Artık kabul etmek gerekir ki, bizim Suriye savaşı ve Saray Rejimi arasında kurduğumuz bağ yerindedir ve doğrudur. Üç açıdan da bu sonuca varmak mümkündür. Saray Rejimi, bir yandan, emperyalistler arasındaki dünyanın paylaşımı için süren savaşın bir sonucudur. Suriye savaşı, TC devletinin tetikçiliği doğrudan üstlendiği bir savaştır. Etkileri sadece Suriye topraklarında da yansımamıştır. Kürdistan, Anadolu yani tüm ülkeye yansımıştır. Ankara Garı’ndaki bombalama, Suriye savaşı ile ne kadar bağlı bir Saray Rejimi örgütlenmesinin mevcut olduğunun en somut kanıtıdır. Dünyanın yeniden paylaşımı savaşımının içine tetikçi olarak dalan Türkiye, aynı zamanda bu paylaşım savaşımının konusudur. Ülkedeki çeteleşmenin bununla yoğun bağı vardır. Saray Rejimi, devletteki çeteleşmenin en somut yansımasıdır. Buna birinci nokta diyelim. Öte yandan, Saray Rejimi, Kürt halkına karşı sürdürülen savaş (eğer Batı’da işçi sınıfına ve devrime karşı sürdürülen savaş da bunun içine dahil edilirse, ki öyledir) ile doğrudan bağlantılıdır. Şiddet ve çete örgütlenmesinin, bu ikisi ile bağı vardır. Ve üçüncüsü, bizim yine haklı olduğumuz bir değerlendirmemiz olan “rant, yağma ve savaş ekonomisi” meselesidir. Saray Rejimi, bu rant, yağma ve savaş ekonomisi üzerinde yükselmektedir. İşte bu; (1) paylaşım savaşı ve bunun Suriye savaşı hâline dönüşmesi, TC devletinin bu savaşta tetikçiliği açıkça kabul etmesi, (2) içeride süren Batı’da işçi sınıfına, Gezi Direnişi’ne ve Doğu’da Kürt halkına karşı süren savaş ve (3) “rant yağma ve savaş ekonomisi”, Saray Rejimi olarak karşımıza çıkmış olan çeteleşmiş, devlet terörünü azgınca kullanan, hiçbir yasayı tanımayan yapının dayanaklarıdır.
Acaba, İdlib, Erdoğan’ın sonu mudur? Yani, Suriye ordusu İdlib’deki işgali kırar ve İdlib’i geri alırsa, bu durum, ABD açısından Erdoğan’a duyulan ihtiyacı ortadan kaldırabilir mi? Bu anlamda Erdoğan’ın sonu mudur?
Öyle görünüyor.
Peki ya Erdoğan’ın gitmesi Saray Rejimi’nin sonu mudur? Buna “evet” demek o kadar kolay değil. Erdoğan’ın gitmesi, otomatik olarak Saray Rejimi’nin alaşağı edilmesi demek değildir. Mesela İngiltere, bu rejimi ister, başında Ali Babacan ya da Abdullah Gül olursa. Mesela ABD, bu rejimin devamını ister, başında kendi adamları olursa. Mesela Almanya, bu rejimi ister başında kendi adamları olması kaydı ile. Öyle ise Erdoğan’ın nasıl gideceği ile, Saray Rejimi’nin dağılıp dağılmaması arasında bir ilişki vardır. Eğer Erdoğan, halkların direnişi ile, işçi ve emekçilerin sokakları işgal etmesi, kamu binalarının kontrolünü ele geçirmesi vb. ile gidecekse, bu elbette Saray Rejimi’ni de dağıtacaktır.
Suriye savaşı, hem emperyalist paylaşım savaşımının etkileri, hem Kürt halkına karşı girişilen savaş, hem de içeride toplumsal muhalefete karşı artırılan baskı ve saldırı ile doğrudan bağlıdır. Ve her zaman eklemeyi doğru buluyoruz, bu aynı zamanda “rant, yağma ve savaş ekonomisi” ile de sıkı sıkıya bağlıdır.
İdlib meselesi, yani İdlib’in Suriye ordusu tarafından kurtarılması, gerçekten de Suriye savaşı açısından bir dönüm noktası olacağa benzemektedir.
Tablo net olarak şöyledir:
ABD ve Türkiye, orada cihatçı çeteleri kullanıp, savaşı uzatmak istiyorlar. Türkiye, Rusya ile sözümona “ittifak” içinde imiş görüntüsü vererek, ABD adına sürecin uzatılması için “konsomatris”lik yapmaktadır.
Rusya, sürecin kontrollü olarak uzamasından, İdlib meselesinde Türkiye’nin isteklerine sıcak bakıyormuş gibi yapıp, Suriye’yi daha yavaş hareket etmeye ikna etmekten yanadır. İdlib meselesi üzerinden Rusya, Türkiye ile ABD arasındaki çelişkilerin büyümesini beklemektedir.
Bu süreçte ABD, Fırat’ın doğusunda Kürt hareketinin bazı unsurları ile kurduğu ilişkileri derinleştirmeye, böylece, o alana yerleşmeye, yarın pazarlık edecek bir koz olarak Kürtleri kullanmayı daha da geliştirmeye çalışmaktadır.
Saray Rejimi, TC devleti, tüm bu süreçte, a- ABD ile kesinlikle derin bir bağlılık içinde, b- Rusları idare ederek ABD planlarına uygun hamleler yapmaya çalışıyor.
TC devletinin politikası şöyle özetlenebilir:
– Pençe Harekâtı diye anılan harekâtla, PKK’ye karşı savaşı geliştirerek, bölgede, yani Irak topraklarının bir bölümünde yerleşmek. Bu yerleşme, tek başına bir amaç değildir. Bu yerleşim, bir NATO operasyonudur. Yani Pençe Harekâtı bir NATO operasyonudur. TC ordusunun yerleştiği alanlara ABD askeri de yerleştirilmek istenmektedir. Bu nedenle bu harekâta bir NATO harekâtı demek yerindedir.
– TC devleti, ABD emirlerine ve planına bağlı olarak, PKK ile Suriye Kürtleri arasındaki geçiş noktalarını ve bağları kesmek istiyor. Aslında, ABD, bunu açıkça ilan etmiştir. ABD, YPG güçlerine ya da onların bir bölümüne, açıkça PKK ile bağınızı kesin, hatta ona karşı savaşın diye talimatlar vermektedir. Bunun başarılı olup olmamasını tartışmıyoruz, ABD’nin isteğini konuşuyoruz. ABD Suriye Kürtlerinin sosyalist eğilimlerle bağını da kesmek istiyor. Bu nedenle, PKK’ye karşı TC saldırıları, içeride kayyum atamalar, içeride Kürtlere karşı azgınca baskılar, Pençe Harekâtı vb. ile birlikte gelişmektedir. Bu nedenle, Pençe Harekâtı bir NATO operasyonudur.
– TC devleti, Suriye’de Afrin ve Menbiç’te işgalci olarak kalmak istiyor. Tampon bölge tartışmaları doğrudan bununla ilgilidir. Burada ABD, tampon bölge derken, sınırın hem Türkiye, hem de Suriye tarafında bir bölgeden söz ediyor gibidir. Burada Türkiye ve ABD arasında bazı farklılıklar olduğu kesindir. Ama Türkiye, bu tampon bölgeye, en başta IŞİD’ci, cihatçı grupları doldurmak istemektedir. Bu durum, hem Suriye’den toprak koparmak ve sınırlarını büyütmek planıdır, hem de Kürt halkına karşı bir katliam planı ve nüfus hareketliliği planıdır. Bunun doğru okunması gerekir. Tampon bölge, ABD garantörlüğünde kurulacak diyerek, Suriye Kürtlerinin buna yeşil ışık yakması, ciddi bir tarihsel hatadır. Cihatçı unsurların yerleşeceği bir alan, 5 km Suriye topraklarında, 10 km Türkiye Kürdistanı’nda olmak üzere başarılırsa, bunun ardından nüfus hareketleri gelecektir. Bu topraklarda yaşayan her halk, “nüfus hareketleri” ne demektir bilir.
Bu nedenle, Türkiye, tampon bölge işi netleştikten sonra İdlib’deki unsurların tasfiyesinde Rusya’ya “yardımcı” olacak gibidir. Bu nedenle İdlib’de Rusya aracılığı ile Suriye’yi ne kadar frenlerlerse o kadar iyidir. Bugün, İdlib’den Libya’ya TC devletince taşınan cihatçı unsurlar, yarın Kürtlerin yaşadığı alanlara kaydırılacaktır. Görünen budur.
Eğer böyle değil ise, birisi bize, İdlib’deki cihatçı unsurları destekleyen Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda ne için tampon bölge istediğini söylesin.
– ABD, Pençe Harekâtı ile İran’a gelecekteki bir saldırı için hazırlık yapmaktadır. Ve Türkiye bu saldırının önemli kara güçlerinden biri olacaktır. Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve büyük güçlerden İngiltere, ABD’nin tam olarak ekibini oluşturacak gibi görünmektedir.
Dünya çapındaki gelişmelerin, İran’a karşı bir savaşı, ABD’nin en öncelikli konusu yapıp yapmayacağını bilmiyoruz. Belki de ABD, Çin denizinden bir savaş çıkarma hevesinde olacaktır. ABD ve İngiltere, Hong Kong’un Çin’e devrinden rahatsızdır ve sadece rahatsızlık konuları da bu değildir. Çin denizinde ABD saldırganlığı oldukça artmış durumdadır.
Ama buna rağmen, İran’a bir saldırı hazırlığı yapıldığını anlamak da zor değildir. Pençe Harekâtı’na bir NATO harekâtı dememizin nedeni de budur. Hem Kürt hareketleri-grupları üzerinde PKK etkisini kırmak, hem de İran’a bir harekât için hazırlık, hem ABD’nin emirleridir, hem de TC devletinin çıkar olarak gördüğü şeylerdendir. Devletin dış politikasına da uygundur: Komşularına karşı tetikçi, halklara düşman olmak.
Türkiye için mesele, hem ABD politikalarına tam bağlılığı, hem de Rusya ile “kontromatris” tarzındaki ilişkiyi sürdürmenin oldukça zor olmasıdır. Kısacası, durum, dışarıdan anlaşılmaktadır. Türkiye, dış politikasını ne kadar farklı biçimde ifade ederse etsin, hangi manevraları yaparsa yapsın, bu durum, dışarıdan, çıplak gözlerle anlaşılmaktadır.
İşte tüm bunlar, gelip İdlib meselesine düğümlenmiştir.
İdlib, Suriye ordusunca geri alındığında, tüm cihatçı kadroları bağrına basmaya hazır olan Türkiye, acaba bunları ne yapacak? Bu sorunun es geçilmemesi gerekir.
İdlib geri alındığında, Türkiye’nin Afrin’de varlığı da tartışılmaya başlanacaktır. İşgalci bir dış güç olarak Suriye’deki her alandaki Türk varlığı için bu tartışma vardır ve daha da güncellenecektir.
İdlib, Suriye ordusu tarafından alındığında, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki varlığı üzerinde de tartışmalar olacaktır. Buna karşılık ABD’nin ne yapacağını kestirmek zordur. Ama şimdiden ABD, İdlib’de kendisine bağlı güçlerin elindeki “savaş suçu” delillerini yok etmeye başlayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bir tetikçi güç olarak Türkiye, Ruslarca vurulan konvoyu ile ilgili hemen açıklama yapıp, üç sivilin öldüğünü ilan etmişti. Oysa ortaya çıktı; Türk konvoyunun içinde yer alan cihatçı çeteler vurulmuştur ve Türkiye, bunlarla birlikteliğinin kanıtlarını tüm dünyaya vermiştir. Oysa ABD, böyle davranmaz. ABD, mümkün olduğunca suç kanıtlarını temizlemeye özen gösterir. İdlib’de süreç ilerledikçe, ABD bunu yapacaktır. Belki kendine bağlı bazı güçleri bile yok edecektir.
Ve elbette İdlib süreci, Suriye savaşının bir dönüm noktası olacağı için, içeride iktidarı da etkileyecektir.
ABD’nin Erdoğan’a olan ihtiyacı ortadan kalkacaktır. Artık, Rusya ve Suriye’yi oyalamak için İdlib kartı olmayacağından, bu konuda Rusya-İran-Türkiye ilişkisine de gerek olmayacaktır.
Suriye savaşı yeni bir aşamaya evrildiğinde, içeride TC devletinin baskı ve şiddeti daha da artacaktır. Zaten, en küçük bir hak arama eyleminin karşısına iç savaş görüntüleri ile yüklenen Saray Rejimi, daha da azgınca saldırmak için yol arayacaktır.
Bu durum, ekonomik krizin artan etkisi ile Saray Rejimi’ne karşı gelişecek direnişi, hâlen gelişmekte olan direnişi durdurmaya elbette yetmeyecektir.
İşçi ve emekçiler, gelişen direnişi daha da örgütlü hâle getirmek, meseleyi sadece Erdoğan’ın gitmesi meselesine indirgememek, aynı zamanda Saray Rejimi’nin alaşağı edilmesine dönük bir mücadele geliştirmek zorundadır.
Suriye sınırını geçip, Şam’da öğlen namazı kılmak için yola çıkıp, Saray Rejimi’ni oluşturanlar, şimdi, Suriye savaşının kritik çarpışmalarından biri olan, hâlen süren İdlib meselesi ile daha da dağılma sürecine girecektir.
Kürt halkının, Batı’da işçilerin, kadınların ve gençlerin geliştirdiği direniş, Saray Rejimi’nin sonunun yakın olduğunu göstermektedir. Görev, bu direnişi daha kalıcı, daha örgütlü, daha kapsayıcı ve daha militan hâle getirmektir.