“Savaş çığırtkanlarına karşı ses yükseltmeye çağırıyoruz” | İran KP Enternasyonal Büro ile röportaj

Yıllar alacak gelişmeler günler hatta saatler içinde gerçekleşiyor artık. Tarihin tekeri bir uçuruma doğru büyük bir ivmeyle hızlanıyor.

Karanlık güçler büyük savaşlara hazırlanıyor. Bölgesel çatışmalar sertleşiyor. Çatışmanın sınırı hızla genişliyor ve küresel boyutlara doğru sıçrıyor.

Artık haber bültenlerinde ölümler binlerle ifade ediliyor. Nükleer silahlanma ve nükleer rekabet önü alınamaz bir şekilde ilerliyor. Fantastik veya distopik edebiyat ürünü kötü güçlere rahmet okutan konuşmalar, açıklamalarla dolu habere eriştiğimiz her ekran.

Doğu Avrupa, Asya-Pasifik, Ortadoğu, Afrika savaş yaralarını tadıyor iken bütün yerküre potansiyel savaşın alanına dönüşüyor.

NATO, ABD ve AB hükümetleri, sahadaki çeteler hepsi her gün karanlık ajandalarına tik atan adımlar atarken halklar ve işçi sınıfının yanıtı kulak vermeyen için çok cılız duyuluyor.

Cehenneme dönüştürülenden başka dünyamız yok. Bu gidişata sınıfın ve halkların cevabını oluşturmak, duymak ve duyurmak için çaba gerekli. Bu çabanın ortaklarından biri İran Komünist Partisi.

KP Enternasyonal Büro ile bölgemizi, dünyayı ve devrimci mücadeleyi konuştuk.

Büro temsilcisi, Amerikan seçimleriyle aynı döneme denk gelen Almanya hükümet krizinin altını çizerken son NATO toplantılarına değindi. Bu süreç içinde saldırgan yeniden yapılanma ve Avrupa’nın liderlik krizini de vurguladı.

* * *

Dünya çapında derinleşen gerilim ve savaşları nasıl görüyorsunuz? Doğu Avrupa, Doğu Asya, Ortadoğu, Afrika ve dünyanın geri kalanındaki gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gerçek şu ki, 2008 küresel krizinin üzerinden on beş yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, kapitalist dünya kendisini krizin sonuçlarından kurtarabilmiş değil. Bu krizin ana yükünü toplumun en alt katmanlarına yüklemek bir çözüm olmadı; bunun yerine daha fazla insanın en dibe itilmesine, kamu hizmetlerinin azalmasına ve birçok kamu hizmeti sektörünün özelleştirilmesine yol açtı. Bunun tek sonucu, tüm toplumlarda sınıfsal uçurumun büyümesi oldu. Bu krizin yükü Küresel Güney’e ulaştığında, kitlesel yoksulluk ve zorunlu göçü de beraberinde getirdi.

Son yirmi yılda Batı’nın Ortadoğu ve Afganistan’ı işgali ve Kaddafi’nin Libya’da devrilmesi, bu bölgelerdeki tüm yapıları dağıtmakla kalmadı, aynı zamanda İslamcı hareketlerin yükselişi için de bir fırsat yarattı. Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan bu son derece gerici güçler için savaş alanı olmaya devam ediyor.

Rusya’nın saldırısından çok önce temelleri atılan bir vekâlet savaşı olan Ukrayna’daki savaş, şu anda en yoğun vekâlet çatışması olarak durmakta ve nükleer bir savaşa dönüşme potansiyeli dahi taşıyan ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Savaşın başlamasından bu yana, mayıs ayı sonu itibariyle, sadece ABD bu vekâlet savaşına yetmiş dört milyar dolar, Avrupa ülkeleri ise toplam yüz iki milyar dolar harcamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki “Marshall Planı”ndan bu yana ilk kez bir Avrupa ülkesi ABD dış yardımının en büyük alıcısı hâline geldi. NATO son toplantısında Ukrayna’ya önümüzdeki yıl için kırk milyar dolar yardım yapılmasını onayladı.

Asya-Pasifik bölgesinde durum giderek gerginleşiyor. Tüm emareler bu bölgede Ukrayna’dakinden çok daha büyük bir vekâlet savaşının sahnelenebileceğini gösteriyor. Çin’e karşı ticaret savaşının başlangıç zili 2018’de Trump tarafından çalınmış olsa da, en nihayetinde bu temmuz ayında NATO’nun 75. yıldönümü için yayınlanan sonuç bildirisinde Çin’e karşı çok daha sert bir dil kullanıldı. NATO üyesi devletlerin bu bildirisi Çin’i Ukrayna savaşının başlamasında önemli bir rol oynamakla ve şimdi de askerî endüstrileri destekleyebilecek ekipman tedariki yoluyla bu çatışmanın bir parçası olmakla suçluyor. Çin hükümetine Rusya ile bu işbirliğini derhal sona erdirmesi çağrısında bulundular. Ancak NATO üyesi 32 ülkenin zirvesinden çıkan mesajın tamamı bu değildi. ABD Başkanı Joe Biden ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, 2026 yılında nükleer başlık taşıyabilen yeni uzun menzilli füzelerin Almanya’da konuşlandırılacağını açıkladılar. Bu ikili kararın NATO’nun 75. yıldönümünde 32 NATO üyesinin tamamının katılımı olmadan alınmış olması, Almanya’nın Rusya ile çatışmada merkezî bir cephe hattı hâline gelmesinin beklendiğini gösteriyor. Almanya’nın geçtiğimiz yüzyılda milyonlarca insanın hayatına mâl olan iki dünya savaşının başlatıcısı olduğunu unutmayalım. Almanya’nın deniz kuvvetlerinin Asya-Pasifik bölgesindeki hareketleri göz önünde bulundurulduğunda, Almanya’nın ABD ile birlikte, bu dünyada gelecekte yaşanabilecek çatışmaları öngörerek ittifakını Avrupa’nın ötesine taşımaya hazırlandığı ihtimal dışı değildir.

Trump’ın 6 Kasım Çarşamba sabahı zaferini ilan etmesi ve aynı gece Almanya’daki koalisyon hükümetinin çökmesi küçük ölçekli gelişmeler değildi. Artık tam anlamıyla bir faşist ve ırkçı, dünyanın en güçlü hükümetinin başına geçmiştir. Trump kendisini Amerika’da onlarca yıldır süregelen yerleşik politikalara karşı yükselen sözde bir “hareket”in lideri olarak görüyor ve arkasında toplanan Cumhuriyetçiler geleneksel Cumhuriyetçilerden bile farklı. Bu sözde “yeni hareket” 1920’li yıllardaki faşist hareketle az benzerlik taşımıyor.

Trump’ın Çin’e ve Avrupalı müttefiklerine karşı yürüttüğü ticaret savaşlarından da söz edilebilir. Bu koşullar altında, dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü ve Avrupa’nın önde gelen ekonomisinin hükümeti parçalanıyor. Sadece iki gün sonra, Avrupa Birliği zirvesinde liderlerin gelecek yıl 15 Ocak’tan itibaren karşılaşacakları zorlukları ele almak için ortak bir politika belirleyememesi tesadüf değil. Avrupa’nın lideri olarak Almanya bir kriz içine düşmüştür.

Filistin direnişinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? İsrail’in Hamas, Hizbullah, Ensarullah’a yönelik suikastları ve Lübnan, Yemen, Suriye, İran vb. ülkelere yönelik saldırılarından sonra İsrail’in halklara karşı savaşı ve bölgedeki denge değişiklikleri hakkında öngörünüz nedir?

Kuşkusuz, işgalci İsrail hükümetinin Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik acımasız saldırıları ve Lübnan’a doğru genişlemesi, Ortadoğu’da dünyanın gözleri önünde yaşanan en büyük felaketi temsil etmektedir. Tarih, dünün kurbanlarının bugünün katilleri hâline geldiği örneklere tanıklık etmiştir. Fakat asıl trajedi, bu işgalcilerin kendilerini sadece tarihin kurbanları olarak görmeleridir. Daha büyük trajedi ise, bu korkunç tarihî suçlarda hiçbir rolü olmayan bir ulusun, Yahudilere yüzyıllardır uygulanan baskının ve bu baskının doruk noktası olan Avrupa’daki ölüm kamplarında yürütülen insanlık dışı etnik temizlik politikasının bedelini ödemek zorunda kalmasıdır. Şimdi, bu korkunç tarihî suçlarda hiçbir rolü olmayan bir ulus, Avrupa’nın Yahudilere yönelik baskı ve toplu katliam politikalarının sonuçlarına göğüs germek durumundadır.

Bugün Filistin’de yaşananlar, 1947 ve 1948 yılları arasında başlayan “Nakba”nın devamıdır ve şimdi vahşetin doruk noktası sergilenmektedir. Ancak daha büyük trajedi, İran İslam Cumhuriyeti, Hamas ve Hizbullah gibi son derece gerici, kadın düşmanı ve tarih karşıtı hareketlerin, başlangıçta solcu, laik bir hareket olarak kurulan ve birçok solcu ve radikal gücün buluşma noktası hâline gelen bir hareketin destekçileri olarak sahneye çıkmış olmalarıdır.

Geçen yılın ekim ayından bu yana Gazze ve Batı Şeria’da yaklaşık elli bin kişinin öldürüldüğü ve uluslararası kuruluşlara göre bunların üçte ikisinden fazlasının kadın ve çocuk olduğu doğrudur. Gazze’deki birçok Hamas komutanı gerçekten de öldürüldü. Ancak tüm bu suçların, tüm bu soykırımların özgürlük için mücadele eden bir halkın direncini kırabileceğini kim iddia edebilir?

Bizi ve dünyadaki tüm radikal, solcu ve insanî güçleri ilgilendiren şey, kendimizi hiçbir koşulda bu insanların mücadelesinden uzak tutmamamız gerektiğidir. Komşu coğrafyamızda tüm bu talepler kanla ezilirken İran’da “Kadın, Yaşam, Özgürlük” için mücadele edemeyiz.

Şüphesiz, tüm bu küresel kaosun ortasında, gözlerimizin önünde yaşanan soykırımın yanı sıra, bu barbarlığı sona erdirebilecek tek yanıt devrim hazırlığıdır. Bu bir rüya değildir. Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı döneminden Ekim Devrimi’nin çıktığını ve dünyanın önünde yeni bir ufuk açtığını bir an bile unutmayalım.

İsrail ve İran arasında yükselen bir gerilim, saldırı dalgası ile Batı medyasında İran karşıtı yoğun yayınlar gözlemliyoruz. İran’a yönelik olası bir emperyalist saldırının yaklaştığını görüyor musunuz? Eğer öyleyse KP’nin tepkisi ne olacak? Ve yurtdışındaki işçi sınıfı örgütleri ve devrimciler bu duruma nasıl tepki vermeli?

İran İslam rejimi ile ırkçı İsrail devleti -bu iki gerici ve aşırıcı güç- arasındaki bölgesel rekabetin doğrudan çatışma aşamasına girdiği açıktır. Hem İslam Cumhuriyeti’nin hem de faşist, ırkçı İsrail devletinin derin siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerle karşı karşıya olduğu bir durumda askerî gerilimin tırmanmasının, savaş ortamının yaratılmasının ve özellikle de fiilî savaşın patlamasının sadece İran ve İsrail’in ezilen kitleleri için değil tüm bölge için tehlikeli ve yıkıcı olacağı da açıktır. İsrail hükümeti aylardır Gazze’de bir yıldır süren ve ilan ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamayan yorucu savaşın sonuçlarından kaçmaya çalışıyor. Çatışmayı Lübnan’daki Hizbullah’a yayarak ve böylece İslam Cumhuriyeti’ni çatışma ortamına çekerek İsrail, ABD ve Batılı güçlerin yardım ve desteğiyle kendisini İslam Cumhuriyeti ile süregelen vekâlet savaşlarından kurtarmaya çalışıyor. İslam Cumhuriyeti, iktidarını sürdürmek için işçilerden, kadınlardan, öğrencilerden, öğretmenlerden, hemşirelerden, emeklilerden ve toplumdaki diğer yoksul kitlelerden gelen günlük protesto seslerini susturmak için savaş çığırtkanlığı propagandasına dayanıyor.

Hizbullah, Hamas, İslam Cumhuriyeti ve vekil güçlerini zayıflatmayı İslam Cumhuriyeti’nin hedeflerine ulaşmasını engelleme politikalarıyla uyumlu gören ABD hükümeti, çeşitli nedenlerle İslam Cumhuriyeti’yle kapsamlı bir savaşa girmek istememektedir. Azalan ekonomik gücünün farkında olan ve Afganistan ve Irak’taki askerî harekâtlarında gerilemeler yaşayan ABD hükümeti, Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı zafer kazanmaya ve Çin ile rekabet etmeye öncelik vermektedir. Ayrıca İslam Cumhuriyeti sonrası İran’daki gelişmelerin gidişatından da endişe duymaktadır. Dolayısıyla mevcut koşullar altında İslam Cumhuriyeti ile doğrudan ve kapsamlı bir savaşa girmek istememektedir.

İsrail ile kapsamı öngörülemeyen geniş çaplı bir savaşa girecek ekonomik ve askerî güçten yoksun olan ve içeride rejimi devirmeye hevesli büyüyen işçi ve halk hareketleriyle karşı karşıya olan İslam Cumhuriyeti, İsrail ile topyekûn bir savaşa girmeyi kendi beka stratejisiyle uyumlu görmemektedir.

İşçilerin, İran ve İsrail’in ezilen halklarının ve bölgedeki diğer halkların -her biri kendi açısından bu savaş kışkırtıcısı politikaların başlıca kurbanları arasındadır- bu gerici ve kapitalist savaştan hiçbir çıkarı olmadığına şüphe yoktur. ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, Taliban ve Saddam Hüseyin rejimlerinin devrilmesi ve Libya’da Kaddafi’nin NATO bombardıman uçakları tarafından devrilmesi nasıl sadece yıkım, yerinden edilme, yoksulluk ve siyasal İslamcı aşırı hareketlerin yükselişiyle sonuçlandıysa, İsrail’in İslam Cumhuriyeti ile savaşı ve İsrail savaş uçaklarının saldırıları da daha iyi sonuçlar vermeyecektir. Tüm sol ve komünist güçleri, küresel işçi sınıfını ve İran’daki, Ortadoğu’daki ve dünyadaki tüm özgürlükçü, insancıl ve barış yanlısı birlikleri, İran’da İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi için devrimci sürecin savunulması, bölge halklarının bir arada yaşaması, bağımsız bir Filistin devletinin tanınması, özgürlük, eşitlik ve sosyalizm için savaşa ve savaş çığırtkanlarına karşı seslerini yükseltmeye çağırıyoruz.

Son zamanlarda rejime karşı -bazıları etkileyici olan- bireysel protestolar gördük. Rejime karşı direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sınıfının, kadınların, öğrencilerin ve devrimci hareketin durumu ve örgütlenmesi nasıl? Ve Komünist Parti’nin durumu nasıl?

Son 45 yılda İran’ın en yaygın ve uzun soluklu devrimci hareketlerinden biri hâline gelen “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketinin başlamasının üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. Bu ayaklanma toplumu devrimci bir döneme sokmuş, İslamî rejimin ideolojik temellerini sarsmış, İran’ın siyasi ve toplumsal dönüşümlerinde kadınların rolünü daha belirgin bir şekilde öne çıkarmış, güç dengesini işçi hareketi ve tüm ilerici toplumsal hareketler lehine değiştirmiş ve İslamî rejimi devirmek için verilen devrimci mücadeleyi yeni bir aşamaya taşımıştır. Bu hareket, işçi grevleri, hemşirelerin ülke çapındaki protestoları, öğretmenlerin ve öğrencilerin protestoları, emekliler ve siyasi mahkȗmların tutkulu direnişlerinin yanı sıra kadınların ve diğer ezilen kitlelerin İslam Cumhuriyeti’ne karşı devam eden direnişi ve mücadelesi şeklinde devam etmektedir.

İslam Cumhuriyeti’ni devirmeye yönelik devrimci hareket tüm iniş çıkışlarına rağmen devam etmekte ve İslam Cumhuriyeti’nin konumunu giderek daha kırılgan hale getirmektedir. İslam Cumhuriyeti’nin bu kırılgan konumu, çıkmazı ve çaresizliği, her şeyden önce, işçi hareketinin ve diğer toplumsal hareketlerin ilerlemesinin ve kadınların, gençlerin ve İran’ın özgürlük seven halkının İslami rejimin devrilmesi için verdiği mücadelenin sonucudur.

Bu hareketin amacına ulaşabilmesi için işçi sınıfının birleşmesi ve örgütlenerek sahaya inmesi gerekmektedir. İslam Cumhuriyeti rejimini ve egemen sınıf sistemini yıkmak için kadın hareketi, öğrenci hareketi ve Kürdistan’daki devrimci hareket gibi tüm ilerici toplumsal hareketleri birleştirmelidir. İşçi hareketi sadece acil ekonomik taleplerin bayrağını yükseltmekle kalmamalı, aynı zamanda siyasi tutsakların özgürlüğü, idam cezasının kaldırılması, zorunlu başörtüsüne son verilmesi ve İslamî rejimin savaş çığırtkanlığına karşı çıkılması için mücadeleyi de savunmalıdır. İslam Cumhuriyeti’ni yıkma mücadelesinde öncülük etmelidir. Örgütlenme ve oluşumun yanı sıra ülke çapında bir liderlik de oluşturulmalıdır. İran’da son yıllarda yaşanan kitlesel ayaklanmalar, protestolar ve işçi grevleri kendi liderlerini yetiştirmiştir. Bu yerel liderler birleşmeli, bağlantı kurmalı ve sosyalist bir strateji ile birleşik bir siyasi liderlik oluşturmalıdır.

İran Komünist Partisi bu süreçleri desteklemeye çalışmakta ve bu dönemin siyasi ve sınıf mücadelesi ihtiyaçlarına yanıt olarak hem ulusal düzeyde hem de Kürdistan’da Sol ve Komünist Güçler Koordinasyon Konseyi bünyesindeki örgüt ve partilerle daha yakın işbirliğine başlamıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz