Her köşe tutmuş, adeta kaymak bağlamış süt gibi köşe tutmuş, burjuva kalemşör, artık bir dünya savaşından bahsetmekte beis görmüyor. Yine de lafın arasında sıkıştırdıkları bu üçüncü dünya savaşı sözünü bir yana bırakırsak, suçlu ülkeler, suçlu rejimler vb. arıyorlar. Yani, gerçekte Üçüncü Dünya Savaşı’nın aslında bir paylaşım savaşımı olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Libya’daki sorunların kaynağı Kaddafi, Suriye’deki durumun kaynağı Esad olarak gösteriliyor. Bu yolla, aslında savaşın kesin olarak bir cephesinde açıkça saf tutuyorlar ve laf arasında dünya savaşı dedikleri şeyin, sanki, diktatörlüklere karşı “demokrasi” taşıma işi olduğunu söylüyorlar.
Akılları alınmış budalalar gibi konuşuyorlar. Gerçekle, gerçeklikle hiçbir bağları yoktur, kalmamıştır. Bu, son yıllarda Türkiye’nin genel hastalığıdır, en tepeden en alta, her devlet yanlısı kişi, gerçeklikle bağını kesmiştir. Onları, gerçek hiçbir boyutu ile ilgilendirmiyor. Kürt meselesi bunun en açık örneğidir. Dün çözüm sürecini savunanlar, çözüm süreci yoluna kefeni giyip çıkmış olanlar, bugün, tam tersini söylüyorlar ve bunun gerçek sorunla, gerçek durumla bağları umurlarında değil. Öyle bir hâldir ki bu, tükürdüğünü yalamak değil, kustuğunu yemek olarak adlandırılabilir.
Çözüm sürecini emperyalizme karşı bir mücadele olarak ele alanlar, şimdi, Kürtleri imha etmeyi emperyalizme karşı mücadele olarak sunmaktadırlar. Dün, Kürtler kardeşimizdir, diye abilik pozlarında da olsa laf söyleyenler, bugün, her Kürt bir düşmandır, modunda konuşmaktadırlar.
Her yanda “üst akıl” diye konuşanlar, ABD tarafından kendilerine Kürtlere saldırma konusunda bir teşvik edici mesaj geldiğinde, sorgusuz sualsiz katliamlara kalkıyorlar. ABD ve AB’nin neden bu katliamlara sessiz kaldığını sormuyorlar, soran olursa da, “ee tabii biz aslanız, bizden de korkuyorlar” diyorlar. İşte size gerçeklik algıları. Akıllarına bir tek kere olsun, acaba kendilerinin bu “üst akıl”ın işlerini yaptığı şüphesi gelmiyor. Ne içip kafa buluyorlarsa, dumanlı bir kafa ile gerçek yaşamdan uzak hayat sürüyorlar. Çünkü onlar, allahın sevgili kulları, seçilmiş olanlardır ve ne isterlerse yapmak için rabbim yollarını açmıştır. İşte size gerçeklik algıları.
Hani ne oldu Kürt sorunu deseniz, öyle bir sorun yoktur, diyecekler. Bu savaş kötü idi, ne oldu deseniz, size “şehitlik” mertebesinden söz edecekler. Ama, ne Yıldırım’ın, ne de Erdoğan’ın çocuklarının bu yüksek şehitlik mertebesine varmak ve şehadet şerbetini içmek için ufacık bir istek duyduklarına şahit olmuyoruz. Arsaları, gemileri, rantları vb. başkasına bırakmamak için her türlü olasılık hesabını yapanlar, böylesi, bir yüksek mertebeye ulaşmak için, herkesi çalımlayıp en öne geçerler diye beklersiniz, ama nerde? Şehadet şerbetini içmek, hep yoksul ailelerin çocuklarına nasip oluyor. Yönetmek için, rabbim, Erdoğan’ları seçiyor, ama kendisine en yakın mertebe için ise hep adı sanı bilinmeyen yoksul ailelerin çocuklarını seçiyor, onları yanına tez elden alıyor.
TC devletinin tüm yönetenleri için gerçeklik, kendi paraları, kasaları ve rahatlarından ibarettir. Bunun dışında bir şeyle ilgili değildirler. Efendilerinin verdikleri emirleri harfiyen yerine getirirler, o kadar. Bu konuda düşünmelerine bile gerek yok.
Kürt karşısında birleşmek, devrim karşısında birleşmek, anti-komünizm temelinde birleşmek, halklar karşısında birleşmek, tüm tarihleri boyunca yaptıkları şeydir. 1 Mayıs 1977’de, Amerikalıların emirleri ile, kendisi ile aynı dili konuşan kalabalığın üzerine ateş açabilenler için ülke ve vatan, kasalardaki paralardan ibarettir. Bir tek gerçeklikleri vardır, o da budur. Bugün 1 Mayıs 1977’den bu yana öylesine katliamlara imza attılar ki, artık, insanlıkları kalmamıştır.
Artık bunlar, Aklı Kiralanmış Piyadelerdir. Ve varacakları yer, bugünden çok bellidir. Tarihe bakabilen bunu görebilir.
Her gün TV kanallarına “uzmanlar” çıkarıyorlar. Her biri, aklı kiralanmış insan örnekleridir. Aralarında, birkaç farklı insan olsa da, onlar da artık konuşamaz hâle gelmişlerdir. Bu, gerçeklikten kopma hastalığıdır. Hep beraber bir ayin yapar gibi belli sözleri tekrarlamaktadırlar. Hep birlikte, zikir gösterisi yapmaktadırlar. Her şeyi tüketmekte, her şeyi kirletmektedirler.
Burada duralım ve Suriye savaşına dönelim. Demek ki, bugün, bunların ağzından dünya savaşı sözlerini duymak, aslında bir ilerleme değildir. Tersine bize hâlâ, emperyalist ağababalarının demokrasi taşıma hayallerini anlatmaktadırlar. Kendisine komşu iki ülkenin, Suriye ve Irak’ın durumundan acı duymamak, tek bir ders çıkarmamak, olsa olsa, aklını kiraya vermekle mümkün olabilir.
İşte Kürt meselesine de bu akılla bakmaktadırlar. Yıllardır süren savaş, yıllardır sürdürülen bölünme propagandaları ile ne elde ettiler ki, şimdi yeniden ve daha şiddetli katliam politikalarını devreye soktular. Yıldırım, artık taarruzdayız, diyor. İşte size gerçeklikten kopma hâline bir başka örnek daha. Nasıl bir taarruzdur bu, buyursun Başbakan Yıldırım, yakında bu taarruzdan sonra zafer borularını çalacaklarına göre, haydi bu taarruza en başta kendi oğlunu göndersin. Belki o zaman inandırıcı olur. Artık, ölen askerlerin isimleri dahi anılmıyor. İşte gerçeklikten kopma hâline bir başka örnek daha.
1- Suriye savaşına dönebiliriz. Bunun, artık bir dünya savaşının parçası olduğu anlaşılmaktadır. Emperyalist odakların bölgemizi, Kafkaslar’dan Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya kadar, yeniden paylaşma planları biliniyor. 22 ülkenin sınırlarının değişeceği bilgisi, yeni değildir. Bu planların eşbaşkanı da Erdoğan’ın kendisidir. Bugün Suriye savaşı, daha büyük bir dünya savaşımının izdüşümüdür. Bu Balkanlar’da başlayan Yugoslavya’nın parçalanması ile sonuçlanan savaştan bu yana böyledir. Ama Suriye savaşı, duruma farklı bir anlam katmıştır. Cepheler daha da netleşmiştir. Rusya’nın doğrudan sahaya inmesi, hem Ukrayna’da, hem de Suriye’de savaşın niteliğini değiştirmiştir.
ABD, geçmişte, SSCB karşıtlığı, anti-komünizm ile diğer emperyalist güçleri, kendi bayrağı etrafında toplamayı bilmişti. Tüm soğuk savaş dönemi boyunca böyle olmuştur. SSCB dağıldıktan sonra, anti-komünizm yerine, yeni bir düşman yaratmak istedi ve bu düşman İslam oldu. Elbette onun anti-komünizm kadar birleştirici olması mümkün değil. Ama bizzat İslam’dan düşman yaratma politikası CIA’nın, Pentagon’un politikasıdır. Bu konuda, Taliban da kullanılmıştır, TC devleti de, Suudi Arabistan ve Katar da kullanılmıştır, El Kaide de. Kısacası ABD, kendine bağlı tetikçi güçlerle bu işi yapmıştır. Ve işin yeterince birleştirici olması için, Irak ve Suriye savaşının içinde, IŞİD devreye sokulmuştur. IŞİD, bir çetenin devlet şekline sokulmasıdır ve 40 ülkenin IŞİD ile ilişki kurduğu söylenmektedir. Bunların başında ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gelmektedir. Bir çeteden devlet yaratma projesi, aslında bölgede tam bir kaos yaratma projesidir. Bölgeyi tahrip etme, aynı zamanda bölgenin zenginliklerini yağmalama projesidir. Türkiye bu oyunda, isteyerek, gönüllü olarak rol almıştır.
Nihayetinde ABD, IŞİD ile elde edeceğinin sınırlarını görmüş ve şimdi IŞİD’e karşı mücadeleden söz etmektedir.
2- Suriye savaşının bugünkü aşamasında ABD yenilmiştir. Bunu net olarak ortaya koymak gerekir. Türkiye de açık bir yenilgi almıştır.
Ama bir dünya savaşı ile elde edilecek açık zafer ve yenilgiler yok ise, bu tipte yenilgiler geçicidir. Hem ABD bu yenilgiyi tersine çevirme ve yenilginin maliyetlerini mümkünse Türkiye’ye yıkmak istiyor, hem de Türkiye, yenilgiden kaybettiği imajı, içeride azgın bir diktatorya ile dengelemek istiyor.
ABD, yenilgisini hafifletmek için, bölgedeki güçlerin kendi denetimine girmesi için uğraşıyor. PYD’nin ABD denetimine girmesi için, bir yandan küçük işbirlikleri yapılıyor, ABD kuvvetlerine yer açılmaya çalışılıyor, diğer yandan ise Türkiye aracılığı ile PYD üzerine baskı kurulmak isteniyor. İçeride de, Türkiye’de de, ABD, devletin Kürt halkına karşı azgın saldırılarını bu nedenle destekliyor. Kısacası ABD, PYD ve PKK çizgisinin, kendine sığınmasını bekliyor. Barzani tarzı Kürtlere ihtiyaç duyuyor. Bunun için, bir yandan işbirliğinden söz ediyor, diğer yandan ise Kürtlere dönük her türlü saldırıyı destekliyor. Elbette, ABD’nin tüm tarihi, tüm kanlı tarihi boyunca, dünya yüzeyinde tek bir kere bile olsa bir halktan ya da halklardan yana tutum aldığı görülmemiştir. Bu bilgi, elbette tüm Kürt hareketinin çok da net bildiği bir bilgidir. Bu nedenle, biz burada, ABD’nin ne yapmaya çalıştığını görmeye çalışıyoruz.
TC devleti de, müttefiki olmaktan gurur duyduğu ABD’nin yenilgisini hafifletmek için, her yolu deniyor.
Cerablus saldırısı tam da budur.
Cerablus saldırısı, Suriye savaşında taraf olduğunu bir kere daha ilan etmektir. Cerablus saldırısı, Osmanlı hayallerini diriltmek içindir.
Gece gündüz “üst akıl”dan söz edenler, bu saldırıya ABD’nin nasıl izin verdiğini bile düşünmüyorlar. Türkiye’nin, ordunun bir zafere ihtiyacı var ve bu zafer, IŞİD ile telefonda görüşüp, sen çekil ben geliyorum gibi bir davranışa dayanmaktadır. TV kanallarında, “acaba bu zafer kolay mı oldu” diye soranlara, son derece kınayıcı gözle bakanlar, sabah akşam “üst akıl”dan söz etmekten de geri durmazlar.
Cerablus saldırısı, kesinlikle, halklara karşı bir savaş girişimidir. Emperyalist histerinin bir parçasıdır. IŞİD’e karşı bir savaş girişimi değildir. IŞİD’e karşı savaşacak olanlar, istedikleri ve kendileri için kazançlı olduğu zamanlarda IŞİD eylemlerinin Türkiye’de ortaya çıkmasını açıklasınlar. Ne zaman Saray bir şeylere ihtiyaç duyarsa, IŞİD devreye giriyor. Ama hiçbir zaman iktidarı ve hiçbir zaman Saray taraftarlarını hedef almıyor. Ankara’da Gar patlaması rastlantı değildir. TC devleti, içeride IŞİD’e karşı, İslamî radikalizme karşı, tarikatlara vb. karşı bir tek ciddi adım dahi atmamaktadır. Gülen’e karşı yürütülen operasyonlarda “at izi it izine karıştı” derken, tutuklanan aydınlardan, devrimcilere dönük saldırılardan söz etmiyor, tersine Gülen tarikatına karşı mücadele ederken, diğer tarikat mensuplarının gözaltına alınmasından söz ediyor. Özetle, içeride IŞİD’e dönük herhangi bir önlem yoktur.
Dahası, Cerablus’ta IŞİD mensuplarının sakallarını keserek, şehirde varlıklarını sürdürdükleri yönünde çok ciddi şüpheler de vardır.
3- Cerablus saldırısına ABD onayı ve desteği olduğu anlaşılıyor. Ama aynı zamanda Rusya’nın da izin verdiği görülmektedir. Rusya, büyük oranda NATO ile Türkiye’nin çelişkilerini derinleştirecek adımlar atmaktadır. Belki de Rusya bu yolla, IŞİD elemanlarının Türkiye’ye geçişini önlemek istemektedir. Bunu bilemiyoruz. Ama sonuçta, Cerablus operasyonuna izin verdikleri de ortadadır.
Şimdi tartışma şudur:
ABD, Türkiye’nin daha da içeri girmesinden yanadır. Bu ABD’nin bölgeyi karıştırmak için yeni olanaklar elde ettiği anlamına gelir. %90’ının FETÖ’cü olduğu söylenen ordunun bu kadar sürede temizlenmediği belli olduğuna göre, TC devletinin kendi mantığı içinde kullanılmak fikrinin bir ağırlığı olması gerekir. Bize göre ise, ister FETÖ’cü olsun, ister Ergenekoncu, ister NATO’cu olsun, ordu, ABD çıkarlarına göre organize edilmiştir. Bu nedenle, ABD’nin elinde yeni olanaklar demektir bu süreç.
ÖSO kuvvetlerinin 2000 civarında olduğu söylenmektedir. Bu kuvvetler Türkiye ve CIA’nın eğittiği kuvvetlerdir. Toplam 13 gruptan oluştuğu yazılmaktadır. Hürriyet’ten Tolga Tanış, 8 grubun CIA’nın desteklediği MOM birliği olduğunu, Hamza Tümeni ve 51. Tümen’in Pentagon ile çalışan gruplar olduğunu söylüyor. Türkiye de bu gruplarla içli dışlıdır. Sadece bunlarla değil, IŞİD ve El Nusra ile de içli dışlıdır. Tüm bunlar ABD’nin elinde bazı yeni olanaklar, karışıklığı büyütme fırsatları oluşacağını göstermektedir.
Türkiye, açıkça, kendi hedefinin PYD olduğunu söylemektedir.
Bu karmaşık tablo içinde, çok yakında durum daha da netlik kazanacaktır.
Ama ne olursa olsun, Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesi, emperyalist savaşa dahil olma isteğinin ifadesidir.
Türkiye, Cerablus ve Suriye içindeki tüm askerlerini hızla geri çekmelidir. Komşu halklara ve ülkere karşı saldırgan tutum, eninde sonunda emperyalist paylaşım savaşımının ortağı olmak demektir. Bu da halklara karşı imhacı tutumun devamıdır.
4- Evet bu topraklarda bir dünya savaşına dönüşmekte olan bir savaş yaşanmaktadır. AB ve ABD bu savaşın içindedir. İngiltere, İsrail, ABD, Almanya, Fransa vb. tümü bu savaşın içindedir. Bu paylaşım savaşımı, doğal olarak Suriye ile sınırlı olmayacaktır. Afganistan, Irak, Libya ve şimdi Suriye devreye girmiş ise, devamı gelecektir. Emperyalist odaklar, bu paylaşım savaşımında ilerlerlerse, Suriye’den sonra diğer ülkelere sıra gelecektir. Bölgedeki her ülke, her halk bu savaştan zarar görmektedir, görecektir. Bu savaş, bir paylaşım savaşımıdır ve IŞİD bu paylaşımı kolaylaştırmak için, yıkıcı güçtür. IŞİD’in parçaladığı yerlere, ABD’nin, İngiltere’nin düzenleyici olarak girmesi planlanmaktadır. Savaş gerçeğini bu netlikte görmek gerekir. Böyle bakılırsa, Türkiye’nin bu savaşa müdahil olması değil, tersine, emperyalizme karşı mücadeleye destek vermesi gerekir.
Bugün, savaşın bugünkü aşamasında, aynı zamanda bir direniş gelişmektedir. Ülkelerin, örneğin Suriye’nin direnişinden çok, halkların direnişinin ayrı bir önemi vardır. Ezidi katliamı daha tazedir ve ardından bir direniş gelişmiştir. Kürt halkının geliştirdiği direniş, giderek diğer halkları da içine alarak büyümektedir.
Binlerce yıllık tarihi boyunca, sürekli emperyalist güçlerin egemenliğinde, bir birinin bir diğerinin egemenliğinde yaşamış olan halklar, ilk kez, kendi gelecekleri için örgütlenmeye başlamışlardır. Bu direnişin anlamı budur. Bu direnişin giderek daha da büyüyeceği, daha da derinlik kazanarak güçleneceği ve yeni hayatın bunun içinde filizleneceği inancındayız.
Anadolu halkları, Türkiye halkları, Cerablus’ta yeni maceralara atılan ordunun savaşçı politikalarından değil, emperyalizmin bölgeden sökülüp atılması için direnen halkların direnişinden yana tutum almalıdır. Bugün, hem savaşın büyümesini önlemenin, gerçek anlamda barışı sağlamanın, tek yolu, halkların anti-emperyalist mücadelesini genişletmektir.
Evet bir dünya savaşı yaşanıyor ya da yaşanacak gibidir. Ama artık gözümüzü, direnişe dikmeliyiz. Çünkü bu arada tarihsel değeri çok yüksek bir direniş de mayalanmaktadır. Bu, halkların dirilişi süreci olabilir.
Emperyalizmi bölgeden söküp atmanın olanakları oluşmaktadır.
Evet emperyalist yağmacıları bölgeden söküp atmak kolay değildir. Ama Suriye’de bir kayaya çarptıkları artık açıktır. IŞİD ile ortaya koydukları katliamlar, ister Arap olsun ister Ezidi, İster Kürt olsun ister Ermeni, ister Alevi olsun ister Sünni, ister Türkmen olsun ister Çerkes, ister Türk olsun ister Acem, tüm halklara dönük katliamlardır. IŞİD, tüm bölgeyi karıştırmak, tahrip etmek, yağmalamak için devrededir. Ve IŞİD’in arkasında, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar vb. ülkeler vardır. Bunlar emperyalist ülkeler ve onların bölgemizdeki işbirlikçileridir.
Bugün Suriye halkları IŞİD’i defederse, IŞİD gelip Türkiye’ye yerleşecektir. Bu kadar acil, bu kadar hayatî bir konudur bu. Bölgeyi kana bulayan bu yağma savaşına son vermenin tek yolu, halkların dirilişidir.
Türkiye’nin ulusal politikaları diye tempo tutanlar, gerçekte, Türkiye’nin NATO’dan çıkması, tüm üsleri kapatması için tempo tutmalıdır, yoksa Cerablus’a asker sokma politikalarına değil.
Türkiye halkları, Saray’ın yalanlarıyla Cerablus maceraları, Osmanlı rüyaları peşinde koşmamalıdır. Buna dur demeli ve emperyalizmin bölgemizdeki en büyük üslerinin sökülüp atılması için Türkiye’nin NATO’dan çıkması için sokaklara dökülmelidir.
Önümüzdeki yıllar halkların direnişinin ve dirilişinin gelişeceği yıllar olacaktır. Devrimcilerin görevi bunu gerçekleştirmektir.