Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de savaş naraları yeniden yükseliyor. Olup biteni anlamak için, biraz yakın geçmişe bakmakta fayda var.
Suriye savaşı, Libya’nın yerle bir edilip, Kaddafi’nin linç edilmesinden sonra ortaya çıktı. Öncesinde Irak işgali ve Afganistan işgali var. 11 Eylül 2001’de, İkiz Kuleler’in ABD’de yıkılması ile başlayan süreçte ABD, dünya “hegemonyasını” ilan etme yönünde adımlar atmaya başlar.
1989’da SSCB çözülmüştü. Ardından, Berlin Duvarı ortadan kalktı ve Almanya, takip eden 5-6 yıl içinde, Hitler Almanyası’nın silahlarla, savaşla ulaştığı sınırlara, savaşsız ulaşabildi. Eski Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkeleri, daha çok Almanya’nın, genellersek AB’nin sömürgeleri olmaya başladılar. Bu durum, ABD’nin elini çabuk tutması gerektiğinin en önemli işareti idi. ABD, SSCB ortadan kalkınca, başında bulunduğu emperyalist örgütlenmenin dağılması sürecinden önce, diğer emperyalist “dost”larını bertaraf etmeli idi. Dünya hakimiyeti, imparatorluk, tek kutuplu dünyanın izlemesi gereken yollar idi. Tek kutuplu dünya, 1990’lara ait idi ve gerisi “imparatorluk” ile gelmeli, ABD dünyanın efendisi olmalı idi. Aksi hâlde Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere güçlenecekti ve ABD yüzyılı sona ermiş olacaktı.
Böylesi paylaşım savaşları, kapitalist sistemin doğasında vardır ve silahsız bir sonuca ulaştıkları da görülmemiştir. Deniz Adalı’nın yeni çıkan kitabında (“Emperyalizm, Paylaşım Savaşımı ve Devrim”, Kaldıraç Yayınevi) bu paylaşım savaşlarının geçmişi ve bugünü üzerinde detaylıca durulmuştur. Bu nedenle oraya dönme niyetinde değiliz.
Ama vurgulamak isteriz ki, 11 Eylül saldırıları sonrasında başlayan Afganistan, Irak işgalleri öncesinde ABD, NATO’yu da yeniden organize etmek istedi. 11 Eylül’den bu yana, dünyaya 30 milyon insanın göç ettiği, yerlerinden olduğu, milyonlarca insanın öldüğü ve sakat kaldığı biliniyor. ABD, NATO’yu, “terörizme karşı savaş” için görevli bir kurum hâline dönüştürme iradesini ortaya koydu. Böylece, eski “dost”ları olan emperyalist ülkeleri, kendi amaçları için yapacağı savaş hamlelerine ortak edecekti. Amacı, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere’yi, kendi peşinden ayrılmaz hâle getirmekti. Bu dört ülke, askerî açıdan toparlanmadan, ABD ile boy ölçüşebilir hâle gelmeden, ABD denetiminden çıkmadan, ABD yol almak istiyordu.
İşte bu ABD hegemonyasının eğik düzlem üzerinde inişe gitmesi sürecinde Suriye savaşı bir dönüm noktasıdır. Afganistan ve Irak işgalleri, diğer dört emperyalist güce ABD’nin ne yapmak istediğini gösterdi. Ve bu süre sonunda, bu güçler arasında paylaşım savaşımı daha da su üstüne çıkmaya başladı. Batı ittifakı, çözülme işaretleri vermeye başladı. Ve ABD, Libya hamlesi ile, bu müttefiklerine bir parmak bal vermek istedi. Libya petrolleri paylaştırıldı.
Türkiye, Libya işgalinde, ABD’nin yardımcı gücü oldu. İzmir’deki NATO üssü, Libya saldırısına karşı aktif olarak kullanıldı. Erdoğan, öncesinde “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyordu ki, ertesi gün, Libya’nın işgalini desteklediğini ilan etti.
Şimdi, Kaddafi’siz Libya’da, Trablus hükümeti ile anlaşmalar yapmaya çalışan TC devleti, aslında Kaddafi’nin Libyası ile iyi ilişkiler kurma şansına sahip idi. Bu ilişkileri bir anda, ABD emri ile feda eden TC devleti, şimdi, Libya’da “üs” edinmeye çalışmaktadır. Üstelik Libya’nın çok küçük bir bölümünü tutan “İhvancı” grupları ile iş tutarak.
ABD’nin Yugoslavya’yı da katarsak 5 saldırısında, TC devleti, açıktan yer almıştır. Ama Suriye savaşında, daha özel bir yer almayı seçmiştir.
TC devleti, Suriye’de işgalcidir ve bugün, bu işgal hareketini Irak topraklarında, Irak Kürdistanı’nda da hayata geçirme isteğindedir.
Suriye savaşı, ABD’nin hegemonyasının çözülmesinde bir adım oldu. Suriye yenilgisi, ABD’nin saldırganlığını daha da artırdı. Ve TC devleti, ABD’nin bölgedeki kirli işleri için bir tetikçi olarak kullanılmak üzere, Saray Rejimi biçiminde yeniden organize edildi.
TC devletinin, bir dış politikası yoktur.
Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de olup bitenlerin bir özeti, Suriye savaşında vardır. TC devleti, bir ABD tetikçisidir ve bir tetikçi olarak devleti bizzat yönetenler, bu savaş hamleleri içinde ceplerini doldurmakla meşguldür. Suriye savaşında TC devleti, ABD emirlerini yerine getirmiştir ve onun izin verdiği ölçüde de, Suriye topraklarında yer işgal etmişlerdir. Ama bu arada, ceplerini doldurmaktan da geri durmamışlardır. Suriye savaşında, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar birlikte devrede olmuşlardır. Ama aslında çekirdek ittifak, ABD ve İsrail ittifakıdır. Türkiye, sadık bir tetikçidir. Suriye savaşından Erdoğan ailesi ve Saray çevresi kazançlı çıkmış, ceplerini doldurmuştur. Saray Rejimi, “Osmanlıcılık” hayallerini beslediği radikal İslamcı hareketlerle iç içe geçmiştir. İslamcı hareket için Türkiye, büyük ölçüde bir Pakistan hâline getirilmiştir. Saray Rejimi, bu sayede “ömrünü” uzatmış, Erdoğan’ın iktidarı bırakmama niyeti beslenmiştir.
Şimdi, Akdeniz’de yaşanan gerilim, aynı sürecin bir başka boyutudur.
Suriye savaşı ile, Akdeniz’de önemli bir etkinlik kazanan Rusya’nın gücünü elimine etmek için, ABD, Akdeniz’i savaş alanına, gerilim alanına çevirmeye niyetlenmiştir. Bunu ise elbette TC eli ile yapmaya niyetlenmiştir. Libya ile anlaşmanın, Akdeniz’deki gerilim politikasının ABD-İsrail politikalarına, çıkarlarına açıktan hizmet ettiği ortadadır. TC devleti, Saray Rejimi de bununla görevlidir. Erdoğan, bu işi yaparak, iplerini tutan ABD devletine hizmet ederek, ömrünü uzatmak istemektedir. Hepsi budur.
Saray Rejimi, önde Erdoğan’ın görüldüğü bir rejimdir. Ama aslında bu rejim, çetelerin ortak koalisyonu gibidir. MHP’nin rolünden söz etmiyorum. Ergenekon olarak adlandırılan eski devlet yapısı, kendisine “ulusalcı” diyenler vb., İslamcı çeteler, tarikatlar, Gülen hareketinin bizzat kendisi, Erdoğan’ın çeteleri, hep birliktedirler. Erdoğan ismi etrafında bir koalisyon söz konusudur. Ve bu koalisyonun her açıdan ipleri, doğrudan emperyalist merkezlere çıkmaktadır.
Gülen hareketi, nasıl ki bir ABD projesi idi ise, aynı şekilde Erdoğan hareketi de bir ABD projesidir. Ergenekon projesi de öyledir. NATO örgütlenmesi içinde yer alan Gladio, bir ABD örgütlenmesidir. Şimdi bunların hepsi, Saray Rejimi içinde birliktedirler. Bunların her birinin içinde, ABD’nin, Almanya’nın, İsrail’in, İngiltere’nin, Fransa’nın vb. örgütlenmeleri vardır.
Bugün, Akdeniz’de ortaya konan politika göstermektedir ki, TC devletinin bir dış politikası yoktur. hatalı bir dış politikası vardır demek anlamsızdır. Bu “dış politika”, ABD emirlerinden ibarettir. Bunu Dışişleri Bakanı, Libya’da “ABD emri ile hareket ediyoruz” diyerek açıkça ortaya koymuştur.
TC devletinin Akdeniz’de ortaya koyduğu, bugünlerde bir başka NATO üyesi ülke olan Yunanistan ile savaşın eşiğine geliniyor izlenimini veren politikası, aslında ABD’nin Akdeniz, Ege ve Karadeniz’i karıştırma politikasının ortaya konuluş şeklidir.
ABD’nin bu politikası, bir yandan AB’ye karşı bir tehdittir, diğer yandan ise Rusya’ya karşı. ABD, “benim değil ise kimsenin olmayacak” tutumu ile bölgeden çekilmeyeceğini ilan etmektedir. Suriye savaşında aldığı yenilgi, gerçekte ağır bir yenilgidir. Ama pes ettiğini söylemek mümkün değildir.
Denilebilir ki, bugünlerde hiçbir yerel savaş, büyük savaş sonuçlanmadan sonuçlanmayacaktır. Suriye savaşı, bittiği hâlde bu nedenle sürmektedir.
ABD, hem AB’yi karıştırma olanaklarını kullanmaktadır, hem de Rusya’ya karşı tehdit işini artırmaktadır. Bu nedenle Akdeniz’de bağırtı artarken, ABD uçakları Karadeniz’de cirit atmakta, Rus uçakları ile itdalaşına girmektedir.
Demek oluyor ki, yakında eski Yugoslavya coğrafyasında, Polonya’da, Romanya’da, Ukrayna’da da adımlar atacaklardır.
Çin’e karşı girişilen hamleler, Rusya’ya karşı hamleler ile beslenmektedir. ABD, bu konularda kendisine yakınlık göstermekte tereddüt eden eski Avrupalı müttefiklerini, Rusya ve Çin’e karşı hamleler yapmaya “ikna” etmek istemektedir. Bu nedenle, Yunanistan-Türkiye gerginliği artırılmaktadır. Bu sayede Akdeniz’in her alanı, savaş bulutları ile doldurulmaktadır.
Acaba bu planlar nerede duracaktır?
Bunu söylemek mümkün değildir. Zira ABD hegemonyası çözülmektedir, ama ABD’nin bunu “bir yeni durum” olarak kabul edip, evinde oturmaya çekileceği söylenebilir mi? Bu olmayacaktır.
Geçen haftalarda ABD, İran’a karşı yeni yaptırımlar devreye sokmaya kalktığında, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın bu yaptırımları kabul etmeyeceklerini açıklamaları boşuna değildir.
Öyle anlaşılıyor, ABD, İran’a karşı saldırılardan da geri çekilmeyecektir. Belki, Süleymani suikasti gibi suikastleri devreye sokmaları, bunu tüm bölgeye yaymaları da mümkündür. Ama bugün görünen, Akdeniz’in Ege’ye, Ege’nin Karadeniz’e bağlanmak istendiğidir.
Türkiye ile Yunanistan’ın bir savaşa tutuşması zayıf bir ihtimaldir. ABD, bu gerilimi artırarak, belki de bölgeye yerleşmek için yeni fırsatlar peşindedir. Bunu bilemiyoruz. Ama bu gerilimin ABD’ye çok fırsatlar sunacağı da açıktır.
Türk gemisinin silah taşırken Libya açıklarından çevrilmesi süreci, Fransa’yı Akdeniz sürecine daha aktif tarzda devreye sokmuştur. ABD, bu kez Libya’ya BAE gemileri ile silah taşımaya çalışmaktadır. Bir gemi, Alman güçlerinde durdurulmuş ve limana çekilmiştir. ABD’nin bu işte ısrar edeceği açıktır. Avrupa’nın bu konuda ne kadar dirençli olacağı ise önümüzdeki dönemde belli olacaktır.
Ama Akdeniz’de savaş bulutlarının yoğunlaşmasının, ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı planlarına AB’den destek alması için bir hamle olduğu da açıktır.
Saray Rejimi, ise tüm varlığını savaş ve gerilim politikalarına bağlamıştır. Savaş politikaları, aynı zamanda, içeride milliyetçi, ırkçı saldırıların artması için de bir fırsata dönüştürülmek istenmektedir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde, İslamcılık ve ardından Türkçülük ile Rum ve Ermenilere karşı girişilen katliamlar hatırlanmalıdır. Bugün, savaş politikaları ile Ayasofya’nın camileştirilmesi adımları arasında bir bağ kurmak mümkündür.
TC devleti, her zaman savaş politikaları ile, içeride katliamları birbirine bağlı ele almıştır. Bu konuda geniş bilgi için, Kaldıraç’ın Eylül 2020 tarihli 230. sayısında, Sibel Özbudun-Temel Demirel’in son derece toparlayıcı, “Rumlara dair tarih (b)ilgisi” isimli çalışmasına bakılabilir.
Tarihleri katliamlarla doludur. Kürtlere karşı yürüttükleri savaş, bugün, bunun örnekleri ile doludur.
Tüm bunlara son vermenin tek yolu, işçi ve emekçilerin örgütlenmesidir. Örgütlü bir güç olmadan, cesaretle mücadele etmeden, bu katliam politikalarına, savaşa, bölgemizdeki emperyalist varlığa son vermek mümkün değildir. İşçi ve emekçiler, emperyalist güçlerin çıkarları için, bu güçlerin bölgemizdeki ortakları olan devletlerin çıkarları için bir savaşta yer almamalıdır. Bunu açık olarak reddetmelidir. İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, burjuva egemenliğin her biçimine karşı mücadele etmek üzere, Birleşik Emek Cephesi’nin örülmesine katılmalıdır.