Buna, devlet eli ile uygulamaya konan hukuk tanımaz baskı ve terör de diyebilirsiniz.
Her ikisi atbaşı gitmektedir. Biri diğerinin gerisinde kalmıyor. Her ikisi aynı anda, birbirini besleyecek tarzda devreye sokuluyor.
Bu süreç, Başbakan’ın ağzından kaçırdığına göre, 2013’ün Ekimi’nden beri planlanıyor. Kürt illerine dönük saldırı ve abluka planı, bir katliam planı olarak 2013 Ekimi’nden beri planlanıyor ve yine Başbakan’ın dediğine göre 12 ilçeyi kapsıyor. Bu 12 ilçeye ya da daha fazlasına dönük saldırı, Silopi, Cizre ve Sur’da devreye konulduğu hâli ile bir katliam planı olarak devreye sokulmuştur.
Elbette planlamaları 2013 Ekimi’nden başlıyorsa, demek ki, bunun daha da öncesinde bir “ittifak” görmek mümkündür. TC devletinin, yakın dönemde tasfiye etmeye yöneldiği Ergenekon olarak anılan kontr-gerilla örgütlenmesi, buna eski kadrolar da diyebilirsiniz, Erdoğan’ın “paralel yapı” operasyonları sonrasında Erdoğan’ın Saray örgütlenmesine eklenmiştir. Böylece, eski ve yeni kontr-gerilla, eski ve yeni gladio devreye sokuldu. Bu saldırının, bu ittifaka dayandığı anlaşılmaktadır.
Yetmez.
Suriye savaşı, Rojava faktörü de var.
ABD ve AB, Kürtlere dönük bu saldırıyı ciddi biçimde desteklemektedir ve bu da artık gizli değildir. ABD, bölgede kaybetmeye başladığı gücü kazanabilmek için, Kürt hareketi içinde Barzani ile elde edemediği olanakları elde edebilmek için, bu saldırıyı açıktan desteklemektedir. Öyle ki, PKK’nin ve Rojava güçlerinin, bu saldırılardan bunalarak, ABD ile anlaşmaya varması beklentisi ile, ABD ve AB, TC devletinin Kürt illerine dönük katliamcı saldırılarını açıktan desteklemektedir. ABD, bu yolla bölgede güç toplamaya çalışmaktadır. Nasıl ki, Suriye’ye dönük saldırılarda TC devleti bir tetikçi olarak kullanılmış ve kullanılmaktadır, aynı biçimde Kürtlere dönük saldırıya da gözler kapatılmaktadır.
İşte Saray, bu denklem içinde, kendi egemenliğini “mutlak” egemenliğe çevirmeye çalışmaktadır. Bu açıdan Erdoğan, ABD’nin ihtiyaçlarına bir yandan evet demekte, ama diğer yandan ise, kendi egemenliğinin yolunu döşemektedir.
Saray, hem bugün kolkola girdiği eski gladio kadrolarını kullanmak istiyor, diğer yandan ABD’nin isteklerine uygun adımlar atıyor, ama bu arada ise, her fırsatta kendi egemenliğini pekiştirmeye çalışıyor.
Saray, 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra (aslında öncesinde de), saldırıların boyutunu geliştirmiştir. Suruç, bu açıdan bir ilk olmuştur. Suruç saldırısı, Suriye’de süren savaşın, Türkiye’ye yansıması olarak verilmek istenmiştir. Gerçekte durum daha da farklıdır. Saray ve devlet, Suriye’deki durumu, bu tip saldırıları devreye sokmak için, özel olarak kullanmaktadır. Bunun bir yeni örneğini ise Ankara Gar saldırısında ortaya koymuştur. Her iki saldırının, sisteme muhalif güçleri hedeflemesi, IŞİD’in politik perspektifi ile açıklanamaz. Tersine, iki kanadı olan yeni gladio örgütlenmesinin Saray ekibinin perspektifi ile örtüşmektedir. Başbakan’ın, Ankara Gar saldırısından sonra oy hesabı yapması boşuna değildir. Gerçek, bazan kendini farklı yollarla da olsa ortaya koyar. Aynı anda, gladionun eski unsurları, büyük bir milliyetçi-devletçi saldırı devreye sokmuşlardır.
Kürt illerinde sokaklarda bırakılan cesetler, ortaya konan hukuksuz savaş, ortaya konan abluka ve katliam politikası, bu ikili yapının ortak ürünüdür.
Bu nedenle, parlamento devre dışıdır.
Bu nedenle, hükümet ortada yoktur.
Anlaşılacağı gibi bu durum, Saray’ın “fiili durum” yaratma politikalarına tam anlamı ile uymaktadır. Nasıl ki, Suriye ve Ortadoğu çıkarları için ABD’nin attığı adımlar, Saray’ın istediği egemenlik için uygun zemin oluşturuyorsa, sürdürülen iç savaş da, buna hizmet edecek tarzda tırmandırılmaktadır.
Suriye Afganistan’laşıyorsa, Türkiye’nin de Pakistan’laşması peşi sıra gelmektedir. Bu elbette doğru ve bağlantı kurulabilir bir durumdur. Ama ne ki, durum bundan daha da farklıdır. Saray ve gladio, bu Pakistan’laşmanın bizzat organizatörü durumundadır.
Suriye savaşında Türkiye’nin müttefikleri ne kadar bu süreci götürecektir? Yanıtı bellidir. Hemen hemen her müttefiki, Suudi Arabistan, İsrail, Katar, İngiltere, ABD, kendi konumlarında değişikliklere gitmekten çekinmemişlerdir. Ama Türkiye, bunda hâlâ ısrarcıdır. Bunun bir nedeni, ABD’nin talepleri ise, bir başka nedeni Saray’ın planlarıdır, “mutlak” egemenlik talebidir.
Aynı durum, eski ve yeni gladio güçlerinin ittifakında da geçerlidir. Saray, bu durum kendi istekleri için iş gördüğü sürece, bunun arkasında olacaktır.
Bunların sonucunda, tablo şöyle oluşmaktadır.
1- Savaş, iç savaş hâline dönüşmektedir, dönüşmüştür. Kürtlerin tüm uyarılarına rağmen, Saray, bu savaşı istemekte ve büyütmektedir. Her fırsatta buna yol vermekte, adeta yangına benzin taşımaktadır. Bir katliam politikası devreye sokulmaktadır. Bu yolla, ne kadar “başarı” sağlayacakları, dolayısıyla bunun sürdürülemez olduğu üzerinde tartışmak, Saray açısından anlamsızdır. Saray, buradan bir sonuç elde etmek istemiyor. Yani Saray için ya da bu operasyonu yürütenler için, bu yolla Kürtleri yok edecekleri, bu yolla PKK’yi yok edecekleri konusunda bir fikri olduğu şüphelidir. Ama Kürtlerin ABD politikalarına rıza göstermelerinin istendiği açıktır.
Buradan bakıldığında, devletin bu saldırılardan bir anlamlı sonuç elde etmeksizin, saldırıları devam ettirmek istediği açıktır. ABD ve AB’nin desteği de fırsat bilinmektedir.
Bu fırsatla devlet, tamamen savaşa göre şekillenen bir “fiili durum” peşindedir. Bu “fiili durum”un da onlara bir “zafer” getirmeyeceği bizce açıktır.
Ama iç savaş sürecinde Saray, tümü ile, kendine uygun bir “çerçeve” istemektedir. Üstelik bunda da ne hukuk, ne kendi kuralları vb. kalmamaktadır.
İç savaş bu anlamda tam olarak devrededir.
İstenildiği zaman da IŞİD devreye sokulmakta, buradan hareketle, tüm toplum esir hâline getirilmek istenmektedir. Tehdit ve baskı, her yolla devreye sokulmaktadır.
2- Türkiye, her fırsatta, bölgede savaşı destekleyen, isteyen bir konuma oturmuştur. Türkiye savaş kundakçısı bir tutum almıştır. Suriye’ye dönük operasyonların her aşamasında vardır. IŞİD’in elinde iken, El Nusra’nın elinde iken sorun olmayan sınır bölgesinde IŞİD temizlendiğinde kıyamet koparılması, bu açıdan net bir tutumdur. Burada ortaya çıkan her kaybı, Türkiye’nin düşünmesine değil, başka saldırganlık sergilemesine neden olmaktadır, Başika budur. Suudi Arabistan ile Suriye içlerine dalma girişimi, Kürt mevzilerinin bombalanması budur.
Bu durum ABD açısından son derece verimlidir. Hem rakiplerini zor duruma düşürmek açısından, hem de yarın suçları yıkacağı bir namzet bulması açısından son derece uygundur.
Türkiye, bölgede savaş isteyen bir durumdadır ve bunun içindedir. Öğlen namazını Suriye’de kılmak, Şam’ı, yarım günde almak hep böylesi bir tutumun ürünüdür.
3- Saray’ın, parçalı, kısmî ama “mutlak” egemenliği oluşmaktadır. Saray, bir yandan egemenliğini sağlamlaştırmış görünmektedir. Ama bu, parçalı bir egemenliktir. Saray, parlamentoyu devre dışına itmiştir, bu açıdan yol almıştır. Saray, hukuk sistemini kendi kontrolüne büyük ölçüde almıştır. Saray, medyayı büyük ölçüde denetim altına almıştır. Ama bu egemenlik, devlet çarkının her alanını kontrol etmekten uzaktır. Tersine eski gladio ile işbirliği, bu anlamda Saray’ın denetiminin dışında bir yeni alandır. Dahası, güçlü gözüken bu Saray egemenliği, büyük ölçüde çürümeyi de beraberinde getirmektedir.
Kürt illerinde yürütülen hukuksuz savaş ve katliam politikası, tüm egemenlik aygıtını hukuksuz ve kuralsız hâle getirmiştir. Bu, bugün Saray için olumlu ve istenilen bir durum olarak görülmektedir, ama aynı zamanda bu “mutlak” egemenlik olsa da, sınırlıdır. Belki de bu “sınırlı” olma durumu, Saray’ı daha da saldırgan hâle getirmektedir.
Aynı nedenle, bir yandan, “demokratikleşme” adına “yeni anayasa” tartışılmaktadır ve aynı zamanda, bundan çok daha şiddetli bir biçimde, anti-demokratik yasalar talep edilmektedir. Bir yandan, “hukuk devleti” olduğumuz için, Ankara Garı’nda bombayı patlatanların bilindiği hâlde suç işlemeden kendilerine dokunulamadığı söylenmektedir, ama diğer yandan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması devreye sokulmakta, öğretim üyeleri tutuklanmakta, sokakta gösteri yapanlara savaş ilan edilmekte, barış istemek suç ilan edilmektedir.
Güç gösterisi, güç ile tüm toplumu bastırma girişimleri, aynı zamanda derin bir korkuyu, Saray’ın korkularını yansıtmaktadır.
Dışarıda, bölgede süren paylaşım savaşımına bodoslama dalan iktidar, içeride akıl almaz bir rant paylaşımı için tüm iktidar gücünü kullanmaktadır. Paylaşım savaşımı, içeride bir paylaşım politikası ile birleşik hâlde sürdürülmektedir.
Burjuva anlamda hukuk rafa kaldırılmıştır.
Parlamento devre dışıdır.
AK Parti, CHP ve MHP birer parti olmaktan çıkmıştır.
Ve insan hakları yerle birdir.
Bugün, Kürt illerinde Kürt halkına karşı geliştirilen kuralsız savaş, aynı zamanda ülkenin tümünde bir hukuksuz savaş hâline getirilmektedir. Gladio, birçok bileşeni ile devrededir, ama dahası, bu, tam bir çete yapılanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Saray’ın “mutlak” ama kısmî egemenliği, aynı zamanda çeteci bir yapıdır.
Bu çeteleşme, dünya kapitalist sisteminin artık olağan yapılanmasıdır. Tekelci kapitalizme son derece uygundur ve paylaşım savaşımının bu yeni tarzına son derece uygun düşmektedir.
Bu aynı zamanda bir iflastır. Sistemin iflasıdır. Ve aynı zamanda, tüm yeryüzünün adalet arayışının, özgürlük ve eşitlik arayışının daha da fazla artacağının kanıtıdır. Bu ortaçağ karanlığı, aydınlanmanın arifesidir. o