Başlığa bakınca, sakın, “ne alâkası var” demeyin. Henüz, bu sorunun yanıtını bilmiyoruz. Ama belki sadece biz, halk olarak biz, bilmiyoruz. Belki bilenler vardır.
Cumhurbaşkanı yardımcısı, ismini yanlış hatırlamıyorsak, Oktay olmalıdır, Sayın Oktay, bir süre önce, Sudan’da, Türkiye’nin askerî üs kurma tartışmaları-söylentileri sürecinde, ilginç bir “şaka” yapmış olmalı. Şöyle buyurmuştu; Sevakin adasında turizmi artırmak için askerî üs kurulması… Bunun gibi bir şeyler söyledi. Yani, Sevakin adası, Türkiye tarafından satın alındı veya kiralandı. Bu ada, Sudan topraklarında ve Türkiye, Erdoğan ve El Beşir arasındaki “sıcak” Müslüman Kardeşler ilişkileri nedeni ile, burada üs kuracağını dile getirmeye başladı. Böyle bir anlaşma yok ama “söylenti” işe yarar diye düşünmüş olmalılar. Sudan bunu reddedince, bu sefer Oktay, işte yukarıdaki sözleri söylüyor. Askerî üs ve turizm bağlantısını bu denli ciddi kurmasının mümkün olmadığını düşündüğümüzden, buna “şaka” dedik.
İşte darbe olan, ordunun yönetime el koyduğu, göstericilerin sokaklarda istifasını istediği El Beşir’in ülkesi Sudan ile böylesi bir ilgimiz var.
Halk, Sudan’da 30 yıllık Müslüman Kardeşler örgütünün kollarından El Beşir iktidarını devirmeye yöneldi. Sokaklarda gösteriler, El Beşir’in sonunu getiriyordu ki, ABD destekli darbeciler, Mısır’daki gibi bir yola başvurdular: El Beşir gidiyorsa bari orduyu devreye sokalım. İşte böyle yaptılar.
Ama bu satırlar yazılıyorken, halk hâlâ sokaklardadır ve komünistlerin de içinde bulunduğu göstericilerin liderleri, giden El Beşir ile gelen ordunun aynı soydan geldiğini, birbirlerinden farklarının olmadığını söylüyorlar.
Yani, sokakta, hayatın her alanında direniş hâlâ sürüyor.
El Beşir, ABD destekli bir rejimin temsilcisidir. Tıpkı Tunus’taki Bin Ali gibi (bizdeki Binali ile bir alâkası yok. İstanbul seçimlerinde gördük ki, Binali, aslında 999 Ali imiş ve bir oyla seçimleri kaybetmiş). Tıpkı, Mısır’daki Mübarek gibi, tıpkı Irak’taki Saddam gibi. Bunlar ABD destekli iktidarlardı. Her biri, birer despot, her biri “astığı astık kestiği kestik” liderlerdi. Saddam, Müslüman Kardeşler teşkilâtından değil idi. Kaddafi de değil idi.
Ama paylaşım masasında olan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde, tüm doğal kaynakları yağmalamak için emperyalist güçler arasında bir paylaşım savaşımı var. ABD, Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere emperyalist ülkeler, bölgenin paylaşımı için masaya oturmuştur. Bu durum, eğer halkın direnişi yok ise, eğer sosyalizmin zaferi olmuyorsa, mutlaka ve mutlaka, daha ağır sömürgeleştirme süreci demektir. Yani, daha büyük sömürü, daha büyük yağma için harekete geçtikleri açıktır.
Elbette, bu ülkelerde halkın, onlarca yıldır süren baskı rejimlerine karşı öfkesi fırsatını bulduğunda, ortaya çıkıyor. Ve Mısır örneğinde olduğu gibi, “efendiler”, süreci durdurmak için, ellerindeki diğer kozları devreye sokuyorlar. Mısır’da ordu devreye sokuldu. Şimdi de Sudan’da. Sudan’da halkın durdurulması için, El Beşir’in 30 yıllık iktidarı geri çekilmiştir. Ordu yönetime el koymuştur ama halk geri çekilmiyor ve ordunun iktidarını, en azından bugüne kadar tanımıyor.
Ve işte bu noktada ilginç gelişmeler ortaya çıkmaya başladı.
Saray Basını, yani karanlık üretim merkezi, etrafındakilerle birlikte, aslında Sudan darbesinin Erdoğan’a karşı yapıldığını ilan etmeye başladılar. Bunların dediklerine bakarsak, El Beşir’in ordu tarafından devrilmesi, “dünya lideri” Erdoğan’ın önünü kesmek içindir. Peki bu hız nedendir, neden bu kadar hızla bu sonuca gidiyorlar?
Sorudur ve yanıtını bilenler olduğu kesindir.
Bizim tahminlerimiz olabilir.
İlkin, her ikisi de Müslüman Kardeşler örgütüne bağlıdır. Bu örgüt, ABD tarafından organize edilmiş, desteklenmiş bir örgüttür. Suriye’de Esad ile Erdoğan’ın kardeşliğini bozan emir, ABD’den geldi. Ama bu o kadar etkili nasıl olabildi? Esad’a Müslüman Kardeşlere yol vermesi önerilmiştir ve reddedilince, durum değişmiştir. Erdoğan ve Müslüman Kardeşler ilişkisi, Rabia meselesi ile değil, bu yönü ile de biliniyor. Erdoğan’ın dünya liderliğini bilemiyoruz ama El Beşir ile ilişkisini biliyoruz.
El Beşir, katliamlardan sorumludur ve dünya çapında aranmaktadır. Ziyaret edebildiği nadir ülkelerden biri Türkiye’dir ve Erdoğan’ın misafiri olabilmiştir. Üstelik bu ziyaretler, öyle derin bir gizlilik içinde de yapılmıyor, sözümona sessiz sedasız yapılıyor.
El Beşir ile bir diğer ilişkisi, El Beşir’in Sevakin adasını Erdoğan’a vermesidir. Yukarıda açıkladık, aslında bu adanın gerçekte ne olduğu da belirsizdir. Bu adada bir Türk askerî üssünün kurulması söylentileri, en azından bilindiği kadarı ile gerçekleşmemiştir.
Acaba, El Beşir ve Erdoğan arasında, Müslüman Kardeşliğe dayalı parasal ilişkiler var mıdır? Varsa bu ilişkilerin gerçek içeriği nedir? Bunu da bilmiyoruz.
Adadaki durumu da bilmiyoruz.
İşte belki de bunlar ve daha başka bizim bilmediğimiz, atladığımız nedenlerle, Saray Basını, birden bire Sudan darbesini Erdoğan’a karşı darbe olarak nitelemiştir. Belki de nedeni budur.
Acaba, Saray Basını, peş peşe gelen bu değişikliklere bakarak, başka hiçbir nedene dayanmaksızın, sıranın Erdoğan’a geleceği düşüncesi ile mi böyle yazmaktadır? Bin Ali Tunus’ta düşmüştür, Mübarek 30 yıllık iktidarını kaybetmiştir, Salih Yemen’de düşmüştür, Saddam Irak’ta Batı ile o kadar yakın iken düşmüştür, şimdi de El Beşir düşmüştür. Bu süreç mi endişe yaratıyor? Yoksa Sevakin adasının ne olacağı meselesi mi bu kadar endişe yaratıyor?
Biz ise biraz daha farklı bakma eğilimindeyiz.
ABD, İngiltere, Almanya, Japonya ve Fransa, bu beşli emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşımının giderek taşları yerinden oynattığı, eski “dengelerin” artık sonuna geldiği, yeni durumların ortaya çıkmaya başladığı düşüncesindeyiz.
Dün, emperyalist güçler arasında, SSCB’nin varlığına dayalı bir denge, bu dengeye bağlı olarak başında ABD’nin bulunduğu bir “hiyerarşik örgütlenme” vardı. Bu örgütlenme, SSCB çözüldükten sonra çözülmeye başladı. ABD, dünya liderliği için paylaşım savaşımını öne almaya çalıştı.
İşte bugünlere gelene kadar, böylesi bir süreç başladı. Bu sürecin, her ülkenin özgülüne yansıması farklı farklıdır.
Emperyalist paylaşım savaşımı, bölgemizde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde daha şiddetli savaşlar şeklinde yansımaktadır. Bölgemizde, Irak savaşının, Libya savaşının ardından, Suriye savaşı başlamıştır. Suriye savaşı, masadaki karanlık ABD planlarını değiştirmiş, sahada bozmuştur.
Yemen, Filistin ve Suriye savaşları hâlâ devam etmektedir.
Bölgemizde, emperyalist güçlerin maşası durumundaki, tetikçisi durumundaki ülkeler, bu paylaşım savaşında, paylaşılacak yer, paylaşılacak pasta oldukları hâlde, “pastadan pay” almak için çırpınır duruma geldiler. Türkiye, ABD’nin tetikçisi olarak iş gördü, görüyor. Bu tetikçilik, en net Suriye savaşında ortaya çıkmıştır.
Benzer biçimde Suudi Arabistan, aynı tetikçiliğe soyunmuştur ve hem Suriye’de hem de Yemen’de ortaya koydukları pratik, bunun en açık kanıtıdır.
Bugün ABD, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve İsrail arasında daha yoğun bir bağ kurmaya çalışmaktadır. Ortadoğu NATO’su gibi sözler, içine Türkiye’yi de alacak tarzda organize edilmek istenmektedir. Ve açık olarak, İran karşıtı bir cephe oluşturmak hevesindedirler.
Tüm bu süreç, çetelerle, özellikle de IŞİD çetesi ile, oldukça vahşi bir katliam politikasına çevrilmiştir. Bölgede kan akmayan yer kalmamıştır, milyonlarca insan yerinden edilmiş, çocuk ve kadınlar katledilmiştir.
Ve tüm bu süreç, onlarca yıldır bölgede “efendileri” adına hüküm süren diktatörlükleri de sallamaya başlamıştır.
Henüz, halkların net bir anti-emperyalist örgütlenme ve direnişinin yükselişinden söz edecek durumda değiliz. Ama böylesi bir eğilimin var olduğunu da görebiliriz.
Sudan resmini bu çerçevede, bu genel çerçeve içinde okumak gerekir. Emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşımını anlamadan, sonuca varmak mümkün değildir.
Tüm bu süreçte, Müslüman Kardeşler örgütü, IŞİD çetelerinden daha farklı bir tarzda etkili kullanılmış, kullanılmaya çalışılmıştır. El Beşir, katliamlardan sorumlu, uluslararası mahkemelerce aranan bir konuma sahip idi. El Beşir, halkın sokağa dökülmesi ile devrilince ya da devrilmeye yakın hâle gelince, “efendiler”, kendilerine bağlı başka güçleri devreye sokmuşlardır. Mısır’da olduğu gibi ordu devreye sokulmuştur. Mısır’da ordunun darbesi tutmuştur. Sudan’da da tutması için uğraşılmaktadır. Ordu, henüz kabul görmüş, duruma hakim olmuş değildir. Halk hâlâ direnmektedir.
Görüldüğü gibi, ABD’nin has adamı olmak, sürekli olarak iktidarda kalmanın garantisi değildir. Dengeler oynadıktan sonra, “efendiler” kendilerine bağlı güçleri değiştirmekte tereddüt etmezler. Bunu Irak’ta da gördük.
Halkların ortak, anti-emperyalist mücadelesi geliştikçe, gerçek anlamda bu paylaşım savaşımının dışında bir yol ortaya çıkabilir. Halkların kurtuluşu, halkların ortak anti-emperyalist direnişine bağlıdır. Bu direniş, tüm bölgeden emperyalist güçlerin ve onların tetikçisi rejimlerin sökülüp atılması ile sonuçlanacaktır. Gerçek anlamda çözüm de buradadır. Bu temel üzerinde, Sudan halkının direnişini selâmlıyoruz.