Belki sizin de ilginizi çekmiştir. Sri Lanka’daki direniş, mevcut başkanın ülkeyi terk ederek, Singapur’dan e-posta yolu ile istifa etmesine yol açtı. Bu istifa, “ileri bir sonuç” değil elbette. Ama, ülkemizdeki Saray Rejimi’nde, Damat Berat’ın sosyal medyadan istifa etmesi ile başlayan komik tartışmaların, aslında türünün tek örneği olmadığının bir kanıtı olabilir.
Bizde çok yaygındır; modern teknoloji abartılır.
Sen, devrimden söz eden bir genç gördüğünde, hemen ona, 12 Eylül yenilgisinden öğrenmiş olduğun, “mücadele etmek tehlikelidir” düsturuna uygun olarak, “iyi ama devrim, bu teknolojik koşullarda, bu şartlar altında, her şeyi kontrol edebildikleri bir ortamda mümkün değil” demek için kendini tutamayan “dostum”, modern teknolojiyi çok ama çok abartıyorsun.
Haklısın. Yeni, devrimsiz, uslu yaşamında, sen sadece “iyilikler” dilerken herkese, bakıyorsun ki, çok değişik aletlerle her şeyi izlemek mümkün. Eşi kendisini aldatıyor mu diye dert eden, hemen bir izleme sistemi devreye sokuyor. Eskiden ev telefonlarını izleyen devlet, şimdi, her türlü elektronik yazışmayı izliyor, telefonları kaydediyor. Ve sen tüm bunların karşısında kendini ezilmiş, yalnız hissediyorsun. Tıpkı, benim, deterjan almak için markete gittiğimde, onun bana bakan gözleri ile “paran var mı” diye sorduğunu hissetmem gibi. Buna biz meta fetişizmi diyoruz. Belki de senin bu elektronik dünya da dahil, “modern teknolojiyi” abartırken, unuttuğun bir şey vardır?
İşte, Sri Lanka’nın başkanı, Singapur’dan e-posta ile istifa ettiğinde, biz, bu teknolojinin başka bir yönünü de öğrenmiş oluruz. Bakan Damat Berat istifasını sosyal medyadan yaptığında, saygın Kemalist-ulusalcılarımız, “aaa, bu devlet terbiyesine uymuyor” dediler. İyi ama, diploması olmayan bir adamı başbakan ve cumhurbaşkanı olarak kabul etmek, sizin devlet terbiyenize nasıl uygun gelmişti? Galiba, tam da uymuştu. NATO tedrisatı budur. Siz, neye şaşıracağınızı bile NATO standartlarına göre belirlersiniz. En büyük beklentiniz, ABD’li bir yetkiliden alacağınız “aferin”dir.
Neyse, bizim modern teknolojiyi abartan dostlarımıza dönelim. Neyi unutuyorlar? Acaba 100 yıl önce devletler, isyancılardan teknolojik açıdan daha güçlü değil miydi, bu isyancıların teknik zayıflığı sadece 21. yüzyıl devrimcilerine ait bir yeni sorun mudur? Mücadele etmek istemeyen için, her durum zordur, her zaman bir bahane bulunur. Oysa 1917’de iktidarı alanlar, aslında teknik olarak yine o zamanın kapitalist devleti ile kıyas götürmez ölçüde güçsüz idiler. Brecht acaba bu durumu mu gördü? Egemenlere sesleniyordu, “tankınız ne güçlü, ne güçlü ama kullanacak insan ister” diyordu. Bugün de öyledir.
Sanat, işte bu denli güçlüdür. O dönem için söylenen, tankınızın kusurcuğu, kullanacak insan istemesidir meselesi, bugün de doğru.
Sri Lanka’da, bu kusurcuğu görmeye başladık mı? Gezi’de bu kusurcuğu görmeye başladık mı?
Kaldıraç 252. sayısında, Halk Kurtuluş Cephesi (JVP) politbüro üyesi Sunil Handunethi ile bir röportaj yaptı. Bu röportajın sonunda Handunethi, şöyle diyor: “21. yüzyıl sosyalizm yüzyılıdır. Kapitalizmin yarattığı teknoloji ve teknoloji dünyası, insanları çeşitli şekillerde felakete sürüklemek ve istismar etmek için kullanıldı. Teknoloji, insanları bölmek ve yönetmek, insanlar arasında uyumsuzluk getirmek için kullanıldı. Ancak, şimdi halk tarafından haklarını korumak ve geliştirmek için kullanılıyor …” (Kaldıraç, Temmuz 2022, s. 88).
Yani, egemenlerin elindeki teknolojinin eksiği olan, onu bir insanın kullanması gerçeği, işleri değiştirme eğilimini ortaya çıkarıyor. Bizim eski yoldaşlarımız, hâlâ dostlarımız, teknolojiyi çok abartıyorlar. İnsana, işçi ve emekçi sınıflara bakmıyorlar. Kapitalist ekonomiyi, kapitalist dünya sistemini anlamak, yıkmak üzere mücadele etmiyorlar. O nedenle, kendi “evcil” dünyalarında her yeni teknik gelişim, onları biraz daha korkutuyor.
12 Eylül yenilgisinden korkmayı, mücadele etmemeyi, örgütten uzak durmayı, tartışmaktan korkmayı öğrenmiş olanlar, sadece bunları öğrenmiş olanlar, korkmak için her gün bir şey buluyorlar. Bizim egemen ulusalcılarımız nasıl ki, NATO’dan korkmasını biliyorlar, bizim 12 Eylül ile korkuya boyun eğenlerimiz de, korkmak için her “yeni şey”de bir neden buluyorlar.
* * *
Sri Lanka, eski adı Seylan olan, bizim bildiğimiz Seylan çaylarının geldiği yerdir. O meşhur çaylar, yeni adı ile Sri Lanka’da üretilir. Sri Lanka, Hindistan’ın güneyinde yer alan bir adadır. Yanlış bilmiyorsam, eski İngiliz sömürgesidir ve İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin nezdinde dünya kapitalist sisteminin aldığı yenilgi sonrasında “bağımsız” bir ülke olmuştur. Hindistan’a çok yakın bir adadır. Sanırım, 31 km mesafede olmalı. 31 km yüzebilen insanlar var mıdır bilmiyorum. 2020 istatistiklerine göre, 89 milyar dolar GSYH’si (gayrisafi yurtiçi hasıla) olan bir ülkedir. Nüfus ise 22 milyona yakın. 12 milyar dolar ihracat yapıyor. Bu yıllık ihracat içinde örme tekstil başta olmak üzere tekstil, çay, kahve ve baharatlar önde. İthalatı ise ağırlıklı olarak petrol alanında, yıllık toplam ithalat, petrol de dahil 22 milyar dolar. Basit bir mantıkla, ülkenin enerji ihtiyacını çözmesi gerekiyor. Bu yolla petrol ithalatı azalabilir.
Rajapaksa hanedanlığı, Temmuz ayında son buldu.
Gotabaya Rajapaksa, en son başkan idi ve Singapur’da istifa etti, e-posta yolu ile. Teknolojinin böyle kullanımını allah bizimkilere de nasip eder mi bilmiyoruz. Ama aslında Gotabaya’dan önce, bir başka Rajapaksa vardı, o da Gotabaya’nın abisi Mahinda Rajapaksa idi.
Tamil gerillaları (LTTE) ya da Tamil Kaplanlarına karşı yürütülen iç savaş ve soykırım uygulamalarının başarısı için, Mahinda, 2005’te iktidara geldi. Sri Lanka’da iktidar bloğu, Mahinda ile, Tamil gerillalarını ezmeyi hedefledi. İçlerinde çok sayıda çocuk da olmak üzere, 100 bin kişi katledildi. Ve iç savaş, büyük ölçüde 2009’da sonlandırıldı.
JVP politbüro üyesi Handunethi, Kaldıraç’taki röportajında, Sri Lanka’da farklı etnik grupların, her ülkede olduğu gibi yaşadığını söylüyor ve şu grupları sayıyor: Sinhaleseler, Tamiller, Müslümanlar, Burgherler, Maley. Tamillere karşı devletin kıyımı boyunca, aslında şiddetli bir baskı sistemi yaratıldı. Tamillerin yaşadığı bölgelerde halkın herhangi bir direnişine karşı acımasız savaş devreye sokuldu. Sri Lanka, 22 milyona yakın nüfusuna rağmen, 350 bin kişilik bir orduya sahip. Bu oldukça yüksek bir orandır.
Tamil direnişini bastıran devlet, Mahinda yönetiminde, Rajapaksa ailesinin öne çıktığı bir yönetime dönüştü. Başkanlık sistemi, tıpkı ülkemizde olduğu gibi, olağan olmayan bir devlet örgütlenmesi olarak gelişti. Elbette, tüm aile, adada süren yağma-rant ekonomisine uygun olarak görevler aldı. Mahinda 2015’te görevi kardeşi Gotabaya’ya devretti. Sanıyorum, kendisi de başbakan olarak görev aldı.
Ülkede bizim ülkemizdeki gibi yollar, kullanılmayan havalimanları vb. yapımı daha da hızlandı. Böylece borç batağı büyüdü. Ekonomik kriz derinleşti. 2021 Nisanı’nda, devlet başkanının aldığı yeni karar, bardağı taşıran damlalardan biri oldu denilebilir. Gotabaya, tarımsal alanda, kimyasal gübre kullanımını yasakladı. Bu elbette çiftçileri oldukça zora soktu. Çay ihracatı için, kimyasal gübrenin olmaması, alıcılar açısından önemli olsa da, buna bir çare düşünülmedi ve çiftçiler oldukça zor duruma düşmeye ve 2022 yılında gösteriler artmaya başladı. 2022 nisan enflasyonu, yüzde yüzü geçmişti. Petrol ve enerji fiyatlarındaki artış, durumu daha da kötüleştirmişti. Hükümet enflasyonu, 2022 Nisan ayında yüzde 34 olarak açıklıyordu.
Nisan 2022’de gösteriler daha da şiddetlendi. Bastırma çabaları yeterince sonuç vermedi. Başkent Kolombo, Tamillere karşı kullanıldığı tarzda şiddetin kullanılabileceği bir yer değildi.
51 milyar dolar borcun ödenemeyeceği ortaya çıktı. IMF ile yapılan görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Gösteriler, kitlesel eylemler, kendiliğinden veya örgütlü eylemler şeklinde gelişti. Başlangıçta eylemlere katılanlar, daha çok “halk” olarak ele alınabilirdi. Bu bir yandan, eylemlere yoğun katılım, orta sınıfların, küçük burjuvaların da katılımı demek idi. Ama daha sonraları, öğrenciler, kadınlar vb. yanı sıra, grevler ortaya çıkmaya başladı. 28 Nisan grevi bu açıdan önemlidir. Kaldıraç’taki röportajda, 1 Mayıs’ın ilk kez üç ilde birden kutlandığı bilgisi yer almaktadır. 6 Mayıs’ta ise, hartal diye adlandırılan, kepenk kapama, hayatı durdurma eylemi başladı. Eyleme, çay işçileri de katıldı, sendikalı işçiler de katıldı.
Gotabaya, önce, aileden iktidarda olanları görevinden aldı. Ama durumu toparlamaya yetmedi bu tutum.
Artık Başkent Kolombo işgal altındaydı.
Eylemler, daha da ilerledi. Mahinda ve 70 milletvekilinin evi, göstericilerle basıldı. Bu villa tarzı evler ateşe verildi. Nihayetinde, göstericiler, büyük güvenlik önlemleri ile korunan Başkanlık Sarayı’na girmeyi başardı. Gotabaya, ülkeyi terk etti. Singapur’dan e-posta ile istifa etti.
Sri Lanka direnişinin bize düşündürdükleri var.
Olayları, belki de bazı eksiklikleri ile, böyle özetledikten sonra, direnişin düşündürdükleri üzerine tartışabiliriz.
Muhtemeldir ki, burada aktarılan bilgilerden daha fazlası, iyi bir tarama ile bulunabilir. Ama JVP politbüro üyesinin röportajı, bilgi eksikliklerimize rağmen, bize daha ciddi düşünceler geliştirme cesaretini verdi.
Ülkemizde çok sıkça tartışma konusu olan Gezi Direnişi’nin hâlâ güncel olması, sürmekte olan direnişin bastırılması için Saray Rejimi’nin her yolu denemesi, ayrıca bir yakınlık kurmamıza neden olmaktadır. Sri Lanka direnişi, bize Gezi Direnişi’ni bir kere daha ele alma enerjisi vermektedir.
İzninizle maddeler şeklinde yazmak istiyoruz.
1
Sri Lanka direnişi nezdinde, dünyanın tüm direnen işçi ve emekçilerini selâmlamak istiyoruz. Sri Lanka’dan Başkan Gotabaya’nın kaçışı, henüz bir zafer değildir. Ama buna rağmen, önemlidir. 20 yıla yakın bir iktidarın-hanedanın çöküşüdür. Ve bu çöküş, sonunu nasıl getirecek bilinmezse de, direnişin eseridir, en geniş anlamı ile halkın eseridir.
Bizde Erdoğan sonrası konusunda tartışma çok “renkli” gibi sunulan bir siyah-beyaz film sahnesidir. İlkin, mesele Erdoğan meselesi değildir. Dahası vardır. Saray Rejimi, daha da ilerisi, burjuva egemenlik, ABD’nin 51. eyaleti olma hâli son bulmalıdır ve bunun olanakları vardır. Bu konuda bize katılmayacak olanların fazla olduğunu biliyoruz. Bizim görüşümüz, her gerçek gibi, bugün az sayıda destek görmektedir. Ama doğrusu, biz de, kendini çoğunluğa göre ayarlamayanların saflarındanız. Yani görüşümüz yeterince destek görmüyor diye, onu yanlış kabul etmeyecek kadar irademiz, bilimsel öngörümüz ve cesaretimiz var.
Erdoğan’ın nasıl yıkılacağı, sonrasına ilişkin bilgi verecektir. Erdoğan ve Saray Rejimi, halkın direnişi ile, mesela Sri Lanka’dakinden daha az olmayan bir direnişle yıkılacaksa, sonrası bambaşka olmaya adaydır.
Bu nedenle, Sri Lanka’da zafer, işçi sınıfı ve halkın, mevcut sistemi, başkanlık sistemini alaşağı etmesi, sosyalizmin bayrağını yükseltmesi demek olacaktır. Bunun için, sadece parlamentoyu temel alan bir yaklaşım yeterli değildir. Tersine, halkın direnişini temel almak gerekir.
Kolombo, başkent “işgal” edildiğinde, insanlar “yurttaş komiteleri” aracılığı ile, gıda ve tüpgaz stoklarına el koydular ve bu stokları halka planlı olarak dağıttılar. Bu önemli bir “iktidar” adımıdır. Buradan söylemesi kolay olmasa da, “yurttaş komiteleri”, kendiliğinden eylemlerin örgütlü eylemlerle birleşmesinin kanalı olabilirler.
İşçi sınıfı ve devrimcilerin, iktidarı almaya güçleri yetmeyebilir. Ama bunun yolu, direnişi daha da derinleştirmekten geçmektedir.
Doğru bir siyasal önderlikle, birleşik emek cephesinin iktidarı alma olanağı vardır. Bu da, sadece parlamentoya bakan bir mücadele anlayışının aşılması demektir. Tekrar etmek gerekir ki, bizim buradan söylediklerimiz, elbette, bazı hatalar içerebilir. Ama asla ve asla, dostça olmayan bir anlam içermezler. Parlamento ile sınırlı bir direniş, daha ileriye gitmeyi unutmak, reddetmek demektir. Elbette, Sri Lanka, dünya kapitalist sistemini sarsacak bir çıkış yeri değildir. Elbette öyledir. Ama buna rağmen, sosyalizmin bayrağının dalgalanması mümkündür.
2
Sri Lanka direnişinin, kayda değer, oldukça kıymetli bir yönü var: Onca baskıya rağmen, direniş dağılmamış ve kararlılığını sürdürmüştür. Bu durum ada halkının optimist yaklaşımının ürünü değil, gelişen ve yıllar alan direnişin ürünüdür. Uzun bir mücadele tarihinin sonucudur ve Tamil gerillalarının, tüm hatalarına rağmen direnişi, bunun, bu tarihin bir parçasıdır.
Rajapaksa hanedanının destekçilerinin, bir yandan aile üyelerinin yönetimden ayrılması kararına rağmen ve tam da onun ardından, bir saldırı organize ettiklerini biliyoruz. Bu saldırıda Rajapaksa destekçileri, Kolombo’daki göstericilerin üzerine saldırdı, çadırlarını yaktı, göstericilerin bir kısmı ağır dayaklar yedi. Ama buna rağmen, gösteriler durulmadı ve direniş sürdü.
Ve direniş, salt barışçıl gösterilerle kendini sınırlandırmakla yetinmedi.
Bizim Gezi Direnişi sırasında, büyük alanlarda toplanmamız yetmedi. Aynı süreç, Sri Lanka’da da vardı. Ama artan şiddet karşısında, göstericiler, eski başkan da dahil, 70 milletvekilinin evini yaktı. Dahası, artan saldırılar, direnişçilere, esas muhatabın, parlamento değil, Saray olduğunu öğretti. Saray’ı basan göstericiler, bir sonuç elde etmeyi başardı.
Bizim Gezi Direnişi’nde yapamadığımız budur.
Gezi Direnişi’nde, alanlarda coşkulu kalabalıklar olarak, özgürleşme, korku duvarını delme açısından çok kıymetli adımlar attık. Ama bu durum, bununla sınırlı kaldıkça, sonuç vermekten uzak oldu. Gezi döneminde penguen yayını yapan TV merkezlerini ele geçirmedik ya da kamu binalarına yönelip, doğrudan onlarla tartışmaya yönelmedik. Bunu düşünenler zayıf kaldılar.
Oysa Sri Lanka’da, olaylar, devlet kurumlarına, daha direkt olarak Saray’a doğru akmaya başladı ve bu durum bir sonuç üretti.
Sri Lanka’da süreç, yarın askerlerin bir bölümünün silah bırakması ile bile sonuçlanabilecek noktadadır. Bu ise salt parlamentoya hapsedilmiş bir mücadelenin yetersiz olacağını düşünmek için önemli bir nedendir.
3
Kaldıraç’ta yer alan röportajda, Handunethi, artık ülkede ırkçı ve dinci manipülasyonların işe yaramayacağını belirtmektedir.
Bu oldukça önemli bir noktadır.
Modern burjuva devletin en büyük rıza üretme araçları, din ve milliyetçiliktir (ırkçılık). Bunu kaybeden bir burjuva devlet, kolaylıkla ayakta duramaz. Bu açıdan Sri Lanka devrimcilerinin, Tamiller ve tüm halklarla, kardeşçe bir ilişki kurması gerekli ve önemlidir.
Ülkemizde, TC devleti, Kürtlere karşı savaş ve Yunanistan ile savaş konularını açtı mı, her şey durmakta, ilk iş olarak egemenler birbirine yapışmakta, aralarındaki çelişkileri unutmaktadır. Ardından, özellikle okuryazar takımı (OYT) aracılığı ile, bu ırkçı ve milliyetçi yaklaşım, “devleti kurtarmak” hâline dönüştürülmekte, böylece Saray’a muhaliflik de boşa düşmektedir. Sözde Saray Rejimi’ne muhalif, gerçekte, sadece Erdoğan’dan rahatsız bir anlayış örgütlenmektedir. Oysa bunlar, ayrı şeyler değildir. Bu ikiyüzlü muhalefettir, sözde muhalif, gerçekte, Saray Rejimi’nin destekçisi.
Bir muhalif, eğer Kürt halkına karşı yürütülen kıyımı görmüyorsa, eğer bu durumda devletin yanında yer alıyorsa, bu durumda susuyorsa, ona devrimci denemez.
Ülkemizde ırkçılık ve din hâlâ etkilidir. Etkileri azalmaktadır. Ama buna rağmen hâlâ etkilidir. Bu TC devletinin sadece tarihsel deneyimi ile açıklanamaz, aynı zamanda NATO bağları da bunun bir nedenidir. Ama elbette, TC devletinin tarihsel deneyimi de bu konuda çok önemlidir. Biz, ülkenin devrimcileri, Ermeni katliamında yeterince tepki verilmiş olsa idi, bu ırkçılığın bunca sonucu ile karşılaşmayacağımızı söylemek zorundayız. Büyük günah, her türlü küçük günahı aklar, görmezden gelmenin sonucudur bu. Komşusu saldırıya uğradığında onu yalnız bırakan kişi, kendisine gelecek saldırının da kapısını açmış demektir. İnsanî açıdan da bu böyledir. Devrimci mücadeleden söz ediyorsak, bir halkın haklarını yok sayan, bir halkın direnişine gözünü kapatan kişi, devrimcilikten söz edemez.
TC devletinin elinden din ve ırkçılık (milliyetçilik, o ünlü deyimi ile Atatürk milliyetçiliği de içinde) alındığında, TC devletinin yönetme araçlarının önemli bir bölümü de elinden alınmış olacaktır. Saray Rejimi’nin azgınca dini ve milliyetçiliği kullanması bu nedenledir. Bu denli şiddetli tarzda kullanıldığı için, din de, milliyetçilik de eskisi kadar iş görmekten uzaktır. Kürtlerin direnişi, bu açıdan çok ama çok önemlidir. Hatta bazı dinî çevrelerin, samimi inananların iktidarı eleştirmeleri de büyük bir öneme sahiptir.
4
Direniş öğretmendir.
Direnişçi, tüketim toplumu ilişkilerini aşarak insanlaşmaya, güzelleşmeye başlayan kişidir.
Sri Lanka direnişi, küçük bir ada ülkesinin direnişi değil, insanlığın kapitalist sisteme, burjuva egemenliğe karşı direnişinin bir parçasıdır.
Kapitalist sistem, ağır bir ekonomik kriz yaşamaktadır. Bu kriz, en son 2008 krizi diye adlandırılan günlerden gelmektedir. Uluslararası tekeller, “büyük reset”ten söz etmektedir. Dünyayı bir savaş arenasına dönüştürme isteği, tam da bugünlerde, ABD’nin çözülen hegemonyasını kaybetmeme isteğinin ürünüdür. ABD emperyalizmi, diğer emperyalist rakiplerini (Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa gibi), Rusya ve Çin’i boğmak, sömürgeleştirmek için yanına almaya çalışmaktadır.
Bu durum, dünyanın her yerinde, devrimci sosyalizmin yükselmesine olanak tanıyacak fırsatlar yaratmaktadır.
Dünyanın her yerinde, sınıf savaşımı yeniden yükselmektedir. Bu savaşımın daha da sertleşeceğini söylemek bir kâhinlik sayılmaz artık. Burjuva kalemşörler bile, sosyalizmin ruhuna Fatiha okumanın artık işe yaramadığını dile getirmektedir. Sosyalizm, kuşkusuz 100 yılı aşkın deneyimi ile, yeniden yükselecek bir yol bulma arifesindedir.
Bu koşullarda, dünya devrimci hareketinin enternasyonal bir örgütünün olmaması büyük eksikliktir.
Dünya yeniden sosyalist devrimlerin yükseliş dönemine girecek gibi iken, bu enternasyonalist bir örgütün eksikliği, hızla aşılması gereken bir görev gibi durmaktadır.
Elbette bu durum, her ülkedeki, hatta emperyalist metropollerdeki devrimci hareketin kendi gelişim yolunu sürdürmesinin alternatifi değildir. Her devrimci hareket, yükselmekte olan sınıf mücadelesine uygun adımlar atmak zorundadır. Ancak, bugün, bunca yıllık tarihsel deneyime dayanarak, söyleyebiliriz ki, her devrimci hareket, dünya devrimci sosyalist hareketinin bir parçası olarak kendini konumlandırmayı ihmal etmemelidir.
Bugün, buna çok daha fazla ihtiyaç vardır.
Devrimin nerede ve nasıl gelişeceği, birçok etkene bağlı olarak şekillenecektir. Ama devrimciler, kendilerini, dünya devrimci hareketinin bir bileşeni, bir parçası olarak konumlandırmayı, en başından gözetmek zorundadır.
Sri Lanka direnişi, dünya devrimci işçi hareketinin bir parçasıdır. Birçok deneyime sahiptir. Ondan öğrenmek, o gözle detaylara bakmak, savsaklanamaz bir devrimci görevdir.
Yoğunlaşan savaş bulutları arasında, insanlığın geleceğinin sosyalizmin zaferine bağlı olduğu gerçeği, uzakta da olsa bir güneş gibi parlamaktadır.
Ömrünü tüketmiş bir sistem olarak kapitalizmin, kapitalist emperyalizmin yeryüzünden silinip atılması gereklidir. 21. yüzyıl, bunun yüzyılı olmalıdır. Bu insanlığın varlık yokluk sorunu haline gelmiştir. Tüm bunları bir kere daha düşünmemize olanak veren Sri Lanka’nın, o güzel adanın direnişçilerini, işçilerini ve devrimcilerini bir kere daha selâmlıyoruz.
Devrim ve sosyalizm, gezegenimiz için, hava ve su kadar acil bir ihtiyaçtır.
Devrim için ileri, ya sosyalizm ya ölüm!