22 Mayıs 2024 tarihli Resmî Gazete’de, 52 sayfalık, “savaş hâli yönetmeliği” yayınlandı. Elbette beklenendir. Ama yine de öyle geçiştirilecek, beklenen olduğu için üzerinde durmaya gerek yok denecek bir gelişme değildir.
Yönetmelik 52 sayfadır.
Dördüncü bölümü, “Seferberlik ve Savaş Hâli” başlığını taşıyor. Aktarıyoruz:
“Madde 24 – (1) Cumhurbaşkanı, aşağıda belirtilen hâllerde genel veya kısmi seferberlik ilanına karar verir:
a) Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi.
b) Ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve/veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması.
(2) Seferberlik ilanı kararında, seferberliğin genel veya kısmi oluşu, kısmi seferberlikte kapsayacağı yerler, seferberliğin yürürlüğe gireceği tarih ve saat belirtilir.”
Burjuva medyamız, doğrudan Saray beslemesi olsun, dolaylı olarak devlet destekli (CHP kontrolünde) medya olsun, bu haberi, seferberlik kararının, Bakanlar Kurulundan alınarak Cumhurbaşkanı’na bağlanması yönü ile verdiler. Yani, onlara göre, Bakanlar Kurulunda bu seferberlik ilan yetkisi olsa, Cumhurbaşkanı’nda olmasından daha iyidir.
Oysa bu tümü ile işin üstünü örtmeye yönelik, CHP’nin üstlendiği göreve uygun olarak, meseleyi karartmanın bir yoludur, “yalan”dır.
Demek, gerçeğin bir bölümünü yanlış olarak öne çıkartmak, aslında o şeyin gerçek karakterini örtmek anlamına geldiği için, yalan olarak adlandırılabilir.
Bu olaya bakalım.
Eğer, seferberlik yetkisinin Bakanlar Kurulunda olması hâli olsaydı, ne fark ederdi? Hiçbir şey. Çünkü, Bakanlar Kurulu diye bir şey, gerçekte yoktur. Mesela Milli Eğitim Bakanı diye bir Bakan, aslında kâğıt üstünde vardır, MEB, Saray’a bağlıdır ve Saray’da Bilal tarafından yönetilmektedir. İster Bilal tarafından yönetilsin, isterse Bakan tarafından, zaten Saray’dan bağımsız hiçbir şey yapamaz. Bunu herkes biliyor. Biz de, bilerek Milli Eğitim Bakanlığını (MEB) örnek veriyoruz. Çünkü bugünlerde “yeni müfredat” çalışması tartışılıyormuş gibi yapılıyor. CHP, Milli Eğitim Bakanı’na karşı konuşuyor. Oysa, Bakan, bir kukladan daha alttadır. Kukla olan Erdoğan’dır ve Bakan, onun da kuklasıdır. Kuklanın kuklasıdır. Bu durumda, sözüm ona muhalefet, Bakan’a karşı sözler ederse, havaya konuşmuş olur, ki amaçları da budur. Oysa en yüksek merci Saray’dır ve ona karşı konuşmak gerekir.
Seferberlik yetkisi, Bakanlar Kurulunda olsa, yine, Saray’da olmuş demektir. Yani, aslında bir şey fark etmez. Dolayısıyla haberin ilgi çekici yönü burası değildir.
Saray’a verilmesi de önemsiz değildir. Ama bu, haber olacaksa, şöyle sorulmalıdır: Hayırdır, Erdoğan bir yere mi gidiyor, yeni gelecek olan için yönetmelik mi çıkartılıyor? Sorudur.
Ve dahası, Cumhurbaşkanı’na verilmesi, seferberlik meselesinin bir çeşit güncellenmesidir.
Şimdi, yasaya bakalım.
“Madde 24 – (1) Cumhurbaşkanı, aşağıda belirtilen hâllerde genel veya kısmi seferberlik ilanına karar verir:
a) Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi.
b) Ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve/veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması.”
“Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi” ne demektir? Savaş hâli değil de, bu yönde bir durumun baş göstermesi yeterlidir. “Baş göstermek”, aslında bir eğilimi gösterir ve birileri “baş gösterdi” diyebilir. Demek ki, savaş hâli olması şart değil, “baş göstermesi” yeterlidir.
“b) Ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve/veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması.”
Ve bu ikinci bölüm, daha da ilgi çekicidir. Burada durumlar var: İlki ayaklanma olması durumudur. Bozuk Türkçedir, zira Saray artık dille ilgili değildir. Ayaklanma durumunda denilebilirdi.
“vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve/veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması.”
Demek, “kuvvetli ve eylemli bir kalkışma” önemli.
Neye karşı? Vatan veya Cumhuriyete karşı. Devlete karşı ayaklanma biliniyor, “vatan”a karşı ayaklanma, tuhaf bir dil olmalı. Tümü ile subjektif değerlendirmelere bağlıdır. Devamında, “içten ve/veya dıştan tehlikeye düşüren davranışlar” denilmektedir, tümü ile yoruma bağlıdır.
Aslında burjuva basın, rahatlıkla bu konuyu ele alabilir ve tartışabilir. Çünkü şu ana kadar söylediklerimizde, burjuva basının kapsamını aşan bir şey yok.
Ama mesele de tam da burada başlıyor. Ele alamazlar, zira bu yönetmeliğin yenilenmesi, bizzat, savaş hâli ilanı anlamına gelmektedir. Ve burjuva basın, muhalifleri de dâhil, bunu hemen hisseder. Hissetmişlerdir. Bu nedenle, konuyu ele almak istemezler. Sadece haber olsun diye, halk ayağını denk alsın diye, seferberlik yetkisi Erdoğan’a verildi, demekle yetinirler. Böylece, Saray’ın beklentisini yerine getirmiş olurlar. Yoksa korku nasıl yayılacak?
Biz, Kaldıraç Hareketi olarak, Mayıs 2023 seçimlerinin hemen ardından, Saray Rejimi’nde değişen yönleri vurgulamaya başladık. İlki, ekonominin bir konsorsiyuma devredilmesiydi. Bu konsorsiyum, alacaklılardan oluşmaktadır ve bizim anladığımız kadarı ile anlaşma, Mart 2023’te yapılmıştır. Anlaşmanın içinde yerel seçimler de vardır. Bu nedenle CHP, “işimiz belediye” sloganını atmaktadır. Bir diğer önemli nokta olarak, seçimlerle birlikte oluşan yeni “kabine”nin, “savaş kabinesi” olduğunu söyledik.
Demek ki, Saray Rejimi’nin güçlendirilmesi diye adlandırdığımız sürecin detaylarını anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi belki biraz daha nettir. Anlamak istemeyen için elbette anlamak mümkün olmaz. Ama Saray Rejimi’ni kavramak isteyen için, bizim Kaldıraç dergisinde, 1 yıldır yazdıklarımızı okumalarını önermemizi fazla bulmamalısınız.
Saray Rejimi’ne savaş düzenlemesi yapılmaktadır.
Savaş düzenlenmesinin gerekleri vardır.
Önce “yerel seçimler” yapılmış, anlaşmanın bu bölümü de hayata geçirilmiştir. Ardından Saray “yumuşama” adı altında, 1 Mayıs ablukasının ardından, Özgür Özel’i kucaklamıştır. Kucaklanmış olan CHP, “yumuşama” yerine “normalleşme” sözünü öne çıkartmıştır. Bu arada, yeni anayasa tartışmaları devreye sokulmuştur.
Tüm hamleler, aslında %50’yi bir arada tutma politikaları ile, savaşa gidilmesinin mümkün olmaması nedeniyledir. Savaş, %50’nin karşı çıktığı bir süreçte, sürdürülemez, kaldı ki %50 yalandır, Saray’a ve savaşa karşı olanların oranları %50’yi çok geçmektedir. Böylece Saray, adına “gerilim politikaları” denilen uygulamalardan “yumuşamaya” geçeceğini ilan eder gibi yaptı. Ama bu arada savaş yasaları, yönetmelikleri çıkmaya başladı.
Yumuşama, Kobanȇ Davası’nda, 1 Mayıs Taksim kutlamaları girişiminde devreye girmedi. Yumuşama, CHP ile görüşme, Özel’i kucaklama ile sınırlıdır.
Ve bu süreç son derece hızla savaş hazırlıklarının artırılması ile devam etmektedir. Savaş kabinesi, aslında Saray Rejimi’nde bir değişim değildir. Ama savaş kabinesi, Saray Rejimi’nin içeride ve dışarıda savaşı sürdürme politikalarının, Almanya ve ABD arasındaki anlaşmaların gereğidir.
Saray Rejimi, içeride ve dışarıda savaş politikalarından bir dirhem geri adım atmıyor. Tersine, savaş daha da sıcak hâle geliyor. Hem emperyalist efendiler, NATO tetikçilik rolünün devamını sağlama isteğindedir hem de Türkiye burjuvazisi kanlı parayı çok sevmişe benzemektedir. Bu nedenle bölgenin her noktasında savaşı körüklemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. İşte bu yeni yönetmelik, bu savaş hazırlıklarının, hem fiilî hem yasal hem de psikolojik hazırlığı için devrededir.
Egemen, en çok, bir toplumsal ayaklanmadan korkmaktadır. Dikkat edilsin, genel anlamı ile “toplumsal tepki”den söz etmiyoruz. Yönetmelik de öyle demiyor, doğrudan ayaklanma diyor.
Dikkat edilsin, egemen, Saray Rejimi, içeride bir devrimi, bir ayaklanma riskini görüyor ve buna karşı önlemler alıyor.
İçeride ve dışarıda savaş politikası dememizin nedeni budur.
Bizim liberal solcularımıza duyurulur; devlet, bir toplumsal ayaklanmadan korkuyor. Otoriter şeyleri sevmeyen ve bu nedenle de örgütlü mücadeleyi hiç ama hiç sevmeyen, yürekleri kurumuş, kafaları kurtlu liberal solcularımız bilirler ki, ayaklanma, son derece otoriter bir şeydir.
Belki de Saray, bu solcularımızı, bir toplumsal ayaklanma durumunu önlemek üzere göreve çağıracaktır ya da çağırmıştır.
Gezi Direnişi’nin 11. yıldönümünde, 15-16 Haziran’ın 54. yıldönümünde, egemen, ayaklanma olasılığından söz eden yönetmelikler çıkartmaktadır.
Mesele açıktır.
Gelişmeler, maskeleri indirmektedir.
Kimse artık maskeli baloyu sürdürebilecek hâlde değildir. Egemen kendi gerçek yüzünü hiçbir engel tanımadan ortaya koymakta, kendine bağlı liberalleri, sözüm ona sol aydınları, liberal solcuları da maskesiz bırakmaktadır.