Tarih işçi sınıfını iktidara çağırıyor

İşçi sınıfı tarihi birçok yenilgi ve zaferlerle doludur. En büyük zaferini 1917 büyük Ekim Devrimi ile kazanan dünya işçi sınıfı, en büyük yenilgisini de yine bu devrimin topraklarında yaşadı.

Anadolu toprakları da bu zaferlerden ve yenilgilerden payına düşeni elbette ki aldı.

15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi, işçi sınıfının bu topraklardaki gücünü en net gösteren direniştir. Sendikaları olan DİSK’e sahip çıkmak, kapatılmasını engellemek için iki gün boyunca İstanbul’u zapt eden işçiler amaçlarına ulaşmış ve DİSK’ i kapatma hamlesi olan yasayı geri çektirmişlerdi. İşçi sınıfının örgütlü gücü kendini açığa çıkarmış ve zafer kazanmıştı.

Bizler bu gücü büyük madenci yürüyüşünde bir daha gördük, KESK’in kuruluş sürecinde bir daha gördük. Tekel direnişinde gördük biz bu gücü. Metal Fırtına’da, Flormar’da, 3. Havalimanı inşaatında; irili ufaklı birçok direnişte gördük, görmeye devam ediyoruz.

İşçi sınıfının varlığını sürdürmesi için kendinden başka hiçbir güce ihtiyacı yoktur. Dünyayı kendi elleriyle her gün yeniden ve yeniden yaratan bizlerin başka bir güce ihtiyacı olmadığını yaşadığımız Pandemi süreci bir kez daha gözler önüne serdi. Biz çalışmıyor isek, biz üretmiyor isek çarklar dönmez. Çarkları döndürenlerin bir avuç asalağa ihtiyacı yoktur.

Bugün ihtiyacımız olan tek şey örgütlenmektir; birlik olmak, kendi sınıfsal taleplerimiz etrafında kenetlenmektir. Önümüzde duran acil ihtiyaç, acil görev budur. Tıpkı 15-16 Haziran’da yaptığımız gibi sendikalarımıza sahip çıkarak, sendikalarımızın başına çöreklenmiş asalakları da bir kenara atarak örgütleneceğiz. Fabrika-fabrika, atelye-atelye, şantiye-şantiye örgütleneceğiz. Sabırla, inatla, kararlılıkla…

Madende göçük altında kalmamak için örgütleneceğiz. Tersanede kum torbası yerine konulup ölmemek için örgütleneceğiz. Hayatımız kopan bir halatla sönmesin diye, patronların kâr hırsı yüzünden virüsten ölmemek için örgütleneceğiz. Örgütleneceğiz ki; boşalan asansörden yere çakılıp yitmeyelim, yanan çadırlarda, konteynırlarda can vermeyelim, ezilmesin başımız, kolumuz pres altında. Örgütleneceğiz ki, içerden kilitlendiği için işçi servislerinde boğularak can vermeyelim…

Günde 8 saat yerine 16 saat çalışmamak için, açlık sınırının altında ücret almamak için, hastalık bulaşma riskinin had safhada olduğu zamanlarda dahi çalışmak zorunda kalmamak için, yıllarca maaşlarımızdan kesilen paraların hesabını sormak için örgütlenmekten başka çaremiz yok. Ancak örgütlü gücümüzü göstererek yok sayılmaktan kurtulabiliriz. Ancak örgütlü gücümüzle sesimizi duyurabiliriz.

Tarihimizden aldığımız dersle diyoruz ki; işçi sınıfının kendi kaderini eline alma zamanı çoktan gelmiştir. Üretmeyi bilenlerin yönetmeyi de bildiğini gösterme zamanı çoktan gelmiştir. Adeta dalga geçilerek yok sayılan milyonların var olduğunu gösterme zamanı çoktan gelmiştir.

Şimdi, ABD’de siyahi bir emekçinin polis tarafından boğazına basılarak katledilmesiyle başlayan ve ABD’nin tüm şehirlerinden dünyanın dört bir yanına yayılan, yok sayılan milyonların, “Nefes alamıyorum” çığlığı ve “Adalet yoksa barış da yok” öfkesi sokakları dolduruyor.

Sahneye çıkmanın, sokakları, meydanları 15-16 Haziran’da, Gezi’de olduğu gibi zaptetmenin zamanıdır.

İşçi sınıfının; “ben de varım” demesinin en net ifadesi ‘Genel Grev’dir. 15-16 Haziran ruhuyla geleceğini kurmanın bir adımı olarak, şimdi bir genel grev, genel direniş örgütlemeye girişmenin tam zamanıdır.

Açlığa, yoksulluğa, sefalete, yok sayılmaya karşı; barış, adalet ve özgürlük için genel grev, genel direniş!