Sahi, siz “Yeşilçam”ı eleştirenlerden misiniz? Hani, öyle bir tek filmi eleştirmekten söz etmiyoruz. Daha kapsamlı bir biçimde, Yeşilçam sinemasını gördüğünde uzak duranlardan mısınız? Hani, Cüneyt Arkın’ın (kendine de nasıl bir soyad seçmiş, “Arkın”. Acaba “ark”tan mı geliyor, yoksa “kın”dan mı? Hani, “ar”ını, “kın” içine koymuş gibi mi? Neyse…) bir vuruşta “kahpe Bizans”ın “kahpe dilber”ini kurtarmak için kılıcıyla 10 adamı aynı anda yere sermesine bakıp, tüm “Yeşilçam”ı görmezden gelmeyi yeğleyenlerden misiniz? Peki, “Örümcek Adam”da ya da “007”de, Cüneyt’in sahnelerinden bin kat daha absürt sahneleri nasıl seyretmeye doyamadınız? Yoksa siz, “Beyaz Türk” olmak için, Türkiye’nin “küçük Amerika” olma projesinin yan ürünü olanlardan mısınız?
Sanırım, “Yeşilçam”ı tümden yerle bir eden ve seyretmeyi bir çeşit “düşük kaliteli” seçim bulan, tuhaf kelimeleri art arda sıralayınca kendini bilgili gibi göstermeyi başaran pek çok karakter, Amerikan filmlerine bayılır. Aynı biçimde mesela Hint sinemasını da hiç sevmezler. Eğer Batı’dan gelmiyorsa “banal”dir. Acaba, bugünlerde “banal” yerine ne kullanıyorlar? Zengin şımarık kadınlar acaba, aşağılamak için “banal” yerine ne diyorlar?
Kuşku yok ki, “Yeşilçam”da çok eleştirilecek şey var. Ama yine de “Yeşilçam” kültürü diye bir kültür var ve sinemamızın emekçileri, birçok zorluğa katlanarak, güzel şeyler yapmayı da denemişlerdir.
Bu nedenle, bugünlerde “Saray sineması”nda gösterime giren sahneleri düşünüp de, bunlar “Yeşilçam”ın en kötü filmlerinden de kötü demeden önce, biraz olsun, “Yeşilçam”a haksızlık olmaması için bir not düşmek gerekli oldu.
Konumuz elbette sinema değil, ama Saray sineması, “Yeşilçam”a kurban olsun!
Basın, Erdoğan, Bahçeli, İletişim Başkanı Altun, sırlar adamı Kalın, ordan buraya burdan oraya “füze atma” ustası Fidan, “yeni jön” Özel ve maalesef son kadın oyuncu olarak sahneden çekilen Akşener’in yerini doldurmaya çalışan AK Parti’nin yeni yıldızı Zengin ve başkaları, hep birlikte her gün yeni bir film vizyona çıkartıyorlar.
Her biri, diğerinden pespayedir, her biri bir diğerine göre daha “çukur”dur. Eğer en pespayesini seçecek bir jüri olsa, jüri üyelerinin seçim yapması çok zor olacağından, tümünü, en pespaye olacak olanı seçmek için bir tombala torbasına koyar ve oradan ilk çekileni seçmek zorunda kalırlardı. Sadece komik değildirler, hem trajiktirler hem de komik. İçlerinde “kurgu” vardır ama bilimden uzak kurgudur. Dram, hep aralara serpilmiştir ve hepsinde “memleketimizin hâli”, “vatan-millet” edebiyatı şeklindedir.
Sonra da, TV kanallarında, buna Sözcü, buna Halk TV ve buna Merdan TV de dâhil, bu film sahneleri üzerine “düşünür”lerin “derin” analizleri devreye girmektedir.
Bakalım bakalım; Bahçeli, DEM Parti yöneticilerinin elini sıkmak için, bizzat yerinden kalkmış (demek ki, yerinden kalkmanın “bizzat” olmayan bir hâli de var olmalı) ve eylemini gerçekleştirmiş, ellerini sıkmıştır, “düşünür” ordusu bu konuda ne yorum yapacak?
Ardından, hızını alamamış, bunun üzerine, eylemini savunan, içinde tehdit mesajları da olan birkaç konuşma yapmıştır.
Bitmemiştir.
Ardından, Öcalan’ı, kendine has bir üslupla, hafif kıvranarak, Meclis’e, DEM Parti grubuna konuşmaya davet etmiştir. Peki bunun Türkçe meali nedir? Çünkü Bahçeli’nin Türkçe konuştuğu çok tartışılır. Her ne kadar “Türkçe olimpiyatlarını” Gülen adına, güler yüzle karşılamış olsa da, konuştuğunun anlaşılması için bir de “meal” tefsiri gerekir.
Sonra da bunun ardında durduğunu beyan etmiştir.
Şimdi, “düşünür” pozisyonuna bürünmüş gazeteciler, TV kanallarında tartışmaya başlamışlardır; acaba, Bahçeli, bu konuşmaları Erdoğan ile bağlantılı, Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde mi yapmıştır? Yoksa bir gün kendine esmiş ve AK Parti ile yolları ayırmak için mi bunu yapmıştır?
Tartışma büyük ve derindir. Acaba, AK Parti ile haberli olarak bu konuşmaları yapmamışsa, neden bu konuşmayı yapmıştır? Bu durumda, MHP ile AK Parti arasında bir çatışma mı varmış? Eğer varsa ne boyuttadır?
Tartışmanın “düşünür”ler cephesinden ne kadar derinlikli olduğu açık değil mi? Yani, Erdoğan, acaba bu açıklamaları herkes gibi TV kanallarından mı ilk kez duymuştur? Soru böyle sorulunca, birden “düşünür”ler ordusunun pek de düşünmediği ortaya çıkıyor.
Bu noktada Bahçeli, bir video klip yayınlamıştır. Mehmet Ali Erbil’in klipleri halt etmiş. Klip, çeşitli şarkıları içermektedir ve Bahçeli, klipte başrol oyuncusu olarak yer almaktadır. Bu durumda Bahçeli, Erdoğan’a mı mesaj gönderiyor, yoksa yeni jön Özel’den rahatsızlığını mı dile getiriyor, yoksa canı sıkılmış da bir sosyal medya fenomeni olmaya mı karar vermiş? İşte “düşünürler” için yeni sorular.
İyi ama, yeni jön, Bahçeli’nin açıklamasını beğenmekle kalmamış, klibi like’lamış mı bilmiyoruz ama “el yükseltiyorum” diyerek devreye girmiştir. Elbette yeni jön, yeni olmanın hevesi ve stresi ile, konuyu tamamen yanlış da anlamış olabilir. Belli ki konuyu tamamen tersten anlamamış olmalıdır, zira Erdoğan, hem Bahçeli’ye hem de Özel’e teşekkürlerini, açık yollarla dile getirmiştir.
Şimdi, tartışma devam ediyor: Acaba Bahçeli, Erdoğan ile bağlantılı mı bu açıklamaları yapmaktadır, Erdoğan acaba, bilmeden mi teşekkür etmektedir? Tabii, bunlar size saçma gelebilir ama Saray sinemasının biraz pespaye bir hâli olduğunu gizlemek de mümkün değil. Bu pespayelik elbette biraz olsun saçma durumlara yol açıyor olabilir. Doğrusu bu ya, Cüneyt’in filmleri daha ciddi gibidir.
Bizim gazeteci kılığına girmiş “ekip”, sanırım, hiçbir zaman gülemiyor. Onlar ancak, dolar görünce gülümsüyor, dolarları cebine indirdikçe sırıtıyor, ödevlerini aldıkça sırıtma hâli, yüzlerine bir hâl olarak yapışıveriyor, hep öyle dolaşıyorlar. Evlerine gittiklerinde, ancak o zaman, önce aynaları kontrol ediyor, dinleme cihazlarına bakıyor ve sonra kendileri olmayı deniyorlar. Deniyorlar ama asla başaramıyorlar, kendilerinden geriye bir şey kalmadığından, sahte yüzleri ile ancak somurtabiliyorlar.
İzmir’de bir kadının barakasında beş çocuğu yanarak can verdi. Ve Özlem Zengin, “her şey para değil” gibi, tuhaf şeyler söyledi. Replik, anlaşılan doğaçlama çıkmış. Yani, senaryoda bu sözler olmayabilir. İyi ama, zaten senaryonun bu bölümlerinde doğaçlama çok yaygındır.
Özlem Zengin, görünüşe göre kadındır ve annelik konusunda da hisleri olmalıdır. Ama görüntüye aldanmayın. Saray sineması bu. Özlem, aslında zengindir, şımarıktır ve sonuçta paraya doymuştur. Çok para gördüğünden, “her şey para mı” cümlesi ile “manevi” yolla havasını basmaktadır. Bu denli zengin olunca, özlem yanı da azalıyor olmalıdır. Mesela onun paraya ihtiyacı yoktur. Bu İzmirli kadın, neden bir bakıcı tutmamış? Değil mi ya, biraz da paraya kıyması lazım. Hem sonra kendisine epeyce para aktarılmış. Mesela aktarıldığı söylenen 100 bin lira, bir ev, iki han, bir araba almak için kullanılmış ve kadın, bir bakıcı tutmamıştır. Karakter meselesi, bakıcıya para vermekten korkmamıştır belki ama, bakıcı, evdeki tüm peyniri yemekte, pirinci ve deterjanı çalmaktadır. Bu durumda kadın, bakıcı tutmamıştır ve Özlem Zengin’e de sormamıştır. Zengin olsa da Özlem, durumu hemen anlamıştır ve her şey para mıdır, diye sormakla büyük sözünü söylemiştir.
Özlem Zengin, zengin bir dil becerisine de sahiptir. Ve dilini çıkartıp bee yapmadan önce, beş çocuğunu kaybeden annenin İzmir’de yaşadığını, İzmir’in CHP’li belediye başkanının ise bu yangını önlemediğini söylemiştir. Son derece yerindedir. Demek, sinirlenince dil, serbest tarzda dolaşmaya başlıyor, beyin dilin kontrolünü kaybediyor. Bu durumda da, AK Partili belediyelerde ortaya çıkan her olay, bizzat, o belediyelerin ihmalinin sonucu olmaktadır. Tecavüze uğrayan kurslardaki çocukların hangi belediyeye bağlı olduğu önemli görünüyor.
Bunları söyleyen Zengin, her yıl ülkeden binlerce, on binlerce çocuğun kaybolduğunu unutmuştur. Zaten bunu da dile getiren yoktur. Gökçek ve Gaziantep Belediye Başkanı’nın adları, Epstein dosyasında geçmektedir. Acaba, sonuna gelmekte olduğumuz 2024 yılında ülkemizde kaç kadın cinayete kurban edilmiştir, kaç işçi fabrikalarda ölmüştür, kaç çocuk köle tacirlerinin elinde kaybolmuştur, kaç çocuk organ mafyasının kurbanıdır?
Ya kumar işleri? Saray’ın kumar işleri ile bağı nedir ve para aklamanın bu etkin yolunun organizatörleri kimlerdir?
Dahası, “yenidoğan çetesi”nin hangi belediyelerde etkin olduğu da incelenmelidir. Ama bunların hangi ülkede olduğunun bir önemi yoktur.
İşte size Saray sineması. İçinde her şey var: ızdırap, mafya, çeteler, kan, sanat müziği, arabesk, yanan evler, yok edilen ormanlar, tecavüz, öldürülen çocuklar…
Gördünüz mü, bir dram nasıl Saray sinemasında derinlemesine işleniyor! Ama yine de Özlem Hanım, zengin de olsa, Bahçeli gibi, fakir filmlerin kahramanı kadar etkili bir sonuç yaratamıyor. Bahçeli, hemen tüm filmlerin kara gömlekli-siyah gözlüklü oyuncularını, birer kötü adam olarak yanına alıyor ve öyle fotoğraf veriyor. Bu “kötü adamlar”, sahneye çıkıp, tek tek, Bahçeli ile birlikteyiz diyorlar.
Diyorlar ki, Bahçeli bir şey demiş ise zaten demiş demektir. Bahçeli dedikten sonra yapılması gereken şey, “böyle diyerek ne demek istemektedir” sorusuna uygun davranmaktır. Ve Bahçeli’nin ne demek istediğini, ancak, kendisi bilir.
Bir deneyimli TC vatandaşı çıkıp, “yahu ben anlamadım, siz ne diyecekseniz açıkça desenize,” derse, işte o abesle iştigal etmektedir. Koskoca Bahçeli, bir çeşit devlet, açık konuşur mu? Konuşmaz. Nasıl konuşur peki? Elbette çeşitli derin mesajlar vererek konuşur. Bu mesajların kime olduğunu da bir kendisi bilir.
Ardından, Saray’dan yeni bir sahne devreye girdi. Görüntüde Bahçeli, Erdoğan’ı ziyaret etmekte, Erdoğan’ın yanında hiç gülümsememekte, hattâ biraz üzgün, biraz da sinirli gibi durmaktadır. Aslında nasıl bir hâli olduğu konusunda, konunun uzmanı “gazeteciler”, çeşitli detaylar vermektedir. Saymaz, elbette daha fazlasını bilmektedir.
Demek ki, yakın dönemde, gazeteciler içinden, “Bahçeli uzmanı” gazeteciler oluşacaktır. İsmail Saymaz, bu konudaki adaylardan biridir. Selvi’nin Erdoğan uzmanlığını kıskanan Saymaz, Bahçeli konusunda bir uzmanlık eğitimi edinmektedir. Örneğin Bahçeli, Öcalan ve meclis çıkışı ile acaba oy mu kaybetmiştir, yoksa daha derin bir hamleye mi hazırlanmaktadır, sorularının yanıtını bize Saymaz verecektir. Pek yakında!
Bahçeli, Erdoğan’ın ölene kadar Cumhurbaşkanı olacağını açıklamıştır. Erdoğan, bu durum karşısında gülmek isterken ağlamaya başlamış mıdır? Bu konu da Saymaz ile Selvi arasında derin bir konu olarak gündemleşecektir.
Bu arada Bahçeli, kendisine soru soran bir gazeteciye, sen bu işi bırak, demiştir. Köylü, mesleği bırakır mı bilmiyoruz ama bunun bir tehdit olduğu konusunda bir hisse sahip olduğu açıktır. Sen kalk, bir gazeteci olarak, en azından gazeteciliğin en sıradan gereği olarak Bahçeli’ye soru sor. Olur mu hiç! Sen kimsin ki Bahçeli’ye soru soracaksın? Bu noktada ülkenin birliği, bütünlüğü devreye girmelidir. Milli birlik ve beraberlik hislerine sahip olmayan bir gazeteci, ancak böyle birisi bu soruyu sorabilir. O kadar klip var, o kadar Saray sineması var, sen kalk, bunlarla ilgili, beklenmedik bir soru sor.
Özgür Özel’e sorabilirsin. “Efendim, siz, acaba rüşvet ile jest arasındaki bağı nasıl açıklarsınız?” Yanıt: Ben içeride muhalefet partisiyim ama dışarıda devlet partisiyim. Soru: Peki ama, içerideki kostümünüz ile dışarıdaki kostümünüz arasında kareli ceket farkı mı var? Yanıt: O kadar da karıştırmayın, bu özele girer.
Gelin de eski AK Partili yöneticilerden Çelik’e hak vermeyin, “Gezi bizim şaftımızı kaydırdı.” Saray’ın şaftı kayınca biraz böyle oluyor.
Uçum, elbette topa girecektir. Saray’ın hukuk işlerinden sorumlu danışmanıdır. Bahçeli’nin açıklamalarını, devletin derin aklı olarak görmek gerekir. Devletin derin aklı acaba nereden geliyor? NATO merkezinden mi, yoksa Ankara’daki özel görevli ABD uzmanlarından mı? Uçum’un heyecanı ile acaba Trump’ın seçilmesi arasında bağ var mıdır?
İşte şimdi biraz ciddiyet gerekli.
Trump seçildi.
Trump seçilince, işler biraz değişti.
Şimdi yeni roller dağıtılmaktadır.
TC devletine düşen roller de açıktır; içeride ve dışarıda savaş olarak özetlenebilir.
Bunak ve faşist Biden gidiyor. Yerine bunak olmayan bir başkası geliyor. Bu durumda, ABD’nin İsrail’den sonraki eyaleti olan TC devletinde de işler karışıyor. Ortadoğu’da yeni süreçler, eskisinin devamı olarak, daha ileri yeni süreçler devreye giriyor. Ve TC devleti, buna göre yeniden organize ediliyor. Bu, yeni roller ve bu rollere uygun yeni görev dağılımı da demektir. Herkes sahneye hücum ediyor.
Her birinde bir gözü karalık, herkes, büyük rol peşindedir.
Gözü buraya dikmek gerekli değil.
Bu sahneler yanıltıcıdır.
Derler ki, söyleyene değil, söylete bakmalı.
Gözümüzü, savaş senaryolarına, içeride işçi sınıfı ve emekçilere karşı ilan edilen iç savaş planlarına dikmek gerekir. Bu savaş planları, Saray Rejimi’ni yeni adımlara itmektedir. Savaşın sıcaklığı artmaktadır. Bu nedenle Erdoğan, bir gün Suriye’ye operasyondan söz etmekte, ertesi gün, hemen Esad ile görüşmekten, biraz utangaçça da olsa söz etmektedir. Tıpkı bir gün İsrail’e gireriz, ertesi gün İsrail bize saldıracak demesi gibi. Meselenin iktidar ve egemen ayağı budur.
Bir de meselenin işçi sınıfı, yani iç cephenin diğer tarafı bölümü var. İşte esas olarak bakılması gereken, gelecek için gözün dikilmesi gereken nokta burasıdır, iç cephenin bizim tarafıdır, bizim cephemizdir.
Gözümüzü, işçi sınıfının, kadınların, gençlerin direnişine dikmek gerekiyor. Çünkü gerçek olan burasıdır.
Hem gerçek olan burasıdır, hem de tek çıkış yolu burasıdır.
Saray Rejimi, işçi sınıfını, emekçileri, kadınları, gençleri, kısacası direnen herkesi uyutmak, bastırmak, kontrol altına almak için, her yolu denemektedir. Sadece baskı, sadece şiddet yeterli değildir. Bu renkli filmleriyle, bu uzman kadroları ile, bu gazeteci kılıklı silahşorları ile, din adamları ile, bilim adamları ile, kısacası tüm şürekâsı ile, işçi sınıfını oyalamak istiyorlar. Çürümüşlerdir, çürümektedirler. Ve çürümüşlüklerini tüm topluma bulaştırmak istiyorlar. Korkuyorlar, en çok geleceklerinden korkuyorlar ve bu korkularını tüm topluma bulaştırmak istiyorlar.
Bir daha geri gelmemek üzere yıkılıp gidecekler.
O günleri kuracak, işçi sınıfından, isyancı kadınlardan ve isyancı gençlerden korkuyorlar.
Tüm bu Saray sineması, bu kokuşmuş hâl, bunun sonucudur.