Türkiye’nin, 24 Kasım 2015’te Rus uçağını düşürmesinin ardından, zorlu ve sıkıntılı süreçlerden sonra, Rusya ile yeniden barış yoluna girmesi sürecini düşünürseniz, Erdoğan’ın bu sözleri, “şaşırtıcı”dır.
Erdoğan, acaba birdenbire kontrolünü kaybedip, dilinin altındaki baklayı mı çıkardı, yoksa, Rusya ile yeniden gerilim süreci mi başlatılıyor soruları akıllara geldi. Hem ister baklayı çıkarmış olsun, isterse yeniden gerilim sürecine yelkenler açılıyor olsun, durum pek de farklı olmazdı. Türkiye’nin, acele barış, ilişkileri hemen onaralım sözlerine Rusların,“yıkmak kolaydır ama tamir etmek zordur” tarzındaki yanıtlarının ardında yatan güvensizliğin pek de haksız olmadığı ortaya çıkmış oldu.
Ve ardından, birçok kanalla Rusya ile ilişkiye geçildiği anlaşılıyor. Ortalığa saçılan bilgilerden elde edilen sonuç, durumu toparlamak için, hem Cumhurbaşkanlığının hem de Dışişlerinin devreye girdiği yönündedir. Ve üç gün sonra, acil bir “muhtarlar toplantısı” organize edildi, ve bu kez Erdoğan, “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Suriye’de düzenlediği Fırat Kalkanı Harekâtının hedefinin bir ülke veya kişi olmadığını” söyledi. “Sözlerimi kimse başka yere çekmesin” dedi.
Acaba, Erdoğan, kibirden hiçbir şey görmüyorsa dahi, TC devletinin yönetenleri de öyle midir? Körlük, bir “durumu realize etme” hâli midir? Acaba, Erdoğan ve çevresi, bu muhtarlar toplantısı açıklaması ile, inandırıcı olabildiklerine emin midirler?
Kısacası, 29 Kasım’da Erdoğan bir söz söyledi, belki kalbinde yatan aslanı dile getirdi, belki içeride seçmenlere seslendi vb. ama ardından, epey bir ter dökülerek durum toparlanmaya çalışıldı.
Aynı 29 Kasım 2016’da, merkezi İdlib olan “Ahrar-uş Şam” örgütünün başına, Türkiye yanlısı olduğu söylenen (adı Ali el-Ömer olan) bir kişinin seçildiği unutulmamalı. Erdoğan, bu haberi, o gün konuşmasını yapmadan önce almış olmalıdır ve bunun coşkusu ile Suriye’ye ne için girdiklerini söylemiş, itiraf etmiştir. Gerçek budur. Bunu bilmeyen var mıdır?
Erdoğan rejimi, kendini Suriye rejimini devirmeye tamamen vakfetmiştir. Bir sabah Suriye sınırından girip, bilmem neredeki camide namaz kılmak, bir günde, yarım saatte Suriye’yi fethetmek vb. sözleri, “gerçeklikten” kopuk olabilir ama bir istek ve arzuyu göstermektedir.
Erdoğan rejimi, gerçekte ne istediğinin de çok farkında değildir.
Suriye devletinin dağılmasından mı yanasınız, diye soruyorlar, hayır diyorlar, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız, diyorlar. Esad’a muhalif güçleri destekleriz diyorlar, PYD’yi soruyorlar, hayır o olmaz, o Kürt diyorlar. Türkmen buluyorlar, onlar Şii olmaz, diyorlar. Kısacası ne istedikleri belli değil.
Belki de bu anlamda bir belirsizlik olsa da ne istedikleri bellidir: Mesela petrol paraları, mesela rant, mesela kendilerine bağlı bir hükümet.
Diyelim ki, Erdoğan hükümranlığına bağlı bir hükümet olsun, kimden oluşacak, ÖSO’dan mı, Ahrar’uş Şam’dan mı, El Nusra’dan mı? Hangisini istiyorlarsa ondan oluşsun, bir ay sonra, Erdoğan hükümranlığına karşı savaşacaktır.
Kısacası, büyük miktarda parayı saklamak, yolsuzlukları örtmek için geliştirilen hiçbir “ideolojik” örtü, bir gelecek için sera görevi göremez.
Erdoğan, kendi kontrolünde sandığı güçlerin, kendi kontrolünde olmadığını anlamakta zorluk çekmektedir. Bugün CHP milletvekilidir, dün Musul konsolosu idi, anlatsın herkese, nasıl esir düştüler ve nasıl MİT’in bile haberi olmadan bırakıldılar. Esir düşerken, bir oyun oynanıyordu ve TC devleti bunun bir parçası idi, ama sonra, bir anda, sınırda esirleri alacak adam göndermeleri 7 saatlerini aldı. Böylece anladılar ki, IŞİD kendi kontrollerinde değildir.
Bölgeye giden insan, bölgeye giden para, bölgeye giden silâhlar, hemen hepsi, hepsi değilse de %90’ı, Türkiye aracılığı ile gitti.
Erdoğan rejimi, tümü ile Suriye savaşına kendini bağlamıştır ve şimdi de kendini oradan kurtaramıyor. 29 Kasım’daki Esed açıklaması, Erdoğan’ın hislerinin kabarmasının ürünü değil, daha da ilerisi, tümü ile kendini Suriye savaşına bağlamış olmasının sonucudur. En küçük bir “iyi” haber, akılları durduruyor ve hemen fetih duyguları öne fırlıyor.
Sanırım, bu nokta açığa çıkmıştır.
Suriye savaşı ile, Erdoğan rejimi arasında çok direk bir bağ, paralel bir bağ kurulmuştur. Bu nedenle de Suriye savaşındaki gelişmeler, çok ama çok büyük öneme sahiptir. En küçük bir gelişme, Türkiye üzerine büyük bir gölge olarak düşmektedir.
Oysa gelişmeler hızlanma eğilimindedir.
İlkin, Suriye ordusu, Esad güçleri, rejim güçleri, Halep’i almaya hızla yakınlaşmaktadır. Halep, sık sık verilen şehri boşaltma araları nedeni ile biraz daha uzayacak olan bir savaş olsa da, sonu bugünden görülen bir savaştır.
Türkiye, Halep’te savaşan güçlere, açıkça “destek olamıyoruz” demek zorunda kalmaktadır. Bu nedenle de bir tarz çırpınmaktadır. Bir gün Halep konusunda Rusya ile aynı mesajları vermekte, ertesi gün başka telden çalmaktadır. Muhtemelen, Erdoğan, Putin’e, El Nusra güçlerini çekeceğiz sözü de vermiştir. Ama anlaşılan o ki, tersini yapmış ve El Nusra, verilen aradan yararlanmak isteyerek saldırıya geçmiştir.
Böylece, Türkiye’nin El Nusra bağlantısı, Ahrar’uş Şam bağlantısı da açığa çıkmaktadır. ÖSO bağlantısı zaten biliniyor. ÖSO güçleri içinde El Nusra ve Ahrar’uş Şam unsurlarının olduğu da söylenenler arasındadır.
Şimdi, Erdoğan hükümranlığı, bu güçlere sahip çıkamamaktadır. Bu durumu izah etmek de oldukça zorlaşmıştır. İşte bu nedenle, 29 Kasım’daki gibi açıklamalar devreye girmektedir. Bu açıklamalar, ülke içine mesaj değildir. Daha çok, Suriye’deki ortaklarına mesajlardır. Ve yine muhtemelen bu durumu Ruslara anlatmış olmalıdırlar.
İkincisi, yeni Amerikan Başkanı, bu örgütlerin tümünün birer terör örgütü olduğundan söz etmektedir. Bu durumda işler Erdoğan lehine değişmeyecektir. Kaldı ki, Trump, Clinton’un IŞİD’in kurulmasında nasıl devrede olduğunu biliyor ve bu durumda Erdoğan’ın görevlendirilmesini de biliyor demektir. Ve yaparlar mı bilinmez, ama bunun bir dava konusu olacağını da söylemişlerdir.
Kısacası ABD, İslamî örgütlerden birinin vb. desteklenmesinin yanlışlığını söylemekte ve beğenmeseler de Suriye rejimi ile işbirliği yollarını aramaktan söz etmektedir. Bu durum, Erdoğan için iyi haber değildir.
ABD, Suriye savaşında kaybetmiştir ve bir mola almak isteyeceği, bunun için de bir anlaşma yoluna gideceği izlenimini vermektedir. Acaba yenilginin faturası kime çıkacaktır?
Suudi Arabistan’ın Rusya ile ilişkilerini geliştirme isteklerine bakılırsa, yeni durumda, Erdoğan’ın “anlamlı yalnızlık” hâlinin daha da dramatik hâl alacağı kesinleşmektedir. Eğilimler bu yöndedir.
Üstelik bu “yalnızlık” aşılır olmaktan da çıkmaktadır.
Erdoğan, başçobanlık sistemini devreye soksa dahi, durum değişmeyecektir. Görünen budur. Ama doğrusu Erdoğan’ın acelesinin nedeni budur. Bu nedenle, yeni duruma Erdoğan rejimi ya da Erdoğan hükümranlığı demek yerinde olur.
Suriye savaşı ile Erdoğan hükümranlığı birbirine çok bağlı hâle gelmiştir. Bunu bu hâle kimin getirdiğinin, bunun bu hâle nasıl geldiğinin artık bir önemi kalmamıştır.
Şimdi, Erdoğan, Halep düştükten sonra ne yapacaktır.?
Halep düştükten sonra, İdlib’de toplanacak olan ve Türkiye’nin desteklediği El Nusra, Ahrar’uş Şam, ÖSO ve diğerleri, tek tek Türkiye’ye mi alınacak? İdlib, Halep gibi yerleşimin çok da yoğun olduğu bir bölge de değil. Bu durumda burada savaşın daha hızlı sonuçlanacağını düşünmek mümkündür. Bu durumda, Türkiye, tüm bu unsurları kendi içine mi alacaktır? Acaba, yeni kontr-gerilla konseptinde rol almakta olan SADAT AŞ, bu unsurları, Erdoğan’ın hükümranlık ordusunun içine mi monte edecektir? Tüm bu unsurları kendine muhalif unsurların, en başta devrimcilerin, halkların, özellikle de Kürtlerin üzerine mi sürecektir?
Demek oluyor ki, Halep düştükten sonra, Erdoğan, içe dönmek zorundadır ve böyle yapmak için, büyük bir hızla, başçobanlık sistemini devreye sokmak istiyor. MHP ile sürdürülen pazarlıklar bu nedenle hızlanmıştır. Erdoğan, bir an önce sonuca ulaşma hevesindedir. Ve buna Erdoğan rejimi demek yerinde olacaktır.
Peki, bu baskı ve şiddet ile, Erdoğan, ne elde etmeyi ummaktadır? TC devletinin elde etmeyi umduğu nedir? Bir dünya savaşı ile bölge halklarının soykırımdan geçirilmesini mi planlamaktadırlar?
Erdoğan’ın tüm bu sıkışmışlık içinden bulacağı çıkış, daha fazla katliam, daha fazla baskı, daha fazla terördür.
Türkiye, dışarıda ve içeride yürüttüğü savaşı, daha da tırmandırmaktan yanadır. Erdoğan rejimi, sadece onu kurtaracak bir başkanlık sistemi değildir, aynı zamanda özel harbin, kontr-gerillanın yeniden organize edildiği bir savaş rejimidir. Erdoğan hükümranlığı, daha çok kan, daha çok baskı, daha çok şiddet, daha çok yağma demektir.
Suriye savaşının gelişim seyri, Erdoğan’ın tüm bu iç hazırlıkları yapmasına olanak vermeyebilir. Ama görünen o ki, Erdoğan ve Türkiye, bu yola girmiştir.
TC devleti, Trump ile Amerika’nın yapacağı manevraları yapmaktan çok uzaktır. ABD, Suriye savaşında uygun bir tarzda geri adımlar atmaya hazırlanmakta ve bunun için manevra olanaklarına da sahiptir.
TC devleti, Erdoğan rejimi altında, bir çıkmaz yoldadır. Bu yol, ırkçılık, milliyetçilik, dincilik söylemleri ile beslenmeye çalışılan kirli bir savaş yoludur. Bu kirli savaş, IŞİD’in yaptıkları ile yeterince açıktır. Bizim tarihimizde yer alan pek çok katliam (Ermeni katliamı, 6-7 Eylül, Dersim katliamı, Sivas katliamı, Maraş katliamı, 1 Mayıs katliamı vb.) ile IŞİD mantığının bağ kurması zor değildir.
Bu yolun, bir çıkmaz yol olduğu açıktır.
Türkiye, ne elini temizleyebilir, ne de Irak, Libya gibi pratiklerin mimarları ile bölgede bir yer bulabilir. Erdoğan rejimi, ne bölge halkları ile barışık bir ilişki geliştirebilir, ne de içeride halklara güven verebilir.