kalıcı, uzun soluklu bir savaş arkadaşlığının gelişimi için atılması gereken adımları ele alması gerekir. Bu, Birleşik Emek Cephesi’dir. Elbette bunun örgütlenmesi, düz bir pratik süreç ile başarılamaz. Bir yandan devrimci örgütlenmelerin birlikte hareket kabiliyeti, diğer yandan ise çeşitli kitle örgütlenmelerinin ortaklaşa hareketi, farklı çözümler ve gelişim yollarını gerektirir. Her iki alanın da karakteri farklıdır. Ancak mücadelenin gerekleri, bize farklı denemelere de hayat fırsatı vermemizi dayatabilir. İlke, her iki alanı birden gözeterek hareket edebilmektir. Doğrusu, bunun olanakları vardır. Bu hem gereklidir hem de olanaklıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz