Umut burjuva partilerde değil, umut direnişte, senin emeğindedir

Biliniyor, biz Kaldıraç Hareketi olarak, cumhurbaşkanlığı seçimini boykot ediyoruz. Milletvekilliği seçiminde ise, Kürt hareketini bir kere daha selâmlamak için, HDP’yi destekliyoruz. Önümüzde iki seçim bir arada var. Bu nedenle, bu ikili tutum ortaya çıkıyor. HDP, seçimlere hangi adla katılırsa katılsın, milletvekilliği seçimini mevcut Saray Rejimi’nde çok önemli bulmadığımız hâlde, onu, HDP’yi destekliyoruz.

HDP, seçimlere Yeşil Sol Parti adına katılma kararı verdi. Yeşil Sol Parti’nin adayları üzerine tartışma niyetinde de değiliz. Bu daha sonrasının işi diye düşünüyoruz.

Böyle düşünüyoruz, çünkü, mesela seçimin yapılmama ihtimalinin hâlâ yüksek olduğunu söylüyoruz. Bunun da detaylarını, defalarca yazdık. Bunlar hâlâ geçerlidir. Bu yazı Kaldıraç okuru ile buluştuğunda, seçime çok kısa bir süre kalmış olacak. İhtimal dâhilindedir ki, Yeşil Sol Parti’nin de seçime katılması engellenebilir, daha doğrusu, HDP’nin bu yolla seçime katılması da engellenebilir. Bu nedenlerle, HDP adayları vb. üzerine tartışmak istemiyoruz.

Ama biliyoruz ve söylüyoruz ki, eğer seçim olursa, efendilerin seçtikleri CHP, İYİ Parti vb. adaylarla, mecliste artık daha fazla NATO’cu var olacak.

Diyelim ki seçim oldu, diyelim ki İnce’ye çalınan, AK Parti’ye, MHP’ye çalınan oylara rağmen, seçim ikinci tura kaldı, iki sonuç görünüyor olacak.

Bunlardan biri Erdoğan’ın kazanmasıdır. Yasal olarak aday olamayacağı hâlde, onun adaylığını kabul edenler, artık YSK vb. hakkında ne söylerlerse anlamı olmayacaktır. Zira, YSK’nın yasaları çiğneyen kararlarını kabul edenler, zaten açıklayacağı sonuçları da kabul etmiş olurlar. YSK kararlarına karşı kimseyi sokağa çağırmazlar, zaten öyle niyetleri de yoktur.

Yine de, seçim gecesi, sabaha kadar YSK önlerinde toplanma çağrısı yapmamalarını, daha bugünden bu doğrultuda adım atmamalarını, anlamlı buluyoruz.

Erdoğan, asla seçimi kazanamaz. Ama “atı alan Üsküdar’ı geçti” şıkkı her zaman vardır. Bu durumda, seçimi “kazanmış” ilan edilir.

Bu hâlde, öyle anlaşılıyor ki, Saray Rejimi’ni restore etmek için, bir yandan saldırılarını artıracaklar, diğer yandan ise, “yumuşak” görünmeye devam edecekler. Yani, demir yumruğun üzerindeki kadife eldiven yıprandığı için onu tamir edecekler.

Ne ekonomik olarak kriz ve egemenin yaşadığı ve tüm toplumu saran bunalım bitecek, ne yalan, ne baskı, ne rant, ne yağma, ne savaş ekonomisi bitecek.

Varsayalım ki seçim oldu ve varsayalım ki Kılıçdaroğlu kazandı. Yine bu “kazanma” kararı, ABD ve NATO tarafından kabul görecek ise, Saray Rejimi’nin restorasyonu başlayacak demektir.

Yine, ne ekonomik kriz bitecek, ne egemenin yaşadığı ve tüm toplumu saran bunalım bitecek. Sadece, sistem, yasalara daha fazla uyuyormuş gibi görünecek. Ve muhtemelen Erdoğan da dâhil birçok yargılama için, yollar açılmaya başlayacak. Tekrar söylüyorum, eğer seçim olursa ve eğer Kılıçdaroğlu (normal bir seçimde kazanması kesin olsa da) kazanırsa.

İşte bu nedenle biz de, “seçim sonrası” üzerine birkaç söz etmek istiyoruz.

Kılıçdaroğlu ile, ülkeye “bahar” gelmeyecek. Mesela emeklilerin hesaplarına 15 bin TL yatması bahar olmayacak. İşçilerin ne sosyal hakları genişleyecek, ne çalışma koşulları iyileşecek, ne milyonların yaşam koşulları iyileşecek. Ne soğan gündem olmaktan çıkacak, ne kiralar el yakmaktan çıkacak.

İşçilere, halka, “bize bir süre verin, nasıl şimdiye kadar evinizde, sokağa çıkmadan bekledinizse, şimdi de bizi dinleyin ve sabredin” nutukları ortalığı kaplayacak. Sendikalar ve sol, bu görüşe yatkın hareket edecek.

Erdoğan kazanırsa, yani kazandığı ilan edilirse, seçim meşru mu olacak? Elbette olmayacak, zaten şu anda da değil. 2015’ten bu yana bu ülkede “normal”e yakın seçim yoktur, olmamıştır. Yine de, solun, toplumda ismi olan bazı kişilerin kalkıp da “bu halktan bir şey olmaz” diyerek halkı suçlamaları, elbette ahlâkî olmayacak. Ama onlar bunu yapacaklar, böyle konuşacaklar, yeni bir umutsuzluk havası yayacaklar.

Kılıçdaroğlu kazanırsa, yağma, rant ve savaş ekonomisi ortadan kalkmayacak. Daha çok savaş ekonomisi öne çıkacak, yağma ve rant için, yeni aktörler devreye girecek. AB ve belki İngiltere’den bir miktar mali destek gelecek ama bu yeni yağmanın, ülke kaynaklarının uluslararası sermayeye ve onların yerli ortaklarına peşkeş çekilmesine tam gaz devam edilecek.

Savaş politikaları, hangi sonuç ortaya çıkarsa çıksın, seçimin iptali, seçimi adaylardan birinin kazanması vb. daha da geliştirilerek sürecek.

Örneğin, ülkenin tarım politikaları da değişmeyecek. Örneğin hastahanelerin ve sağlık hizmetlerinin özel sektör tarafından belirlenmesine devam edilecek. Örneğin eğitimdeki özelleşme eğilimleri durmayacak.

Yani, işçi sınıfı, kadınlar, gençler, kısacası tüm halk, aynı sorunlarla karşı karşıya kalmaya devam edecek.

Ve bunun, düzen partileri aracılığı ile, işçi sınıfının bu partilerin peşine takılması ile düzelmesi ihtimal dâhilinde değildir, olamaz.

İşçi sınıfı, halklar, kadınlar, gençler, kendi elleri ile kendi kaderlerini yazmaya koyulmadıkça, bahar falan gelmeyecek. İşçi sınıfı, kendi ayakları üzerine doğrulup, bu diz çökmüş hâline son vermedikçe, farklı bir dünyanın kapıları aralanmayacak. İşçi sınıfı, kendi yolu ile, kendi direnişi ve mücadelesi ile, geleceği kurabilir. İşçilerin kurtuluşu kendi eseri olabilir. Bu gerçekleşmedikçe, daha iyi bir dönem başlamayacaktır.

Evet, Kılıçdaroğlu seçilirse, seçim olursa, seçimi Kılıçdaroğlu kazandığında kabul edilirse, Erdoğan’ın yüzünü daha az göreceksiniz. Hepsi budur.

Bu nedenle, ülkemizde gelişen, dünyada gelişen direniş hattının sürdürülmesi, büyük öneme sahiptir. İşçi sınıfının yalanlara karnı tok olmalıdır. Bunca yalandan sonra, yenilerine inanmamanın yolu, direniş hattını sürdürmek, örgütlenmeyi geliştirmekten geçmektedir.

İşçi sınıfı, milliyetçiliğin hiçbir biçimine prim vermemelidir. Sağdan ve soldan gelişecek devletçi ve milliyetçi yaklaşımları reddetmelidir. İşçi sınıfı, emekçiler, dinin bir uyutma aracı olarak kullanılmasına yeniden kanmamalıdır. Hangi görüntü altında olursa olsun, dinin ve milliyetçiliğin yeniden yükseltilmesine son vermek, direniş ve örgütlenme hattımız için önemlidir.

İşçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin kendi talepleri vardır. Bu talepler doğrultusunda direnişe ara vermeden yürümek gerekir. Bu, işçi sınıfının kendi gündemine sahip çıkması demektir.

Daha şimdiden, tüm ülkede, seçim sonrası için yüksek dolar kurları, yüksek enflasyon vb. beklentisi hâkimdir. Bu doğrudur da. Öyle ise, ekonomik olarak işçi sınıfını, emekçileri daha iyi günler beklememektedir. Egemenler, tüm toplumu sarmış olan bunalımı çözebilecek durumda değildirler. Bu bunalım, aynı zamanda kapitalist sistemin krizi ile birlikte vardır. Bu kriz, bugün emperyalist Batı merkezlerinin, NATO’nun savaş politikaları ile birleşmiş durumdadır.

TC devleti, NATO’dan çıkmadan, bu savaş politikalarından kurtulamaz. Ülkenin sömürge olduğu biliniyor. Bu sömürge olma hâli, seçimlerle değişmeyecektir. Sömürgeciler, Batı, Saray Rejimi dediğimiz mekanizmanın arkasındaki güçlerdir. Ve bu güçlerin politikaları, seçimlere, seçim sonuçlarına vb. bağlı değildir.

Saray Rejimi, hem içeride hem dışarıda savaş politikalarını geliştirmektedir. Bu politikaların devam edeceği kesindir.

Savaşı, sadece ülkemizde değil, sadece bölgemizde ya da çevremizde değil, dünyanın herhangi bir yerinde önleyebilecek tek şey, sosyalist devrimlerdir. Bu sosyalist devrimler için nesnel ortam uygundur. Sorun, işçi sınıfının bunun bilincinde olmaması sorunudur. İşçi sınıfı, bugün, bu bilinç ve bu bilincin ifadesi olan örgütlülüğe sahip değildir. Bu nedenle, önümüzde, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu alternatifi konulabilmektedir. İşçi sınıfının devrimci örgütlenmesi, bunu tümü ile ortadan kaldırabilir ve kitlelere gerçek çözümü, gerçek kurtuluş yolunu gösterebilir.

Bu nedenle, seçim öncesinde de, seçim sürecinde de, seçim sonrasında da, temel gündem, işçi sınıfının, kadınların ve gençlerin, her nerede olursa olsun direnenlerin, kendi gündemlerine sahip çıkmasıdır, direniş hattını geliştirmesi ve örgütlenmedir.

Egemenlerin kendi içlerindeki dalaşmalar, ister siyasal olsun, isterse Sedat Peker ya da Muhammed Yakut gibi kişilerin ifşaatı olsun örgütsüz ve bilinçsiz işçilerin işlerini kolaylaştırmazlar. Elbette onların ifşaları olacaktır, elbette nemaları kesilenlerin ya da siyasal olarak tasfiye edilenlerin itirafları kaydedilmelidir. Bunları bilmek, elbette iyidir. Ama bu durum, örgütlü ve kendi yolunda yürüyen bir devrimci işçi hareketi yoksa, bir yeni sonuç doğurmazlar. Tersine, bu seçim süreci, bu egemen içi dalaşmalar, gerçek gündemi örtmenin aracı hâline gelirler, depremi unuttururlar, katliamları unuttururlar, iç savaş hukukunu normalleştirirler, soğanın fiyatını, ekmeğin fiyatını vb. unuttururlar, işçilerin çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi unuttururlar, eğitim ve sağlık sisteminin özelleştirilerek iflas etmesini unuttururlar. Ancak devrimci bir örgütlenme varsa, tüm bu bilgiler, işçi sınıfının mücadelesi için bir avantaj sağlayabilirler.

Burjuva muhalefetin, hiçbir ciddi toplumsal sorunda bir adım atmadığını görmek ve anlamak gerekir. Ne kadar gündem değiştirici sorun varsa, ne kadar “magazinel” konu varsa, ancak o konularda iktidarı, Saray’ı eleştirmektedirler ve bunu yaparken, asla Saray Rejimi’ni, devleti hedef almamaktadırlar. Tüm toplumsal öfke, Erdoğan’a karşı öfke biçiminde ele alınmakta, öyle yönlendirilmek istenmektedir.

Asıl olan, direnişin, devrimin gündemidir.

Bu gündeme, her koşulda sahip çıkmak gereklidir ve bugün, bu seçim sürecinde bu daha da önemlidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz