Ve bu durumda, Suriye savaşını başlatan ülkeler, Başta ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan olmak üzere, durumdan rahatsızlar. Ve bu nedenle artık şu soru ile karşı karşıyadırlar: IŞİD yetmiyor, doğrudan kara güçlerini devreye sokmalı mıyız? Suudi Arabistan, bu konuda kapıyı açtı ve ardından Türkiye, bu konuda ne kadar heveskâr olduğunu göstermek üzere, Genelkurmay Başkanı’nı Davutoğlu’nun yanına katarak, Suudi Arabistan’ın yolunu tuttu. Aynı zamanlarda Katar, Moskova’nın yolunu tutup, kendini geri çekmek üzere hamleler yapmakla, belki de biraz zaman kazanmakla meşgul idi. Türkiye, bir yandan Suudi Arabistan’a sentetik Başbakan’ını ve onun yanına Genelkurmay Başkanı’nı gönderirken, Erdoğan Moskova’ya giden Katar şeyhinden, Putin ile ilişkilerin düzeltilmesi için arabulucu olmasını istiyordu.
Demek ki, birincisi, Türkiye ne yaptığını bilmiyor. TC devleti ve onun yöneticileri, akılları karışmış bir biçimde davranmaktadır, stratejik derinlik, bugün ortaya çıktığı kadarı ile, stratejisi olmamak anlamına geliyormuş. Bu durum, TC devleti içinde her kurumun, başka saiklerle aklına eseni yapması şansını ortaya çıkarıyor. Kendi aralarında büyük çatışmalar, henüz su üstüne çıkmamış hâlde duruyor. İkincisi, Türkiye, işin başında ABD’nin kuyruğuna takılmıştı. Bugün ise, durumdan zararlı çıktığını görüyor. Ama o kuyruktan ayrılma cesaretini gösteremiyor. Seçimler karşılığında ABD’ye verdikleri tavizler, muhtemelen karşılarına çıkartılmaktadır ve Erdoğan-AK Parti devleti, kendi ellerini bağlamış durumdadırlar. ABD, açık olarak, PYD terör örgütü değildir, demektedir ve Türkiye, ABD’ye sesini çıkartamadığından, bölgedeki Sünni ittifak sürecini geliştirmeye çalışmaktadır. Şimdilerde Suudi kuyruğuna eklenmelerinin nedeni budur. Türkiye, Suudi uçaklarına İncirlik’i açmıştır. Bu yolla, bir yandan kara harekâtı yapmaktan söz ediyorlar, diğer yandan ise, savaşı dünya savaşına doğru büyütmek istiyorlar. Suudi uçakları İncirlik’ten Suriye hava sahasına dalacak ve El Nusra ve IŞİD güçlerini koruyacak planları yapmaktadırlar. Bu yolla, Suriye sınırlarına uçak kaldıramaz hâle gelen Türkiye, Rusya’ya karşı hamle yapmaktadır. Büyük ekonomik çöküntü yaşayan Suudi Arabistan, savaş ile tüm bölgeyi birbirine katma peşindedir. Muhtemeldir ki, ABD, bu süreci önlememek yolu ile desteklemektedir. ABD, Suriye’de savaşı kaybettiğini görebilmektedir ve bu nedenle, daha tehlikeli bir oyunun oynanmasının Rusya’yı zora sokacak adımlar atılmasının önünü sessizce açmaktadır. Bu muhtemeldir. Ama Türkiye, bu savaşın, bu tehlikeli oyunun içine tüm güçleri ile dalmaktadır.
Bu sonuçları şimdilik kaydetmek gerekir.
Aslında, Türkiye, kendisi tarafından beslenen, kendisi tarafından sahaya sürülen, desteklenen unsurların Suriye’de orduya karşı yaşadığı kayıp nedeni ile çok telâşlıdır. Bu telâş ile, her türlü tetikçiliği yapar hâle gelmiştir. Rus uçağının düşürülmesi, böylesi bir eylemdir. ABD emri ile gerçekleştiğinden şüphe yoktur. Türkiye ise, bu eyleme ev sahipliği yapmakla kalmamış, sorumluluğunu da üstlenmiştir. Başika kampı girişimi aynı telâşın ürünüdür. Azerbaycan’a gidip, orada bulunan Türk askerî eğitmenler aracılığı ile Ermenilere saldırmak aynı telâşın ürünüdür.
Şimdi, aynı telâşla, Suudilerle işbirliğini askerî yönde tehlikeli bir oyun için devreye sokuyorlar.
Ve Kürt mevzilerine karşı saldırıları da aynı durumu gösterir. Yakın zamana kadar IŞİD ve El Nusra güçlerinin elinde bulunan üs, TC güçleri tarafından hiçbir biçimde hedef olmamıştı. Ama bugün, Kürtlerin eline geçtikten sonra, TC güçlerince uzaktan bombalanmıştır. Kuşku yok ki, bu bombalamaya ABD de göz yummaktadır.
Nihayetinde ABD, bölgeye sınır değildir. Gün gelir ve geri çekilir, ülkesine döner. Ama bölgedeki güçlerin, Türkiye de içinde, böyle bir şansı yoktur. Bölgede dökülen kanlar, halklar arasına sokulan düşmanlıklar, yüzlerce yıl etkisini gösterecek, derin bir güvensizliğin temellerini atacaktır. Ama TC yönetenlerinin böylesi bir uzun görüşlülüğü yoktur. Erdoğan başkanlığı, Ergenekon takımı devlet içindeki konumlarını, başkaları tatlı petrol paralarını vb. korumak için her şeyi yakmaktadırlar. Stratejik derinlik dedikleri bu olsa gerek.
TC devletinin, El Nusra ve IŞİD güçlerinin üssü kaybetmelerinden sonra giriştiği bombalama eylemi, aslında kendi cephesini de göstermektedir. El Nusra tarafından kontrol edilirken sesleri çıkmıyordu ve bu durum bir tehdit değil idi. Üstelik El Nusra’nın Hatay’daki bombalamayı gerçekleştirdiği açık iken, Erdoğan’ın, 52 Sünni vatandaşımızı öldürdünüz, diye attığı çığlıklar hafızalarda iken. Demek ki, Türkiye’yi esas olarak rahatsız eden şey, IŞİD vb. değil, esas olarak rahatsız eden şey, Suriye ordusunun ve Kürtlerin sahadan IŞİD ve El Nusra gibi güçleri temizliyor olmasıdır.
Şimdi, Türkiye, Suudi Arabistan ile birlikte, Suriye operasyonları mı yürütecektir?
ABD, diyelim ki, bu iki gücü arkadan desteklesin, bu durumda sonuç mu alacaklar? Strateji gerçekten de bu mudur? Yoksa bunlar, yine telâşlı, saçma hareketler midir? Demek ki, yönünü kaybettiğinde, neye sarılacağın bile belli olmuyormuş.
ABD, bölgede, bizzat işlediği tüm suçları, acaba sonunda Erdoğan ve Türkiye’nin boynuna yıkıp, kendini aklamak istese, daha iyi bir yol bulabilir mi?
Türkiye, PYD konusunda düşmanca bir tutum almaktadır. Yakın dönemde PYD ile görüşmeler yaparken, bugün, durum çok değişmiştir. Bugün, bölgede, artık maskeler kalkmaktadır. Herkes gerçekten kiminle birlikte ise, onunla hareket etmeye başlamaktadır. Türkiye, desteklediği güçlerle ilişkilerini artık gizlemiyor. Tüm savaş boyunca bir Sünni ittifakının, Suudi Arabistan, Türkiye, IŞID vb. arasında alttan alta yürüdüğünü artık kimse gizlemiyor ya da gizleyemiyor. PYD düşmanlığı tam da bu nedenle Türkiye için geçici değildir.
ABD, bu tutumu da anlayışla karşılamakta, gizliden gizliye desteklemektedir.
Öyle anlaşılıyor, TC devletinin, Ergenekon güçleri, IŞİD artıkları, TC ordusu, karanlık basını, cesetlerden mutluluk duyan Perinçek’i vb. eli ile bir ittifak hâlinde Kürt halkı nezdinde ülkemizin tüm devrimci demokrat güçlerine, işçi ve emekçilerine, tüm halklarına karşı giriştikleri saldırı da bu sürecin bir parçasıdır. ABD ve AB bu saldırıyı desteklemektedir. ABD, bu saldırıyı teşvik etmektedir. Bu saldırıyı TC devleti ne kadar şiddetli yürütürse, PKK’nin ABD’den ve AB’den yardım isteyeceği ve bu durumda ve bu yolla PKK’nin kontrol edilebileceği düşünülüyor olmalıdır. İçeride yürüyen bu savaş, PYD’ye karşı yürütülen düşmanlık, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Kürt hareketinin, bölgenin paylaşımı savaşının bir parçası hâline getirilmesi, kendi özgürlük ve direniş çizgisini terk etmesi istenmektedir. Cizre’ye, Sur’a, Silopi’ye bir de bu gözle bakmak gerekir. Katil rolü TC devletine yakışırken, kurtarıcı rolü için ABD eşikte beklemektedir.
Sürece, Filistin meselesini, sürece Yemen savaşını da eklerseniz, bugün çok ciddi bir biçimde, dünya savaşının sınırında olduğumuz anlaşılacaktır.
Bu paylaşım savaşı, öyle bir noktaya evrilmiştir ki, bölgede oluşan kontrolsüz güçlere, kontrolünü kaybetmiş devletler de eklenmektedir. Son derece tehlikeli bir oyun oynanmaktadır. Adeta benzin istasyonunda meşalelerle dolaşılmaktadır. Bölge zaten yangın yerine dönmüştür. Ve yangın üzerinden daha tehlikeli oyunlar devreye sokulmaktadır.
Kuşku yok ki, bu savaşa karşı halkların ortak, anti-emperyalist mücadelesi gerçek ve tek çözümdür. Ama bu çözüm, bugün daha çok teorik bir gerçek alternatif olarak görünmektedir. İnsanlar, bunu isteseler de, bunun gerçekçi olmadığını düşünmeye yatkındır.
Oysa, tarih boyunca da hep böyledir. Gerçek çözüm, gerçek barış, gerçek kurtuluş, her zaman uzak görünür. Her zaman zalimler güçlü görünür ve her zaman zalimlerin zaferi yakın görünür.
Ama Kobanê’yi ele alırsak, tarihte derinliklere bakarsak, uzak ve imkânsız gibi görünen kurtuluş, uzak ve imkânsız gibi görünen gerçek çözüm, sanıldığından daha yakındır, daha gerçekleşebilirdir. Kobanê, bunun en son kanıtıdır.
Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi, elbette örgütsüzlüğümüzün yarattığı ortamda, zor ilerleyecektir. Ama bu mucize gerçekleşmeye her zamankinden de yakındır. Dahası, biz devrimcilerin, başka da çıkış yolu yoktur. Biz biliyoruz ki, bu olanaklıdır. Biz biliyoruz ki, halkların ortak iradesi mucizeler yaratmaya her zaman olanak sağlar. Halkların ortak anti-emperyalist mücadelesi dünyayı yerinden oynatmaya yarayacak bir kaldıraçtır.
Öyle ise, durup eyvahlanmak, durup ağıtlar yakmak, doğru yol değildir. Bu ateş çemberinin içinden, bu ablukanın içinden halkların kurtuluşu yolunu açmak, ancak ve ancak, tüm enerjimizle örgütlenmekle, direnişi adım adım örmekle mümkündür. Kürt halkının direnişi bunun en açık örneğidir. Halkları diz çöktürmek, tiranlıklarını ebedî kılmak mümkün olmayacaktır. Elbette bu zorlu, çok çetin bir mücadeledir. Öyle anlaşılıyor, bu coğrafyada, binlerce yıllık baskı ve sömürü tarihi ile hesaplaşmak öngörülenden de zorlu olacaktır. Halkların mücadelesine, işçi ve emekçilerin direnişine daha büyük bir inançla sarılmak tek çıkış yoludur.
Bu karanlık, bu eşine az rastlanır vahşet, bu savaş çığırtkanlığı, er ya da geç son bulacaktır. Mesele bugünden, büyük bir sabır ve büyük bir inatla, bu mücadeleyi örme iradesini göstermektedir. o